geriye dönüşler 2 –
bölüm 8
2000
yılı son baharı. evde oturuyoruz. altı kişiyiz. ben yerde oturuyorum. özlem yanı
başımda. o da yerde. refik ve seçil bir kanepede. tuncay rakı dolduruyor
herkese. gelecekte başıma hangi çorapları öreceğimden, zihnimi nasıl darmadağın
edeceğimden habersizim henüz. henüz hiç fanzin çıkarmadım. henüz pek bir şey
yazmıyorum. henüz sadece kısa yazılarım var ve bir anda geldi dördü birden.
önce tuncay ile bir işporta tezgahında tanıştım. eski kitap satıyorduk. sonra
seçil geldi tezgahıma. kitap satmak için. eski okul kitabı satıyordum. ardından
beni refik’le tanıştırdı. ardından refik’le kardeşinin, özlem’in evine gittik.
ardından özlem’le tanıştım. ardından bazen refik ve tuncay bazen özlem’in
evinde kalmaya başladım. ardından, önce özlem gitti. sonra refik ile tuncay.
sonra seçil, ankaraya. ara ara çıkıp geldiler.
sonra
geleceğimi yazmaya başladım. tamamen kafayı yemiş olabileceğim dönemleri. ama
bugün, sizlere, açığa çıkmamış bir geçmiş zaman diliminden bahsedeceğim. bizi
hiç kavga ederken görmediniz değil mi? etmedik de ondan canım. birkaç ufak
tartışma hariç, hiç küsmedik birbirimize. birbirimizden başka sığınabileceğimiz
kimse yoktu. yalnızlık. yalnızdım ve yalnızlığı kanıksamıştım. yalnızlığı
kanıksadığım için çıkıp geldiler birer birer. hiç arkadaşım yoktu ve eski okul
kitabı sattığım bir işporta tezgahım vardı. sonra arkadaşlar edindim kendime,
bazı kısa süreli arkadaşlıklar ve bazı sıkı dostluklar. bazı hayranlarım oldu,
bazı sevgililerim de. ama o günü asla unutmadım.
önce
tuncay’la tanışmış, ardından seçil’le arkadaş olmuştum. sonra seçil bana, akşam
“tuncay’la onların evine gel, refik’le tanıştırcam seni” dedi. refik seçil’in
sevgilisi idi. o gece seçil’i evine bıraktı refik. ben de yanlarında gittim.
seçil özlem’in bir üst katında yaşıyordu. o gün özlem’de kaldım refik’le
beraber. ertesi gün tekrar refik’lere uğrayıp işporta çantamı kaptığım gibi
tuncay’la işporta tezgahına yöneldim. birkaç kez daha evlerine gittim. birkaç
kez seçil bi kez de özlem geldi işporta tezgahıma. tuncay tezgahta meyve suyu
süsü verilmiş votka içiyordu. yasaktı işporta tezgahında içmek. öğrencilere
kitap satıyorduk çünkü. yazılı olmayan bir yasak vardı. hoş karşılanmazdık. şimdi
büyükler için kitap sattığımdan dolayı tezgahta içiyorum ama hala hoş
karşılanmıyoruz. her neyse o gün evde buluştuk.
tuncay
çağırdı. “bugün önemli bir gün” dedi, “gelmen” lazım. ekim ayının beşiydi ve
okulumun açılmasına bir hafta vardı. üniversiteyi kazanmıştım ama
bitiremeyeceğimi biliyordum. refik ve tuncay tıp ya da eczacılık ya da ona
benzer bir şey okuyordu. dördüncü yıllarıydı. ben on sekiz, özlem yirmi bir,
seçil yirmi üç, refik ve tuncay da yirmi beş yaşındaydı. tuncay’ın oldukça kısa
saçları ve oldukça kısa sakalları vardı. seçil’in sarı saçları sürekli
örülüydü. bunu ilk kez duyuyorsunuz. refik rastalı ve sakalsızdı ki bunu da
biliyorsunuz. refik ve tuncay dört yıl önce üniversitede tanışmışlardı. bir
sene sonrasında okula seçil girmişti. tıp okuyordu o da. aile zoru ile okula
girmişti ve asıl istediği şey sosyoloji idi.
