10 Şubat 2005

enkaz

enkaz

10 şubat 2005
şu an, burada oturmuş, bir öykünün beni ziyaret etmesini bekliyorum tatlım.. gelmiyor uzun süredir, sanırım iki buçuk ay oldu.. küsmüş olabilir, bir daha asla gelmeyecek olabilir. ve o kadar da kötü bir kayıp sayılmaz bu.. ama şu an önemli.. geçenlerde, bir arkadaşım, dağıtım iznine gelmeme az bir zaman kala, “yazarsın askerlik günlerini” demişti, ve ben de öyle umuyordum, ama çıkmıyor bir türlü.. yoğunluktan olabilir belki.. karışıklık.. ve sıkıntı.. yeniden aynı şeylere, ve üstelik de çok daha uzun bir süre maruz kalacağını biliyor olmanın sıkıntısı.. ne yapabilirim? yapılabilecek hiç bir şey yok.. ki çoğu zaman, yapılabilecek bir şey olsa bile, ben olmadığını düşünür, veya söylerim. bu yüzden hala yerimde sayıyorum, sanırım hayatımın en büyük devinimi istanbul’a yerleşmeye çalışmamdı, ki o da pek akıllıca bişi değildi zaten, en azından sonrasında olanları düşününce, işe yaramadığını anlıyorum. yapılabilecek hiçbir şeyin olmaması ve olduğu zamanlarda bile yapmamaktan bahsediyorum, evet, şu an roads çalıyor, her zamanki gibi, şarap, kırmızı, ve her şey olması gerektiği gibi, ayarında, duvarlar, olması gerektiği şekilde ilerliyor hayat, 24, ve gerçekten yapabileceğim hiçbir şey yok.. “dene” diyor, “hayır” diyorum, “ve sen de boşuna deneme”. sonrasında bırakıyor kendini bana, öpüyorum, öpüyor, tat almıyorum ama, sadece öpüşüyoruz işte, aşk yok, hiçbir şey yok.. iyi yazdığımı söyleyip duruyor öncesinde, aylar öncesinde, sonra bir gün, dağıtım iznine geldiğim bir sırada, çıkıp geliyor, içiyoruz, sürekli burnunu çekiyor, ve kendiliğinden gelişiyor her şey, dediğim gibi, hiç bir şey yapmıyorum, tek bir şey hariç hayatım boyunca hiç bir şey yapmadım, o şeyin ney olduğunu da az önce söyledim zaten..  aptalca.. hiçbir şey yapmamak iyi, en azından olaylar sonuçlandığında üzülmüyorsun, çünkü hiç bir şey yapmamışsın, kazanmak için, ya da değiştirmek.. bazıları, aslında, çaba sarf etseydim, şu an olduğum konumdan çok daha iyi bir yerde olacağımı söyler durur, sanmıyorum.. hayır, kadercilikle ilişkin bir şey de değil bu, sadece.. hmm, hey bak bunun neyle ilgili olduğunu da bilmiyorum, hatta hiç bir şey bilmiyorum, ama hayır, bi saniye, bir şeyler biliyorum galiba, yani, en azından, ‘bir cümle içinde birden fazla ‘ve’ kullanılmaz diyen o lavuğa “evet biliyorum ama önemli değil” demiştim, ve aynı zamanda ‘ve’den önce virgül kullanılmayacağını da biliyorum, ve bir cümlenin ‘ve’ kelimesi ile başlayamayacağını da, tüm gereksiz imla kurallarını biliyorum, ve önemsemiyorum, sadece imla kurallarını değil, her şeyi biliyorum, ve bildiğim hiçbir şeyi önemsemiyorum, ve sadece ben değil, hiç kimse bildiğim hiçbir şeyi önemsemiyor, tüm eski sevgililerim de dahil buna, ve yenileri de eskilerine dahil nasıl olsa..  hiçbir şey sonsuza dek sürmez, insanın canını acıtan, kolay unutulabiliyor olmak, bazen kendimi bir yarışmanın en zor sorusuymuşum gibi hissediyorum,, herkes pas diyor bir süre sonra, ki ne önemi var, ki, bu kadarı yeterli sanırım, en azından bu konuda.. buradayım, ve bazen iyi diyorum bazen kötü, genellikle kötü. ve boş. ve aptallık.. ve belki de.. ya da neyse..

