29 Eylül 2008

körük diyalogları

bazen uçağın körüğünde
ama yolcuların görmeyeceği bir yerde durur
ve x-ray'den geçmediği için
kapıdan verilecek olan
bebek arabalarını beklerim

kontuardan geçen 155'dir mesela
bizim yüklediğimiz 154
bir tane kapıdan gelince
mutabık olursun şutaltı ile
ve o bir parçayı beklersin
bazen iki ya da üç
dört beş altı
uçaktaki bebek sayısına göre

yolcular seni görmez
sen yolcuları arkalarından görürsün
kapının arkasında
elleri eldivenli ve
nefes nefese kalmış biri

bazıları geri dönüp
bir bakış atarlar
bazıları gülümser
bazıları kavrayamaz orada ne işim olduğunu
ve bende kavrayamam
onların yurtdışına gitmek için
ne tür bir işleri olduğunu
amsterdam
lyon
manchester
berlin

bir bebek arabası gelir nihayet
ve onu alıp aşağıya iner
ön ambara sallayıp
kapıyı kapatırım
pusback bağlanır
uçak piste doğru gider
yakında iniş yapacak
başka bir uçak yoksa
gider bir sigara içersin yasak alanda
sonra döner gelirsin
uçak iner
ve pencerelere bakarsın
yolculara
onlarda sana bakar
ve sen
önemli bir iş yapıyormuşçasına
eldivenlerini takar ve havaya girersin
ama daha sonra
altmış santim yüksekliği olan
üç dört metre derinliğinde bir ambara girer
diz çöker
ve iki büklüm şekilde
boşaltır ve yüklersin

sonra tekrar körük
bebek arabası
yolcular
şefler
kaptanlar
hostesler
hava boşlukları
düşünce boşlukları
kelime boşlukları…
önünden geçen 162 yolcuyu izlerken
hayatı çözersin
parmak izleri gibi
giysileri de farklıdır
saçları
konuşma tarzları
yürüyüşleri ve bekleyişleri
her gün binlerce insan görüp
binlerce öykü yazarsın kafanda

ve sonra deri ceketli
deri sakallı
henüz üniversite öğrencisi olan bir yolcu
yanındaki hatuna
yazar olmanın
bu ülkede çok zor olduğunu söyler
yurtdışına özellikle bu yüzden gidiyorum der
çok heyecanlıyım der

pekala git dersin içinden
bir daha geri dönme de
tekrar bagajınla uğraşmayalım dersin
yazar olmak isteseydim
ben de yurt dışına giderdim herhalde dersin
gidenleri uğurlamakla yetiniyorum dersin

ve göz göze geldiğin bir bebek
düşünce balonunu patlatır bu karede
arabayı alır
ambara atar
kapağı kapatır
gidip bir sigara içerken
“türk asılı izlandalı yazar girdo” dersin kendine
gülmen kahkaha halini alır
tutamazsın kendini
ani bir sinir boşalması meydana gelir

ve yanındaki tip
“noldu lan” der
hiç" dersin
"bizim uçak frekansa girdi mi?"
"inişe bile geçti oğlum, kalk hadi"
telsizden geçen anonsu duyup
“inişi de geçmiş” dersin
koşmaya başlarsınız…

onur-dublin taşta
pozisyon 34 numara


29 eylül2008

“şiir tadı yok”

güneşe karşı işedim bugün
sonra gidip,
köpek kokoreci yedim
bulutların üzerinde.
ölmeden önce dedim kendi kendime
ölmeden önce
hiç kimsenin bir bok anlamadığı
ama çok beğenip alkışladığı
şiir tadında bir şeyler yazmalısın artık
gerçek bir şiir
ağdalı dizeler olmalı
üzerinde üç gün düşünülmüş cümleler
her saat başı sırasını değiştirmelisin kelimelerin
ve aynada kendine baktığın gözle bakmalısın
işin bittiğinde
biraz jöle sürmelisin mesela başlığa
ve birine gidip danışmalısın
“siyah kazağımın üzerine
yeni aldığım mavi eteğim uyuyor mu” diye
hayır derlerse
yeniden dizilmeli mısralar
akıcı olmalı
derin olmalı
kafiyeli olmalı
yüksek bir sanat barındırmalı
kimse hiçbir şey anlamamalı

bunu denedim bugün,
ve güneşe karşı işedim,
hafif melankolik bir gün batımı vardı
aşıklar sırt sırta vermiş
duruyorlardı nefrete karşı
gözden ırak bir köşede
şezlong kurmuştu bira şişesine
ihtiyarın teki
güldüm sonra imgelemlerime
ve yemin ettim kendi kendime
ayarını tutturana kadar
bir daha size sunmayacağım diye
bu basit ve
yeterince pişmemiş satırları

not: 45 dakika ateşte bekletip öyle servis ediniz


29.eylül.2008

28 Eylül 2008

tuvalet şiirden önemlidir

iyi yazdığını söyler durur insanlar
süpersindir
akıcıdır kelimeler
cümleler vurucudur
ve övgü karşılığında
eyvallah demekle yetinirsin
mahcup hissedersin kendini
bulamazsın söyleyecek başka bir kelime
ama daha fazlasını bekler insanlar
teşekkür etmeni belki de
yazılarını beğendikleri için
ya da yeni bir arkadaşlık ilişkisi
tanışma faslı
şu veya bu
ki düşününce
evindeki tuvalet kadar
değeri yoktur hiçbir şiirinin
ve ev kirasını ödeyemezsen
o tuvaletten de olursun ama
lağımda da yaşasan
yazarsın yine de
biri alıp basar hatta
ya da sahiplenir
“bunları ben yazdım” der
başka bir internet sitesinde
ses çıkarmazsın

ve insanlar sorular sormaya devam eder
ama sen sorduğun sorulara cevap alamazsın asla
yazar durursun ve konuşur dururlar
“yerinde olmak isterdim” derler
ama söz konusu takas
yaşadığın hayat
ya da yaptığın işten ziyade
o sikik şiirleri
“ben yazdım” diye gösterme isteğinden ibarettir

aldırmazsın buna da
hiçbir şeye aldırmazsın artık
ama 238 yolculu
amsterdam uçağının ambarına yüklediğin
285 parça bagajın içinde
‘118 taksim 1’ etiketli olanını ararken
bir yolcu uçmaktan vazgeçtiği için
ettiğin küfrün hızı
yazdıklarını sollar
ve tam bagajı bulduğun onda
yeni bir anons gelir telsizden
yolcu tekrar uçmaya karar vermiştir
son bir küfür daha savurur
bulduğun bagajı yerine koyar
ambarı en baştan düzenler
kapağı kapatır ve inersin
sonra eve gelirsin ve
birisi sana
“senin gibi yazmak için ne yapmalıyım?” der
“bilmiyorum” dersin ona
“iki yumurta kırıp karıştır mesela?”

can sıkıntısından doğar şiir
etrafında seni anlayan
bir kedi bile olmamasından doğar
kendini defolu hissedişinden doğar
ki yıllar önce
bir alıcısı vardı bunun ama
artık her sanat ölü doğmakta
ve günü kurtarabileceğin
başka bir işin yoksa
sürdürülmesi olanaksız edebiyatın
o yüzden
dilediğinizi dilediğiniz alabilir
kullanabilir
alan olursa satabilir
ya da yeni baştan yazabilir
ve hatta bok atabilir
yırtıp atabilir
ya da gelip ağzıma sıçabilir ama
üç kuruş için zincirlendiğim
mesai saatleri içinde
ekstradan hortlayan her angarya
bir küfre denk düşer

sikik dizeler
açlıktan ölecek durumda da olsan çıkar nasıl olsa
ama işin yoksa
açlıktan ölecek duruma gelirsin ve
ben tekrardan sefilleri oynamak istemiyorum dostum
ucu ucuna yeten bir yaşam kafi geliyor bana

ama sen
hastalık dolu bir yatakta yatan
interneti ve bilgisayarı olmayan
buna rağmen içen ve yazan biri olarak
gerçek yeraltında yaşamayı sürdürebilirsin Tolgur
 “gerçek yeraltı benim” diyerek
bok içinde yaşadığını da söyleyebilirsin
biraz daha ileri giderek
“ya bu yazıları onayla ya da bu işi bana bırak” da diyebilirsin
ama unutmaman gereken şey;
boktan bir hayatın
ve bu boktan hayat üzerine yazmanın
övünülecek bir yanının olmadığıdır
ve “yeraltında yaşamak” diye tabir ettiğin
o anlamsız benzetmeyi
yeraltında olduğu söylenen
bir çok insan bilmiyor
umurlarında bile değil bu
sadece yaşıyorlar
kendi bildikleri şekilde
kendi bildikleri düzeyde
ve onları yeraltına iten
ya da yeraltı olduklarını dile getirenler
göz önünde yaşayıp
insanların görmesini istemedikleri her şeye
siyah kalın birer örtü örterek
kafalarına göre etiketleyenlerdir
medyadır mesela
yada bestseller yazarlar
akademik literatür

bu arada
bu şiir de beş para etmez evet
ama ben kendimi
çalıştığım yere
saati iki buçuktan satıyorum
ve daha fazla veren bir yer bulsaydım
ben de onları satardım
ama senin gibilerin
bizim gibilere
hiç bir şey satamayacağını
yıllar önce dile getirmişti
savaşı kazanan bir adam
tekrar ettirtme:


“sahtekarların bizi temsil etmemesini yeğleriz”


28.eylül.2008



20 Eylül 2008

“konuşacak bir hamam böceği bile bulamıyorum” - buk.

olayların işleyiş tarzını
veya içinde bulunduğun durumu
bir alıntıyla dile getirmek
kolaydır daima
ve alıntılardan başka şansının kalmadığı durumlar gelir
konuşmak için
kelimelerin tükenmiştir çünkü
bir başkasının kelimelerine ihtiyacın vardır
konuşmaya bile değil hatta
dinlemeye sadece
çoğu zaman iyi bir vokalisti alırsın karşına
-bu bir bant kaydı-
döner durur
iyi bir şiir de
yola getirebilir insanı
bir süre için...

aynı aptal gecelerin yüzlercesi kapıdadır oysa
peş peşe gelir günler
ve başa çıkamamaya başlarsın en sonunda
pes edersin
alkolle övünen tiplere bakar
bir köşede tek başına
sakin ve sessizce şişeni yudumlarsın

sonra yağmur başlar
herkes dağılır bir yere
evlere ya da barlara ya da cennette bir köşke
gidecek bir yerin yoktur
bakkala gider
şişeni alır
yerine dönüp ıslak çimenlere oturursun
bira da ıslaktır zaten
içini ıslatmış olur en azından
ya da ruhunu

ve bu sıkıcı
kasvetli dizeler
zihnini parçalayan şeye
karşılık gelmez aslında
yine de hemen hemen herkes
"seni anlıyorum" der
anlatmadığını biliyorsundur oysa
yeteneğin yoktur durumunu kelimelerle açıklamak için
doğru düzgün konuşmayı bile beceremiyorsundur
yazmayı nasıl becerebilirsin

sonra eve gelir,
halının üzerindeki kitapların birini alır
ve okumaya başlarsın,
ve gerçekten sen de
konuşacak bir hamam böceği bile bulamıyorsundur
ve çevrendeki,
durmadan konuşan insanlarla arandaki
perdeyi indirir
yazarsın…
belki okuyacak bir hamam böceği çıkar...
bunun sana yararı olmaz ama
eline bir çakmak alır
cehenneme hazırlık yaparsın
parmaklarını yakarak

ve beyaz masa örtüsüne
sigaranla
"allah belanı versin girdo
ağzına sıçayım"
yazdıktan sonra
örtüyü kendi üzerine örter
ve sızarsın
halının üzerinde

ve gecenin bir yarısı
odandaki yakarcaların
ya da hamam böceklerinin
ya da görünmez insanların
ısırıkları ile uyanır
ayağını kaşıyıp
yara yaparsın…

ki işin aslı
ruhunu kaşındıran her şey mevcuttur
ve onlarla konuşmak zorundasındır
küfür etmek hatta
ağzına geleni söylemek
yapmazsın ama
bir fare kapanı bile kuramazsın sen
bir tuzak kursan bile
gidip kendin yakalanırsın ona da

zeki olmak yeterli olmaz hiçbir zaman
önemli olan
insanları aptal yerine koyma yeteneğine sahip olmaktır
ve böyle bir durumda
karşındaki insan
her ne kadar senden daha zeki ve
her şeyin farkında da olsa,
aptallaşır

ve aptallığına öfkelenip
intikamını
evdeki masa örtüsünden alır

20eylül2008


19 Eylül 2008

retro

başkaları nasıl yapıyor bilmiyorum ama
yatağa girdiğimde
eğer sarhoş değilsem
olasılıkların tecavüzüne uğrar beynim

on yıl sonra neler olacak?
umrumda bile değildir on yıl sonra bana neler olacağı
ölebilirim
aç kalabilirim
trafik kazası
deprem
savaş
uzaylıların istilâsı bile mümkün

ve savaşa karşı değilim
ve barışa karşı değilim
karşı olduğum tek şey
yaşamana ucu ucuna yeten bir miktar için
saatlerce çalışmak zorunda olmak

on yıl sonra neler olacak?
on milyon yıl önce neler olmuştu?
gelişim insanı sakat bırakır
teknoloji insanı sakat bırakır
ilkelken
avlanarak veya
ağaçtan beslenip
bir mağarada yaşayabiliyorken
şimdi on iki saat çalışmak zorundayız
herkes bir şeyler üretmek zorunda
döngü sürmek zorunda
savaşlar çıkmaya devam edicek
ve ekonomiye kafamız basmadığı için
maaşımıza gelen zammın
artan vergiye eşitlendiğini
ve aslında daha çok verirken
verdiklerinden daha çok aldıklarını
asla fark edemeyeceğiz

yeni bir telefon
yeni bir kol saati
yeni bir ayakkabı
ekmek
su faturası
ve binlerce yıl önce
daha özgür olduğumuz bir gerçek

evrim doğayı terk etti
insan doğaya hükmediyor
ve artık geriye dönüşü
mümkün olmayan bir süreçteyken
nükleere karşı olmak yerine
üçüncü dünya savaşının çıkmasını bekliyorum ben
hatta dört ve beşinci
insan ırkının
kendi kendini yok etmesini için

bilim kurgu kitaplarında kalacak
uçan arabaların gezdiği
tekno şehirler

ve bana sorarsanız
tekrar en başa dönüp
yeniden ormanda yaşasak
hiç fena olmaz

19.eylül.2008
not: emin aga'ya ithaf edilmiştir


18 Eylül 2008

6 ayın özeti

seviştiğin kadın
uykuya dalar ve
sen o’nun neden seni seçtiğine aldırmazsın
sabahın altısında
balkonda biranı yudumlar ve
güneşin doğmasını beklersin
ilk otobüsün kalkma vaktini
işine gitmek için
yarı sarhoş yarı uykulu
yarı insan yarı tanrı
ama asla hiçbir konuda
tam ve mükemmel değilsindir
öyleymiş gibi davranırsın sadece

ve gerçekten o an tanrın olan bir adam
sana emirleri sıralar her sabah;
“çayımı getir”
“sipariş listelerini hazırla”
“faturaları çıkart”
“sevkiyatı kontrol et”

sonra tanrın olan adamın karısı gelir ofise
otuzlarında bir öğretmen
o’na da çay verirsin ve
dün gece ofise gelen
yirmilik hatunla patronunu
ofiste bırakıp paydos ettiğini
söylemezsin karısına

sonra bu konuda bir şiir yazarsın
ve eğer günün birinde
yazar olursan
olabilirsen yani
ve denk gelirlerse kitabına
tüm eski patronlarının eşleri
sana şu soruyu yöneltmek isterler;
“o şiirdeki patronun kocam mıydı?”

ne fark eder ki?
yaşanmış ve bitmiştir her şey
ve sen her yaşanılanı kayda geçersin
bu yüzden birisi seninle beraberken
başınızdan ilginç bir olay geçtiğinde
“bunu da yazarsın” der
“bilmiyorum” dersin ona
“ben seçmiyorum”


sonra seviştiğin hatun uyanır ve
uyuyup uyumadığını sorar sana
“bilmiyorum” dersin
“genellikle uyutulduğumu düşünür insanlar”
“bu ne demek şimdi?”
“bilmiyorum” dersin
“allah belamı versin ki bilmiyorum
tıraş olmak zorundayım
işe gitmek zorundayım
evden on dakika içinde çıkmak zorundayım
akşama kadar ayakta durmak zorundayım
ve inan bana hiç biri içimden gelmiyor”

“bugün işe gitme o zaman” der hatun
rahattır bunu derken
umurunda bile değildir sana ertesi gün ne olacağı
sabahın altısında
bir kez daha sevişmek istiyordur sadece
senin içinden bu da gelmiyordur ama
istediğini alır o
sen işe geç kaldığın için
ne olup bittiğini de sormaz sonrasında

işe gidersin
patronun kapıda seni bekliyordur
“neden geç kaldın” der
“uyuyakalmışım” dersin
“ofisi zamanında açman gerekiyor” der
ama asla ofisi zamanında kapamana izin vermez
daima parası ödenmeyen fazla mesailerle
zaman kaybedersin
ama işini kaybetmekle kıyaslayınca bunu
zaman kaybetmek
işini kaybetmeye göre
daha kârlı bir seçim gibi
görünür gözüne

ve altı ay sonra bir gün
seçimleri
olasılıkları
kâr durumunu
kaybedileni ve kazanılanı
siktir eder
işi bırakırsın

bir hafta içinde kendine
yeni bir tanrı aramak zorunda kalacaksındır oysa
yeni bir iş
yeni bir patron
yeni iş görüşmeleri
özgeçmişler
telefonlar
adresler
ilanlar
formlar

ve hatunlar etini sıyırıp
ruhunu kemirirken
aşık olduğun tek kadının siluetini
koruma altına alırsın zihninde
asla yitip gitmeyen
ve asla kaybetmediğin
tek şey O kalır geriye


18.eylül.2008

hâlâ benimle olmak istiyor musun?

eğer benimle yaşamak istiyorsan
ömrünün sonuna dek
this empty flow dinlemek zorundasın
eğer benimle yaşamak istiyorsan
hiçbir şeyi
sonuna varana dek
önemsememek zorundasın
sorunları çözmeye çalışmaktan vazgeç
her şey kendi kendine çözülür ve
para hesabını es geç bi defa
her şey
geldiği gibi gider
yettiği kadar harcanır

tuborg gold olacak
ve pall mall
hava yağmurlu ise
evde kalıp
beth'e kulak verebiliriz sessizce
hayır sinemadan hoşlanmam
canın isterse tek başına da gezebilirsin
o heriften hoşlanmıyorum ama
arkadaşın olarak kalabilir
arkadaşların beni ilgilendirmiyor
dün gece nerede olduğun da
hayattaysan
ve keyfin de yerindeyse
merak etmeme gerek yok
o hatun en yakın dostum
kıskançlık beni delirtir
kafesler beni delirtir
sigarama karışılması beni delirtir
televizyon beni delirtir
kalabalık beni delirtir
akraba ziyaretleri
bayramlar
davetiyeler
özel günler
delirmemi istemiyorsan
işime karışma