her
neyse işte, o gün eve gittik tuncay’la beraber. giderken üç paket sigara
almıştık. tuncay’ın işporta tezgahı çok iyi iş yapıyordu. 2 ayda dört beş
milyar gibi bir para kazanıyor, yılın kalan günlerinde çalışmıyordu. kira
düşüktü çünkü ev çok kötüydü. o zamanlar alsancak da şu anki kadar kalabalık
değildi zaten, bu kadar çok bar yoktu ve bu kadar çok çirkefleşmemişti
insanlar.
eski
okul kitabı satıyorduk. 250bin liraya bir öğrenciden alır başka bir öğrenciye
dört beş milyona satardık, o zamanın parası ile. tüm şehrin ortaokul ve
liselileri sevgi yoluna gelirdi. o zamanlar devlet kitap dağıtmıyordu. ve
tuncay tüm okulların müfredatını ve dahası karşıdan gelen öğrencinin üniformasından
hangi okula gittiğini bilirdi. nerden bildiğini bilmiyorum ama gerçek bunlar.
palavra sıkmıyorum.
eve
girdik. özlem saçı ile oynuyordu biz girdiğimizde. çok seviyordu saçları ile
oynamayı. refik ve seçil de meze ile ilgileniyordu. rakı yapıcakmışız meğer.
önemli olan buymuş. bize kapıyı seçil açtı. mutfağın penceresinden sokak
görünüyordu, geldiğimizi görmüş. “sigaraları unutmadın umarım” dedi açar açmaz
tuncay’a. “unutmadım yavrum” dedi tuncay.
içeri
geçip biraz bekledik. özlem’in yanına oturdum.
“saçlarımı
örsene” dedi özlem.
“bilmiyorum
ki” dedim.
“bildiğin
gibi ör o zaman” dedi. henüz sevgili değildik, ama olmaya yakındık. sevgili
iken de hiç klasik bir sevgili olmadık zaten. pek el ele bile tutuşmadık.
saçlarını tutup bildiğim kadarıyla örmeye çalıştım. nasıl yapılacağını
biliyordum aslında, sadece daha önce hiç yapmamıştım.
rakılar
önceden alınmıştı. iki yetmişlik. sıkı içiyorlardı. ben ilk rakımı üç yaşında
yanlışlıkla babamın çay bardağındakini su sunup içmiş, bir daha da ağzıma
sürmemiştim. bunu söylemiştim yolda tuncaya. “içeceğin bir zaman mutlaka
gelicekti” demişti. “rakısız olmaz moruk.. rakı hayatın özünü sunar adama.
gerçek kalbin açığa çıkar. nasıl bir adam olduğun anlaşılır. diğer alkoller de
anlaşılır bu ama rakı da daha çok ele verirsin kendini..”
kapı
çaldı. “baksana girdap” dedi özlem. “senin bakman gerekiyor.”
“neden”
dedim.
“öyle
işte” dedi. gidip kapıyı açtım. bana çok benzeyen bir adam girdi içeri.
altıncımız. ilk kitabın bir yerinde altı kişiyiz demiştim, okuyan biri de hata
bulduğunu söylemişti. yanılıyorsun, demiştim. şimdi itiraf ediyorum. hata yok.
altı kişiyiz.
gelen
adamın zack olduğunu söylediler. hiç konuşmuyordu. gecenin bir kısmına kadar da
hiç konuşmadı. özlem’in diğer yanına oturdu o da. özlem elini tuttu zack’in.
ben sevgili olduklarını düşündüm. gerçek açığa gecenin sonunda çıkacaktı.
masa
kuruldu. ve oturduk. saki olan tuncay’dı. bardaklar dolduruldu. sigaralar
yakıldı. mezeleri anlatmayacağım ama seçil’in bu konuda marifetli olduğunu
söyleyebilirim. günlerden perşembeydi.
“söze
benim başlamam gerekirse” dedi refik,
“gerekmez”
dedi özlem, zack’e bakıyordu. zack olumsuz bir şekilde kafasını salladı. “tamam
ben başlayayım. bugün zack’in doğum günü, ona içelim”
kadehleri
tokuşturduk. ufak bir yudum aldım. içemiyordum.
“içemiyorsan
zorlama tatlım, bira da var, tuncay mutfakta anlattı, ilk kez içiyormuşsun
galiba” dedi seçil.
“yok
içerim” dedim, “sizden yavaş giderim sadece”
“içicek”
dedi zack. “içsinki meseleyi çözelim.” fondip yaptı ilk bardağına.
“ne
meselesi” dedim, cevap veren olmadı.
gece
boyu içip sohbet ettik. zack hiç konuşmadı. ben ara ara lafa girdikçe bana dik
dik bakıyordu zack. ardından sabaha karşı, herkes sızdı. zack’le başbaşa
kaldım. ben sadece iki kadeh içmiştim ama bu bile beni fena çarpmıştı. zack’in
ne kadar götürdüğünü bilmiyorum ve özlem’in de. en çok onlar içti.
masada
oturuyorduk. “ben de yatayım artık” dedim ama yatıcak yer yoktu, bir tek
özlem’in yanı boştu. buna henüz cesaret edemezdim. “ama nerde yatıcam ki, sana
da yer yok.”
“ben
gidicem zaten” dedi, “özlem’in yanına yatarsın. ama çok umut bağlama ona.
gidicek o. bunu aklından çıkarma. dördü de gidicek. unutma bunu. çok konuşma
insanlar arasında. zaten şu an pek konuşmuyorsun da, ilerde konuşmaya
başlayabilirsin. konuşma hiç. dilini yut. daha az acı çekersin böylece”
“anlamadım”
dedim. benim yaşlarımdaydı ve bana çok benziyordu. saçları çok kısaydı sadece.
nerdeyse üç numara. benimkiler biraz uzundu ve henüz dökülmemişti.
“ne
kadar çok acı çekersen, o kadar çok bana benzersin” dedi. “unutma bunu. daima
seninle olucam. hep içindeydim”
anlamadığımı
söyledim tekrar. sarhoşluğuna veriyordum ama sarhoş gibi bir hali de yoktu o
kadar içmesine rağmen. kalan son şişeden son kalanı ikimize pay etti ben daha
fazla içmeyeceğimi söylesem de.
“anlayacaksın
zamanla” dedi, “ben konuşayım, sen sonra anla. fazla yakın olma insanlarla.
etini koparıp ruhunu çalar çoğu. bazıları hariç. bazıları her ne yaparsan yap,
hayatının sonuna kadar seninle kalıcak. henüz tanışmadın onlarla. bu dört piçe
güvenme. sevmiyorum onları. ve özlem bana aşık, sana değil, unutma bunu. senin
içinde beni gördüğü için ilgileniyor gibi seninle. sana fal baktı değil mi
geçende. her şeyi gördü. tüm hayatını. özel güçleri var hatunun.”
“böyle
şeylere inanmam ben” dedim
“inansan
iyi edersin” dedi. “en çok da bana inansan iyi edersin. arada bir bana izin
ver.”
“ne
izni vereceğim sana”
“seni
tehlikelerden korurum”
“anlamıyorum
gerçekten. özlem’i nerden tanıyorsun sen”
“seninle
aynı gün tanıştım bu insanlarla ben de. hadi ben gidiyorum. rakını bitirip
özlem’in yanına yat.” rakısına fondip yapıp gitti. o günden sonra da, ara ara
gelmeleri dışında pek görünmedi bugüne kadar.
gidip
özlem’in yanına yattım. arkamı ona dönüp. fark edip arkamdan sarıldı bana.
ellerimi tuttu. “gitti mi?” dedi
“zack
mi?” dedim. “gitti evet”
“söylediklerine
kulak asma” dedi, “seni kıskanıyor sadece. ben girdap’ı daha çok seviyorum”
“onu
nerden tanıyorsun sen” dedim.
“yüzünü
dön” dedi. döndüm.
“hayır
be şapşal öyle değil” dedi, “kendine dön yüzünü, bulursun”
onu
öpmeye çalıştım. dudaklarını kaçırdı. “henüz değil” dedi, “sarhoş olmadığım bir
gün yapalım bunu. uyuyalım hadi. güzel düşler”
ilk
kez bir hatunla beraber yatıyordum. rahat bir pozisyonda değildim ama onun
rahatı bozulmasın diye hiç hareket etmeden yattım öylece. sabaha karşı
uyuyakalmışım. uyandığımda evde kimsenin olmadığını sandım. tuncay refik ve
seçil çıkmış meğer. özlem tuvaletteymiş. şifonun sesini duyunca anladım evde
biri daha olduğunu. duvar saati üçe geliyordu ama o saate asla güvenilmezdi.
sürekli ya geri kalır ya da ileri giderdi. seviyorlardı saati bilmemeyi
kahramanlarım. kap kalın perdeler hala örtük olduğu için gece mi gündüz mü
anlamadım. hala uzanıyordum. özlem çıkıp, “nihayet uyanabildin bebeğim” dedi.
“rahat uyumadığını biliyorum, ama alışıcaz beraber uyumaya”
“yoo
rahat uyudum” dedim.
“yalancı”
dedi. “hadi bana şarap al”
hava
çoktan kararmıştı. oniki saattir uyuyordum. şarap alıp geldim. müzik açtı
özlem. yanıma, yere oturdu. salondaydık.
“zack’e
kafanı takma” dedi, “ona izin vermezsen iyi edersin. insanları sevmez o.
güvenmez kimseye. aslında sadece güvenmeme konusunda kendini zorluyor”
“neden?”
“acı
çekmek istemiyor da ondan”
“ben
acıdan korkmuyorum” dedim
“biliyorum
bunu” dedi. “hem benim bi yere gittiğim yok. yalan söylüyor”
“gidebilirsin”
dedim. “bi gün gidebilirsin de. sorun değil bu”
“sorun
değil mi?”
“yani
sorun evet ama bu konuda yapabileceğim bir şey olmaz ki”
“bi
yere gitmiyorum merak etme.”
ardından
iki ay geçti. ve bir gün özlem gideceğinden bahsetti bana. almanya üzerinden
bristole. okuyacakmış orada. babası öyle istiyormuş. ve hayatımı mahvediyormuş.
mahvettiği falan yoktu oysa, sadece bazen öfkelenip laf sokardı bana ki bunu
biliyorsunuz. bütün hıncını benden alıyor gibiydi. sorun etmiyordum.
sonra
onu havaalanına bıraktım ve bundan sonra zack’in tavsiyelerine kulak asmayı
öğrendim. daima haklı çıktı ve daima içimde bir yer buldu kendine. bazen açığa
çıkıp çeneme kapattı, bazen benim yerime insanlarla konuşup benden
uzaklaştırdı.
yıllar
sonra zack, özlem’le kaçtıklarını anlattı bana. benden uzaklaşmışlar. ben de
çok keyifli sürekli geyik yapan birine bu yüzden dönmüşüm. yıllarca özlem’e
benim için bakmış zack. bakmış derken, beraber yaşamışlar yani. orda burda. ama
ne zaman hayatıma biri girse, zack hemen geri geliyordu. suskunlaşmalarımı
sağlıyordu hemen. nedenini bilmiyordum. herkesten kıskanıyordu beni. koruduğunu
iddia ediyordu oysa. öldürmem gerekiyordu puştu. yapamıyordum.
29
nisan 2016.