8 Nisan 2009

nerde kalmıştık

nerde kalmıştık

annenizle günün 24 saati sigara saklama oyunu oynadığınız bir ev düşünün. aynı evi, henüz 16 yaşındaki yiğeninizle paylaşıyorsunuz. ve bugüne kadar tam dört intihar teşebbüsünde bulunarak sizden bir adım önde bu konuda, skor dört üç…. bir babanız var, 71 yaşında, 69 yaşına kadar çalışmış olmanın yarattığı iş alışkanlığından henüz kurtulamamış olduğundan dolayı, can sıkıntısını gün boyu annenizle tartışarak gideriyor, annenizin de yapıcak birşeyi yok, tartışıp duruyorlar akşama kadar, ufak aptal nedenler, size bulaşmadıkları sürece sorun yok ama arada sırada siz her ikisininde basın sözcüsü olmak durumundasınız, “babana söyle….”, “annene söyle….” tarzı kelimelerle başlayan bir yığın aptal cümle, muhatabına iletmeniz için üzerinize fırlatılıyor bi kaç günde bir, ve siz dinlediğiniz şarkının en güzel yerinde kulaklığınızı çıkarıp tekerleme oynamak zorunda kalıyorsunuz, aynı evde yaşayan son kişi, ablanız, yüzünü günde 3 saat kadar görüyorsunuz; eğer uyumuyorsanız tabii, çünkü günde en az 12, ortalama 15 saat mesai yapıyor ve geri kalan zamanının çok az miktarını bilgisayar veya tv başında geçirip uyuyor, aranız fena değil….

İnsanlar size ilgi alanlarınızı sorduğunda, “hiçbir şeye ilgi duymuyorum” demekten sıkıldığınız için, kendinize yeni oyunlar edinmişsiniz, “ilgi alanımı, hmm, bir düşüneyim, uyku, evet uyku, uyku üzerine mastar yapıyorum, uyumak üzerine”. İnsanlar size gülerek ve birazda hayranlıkla bakıyorlar, oysa hapı yutmuş durumdasınız, sağlam bir iş bulacağınıza dair inancınız sıfır, ama endişe etmiyorsunuz, “serserilik yapmaya herkesin maddi gücü yeter” diyor ambjornsen, ona inanıyorsunuz, gelmiş geçmiş, yaşayan ya da mezarında çürümekte olan tüm büyük yazarlara inancınız tam, günde bir kitap okumaya başladınız artık, ve bu esnada kapı çaldığı için öyküye kısa bir araveriyor ve kapıya bakıyorsunuz, gelen bir diğer ablanız, evli olanı, sabah altı akşam sekiz çalışan bir diğer ablanız, evinizdeki fotokopi makinesi ile nüfüs cüzdanının fotokopisini çektirmeye gelmiş, şu anki günde 14 saatlik boktan işinden kısa bir süre azad edip bir iş başvurusunda bulunmak için… ama işe yaramaz, hiçbiri işe yaramaz, tanrı tarafından acı çekmek için üzerine çarpı işareti atılmış bir soyun ürünüyüz biz, kabil ile habil’e kadar dayanıyor mesele, hatta adem ve lilith arasındaki, yoo yoo hayır, şeytan ve tanrı arasındaki uzlaşmazlığa kadar uzanıyor hatta, işaretlenmiş olmak, lanetlenmek, metafiziksel bir lanetten bahsetmiyorum size, “boyun eğmez yaşıyorum, sebep istersen, bir tanrı var” böyle diyor pac, şu an dinlediğim şarkıda, evet, boyun eğmez yaşıyorsanız, bu er yada geç çuvallayacağınız anlamını taşıyor, çünkü tanrı bile itaatsizleri sevmez, ve eğer en ufak bir zorlamada dayanamayıp patlayan bir yapıya sahipseniz, hiçbir iş, hiçbir okul, hiçbir hayatı presleme makinası işe yaramıyor, daha sonra evinizde kös kös oturup, hatta uyuyup, sizi bilmem nerede içmeye çağıran en yakın dostlarınıza, “yol param yok, yayan gelebileceğim bir yer söyle, ve biralar senden” deme cüretini göstermek zorunda kalabiliyorsunuz, çok ısrar ettikleri takdirde.

