enkaz
10 şubat 2005
şu an, burada
oturmuş, bir öykünün beni ziyaret etmesini bekliyorum tatlım.. gelmiyor uzun
süredir, sanırım iki buçuk ay oldu.. küsmüş olabilir, bir daha asla gelmeyecek
olabilir. ve o kadar da kötü bir kayıp sayılmaz bu.. ama şu an önemli..
geçenlerde, bir arkadaşım, dağıtım iznine gelmeme az bir zaman kala, “yazarsın
askerlik günlerini” demişti, ve ben de öyle umuyordum, ama çıkmıyor bir türlü..
yoğunluktan olabilir belki.. karışıklık.. ve sıkıntı.. yeniden aynı şeylere, ve
üstelik de çok daha uzun bir süre maruz kalacağını biliyor olmanın sıkıntısı..
ne yapabilirim? yapılabilecek hiç bir şey yok.. ki çoğu zaman, yapılabilecek
bir şey olsa bile, ben olmadığını düşünür, veya söylerim. bu yüzden hala yerimde
sayıyorum, sanırım hayatımın en büyük devinimi istanbul’a yerleşmeye çalışmamdı,
ki o da pek akıllıca bişi değildi zaten, en azından sonrasında olanları
düşününce, işe yaramadığını anlıyorum. yapılabilecek hiçbir şeyin olmaması ve
olduğu zamanlarda bile yapmamaktan bahsediyorum, evet, şu an roads çalıyor, her
zamanki gibi, şarap, kırmızı, ve her şey olması gerektiği gibi, ayarında, duvarlar,
olması gerektiği şekilde ilerliyor hayat, 24, ve gerçekten yapabileceğim hiçbir
şey yok.. “dene” diyor, “hayır” diyorum, “ve sen de boşuna deneme”. sonrasında
bırakıyor kendini bana, öpüyorum, öpüyor, tat almıyorum ama, sadece öpüşüyoruz
işte, aşk yok, hiçbir şey yok.. iyi yazdığımı söyleyip duruyor öncesinde, aylar
öncesinde, sonra bir gün, dağıtım iznine geldiğim bir sırada, çıkıp geliyor,
içiyoruz, sürekli burnunu çekiyor, ve kendiliğinden gelişiyor her şey, dediğim
gibi, hiç bir şey yapmıyorum, tek bir şey hariç hayatım boyunca hiç bir şey
yapmadım, o şeyin ney olduğunu da az önce söyledim zaten.. aptalca.. hiçbir şey yapmamak iyi, en azından
olaylar sonuçlandığında üzülmüyorsun, çünkü hiç bir şey yapmamışsın, kazanmak
için, ya da değiştirmek.. bazıları, aslında, çaba sarf etseydim, şu an olduğum
konumdan çok daha iyi bir yerde olacağımı söyler durur, sanmıyorum.. hayır,
kadercilikle ilişkin bir şey de değil bu, sadece.. hmm, hey bak bunun neyle
ilgili olduğunu da bilmiyorum, hatta hiç bir şey bilmiyorum, ama hayır, bi
saniye, bir şeyler biliyorum galiba, yani, en azından, ‘bir cümle içinde birden
fazla ‘ve’ kullanılmaz diyen o lavuğa “evet biliyorum ama önemli değil”
demiştim, ve aynı zamanda ‘ve’den önce virgül kullanılmayacağını da biliyorum,
ve bir cümlenin ‘ve’ kelimesi ile başlayamayacağını da, tüm gereksiz imla
kurallarını biliyorum, ve önemsemiyorum, sadece imla kurallarını değil, her
şeyi biliyorum, ve bildiğim hiçbir şeyi önemsemiyorum, ve sadece ben değil, hiç
kimse bildiğim hiçbir şeyi önemsemiyor, tüm eski sevgililerim de dahil buna, ve
yenileri de eskilerine dahil nasıl olsa..