eğer benimle yaşamak istiyorsan
odamı sadece benim temizleyeceğimi bilmelisin
senin de kendine ait bir odan olabilir
ama benim sınırlarımda
dağınık olan hiçbir şeyime dokunamazsın
eşyalarımın yeri değişirse
hayatımdaki yerin değişir
yemek yaparken yardım edebilirim elbette
bulaşık yıkarım
çamaşır yıkarım
seni yıkarım
sonra halılar
sonra ütü
ama bana yeni bir giysi almayı teklif etme asla
sen kendine dünyada ki her şeyi satın alabilirsin
ve emin ol üzerindeki her değişikliği fark ederim
hayatındaki her değişikliği fark ederim
ve yalan söylediğinde
yalan söylediğini bildiğimi bilmelisin
hayır küpe takamam
hayır saçımı taramıyorum
hayır jöle kullanmıyorum
hayır sakalıma şekil de veremezsin

eve gelmediğimde
bir hatunla birlikte olduğumu düşleme
yalnız kalmak istediğimde
beni rahatsız etme
ve hiçbir arkadaşının
hakkımda ne düşündüğünü bilmek istemiyorum
arkamdan konuşulanların
arkamda kalmasını yeğlerim
dilersen evlenebiliriz
ama akrabalarından herhangi biri
ilişkimizle ilgili fikir belirtemez

ve dahası güzelim
soyut acılarını çözmemi bekleme benden
elin kesilip kanarsa
kanı durdurmanın bir çaresini bulabilirim ama
ruhun kanadığında
ancak kan kardeşi olabiliriz demektir bu
benim ruhumdaki kesikler
hiç kapanmaz çünkü
anlaştık mı?
ha bu arada
sakın bana yeni bir saat alma
son on sekiz yıldır
saatimi değiştirmeyi düşünmedim

pekala pekala
vazgeçtim
hiçbir şey yapmak zorunda değilsin
tüm bunları
benle tanışmadan önce
içinden gelerek ve
ben söylemeden
yapıyor olsaydın
bir şansın olurdu belki
değişmene gerek yok
kilidime uyan bir anahtara ihtiyacım var benim
seni çilingire götürüp yontamam


18.eylül.2008

13 Eylül 2008

hiç sırası değil

parana gerek yok
ben de hiç olmadı zaten
evini de boş ver
bir çok kez sabahladı isem kilise sokağında
bunu bir gün
ömrümün sonuna dek sürdürebilecek kadar
evirilebilirim
ya da mecbur kalabilirim buna
ki tüm evrimler
mecburiyetten ileri gelir
devrimler ise
daha iyi bir yönetim şekli yalanıyla
yeni bir tasma taktırtmaktan öteye geçmez

ha bu arada sen
beni de boş ver hatta
sen tek başına
dilediğin kadar uzağa gerilip
şut çekmek için
ve koşup sonrasında
ıskalayabilirsin
defalarca sürdürebilirsin bunu
ben denemeyeceğim
benimle burada ölmek konusunda da serbestsin
ama gitmek istiyorsan
peşinden gelmeyeceğim
ve her ne yapıyorsan yap
kalsan da
gitsen de
kendi çevrende dönsen de
herkes senin çevrende dönse de
yalnız başınasın

benim zamanım
senin zamanına
dikey bir konumda akıyor
anlık bir çarpışma dışında
bir daha asla
hiçbir şey
hiçbir şeye
temas etmeyecek
bunu kanıksasan iyi olur

uydularımdan biri olmaktan vazgeç lütfen


13.eylül.2008