Annenizle, günün 24 saati sigara saklama oyunu oynadığınız bir ev düşünün, gerçekten düşünün bir kere, o sizden çalıp, evdeki seksen beşbin dört yüz on sekiz zulasından birine tıkıyor ve siz gecenin bir yarısı o zulayı patlatıp rahat bir nefes alıyorsunuz, pardon 11 mg zifir, 0,9 mg nikotin, 10 mg karbon monoksitle karışık bir nefes, pall mall, sigaraların en asili…

Etrafınızda, iyi veya kötü bir takım işlerde çalışan yakınlarınız var, ellerinde bir firmanın kataloğu, “bu ay şunu alıcam” deyip size birşeyler gösteriyorlar, “taksitle, çok ucuz, enfes bir şey”, halı, koltuk takımı, son model cep telefonu, beşartıbir, dijital kamera, sınırsız adsl, “sınırsız adsl benim için sınırsız porno demek” diyor herifin biri size, hoşunuza gidebileceğini düşünüyor, “ilgilenmiyorum” diyorsunuz, “cinsellik, içinde maddi bir çıkar güdülerek bedenlerin kullanıma açılmasını izlemek değildir” diyorsunuz, o bunu anlamayıp yüzünüze aptal aptal bakarak birasından bir yudum alıyor, bu esnada telefonunuz çalıyor, mesaj, şu kadar kontur yüklerseniz, bilmemneyin çekilişine kazanmaya hak kazanıcaksınız yazıyor, ufak hileler, her yerde var bunlardan, sizin bir ayda kazandığınızın ufak bir memlasını emerek size on yılda kazanamayacağınız bir vaad sunan, aklıma gelmişken, çevrenizde hiç milli piyangodan babayı alan bir yakınınız varmıydı Benim yok… hiç olmadı. Hiçbir zaman olmayacak… çekilişler. kuralar. kampanyalar. Hadi verin. Ufak bir miktar. Ve bekleyin. Ve hayal kurun. İşletmelerde de dönüyor aynı numara, ayın elemanı, “ayın en çok çalışan elemanı seçildim, beni ödüllendirdiler”,
“ya tabii” diyorum, “diğerlerinden birkaç damla daha fazla ter akıttığın için, fazladan bir ödül, fena değil, her ay birine, sonra bir diğeri, ve bir diğeri.”
“neden herşeye muhafeletsin” diyor eleman,
“muhafelet” değilim” diyorum, “ne düşündüğümü söylüyorum sadece, muhafelet edenlerin de bir iktidar oluşturduğunu biliyor muydun”
“saçmalıklar” deyip, elini sigara paketime doğru uzatıyor, “alabilirmiyim”,
“lafı bile olmaz” diyorum, “al iç elbette”
“seninle politika konuşmak hoşuma gitmiyor”
“politika değil, dünyanın genel gidişatı diyelim, dünya hali, kuş, börtü, böcek, genel gidişat, yol, ve bu da politika demek zaten, herşey politiktir bu dünyada, apolitik olanlar bile, sorun siyasete atılıp atılmama meselesi, iktidar unsuru oluşturup oluşturmama, birilerine ne düşünmesi, ne yapması, nerede ve nasıl oturup kalkmasını söyleyip söylememe meselesi”
“yine aynı konuya geri dönmeyelim olur mu” diyor, herif devrimci bir yasadışı sol örgüte üye, bu esnada öykümüzü okuyan biri, “öyküsünde hata var” diye düşünüyor, “sol örgütten bir devrimci sınırsız interneti porno ile eşleştiremez”
örgütün ilk toplantısında bu dangalağa üzerinde hangi tür müzikleri dinleyebileceğine, hangi mekanlara gidebileceğine kadar uzanan geniş kapsamlı bir kurallar bütününün yazdığı bir kağıt parçasını vermişler, bir metin, ve o da kabul etmiş, çünkü kurtuluşun bu olduğunu zannediyor, çünkü devrim yaparak özgürleşeceğini daha doğrusu özgürleştireceğini düşünüyor, hepsinin, tüm özgürlük iddiasındaki devrimcilerin atladığı ufak bir nokta var oysa, ani ve köklü bir değişiklik o köklü değişikliğin getirdiği yeni sistemi kafa olarak kabullenmese bile mecburen ayak uydurmak zorunda kalıcak bir çok insanıda peşinden sürükleyecektir, ve en ufak bir mecburiyetin olduğu bir düzenekte özgürlükten söz edilemez, “o halde napalım” diye soruyor bana adam, “hiçbir şey” diyorum, benim gibi “sağa sola laf yetiştir”, üzerine basıyorum “sağa” ve “sola” kelimelerinin, ve farkında, ne soldan yanayım, ne sağdan, ortadan bile gitmiyorum, dışındayım tüm bu ebe gümecinin, toplumsal bir kurtulaşa inanmıyorum, bireysel afrodizyaktan yanayım ben, kulaktan kulağa yayılan ve köşeye sıkıştığı anda güçlü hasarlarlar meydana getiricek küçük patlamalar yaratabilen bir isyanlar silsilesinden yanayım, kişisel isyan, devrim değil… herşeyi kişiselleştirmek lazım bana kalırsa, bireysel almak. birey olmak. Falan filan falan filan…
“seninle bu konularda konuşmak istemiyorum” diyor.
“Pekala“ diyorum. Sorun değil, sen açtın, sen kapa…” ve kapatıyorum bahsi. kendi kişisel zırvalarıma dönmek istiyorum, izninizle. Hatunlar, alkol, sigara, ve benim beş para etmez deneysel ruhum…. Deneysel yaşamım. Deneysel tarzım. Uçuşan deha. Uçuşan bok parçası… uçuşan ve konucak bir yere bulamadığı için yere çakılan planlarım…