hiçbir şey sonsuza dek sürmez, insanın canını acıtan, kolay unutulabiliyor
olmak, bazen kendimi bir yarışmanın en zor sorusuymuşum gibi hissediyorum,,
herkes pas diyor bir süre sonra, ki
ne önemi var, ki, bu kadarı yeterli sanırım, en azından bu konuda.. buradayım,
ve bazen iyi diyorum bazen kötü, genellikle kötü. ve boş. ve aptallık.. ve
belki de.. ya da neyse..
ve gerçekten şu an,
kendimi yalnız hissediyorum.. bir süredir bu böyle.. aslına bakarsan uzun bir
süredir böyle.. ve intihar yanı başımda bekliyor, elinde bıçakla, boğazıma
yapışmaya hazır.. yapmıyorum.. yapamayacağımdan değil.. bir tercih meselesi
sadece bu. ve bazılarının tercihi ölüm olduğu halde buna cesaret edemezler..
ben edebilirim.. ettim de daha önce.. ama şu an, her ne kadar en doğru şeyin bu
olduğunu düşünsem de, daima en doğru şeyin bu olduğunu düşünsem de,
bekliyorum.. her zaman doğru olanı seçmeyiz öyle değil mi? ki bir şeyin doğru
olup olmadığını da asla bilemeyiz sanırım.. olaylar sonuçlandığında açığa çıkar
her şey.. ve henüz her şey belirsizliğini koruyor.. napıcam.. napabilirim..
napmalıyım? bilmiyorum ve açıkçası pek düşünmem de napabilirim diye.. çünkü
biliyorum, yapmayacağım.. ölüyor olsam
doktora gitmem mesela.. ya da yemek yemem muntazaman.. zorunlu olmadıkça hiç
bir şey yapmam, ve bu zorunluluk, kendim için değil, başkalarından kaynaklanan
zorunluluklar... günün birinde açlıktan öleceğimi düşünüyorum.. şimdilik değil,
telaş etmeyin.. ama bir gün olabilir bu.. sigarasızlıktan ölebilirim, bu daha
mantıklı bir ihtimal, en azından bana göre.. o kadar üşengecimki.. ve evet,
gerçekten kendimi kötü hissediyorum. o yüzden bu kadar kötü yazıyor
olabilirim. kimbilir.. sizi sıktıysam
özür dilerim, ama durum bundan ibaret, şu an için.. bekle.. beklemeye devam..
bekle ve gör. cioran’ı anımsadım bi an.. adamım.. “son savaştan beri yapılan her
şeye karşısınız” derler, o da cevap verir, “son savaştan beri değil, ademden
beri yapılan her şeye karşıyım”.
intihar daima geç
kalınmış bir eylemdir..
inancını yitirmiş
birine söylenebilecek en iyi söz nedir.. hala şansın var denilebilir mi? ya da
gerçekten var mı? hala.. evet. kısalıyor
gittikçe..
this empty flow
çalıyor.. daima çalması gereken tek şey onlar belki de.. birlikte içtiğim
insanları düşünüyorum, ve şu an, tek başına içmek dışında, yapılası hiçbir şey
yok.. olsa yapardım.. inanın yapardım.. aylak olduğum söylenir.. ya da
vurdumduymaz.. ki kabul edebilirim de bunu, çoğu zaman, işime geldiği zaman.
ama şu an, sadece çıkmak istiyorum.. iyileşmek.. ya da devam edebilmek.. ama
biliyorum, gittikçe güç kazanıyor içimdeki o şey.. işimi bitirmeye hazır,
zamanını bekliyor sadece.. uygun anını bulur bulmaz yapışıcak boğazıma.. ve ben
o zaman, işi şansa bırakmayacağım, daha öncekiler gibi.. gabba gabba hey..