ve gerçekten şu an, kendimi yalnız hissediyorum.. bir süredir bu böyle.. aslına bakarsan uzun bir süredir böyle.. ve intihar yanı başımda bekliyor, elinde bıçakla, boğazıma yapışmaya hazır.. yapmıyorum.. yapamayacağımdan değil.. bir tercih meselesi sadece bu. ve bazılarının tercihi ölüm olduğu halde buna cesaret edemezler.. ben edebilirim.. ettim de daha önce.. ama şu an, her ne kadar en doğru şeyin bu olduğunu düşünsem de, daima en doğru şeyin bu olduğunu düşünsem de, bekliyorum.. her zaman doğru olanı seçmeyiz öyle değil mi? ki bir şeyin doğru olup olmadığını da asla bilemeyiz sanırım.. olaylar sonuçlandığında açığa çıkar her şey.. ve henüz her şey belirsizliğini koruyor.. napıcam.. napabilirim.. napmalıyım? bilmiyorum ve açıkçası pek düşünmem de napabilirim diye.. çünkü biliyorum,  yapmayacağım.. ölüyor olsam doktora gitmem mesela.. ya da yemek yemem muntazaman.. zorunlu olmadıkça hiç bir şey yapmam, ve bu zorunluluk, kendim için değil, başkalarından kaynaklanan zorunluluklar... günün birinde açlıktan öleceğimi düşünüyorum.. şimdilik değil, telaş etmeyin.. ama bir gün olabilir bu.. sigarasızlıktan ölebilirim, bu daha mantıklı bir ihtimal, en azından bana göre.. o kadar üşengecimki.. ve evet, gerçekten kendimi kötü hissediyorum. o yüzden bu kadar kötü yazıyor olabilirim.  kimbilir.. sizi sıktıysam özür dilerim, ama durum bundan ibaret, şu an için.. bekle.. beklemeye devam.. bekle ve gör. cioran’ı anımsadım bi an.. adamım.. “son savaştan beri yapılan her şeye karşısınız” derler, o da cevap verir, “son savaştan beri değil, ademden beri yapılan her şeye karşıyım”.
intihar daima geç kalınmış bir eylemdir..

inancını yitirmiş birine söylenebilecek en iyi söz nedir.. hala şansın var denilebilir mi? ya da gerçekten var mı? hala..  evet. kısalıyor gittikçe..

this empty flow çalıyor.. daima çalması gereken tek şey onlar belki de.. birlikte içtiğim insanları düşünüyorum, ve şu an, tek başına içmek dışında, yapılası hiçbir şey yok.. olsa yapardım.. inanın yapardım.. aylak olduğum söylenir.. ya da vurdumduymaz.. ki kabul edebilirim de bunu, çoğu zaman, işime geldiği zaman. ama şu an, sadece çıkmak istiyorum.. iyileşmek.. ya da devam edebilmek.. ama biliyorum, gittikçe güç kazanıyor içimdeki o şey.. işimi bitirmeye hazır, zamanını bekliyor sadece.. uygun anını bulur bulmaz yapışıcak boğazıma.. ve ben o zaman, işi şansa bırakmayacağım, daha öncekiler gibi.. gabba gabba hey..


24 nisan 2008
yaşamak için, arada sırada bulunduğun kabın şeklini alman gerekiyordu, bunu ne kadar iyi yaparsan o kadar başarılı oluyordun, ve ben 26 yılda o kadar katılaşmıştım ki, hiçbir kalıba uymuyordum, hayatı kavrayış şeklim farklıydı, hatta, doğruyu söylemek gerekirse kavrayış yeteneğinden yoksundum, aptalın tekiydim, ama yine de, ve tamamen çuvallamış olsam da, bir şey beni ertesi güne taşımaya yardım ediyordu, kendime ufak aptal bahaneler yaratarak 26 yılı tüketmiştim, tamam, kabul ediyorum, 26 yılın tümünü de bu şekilde tüketmiş olamam, ama en azından, ve muhtemelen bir 10 yılın böyle geçtiğini itiraf etmeliyim, hiçbir amaç edinmeden, ve günü kurtarmaya dahi çalışmadan zamanı tüketmek, intihar edicek cesaretten yoksun olmamak değildi sorun, sorun yoktu, her şey tam ayarında gidiyordu, ayarında gitmeyen bendim, ya da hiçbir yere gidemeyen, bir zamanlar kendimi tüm taşları yenmiş ve sadece şah taşı ile savunma yapıp hala mat edilemeyen bir satranç oyuncusuna benzetmiştim, aptallıktı, kendini kandırma provaları, hayatın hipnozuna kapılmamak için dikkat dağıtma denemeleri, savunma yapmama gerek yoktu çünkü kimse saldırmıyordu, benim dışımda, kendime karşı kendimi savunmam gerekiyordu, asıl sorun bir şeyler yapmaya zorunlu kalmaktı, insanların seni bir şeyler yapmak zorunda bırakmasıydı, insanların kendi kendilerini bir şeyler yapmak zorunda bıraktığı ve bunu da periyodiksel bir zaman dilimine yayarak hayatlarını tükettikleri aptal yaşam formuydu, kabullenemiyordum, bir şekilde yırtmam gerekiyordu, ama çaba sarf edemiyordum, eder gibi yapıyordum, her konuda hem de istinasız her konuda “gibi” yapıyordum, ayak uydurma çabaları, ki buna “çaba” demek bile yersiz, bir dakika, tıkandığımı hissediyorum, uzun süredir yazamayan biri olarak şu an bu kadar yazmış olmak bile kafi aslında, yaşama devam edebilmem için iyi bir neden bu, çok iyi bir neden, muhteşem, muhteşem taşaklar, bu kadar yazmış olmak, yazabiliyor olmak, yazar olmak için gerekli bilgi deneyim ve yetenekten yoksun bir halde, bana en uygun olan yaşam şeklinin, yazarak kazanmak olduğunu düşünmek aptallıktı, kabul ediyorum, bugün tüm aptallıklarımı kabul etme günümdeyim, ve dahası, size bir sır daha vereyim, bugün günümdeyim, sabaha dek sırtüstü uzanıp gözlerimi kırpmadan tavanı izleyip odanın aydınlanmasını ve eşyaların ve duvarların yeniden görünmesini bekledim, birkaç sigara, olasılıklar, tüm olasılıkları tükettiğimin bilincinde olarak yataktan kalkmak için hiçbir bahane üretemedim, bir süre sonra, sadece bedensel bir ihtiyacın benim günün ilk hareketini gerçekleştirmeme neden olacağını fark etim, ve bu durum çok uzun bir süredir böyle dostlarım, yatağa yapışmış durumdayım, hareket edemiyorum, isteyemiyor ve yapamıyorum, boşlukta olmaktan çok öte bir şey söz konusu, ve bu söz konusu durum dahilinde geleceğe dair olasılıkları düşünmek, pek akıl karı olmamalı, izlanda müziği dinleyerek gelecek güzel günlerin düşünü kurmak fayda etmez, beklemek gerek her zaman olduğu gibi, ve neyi beklediğini soranlara “bilmiyorum” demek, epey mantıklı geliyor bana, mantıksız olan her şey mantıklı geliyor, iş görüşmeleri, siktiriboktan iş görüşmeleri, çalışmak istemiyor ve iş arıyorum, trajikomik, hepimiz trajikomiğimiz, ve ben trajikomik ne demek tam olarak bilmiyorum, ve başta da söylediğim gibi kavrayış yeteneğinden yoksunum, donuğum, donuk, ve katılaşmış, üzülemiyor, sevinemiyor, sadece derin bir acı hissediyorum, ama unuttum, acının kaynağını yani, başlangıcı, ama sonunun başlangıç noktası ile bitişik olduğunu biliyorum, bu yüzden hiç bitmiyor, anlamayacaksınız, hiç kimse anlamayacak ve ben de “zaten bir şey anlatmıyordum ki” diyeceğim “her neyse”.. geçersiz, önemsiz, ve kaydadeğer değil, ve susacağım, ve daha neler neler..

bunları niye yazdığımı bilmiyorum, en azından bu konuda anlaşalım, tamam mı? yani en azından bu konuda…



bu, kötü yaşanmış bir hayatın bir o kadarda kötü yazılmış öyküsü olabilir… ve anlatmaya nerden başlayacağımı bilemediğim için lafı eveleyip geveliyor olabilirim… anlatmaya başlayıp başlamayacağımdan emin olmadığım için de aynı zamanda.. bir diğer sorun, her şeyin ne zaman başladığını kestiremiyor oluşumdan kaynaklanıyor olabilir, yani ipin ucunu kaçırdığım ve yakalamaya zahmet etmediğim o anın.. psikolog olsaydım çocukluğuma inmeyi deneyebilirdim, ama bir seçim şansım olsaydı, bir seçim şansımın olmamasını seçerdim, ya da hiç olmamayı, salt olarak olmamaktan bahsediyorum, var olmamaktan, varsa yoksa can sıkıntısı.. can sıkıntısı neşriyat sokağı.. o günü hatırlıyorum.. yayınevi kurmak konusunda anlaşmıştık, ve işe underground olarak başlayacaktık, ve canımız çok sıkılıyordu ve underground yayınevimizin adını can sıkıntısı neşriyat sokağı koymuştuk, işimiz gücümüz absürt şeylerle uğraşmaktı, ve bir amacımız yoktu, ve yıl ikinbindi, ve “battal niyazi” adında bir fanzin yaptık tuncay ve refikle, hayaletlerimle beraber, ama fanzinin kapağına ismi yazarken “battal” yazmayı unutmuştuk, gazeteden kestiğimiz harfleri yapıştırırken niyazi’yi oluşturan her harfi öyle bir yapıştırmıştık ki, öyle kalmak zorunda oldu ismi, ve fotokopiciye gitmeye üşendik, gerçekten üşendik, refik ortada, ben sağda, tuncay solda, oturup sayfa sayfa okuduk fanzini, dışımızdan, takı tezgahında, amfetamin esiri beyinlerimizde yankılanan kahkahalarımız, sonra noldu bilmiyorum, evin bi köşesinde kaybolup gitti fanzin, ürettiğimiz her şey evin ya da tezgah açtığımız sokakların bi köşesinde kaybolup gidiyor ya da unutuluyordu, hala bu durum devam ediyor, her şey uçuyor elimden, bu yüzden neşriyat sokağı demiştim yayınevi demek yerine ve gerçekten canım çok sıkılıyor, sıkıntıdan ödüm bokuma karışıyordu, yalnızca alkollü ya da haplı iken iyiydik, diğer zamanlar uzaydan bu dünyaya fırlatılmış bir meteordan farkımız yoktu, aslında daima bir meteordan farkımız olmuyordu, sırf zarar ziyan, ama alkollü iken en azından kendimiz bunu önemsemeyerek daha esnek davranabiliyorduk ve başlangıçta da dediğim gibi esnek davranmak gerekiyordu, başka türlü hayatta kalamıyordun.. ve şimdi, aradan geçen sekiz seneyi düşününce, bi sekiz senem daha olmadığını görebiliyorum, doktor da bunu gördü geçen hafta, ve yasaklar yasaklar yasaklar, ve devam ediyor, her şey.. her şey olanca hızıyla ve tüm şiddetiyle dönmeye devam ediyor, benim dışımda.. kırmızı kart gördüğü halde sahayı terk etmeyi reddeden bir aptaldan farkım yok, ve geçen hafta beşinci arkadaşımı kaybettim, uyuşturucudan, beşi de uyuşturucudan demek istiyorum, gecenin bi yarısı telefon çalar, kendini yalnız hissettiğini söyler telefondaki ses, ve siz evden çıkmaya para bulamazken, o ölmesine yeticek kadar tozu almıştır bile, ölüme çeyrek kala… ve sen kaç kişi kaldığını düşünürsün ister istemez, gerçekten senin gibi olduğunu bildiğin kaç kişinin kaldığını, yeraltından bahsederler kitaplarda, iyi bir işi olan ve gelecek kaygısı taşımayan yazarlar bahseder yeraltından, bulundukları konumdan net görüyor olmalılar, ve sen ister istemez, her ölümün ardından kaç kişi kaldığını düşünürsün, hamam böcekleri, sinekler, ve fareler dışında konuşabileceğin kimsenin kalmayacağı o güne kaç kişi kaldığını, ve yine de, ve hala, daha çok vakit var, beklemek için, hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilerek, ve umut etmeyerek, beklemek için.. hiçliğin köpekleri.. dört.. üç.. iki.. bir..



2 Şubat 2005

zihin halim

zihin halim

bir evdeyim. alsancak olmalı. en azından ben öyle hatırlıyorum. 10 dakika önce girdik eve ve ben 10 dakikadır ayaktayım. hatun tuvalete girdi biz eve girer girmez. ve ben onun çıkmasını bekliyorum, ayakta bekliyorum, henüz herhangi bir odaya girmedim, holde bekliyorum, nedenini bilmiyorum. kafam dumanlı…

az önce, tezgahta, 2 üçlü patlattık, aslında bana yasak bu, yani ot diyorum, akciğerlerim hassas, ölebilirim, çocukluğumdan beri her an öleceğimi sanarak büyüdüm zaten, bir türlü aklımdan çıkartamıyorum bunu. intihar intihar intihar. amcık.

neyse. ölmeyi denemiştim bi kez, yeni yılın ilk haftasıydı, bir arkadaşımda kalıyordum, hatundu, bir grunge grubunda vokalistti, ama pek beğenmiyordum yaptıkları şeyleri, neyse, evde elektriklerimizin kesik olduğu bir gün onu aramış ve "sende kalabilir miyim" demiştim, ki bundan bir kaç hafta öncesinde o bana "bende dilediğin kadar kalabilirsin" demişti.
"ne yani demiştim, birlikte yaşamayı teklif etmenin başka bir yolu mu bu?"
"ne dersin?"
"olmaz derim."

üzülmüştü. üzülmesine üzülmüştüm. onu hiç ayık görmedim mesela ben. var öyle bi kaç insan hayatımda -hiç ayık görmedim. geleceğimi görebiliyorum onlara bakınca.

size doğruyu söyleyeceğim, bu öyküde hiçbir şey anlatılmıyor ve sonunda da bir yere varılacağı yok. hiç bi şeyin hiç bi yere vardığı yok zaten. dönüp dolaşıp en başa sarıyorum sürekli, bu yıllardır böyle. şu ansa, sarhoşum. şu an bu şeyi yazarken deli gibi hissediyorum kendimi.

ne diyordum? elektriklerimiz kesikti. faturayı ödemezseniz öyle oluyor, bu hayatta her şey için size bir fatura kesiliyor, hiç dikkat ettiniz mi buna? ne tuhaf bir yaşam tarzı edinmiş insanlık yüzlerce yıllık evrim süreci sonrasında. bana sorarsanız, hiç çıkmamalıydık sudan derim, ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz? merak ediyorum, sudan çıkmış balığa dönmek? kim bulmuş bu deyimi? kıyak bence. çok kıyak. sudan çıkmış balığa dönmek. benim gibi bir insan için ne güzel bir tanım bu. harika!

alışamıyorum yaşamaya. ağır geliyor. taşıyamıyorum. sürekli bir açık kapı. intihar intihar intihar. bok! her şeye karşı bir yabancılık hissi barındırıyorum içimde. ait olmama hissi. ait olamama. teneffüsten sonra zil çalar, ve siz yanlış bir sınıfa girersiniz mesela, herkes yabancıdır, herkes ve her şey. oturacağınız yerde bile başka biri vardır. hani olur ya, bi düşünün, bu tip bir şey işte. sudan çıkmış balık. her an ölecekmişim gibi bir his var içimde. kendi elimlen.

geceleri, yatağa girdiğimde ki bu sabahın altısından önce olmuyor genel de ki o zaman neden geceleri diyorum ben? her neyse. sabahın altısında yatağa giriyorum, aklımda, ölüm güzel ölüm. -evim güzel evim- gibi bir şey. son günlerde düşündüğüm tek şey bu. çok fazla baskı var.

hikayenin iyice karıştığının farkındayım. aslında olay şundan ibaret arkadaşlar; 2 herif var, ve 2 hatun, takı tezgahında içip muhabbet ediyorlar, sonra heriflerin biri ile hatunların biri eve gidiyor, bir süre sonra diğer herifle diğer hatunda geliyor, gece oluyor, içmeye devam, sabah, herif evine dönüyor. özet bu. şimdi dilerseniz, öykümü okumaya devam edebilirsiniz, beğenmeyenler yarıda bırakabilir. merak edilecek bir şey yok kısacası, her zamanki boktan muhabbetime devam ediyorum; hatunlar, içki, müzik.. ölüm ölüm ölüm. -ölüm daima var zaten.. hayattan, ufak ama ölümcül bir kaçamak yapmak. intihar intihar intihar. zihin halim!

yeni yılın ilk haftası elektriklerimiz kesikti, -nedeni fatura- ve 3 gündur, karanlıkta, geceleri, uykusuzlukla mücadele ederken hayatta kalmaya çalışıyor ve bu arada sürekli kapanan telefonumu açık tutmakta zorlanıyordum. şarjımız bitiyordu; telefonumun ve benim! karanlıkta zihnimin salgıladığı şeyler; bir kaç hap, dolab, git, aç kapağı, kolay olucak, inan bana, çok kolay..

çarşambaydı, muhtemelen, ya da salı, akşam 22 sıraları.. karanlıkta oturmuş, evdeki herkesin birbirine sataşmasını izliyordum. annem babama. abim ablama. sonra hepsi birden bana. evet evet, bir porno filmin senaryosunu çağrıştırabilir size bu durum, ama hayır. olay daha çok, ödenmeyen maaşlar ve yatırılamayan faturalar ile ilgiliydi.. ve stres, daha çok stres, daha da çok stres ve her şeyin merkezine komplike bir şekilde bağlı tutulan ben.

anlamadığınızı biliyorum. ben de bi sik anlamıyorum zaten. hem anlamanız da gerekmiyor! okuyup gececeksiniz. hepsi bu. antre. bir şekilde. holde. ayakta. bekliyorum. hatun tuvalette. az önce biz. ikimiz. ve refik ile bir ikinci hatun. biz dördümüz takı tezgahındaydık. sonra ben, bu hatunla, eve geldim. o tuvalete girdi. bende holde beklemeye başladım. kafam bi milyon. şarap içtik. ve ot. ve bira. alsancakta. bir pasajda. hangisi olduğunu söylemeyeceğim.

geriye dönersek, şu grunge grubunun vokalistine. adı yeliz. en azından o bana adının bu olduğunu söylemişti. buca'da yaşıyor. buca, izmirde bir yer. 26 yaşında bu hatun. sanıyorum. "ölmeye ihtiyacım var" diyorum ona, "alo" dedikten sonra o bana. o sırada internet kafeden yeni çıkmışım. saat 22.30 olmalı. 22 sıralarında, evdeki gürültüye ve karanlığa daha fazla dayanamayıp, internet kafeye gitmiştim.  lanet olası tek bir mail.. lanet olası tek bir mesaj.. lanet olası tek bir çağrı. ama yok. yok işte. yok. ve. hikayemin bi ileri bi geri aktığının farkındayım. (cinayet cinayet cinayet-zihin halim) gene kimse mail yazmamıştı bana kısacası. kimse mail yazmıyordu o aralar zaten bana. kimse arayıp sormuyordu. ama yok. ben dedim bi kere. yok. kesinlikle bir daha yok.
 "girdap, sen iyi misin?" dedi bana yeliz, "sarhoş musun?"
"sarhoş muyum?"
"gel bana."
"hı hı."

gittim. buca. grunge grubu. vokal. "ölmeye ihtiyacım var." sarhoştu gene. ama bi şekilde, ayık sayılırdı. sarhoşluğun o tuhaf evresine ermişti işte. o kadar çok içmişti ki, artık hepimizden daha ayık kalıyordu zihni içkiyle.

"sabahları bana ilişme sakın" demişti, "benimle konuşma, tek söz etme sabahları, anlıyor musun?"
"neden?" demiştim.
"o başka biri" demişti, "gerçek yeliz, sarhoş olanı."
"peki."

sızdı o, o gece. yeni yılın ilk haftası. çarşamba. gece. "bi kaç hap sadece dostum. bu çok kolay. inan bana." ve yaptım... intihar intihar intihar.. zihin halim!

gözlerimi açtığımdaysa, gecenin onikisiydi ve hala hayattaydım. ertesi gün. hastanedeydik. "sana mesaj geldi" dendi bana.
"ne?"
"bir arkaşın seni merak etmiş, ulaşamamış."

kim olduğunu çok iyi biliyordum. abimin telefonunu elime alıp mesajı okudum. lanet olsun, ölmemiştim. buna üzüldüm. ve dahası, yıkanan midenin dışında, bir de hortum taktılar sol akciğerimin bulunduğu tarafa. çok fazla sigara demiş doktor, bu 2 sene önce de oldu. hey bakın, hastalığımın ismini bilmiyorum, çok uzun bir adı var, akciğerimde bilmemne bişileri patlıyor ve içeride hava sıkışıyor. ardından bir hortum takıyorlar size, rahat nefes alabilmeniz ve sıkışan havayı dışarı atabilmeniz için. çok fazla ağrı yapıyor bu durum. ama acı güzeldir. bunu daha önce de anlattım size. jilet. kesikler. acı. ruhsal acıyı dindirebilen bir fiziki acı. ya da her neyse işte. ölmemiştim. Anlayabiliyor musunuz? ne boktan bi durum. yılbaşının ilk haftasıydı. sikmişim yılbaşlarının ilk haftalarını..

ve bir ay sonrası.. ayakta bekliyorum. holde. şifonu çekiyor hatun. sesi duyabiliyorum. bir adı var bu hatunun, adının idil olduğunu söyledi bana. intihar intihar intihar. zihnimin her boş kaldığı anda, durmaksızın canımı acıtan hayata karşı, basit bir elveda. fısıltı halinde sürekli tekrarlanıyor bu kulağıma. hayran olduğum üç heriften biri cobain. bir gün bir tüfek edinmeliyim. yirmi üç. yirmi beş. yirmiyedi. yetmişdört. ben kaçta gidicem? 23 çok kıyak bana sorarsanız!

ölmeyi deneyip başaramadıktan bir ay sonra, alsancak kıbrıs şehitlerinde yürüyordum. arkamdan biri seslendi, "girdap, adamım." bu refik olmalıydı. "sen içimdeki boşluğu dolduruyorsun adamım." biri böyle demişti bana bir zamanlar.

"ooo, sen nerden çıktın ya?" dedim refik'e dönüp.
"hollanda maceram bitti. döndüm" dedi.

bir keş. bir ayyaş. genel anlamda tam bir junkie. 30 yaşında henüz. onunla ve seçil'le beraber amfetamin takıldığım dönemler geldi aklıma o an. manisa yolu. 5 yıl önce. 6 yıl önce, tanıştırıldık onunla, şu an ankara’da kafayı yemekle meşgul olan seçil adında bir dostum "bu herif seninle tanışmak istiyor" demişti bana.

aman Allah'ım, son bir senede ne çok duydum bu kelimeyi. tanış. tanışıklık. tanıştırılmak. "seni biriyle tanıştırcam." "seninle tanışmak isteyen biri var." "seninle tanışmak istiyorum.” sikmişim… neyse... her anlamda sikilmişim aslında, ama bunun farkına varmam zaman aldı ve sikildiğimin farkına vardığımda çoktan içime boşalmışlardı bile, tümden, tüm dünya. çok fazla uğraşıyorlar benimle. mesela şimdi de af çıkardılar, bok var diye yani, iki yıllık bir okula, 4 senemi harcadım. ne saçma bir hayat! ama en sonunda kazanan ben olucam, bundan eminim. hala umut var.. bok var!

şifonu çekti idil. çıktı. yalın ayak. harikulede yeşil ojeler sürmüş ayak parmaklarına. "içeri geçsene, neden ayakta dikiliyorsun" dedi bana.
"hangi kapı" dedim. 3 kapı vardı, biri yatak odası, biri mutfak, biri oturma odası. bi de tuvaletin kapısı. bir de çıkış kapısı. etti beş kapı. beş kapı arasında sıkışıp kalmıştım anlayacağınız. midem bulanıyordu. kusmak istemiyordum. "genç zenci, sakin ol."

ama oldu işte. çıkardım ne varsa. hole. "önemli değil" dedi idil, “ben temizlerim onu, sen içeri geç, şu kapı."

içeri geçtim. müzik sesi geliyordu. açık kalmıştı teyp. gravediggaz çalıyordu. "bu grubu biliyor musun?" dedi bana idil.
"bronx'lu rap gruplarının çoğunu bilirim" demiştim ona, neden öyle söylediğimi bilmiyorum, "bilen adam"ı oynamaktan ve dahası her şeyi bilen tiplerden nefret ederim. kötü bir izlenim yarattım onun üzerinde. ki ilk anda zaten içine etmiştim her şeyin orta yere kusmakla. ama umurumda da değildi açıkçası.. hatunların biri gelip biri giderken izmir’e, ben gitmek istiyordum izmir’den başka bir yere.. aşk iş ev - zihin halim.

refik bana "döndüm" demişti, alsancakta karşılaştığımız gün. hollanda'ya gitmiş, bir süre takılmış ve dönmüştü. takı yapıp satıyordu gene, eskisi gibi yani. 6 sene önceydi bu. seçil,
"biri seninle tanışmak istiyor" demişti 6 sene önce.
"nası yani" demiştim.
"ona senden bahsettim ve seni ilginç buldu."
"senin tuhaf bulman gibi yani" dedim seçil'e. çünkü daha öncesinde  "çok tuhaf bir herifsin sen" demişti bana seçil.. ah, evet, iyicene içine ettim öykünün. ama napabilirim? size sarhoşum demiştim. refik'le beraber o'nun takı tezgahına gittik. bu arada, 6 sene sonrasına geçiş yaptım yine. neyse..

iki hatun vardı tezgahta. idil ve cansu. "bu girdap" demişti refik, çook eski bir dostumdur, yolda karşılaştık". 'rastlantısal bir düzüşme faslı' koyabilirim bu öykümün adını, şimdi aklıma geldi. iyi fikir... ama henüz kimseyle düzüşmedik çok şükür. ne diyordum. bi süre takıldık tezgahta, hava karardı, saat sekiz sıralarında idil, "biz eve gidelim girdap'la, siz sonra gelirsiniz" dedi refik'e. tezgahı gece 22'de kapatıyorlardı. ama tezgah refik'e aitti. ve bu iki hatun öğrenciydi, refik'te bunların yanına yamanmıştı, ne güzel bir hayat diye düşünmüştüm o an. eskişehirde bir, izmirde iki adet olmak üzere, toplam üç adet, benimle birlikte yaşamak isteyen hatun var, hemen şimdi olabilecek bir şey bu, eşyanı topla, evden çık, evlerine git, kapının zilini çal, ve ben geldim de, herhangi biri ile bunu yapabilirim, ama yapmıyorum, bekliyorum.

holde ayakta bekliyordum. idil şifonu çekti. dışarı çıktı. ben kustum. sonra içeri geçtim. o da arkamdan geldi, elinde bir şişe şarap ve iki bardak vardı, teyp açıktı, gravediggaz çalıyordu. harika diye düşündüm, sonunda benim gibi sıkı rap dinleyen bir hatun buldum siktiğimin izmir’inde. karşıma oturdu. "bu herifin vokali hasta ediyor beni" dedi rza'yı kast ederek, "çok sakin.” durdu, gözlerime baktı, "sende çok sakin takılıyorsun" dedi, "çok hoş". bişey demedim. konuştu. dinledim. kısa cevaplar verdim. çok sorunluydu açıkçası ve gerçek anlamda etkilendiğimi itiraf etmeliyim bazı noktalarında.

"yeşil. güzel." dedim.
"beğenmene sevindim."
"neden?"
"bilmem.. her renk ojem var. oje manyağıyım ben."
"asiton getirsene"
"napıcaksın"
"getir, tüm ojelerini de getir."

gidiyor, ve geliyor. gelip karşıma oturuyor.. çok yükseğiz. kendimizi bıraksak hemen sızacak bir halde.. ayağını uzatıyor, iki bacağımın arasında, kötü bi niyetim yok, sadece ojeyi çıkartıcam ayak parmaklarından, çıkartıyorum da, sonra getirdiği ojelere bakıyorum. tek tek sürüyorum, sol ayak baş parmağına. sürüyorum, şöyle bir bakıyorum, "yok bu olmadı" deyip çıkartıyorum, sürüyorum, yok bu da olmadı, çıkar, en sonunda yeşilde karar kılıyorum ve "al diyorum, yeşil iyi, bunu sür."
"yeşildi zaten" diyor.
"ne yeşildi"
"sen tüm parmaklarımdan çıkarmadan önceki hali."
"sikmişim parmaklarını. tekrar sür o zaman."

oje sürme demeye çalıştığımı nasıl anlayamadı acaba? tüm renkleri denedim halbuki başa dönene kadar. bu arada şimşek çakıyor. yağmur. boşanan yağmur. ağlamaya başlıyor bu kez de. manik depresif bişi olabilir mi bu kızcağız? hiç başıma gelmedi. bilemiyorum. benim zaman zaman paranoyaklaştığım su götürmez tabii, o ayrı mesele.

bir buçuk saat sonra kapının zili çaldı. refik ve cansu geldi yanlarında bir de şair getirdiler, pazarda satılıyormuş, alıp getirmişler bi tane.. adını unuttum şair olan herifin. "bir tane şiir kitabım yayınlandı" dedi bana, "öykülerin derinliksiz", diyor.
"farkındayım" diyorum.
"ve aynı zamanda çok basit konular."
"bok gibi yazdığımı söylüyorsun yani" diyorum gülerek, son derece sakinim.
"yok hayır öyle demek istemedim" diyor utanarak.
"diyebilirsin" diyorum, "çekinme, kimse beğenmek zorunda değil. bense senin şiirlerini çok derin buldum mesela, hiç bi sik anlayamadım. kafam iyi diyedir belki, bilemiyorum. boşversene. iyi bi adamsın sen, beni asıl sinir eden beğenmedikleri halde beğenmiş gibi yapanlar". o da gülmeye başlıyor.
"seni sevdim" diyor. kötü bir şair ama iyi bir insan diye geçiriyorum içimden..

ertesi gün sabahın köründe kalkıyoruz. sanıyorum saat altı. iki hatun da akşamdan kalma bir halde okula gidiyor. ne biçim bir hayat diyorum kendi kendime. buraya yerleşebilir ve hayatımın sonuna kadar takı satıp içki içip idil'le düzüşebilirim. bir sevgili mi? ama bunun olamayacağı açık... asla olmadı zaten. sürekli bir engel vardı, kendini birine saklama arzusu muydu  bilemiyorum, ya da yakında gidecek oldukları için miydi bu istençsizlik onu da bilemiyorum.. ben de refik'le beraber takı yapmaya başlamıştım, sabahın yedisinde. aklıma, bir zamanlar takı yapıp dikiş tutturamadığım zamanlar geldi o an. özlem'le beraber, ege üniversitesi kampüsündeydik, kendinizden 3 yaş büyük bir hatunla takılınca, içinizi acayip bir his kaplıyor. üstelik onun size “sana aşık olabilirim” demesi daha da ilginç kılıyor işi. ki o bile, bir süre sonra başka birine aşık olup terk ediyor şehri.. ve her şeye rağmen, hiç iş yapmayan tezgahımız, sürekli geç kaldığımız dersler ve etraftaki binlerce asık surata rağmen gülebiliyoruz sabahın dokuzunda o kampüste. ve sonrasında bir sabah, "ben birine aşık oldum galiba" diyor, söz konusu olan siz değilsiniz, başka biri. pufff. sihirbazlık gösterisi.. önce, seninledir, ertesi gun diğeriyle. anlıyorsunuz ya?

"ex'i bırakmak zorundasın" diyorum ona her sabah. sürekli ex atıyor. parayı nerden bulduğu hakkında hiç bir fikrim yok. intihar ediyor sonra bir sabah.
takı tezgahındayız, kimse bizden bir şey satın almıyor, (bugüne kadar bu tip bi kaç tezhahım oldu, eski kitapçılık, cd, takı, bok, amcık, ama hiç biri tutmadı) sonra, bir gün, sabah, güneşin hayatta kalmamız konusunda bize telkinde bulunduğu bir sırada gülerek geliyor ve "ben az önce tuvalette naptım bil bakalım" diyor.
"ne?" diyorum.
"bil."

bi çok şey söylüyorum ama bilemiyorum. sonra o yavaş yavaş kötüleşiyor. ve "intihar ettim" diyor, "az önce, ben bunu yapmıştım tuvalette, bilemedin.. ehehe" hala gülüyor bunu söylerken. sonra hastaneye götürüyorum onu. beş sene önce, iki ay boyunca beraber olduğum nesli tükenmek üzere olan harikulade bir canlı türü. adı özlem.

ve beş sene sonra. değişen hiç bişi yok.. hala sarhoşum. ve sürekli sarhoş kalmaya dair kendi kendime söz verdim. bu sözümü tutmama engel olan tek şey parasızlık. "sen evlenilebilecek türde bir herif değilsin" demişti bana grunge grubunun vokalisti, "ama dilersen, istediğin kadar kalabilirsin evimde." taşak. ve sonu iyi bağladım galiba. taşak.

ve. dahası.

hemen şu köşede ölümü görebiliyorum, benim içim geldi.. dünyam dört duvardan ibaret bu aralar.. intihar intihar intihar. zihin halim. [ şubat 2005 ]