Kendime bir çay alıyor, evdeki tahmini sondan bir önceki (bu tahmini çalınan sigaralarımdan geriye ne kadar kaldığına göre yapıyorum) dolu zulayı patlatıp, bir sigara yakıyor, ve tekrar yazının başının oturuyorum. Kalkmak zorunda kalmıştım. Telefon çalmıştı. Bakkala gitmiştim. Bugünkü maçları ıskalamamak için, bülteni incelemiş ama işe yarar bir maç bulamayıp harcanmaktan vazgeçmiştim, ve işte burada, bugünün 10 yıl sonrasında yeni romanının izlandada başına gelenleri anlattığına dair bir röportaj vereceğini düşleyen, hayalperest yazarınız, evindeki sinek kadar kendini değerli hissetmeyen yazarınız. en azından sinekleri öldürmek için birileri çeşit çeşit ilaçlar icad edip para kazanıyor, ya beni öldürmek isteyenler, beni, tozasor’u, ersoy’u, kendilerini çırılçıplak düşleyen hatunları umursamadan ufak kafesini inşa eden ve oradan bile defedilmeye çalışılan münzevi bir hayat peşindeki onlarca deliyi öldürmek isteyenler, “anlamı yok” diyor adamın biri yayınevi projesi için, “boşver uğraşma yahu ben 40 senedir uğraşıyorum olmuyor siktiğim memleketinde..3 kere de terk ettiğim halde be memleketi..yaz sitene neyin varsa..ne demiş buk ..iyi yazar kötü yazar yoktur.şanslı yazar vardır..sende şansını bekleyeceksin.”, ona “sikmişim seni de bukowski’kide” diyesim geliyor, ama bir lafa karşılık üç laf attığı için cevap vermiyorum, ve üç gün sonra her zaman olduğu gibi “benide aranıza alın” diye yalvarıyor şizofren zatturi, 8 ytl’lik yeraltı edebiyatı dergileri dolaşıyor piyasada, kandırılmaya devam ediyoruz, çevirmenine üç kuruş ödenmiş olan kitaplar silsilesi de önümde duruyor, ve ben hergün birini okumaya zorunlu hissediyorum kendimi, çünkü dediğim gibi, bütün büyük yazarlara inancım sonsuz, tam olarak özgürleşemeyeceğiz belki ama dilediğimiz dünyada keyfimizce fink atabildiğimiz öyküleri yayınlama hakkını kazanacağız en sonunda, 12 saatlik mesailerde ödümüz bokumuza karışana kadar çalıştırılsak bile, bizim için kendimizi iyi hissedebileceğimiz bir neden olucak bu, devrim gerçekleşmeyecek, hiçbir şey değişmeyecek, sigara saklambaçı devam ederken, ben “iş aramamak” ile “iş aramak ve buluncada ruhum iflas edene kadar sürdürmek” adlı iki hayat döngüm arasında güç bela dönüp dolaşırken, yiğenim intihar edip direkten dönerken ve boktan öykülerimi aptal sokak satıcılarının sesleri işgal ederken, günün birinde, şu büyük yazarın dediği şanş kapıyı çalıcak, ama dediğim gibi değişen hiç bir şey olmayacak, içsel değişimden söz ediyorum tabiyki, asla olmadı. birileri değişim ve birileride özgürlük vaadinde bulunurken, ben kendi ufak isyan bayrağımı açıp yakarak, ateşinde ısınmaya devam edeceğim, hepsi bu… kişisel olabilir, ama en azından daimi bir yürüyüş, ölene dek sürecek olan daimi bir yürüyüş, asla sağa sola sapmayan, ve bir hedefi bile olmayan, kendi halinde, çıkarsız ve dolaysız. hepsi bu. Bir sonraki öykümde görüşmek üzere. şimdilik hoşçakalın. 8nisan2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder