4 Temmuz 2009

lethe

senin aceleci olmamanı seviyorum
her şey yeterince hızlı akarken
"biraz sakin takılalım" diyorsun bana
"tamam" diyorum

kaldırıma oturup
arabaları seyrediyoruz
ve yoldan geçen insanları
ve bir deniz var arkamızda
sonsuzluğa doğru uzanan
ama biz sonsuzluğa değil
çocukluğa koşuyor gibiyiz
biraz safça ve
kaygısız biraz da


ve senin temkinli halini seviyorum, diyorum sana
dengede durmamı sağlıyor bu
gülümsüyor ve
korktuğunu dile getiriyorsun

"ama neden" demiyorum
demiyorum çünkü
korkuyla kaplandığımızı biliyorum
her bir hücremizin
acıyla açılıp kapandığını

yeni bir aşk
yeni bir acıya dönüşebilir mi diye soruyor sonra
susuyor ve denize dönüyor yüzünü
zaman akşamüstünü biraz geçiyor ve
güneş yüzmeye hazırlanıyor
ufukta

batmasına izin verme, diyor bana
asla batmasına izin verme
işte o zaman
sana güvenebilirim

"ama bu imkansız" demiyorum
"deneyebilirim" diyorum sadece
denemeye değer, diyorum

sana güvenmem için, diyor
sözcüklere gerek yok
bana bak

kafamı çeviriyorum
göz göze geliyoruz
ölümcül sessizlik ve
dünya kayboluyor o anda
tüm geçmiş ve
belirsiz gelecek
siliniyor

her ikimiz de biraz
farkındayız olan bitenin
itiraf etmeye korkuyoruz sadece
ve sonra
istediğimiz bir şeyi
yapmayı erteliyoruz


öp beni lethe
tüm acılarımı al ve
bu nehirde akalım
sonsuza dek

yeniden doğmak gibi bu
sıfır yaşında olmak gibi
her şeyi hatırlayarak
hiçbir şeye doğru akmak
yeniden başlamak
belki biraz fantastik ve
dengeli mutluluk biraz

sonra titrediğini görüyorum onun
ve soğuk değil hava
üşümediğini biliyorum
hayır ben de üşümüyorum

insanlar yok
hayvanlar sadece
ve bi kaç ağaç
mavi gökyüzü
beyaz bulutlar

keder ve neşe arasında
gidip gelmişiz yaşamımız boyunca

sonra ona bakıyorum
ve o da bana bakıyor
karanlık
parlıyor gözleri
öp beni diyor
bırakma diyor
korkuyorum diyor
gerçekten korkuyor
öp beni diyor

nasıl yapılacağını unuttuğumu söylüyorum ona
çok uzun zaman geçti üzerinden diyorum
korkuyorum diyorum
gerçekten korkuyorum

müzik açalım o zaman diyor bana
hatırlamamıza yardım etsin diye

ve radyoda
jori ve robert'in
birlikte söyledikleri
ve ilk kez dinlediğim
mutlu bir şarkı çalıyor


sonra bir anda
acı üzerine kurulmuş
bir şelaleden aşağı
düşüyoruz beraber
nehrin adı lethe
suyu acıdan gelip
hiçliğe gidiyor
bizi her şeye karşı yabancılaştırıp
birbirimize hapsederken
akıyor
sakince


4.temmuz.2009

3 Temmuz 2009

on yıl önce - elli yıl sonra

on yıl  önce - elli yıl sonra
şimdi. gecenin bir yarısı. karanlık bir odada oturmuş, bekliyorum. ve tuşlara basıyorum sakince. aynen piyano çalar gibi. ritim. akış. boşluk ve hiçlik ve anlam. evet anlam. üzerinde pek fazla düşünülmemiş cümleler.
ve ister istemez. zihnim. on sene öncesine geri dönüyor. o deli dolu zamanlar. serserilik yapmanın, daha kolay olduğu, ve hiçbir şeyin umursanmadığı, mucizevi geceler. bir tren yolunda, bucada, tek başına içilen ve tek başına geçirilen saatler.
değişen birşey yok aslında. sadece, biraz daha bitmişsin. ruhen ve bedenen. hepsi bu.

hâlâ düşünmüyorsun geleceği. o zamanlar da düşünmüyordun.
hiçbir şeye inanmıyorsun hâlâ. o zamanlar da inanmıyordun.

ve hiçbir şey hissetmemeye zorluyorsun kendini, tıpkı on sene önce olduğu gibi. ve biten her şey, geri sarıp, tekrar ediyor. tekrar tekrar patlıyor flaşlar. ve resimlere bakıyorsun da, pek değişmemiş, manevi tablo.
aradan geçen zaman değil sadece aslında. bir çok insan ve bir çok aşk ve bir çok kum torbası var. pardon, aşk için, bir çok kelimesini kullanamayız aslında. geriye kalan ne varsa, fazlasıyla fazla. ve ağır geliyor artık, içindeki odada biriken, toz parçaları.
bir sigara yakıyor ve öksürüyorsun ve kalbin "dur" derken sana, "sen dur" diyorsun ona. dur allahın belası. dur artık. durman gerekiyor. hiçbir şey hissetmemelisin. neden atıyorsun ki. neden heyecanlanıyorsun ki arada bir hâlâ. dur lütfen. lütfen dur artık. yoksa beni sevmiyor musun?

on sene öncesini düşünüyorum. ister istemez yapıyorum bunu. ve aradan geçen, yaklaşık dörtbin gün sonunda, nereye vardığına bakıyorsun. bir direğe tırmanmak yerine, etrafında dönmeyi seçmişsin sanki. ve artık başın da dönmemeye başlamış, bu döngüden. kurulu bir düzenek gibi, git-gel konya altı saat gibi. gibi gibi gibi. herşey "gibi" zaten. aslen hiçbir şey gerçekten var değil. fotokopi anılar. birbirinin benzeri ve gittikçe de, yani tekrar ettikçe, olaylar, yıllar, hayat, tekrarların daha kötü bir kopyasını elde etmekten başka, işe yaramamış, yaşamış olman.

"on sene önce daha iyiydi be" dedi bugün bir dostum. harbi lan dedim ona, hakketten ha, daha iyiydi. daha iyi ve daha özverili. umut etmiyorduk ama özeniyorduk. kendimiz için özen gösterdiğimiz bir hayatımız vardı. sonra noldu? sonra hiçe sayıldığımız için hiç olmaya alıştık ve kendimizin farkına varmamaya başladık. işte aynen böyle, yaşanan hikaye...
"girdap çok iyi yazıyorsun". yok ya? valla mı? napayım yani? napmam gerekiyor söyler misin? teşekkür mü etmeliyim bu yüzden sana? yani ederim, gerçekten teşekkür ederim ama, napmalıyım bilmiyorum. gerçekten bilmiyorum. sorun ne onu bile bilmiyorum tanrısını satayım. ve iyi falan da yazmıyorum. deli hikayeleri, bunların hepsi..
değer görmek mi? yani yazarlık serüveninde bir başarıya ulaşmak, bizi mutlu edicek mi? başarı? belki para? olabilir mi? neyi farklılaştırır ki, seni kaç kişinin okuduğu? yeni bir insan tanımak neyi değiştirir söyler misin? hayır seninle görüşemem, çünkü görüşmek istemiyorum. hayır dost olamayız. hayır bir sevgiliye ihtiyacım yok. hayır sevişemeyiz. hayır hayır hayır. sıkıldım artık hayırlarımdan, hayırlısı olsunlarımdan, ve daha bir çok. o kadar çok ki, yaza yaza bitiremedim yani. bitmez de zaten.. allah'ın inayeti sayesinde, hakkından geleceğim kendimin. yakındır zafer şarkılarım. bir sigara, sonra bir sigara daha...
"girdap çok matrak bir herifsin ha, güldürüyorsun beni sürekli". doğru, matrağım. hiçbir şeyi, ciddiye alabilecek kadar önemseyemiyorum çünkü artık. her şeyle taşak geçiyorum. başta kendimle. çünkü yok başka, yapacak birşey, eroini denemek dışında. ki bi o kaldı zaten, denenmemiş kaçış tüneli kazısı olarak. zaman, sadece zaman.
ruhunda, onarılması mümkün olan, hiçbir şey kalmadığında, güzel bir gelecek ve mutluluktan ve kurtuluştan söz eden, hayır cemiyetine mensup insanlar, o kadar iğrenç geliyor ki insana.
güzel bir dünya düşü? yok öyle birşey. kendinizi boşuna kandırmayın. kapitalizm kendi başını yiyecek sonunda. sonra da çok daha kötüsü gelicek. dünya bitiyor, az kaldı...
ve daha daha kötüsü ile de ilgilenmiyorum ben. çünkü ortalıkta, fazlasıyla aptal olan, bir taraf var. o aptal, benim tarafım da olabilir ayrıca. yani kim daha salak bilmiyorum ama, ben olabilirim. çünkü önünde, diğerlerine göre, çok daha fazla para, ün ve kadın, kazanma şansı ve potansiyeline sahipken, "hasiktirin lan ordan" deyip, burnunun dikine gidiyor ve bundan da hiç şikayet etmiyorsun.
sonra bir dangalak gelip, fazlasıyla depresif olduğumdan dem vuruyor. ben de gülüyorum buna, çünkü saçmalık bu, çünkü bilinen öğretilerinize göre, teşhis koyamayız bu halet-i ruhiyeye. ve ben bu durumun adına, tırlatmak diyorum. bu, depresyon ya da başka bir saçma dürtüten değil, tamamen gerçek olanı görüp, kabullenip, sonrasında tüm algı mekanizmalarının iflas etmesinden kaynaklanan, bir delilik hali. sonra da işte, herşeyle dalga geçiyorsun, insanlar arasındayken. ve gülüyorsun, gülüyorlar. girdap çok komik bir adamdır. gülelim bare...

gülmek iyidir aslında, olan biten herşeye, çünkü fazlasıyla komik bir dünyada yaşıyoruz. trajikomik. trajik.

"ölünce yakılmamızı istiyorum.
ve küllerimin küllerine karışmasını
bir kutuya konulmamızı istiyorum
ve denize atılmamızı"

bu salak şeyi yazdığımda, on sene öncesindeydik zamanımızın. ve şimdi, buradan, dikiz aynama bakınca gördüğüm şey, geçmiş zaman tünelim, o kadar da komik ya da eğlenceli ya da süper gelmiyor bana, şu an gelmiyor, çoğu zaman gelmiyor, ve adamın biri kalkıp, "çok iyisin ya" diyor, "süpersin". hani nerdeyse inanıcam ve kahkaha atıcam yani.

sigara sigara sigara. yani aynen "figaro figaro figaro" gibi.

kalbimin attığını duyabiliyorum ben. hızlanıp yavaşladığını içerde. kan dolaşımını da hissedebiliyorum. giderek yavaşladığını. ve tamamen manyamış bir doktor, bunları çeşitli tahlillerle söyleyince, "ya gerek yoktu bunlara, sorsaydın söylerdim ben" demiştim, kızdı bana. haklı olabilir. herkes haklı olabilir. herkesi haklayabilirim ayrıca. o yüzden durmadan üzerime akın eden sinekler ordusuna, bir şey diyeceğim, benimle uğraşmak yerine, oturup adam gibi kendi derdinizi yazın. sıkıldım artık sizin bitmeyen sataşmalarınızdan. tepem atarsa, gerçekten amınıza koyabilirim, tek bir cümle ile. anlaştık mı? benimle uğraşamazsınız, bunun farkına varsanız iyi olur. farkına varsan iyi olur, bay lethe. ve bu ismi haketmiyorsun da bence.

lethe nehrine bir gezi düzenlemek istiyorum. başka bir şansımız kalmadı sanırım.

ya da izlanda. o sonsuz beyaz boşlukta, yürümek sonsuzluğa, kaybolmak, donmak, gömülmek, ve erimek sonra. yakılmaktan daha iyidir belki bu.
soğuk, alabildiğine soğuk bir mağarada, karların altındaki bir mağarada, tek başına yaşayıp, duvarlarına, ilk insanlar gibi, resim yapmak istiyorum. sonrada, mağaranın kapısına düşen bir çığ sonucu içerde mahsur kalmak. doğal karadelik bu olmalı. ki düşününce, şu an, gelinen noktadan, varılacak sonuç da, bu durumun, allegorik bir anlamda, gerçekleşiyor olduğunun, kanıtı bence.

on sene önce. elli yıl sonra
bir kazı çalışması. ve keşfedilen hiç
hoşça kalın sevgili sevgililer

3 temmuz 2009