24 nisan 2008
yaşamak için, arada
sırada bulunduğun kabın şeklini alman gerekiyordu, bunu ne kadar iyi yaparsan o
kadar başarılı oluyordun, ve ben 26 yılda o kadar katılaşmıştım ki, hiçbir
kalıba uymuyordum, hayatı kavrayış şeklim farklıydı, hatta, doğruyu söylemek
gerekirse kavrayış yeteneğinden yoksundum, aptalın tekiydim, ama yine de, ve
tamamen çuvallamış olsam da, bir şey beni ertesi güne taşımaya yardım ediyordu,
kendime ufak aptal bahaneler yaratarak 26 yılı tüketmiştim, tamam, kabul
ediyorum, 26 yılın tümünü de bu şekilde tüketmiş olamam, ama en azından, ve
muhtemelen bir 10 yılın böyle geçtiğini itiraf etmeliyim, hiçbir amaç edinmeden,
ve günü kurtarmaya dahi çalışmadan zamanı tüketmek, intihar edicek cesaretten
yoksun olmamak değildi sorun, sorun yoktu, her şey tam ayarında gidiyordu,
ayarında gitmeyen bendim, ya da hiçbir yere gidemeyen, bir zamanlar kendimi tüm
taşları yenmiş ve sadece şah taşı ile savunma yapıp hala mat edilemeyen bir
satranç oyuncusuna benzetmiştim, aptallıktı, kendini kandırma provaları,
hayatın hipnozuna kapılmamak için dikkat dağıtma denemeleri, savunma yapmama
gerek yoktu çünkü kimse saldırmıyordu, benim dışımda, kendime karşı kendimi
savunmam gerekiyordu, asıl sorun bir şeyler yapmaya zorunlu kalmaktı,
insanların seni bir şeyler yapmak zorunda bırakmasıydı, insanların kendi
kendilerini bir şeyler yapmak zorunda bıraktığı ve bunu da periyodiksel bir
zaman dilimine yayarak hayatlarını tükettikleri aptal yaşam formuydu,
kabullenemiyordum, bir şekilde yırtmam gerekiyordu, ama çaba sarf edemiyordum,
eder gibi yapıyordum, her konuda hem de istinasız her konuda “gibi” yapıyordum,
ayak uydurma çabaları, ki buna “çaba” demek bile yersiz, bir dakika,
tıkandığımı hissediyorum, uzun süredir yazamayan biri olarak şu an bu kadar
yazmış olmak bile kafi aslında, yaşama devam edebilmem için iyi bir neden bu,
çok iyi bir neden, muhteşem, muhteşem taşaklar, bu kadar yazmış olmak,
yazabiliyor olmak, yazar olmak için gerekli bilgi deneyim ve yetenekten yoksun
bir halde, bana en uygun olan yaşam şeklinin, yazarak kazanmak olduğunu
düşünmek aptallıktı, kabul ediyorum, bugün tüm aptallıklarımı kabul etme
günümdeyim, ve dahası, size bir sır daha vereyim, bugün günümdeyim, sabaha dek
sırtüstü uzanıp gözlerimi kırpmadan tavanı izleyip odanın aydınlanmasını ve
eşyaların ve duvarların yeniden görünmesini bekledim, birkaç sigara,
olasılıklar, tüm olasılıkları tükettiğimin bilincinde olarak yataktan kalkmak
için hiçbir bahane üretemedim, bir süre sonra, sadece bedensel bir ihtiyacın
benim günün ilk hareketini gerçekleştirmeme neden olacağını fark etim, ve bu
durum çok uzun bir süredir böyle dostlarım, yatağa yapışmış durumdayım, hareket
edemiyorum, isteyemiyor ve yapamıyorum, boşlukta olmaktan çok öte bir şey söz
konusu, ve bu söz konusu durum dahilinde geleceğe dair olasılıkları düşünmek,
pek akıl karı olmamalı, izlanda müziği dinleyerek gelecek güzel günlerin düşünü
kurmak fayda etmez, beklemek gerek her zaman olduğu gibi, ve neyi beklediğini
soranlara “bilmiyorum” demek, epey mantıklı geliyor bana, mantıksız olan her
şey mantıklı geliyor, iş görüşmeleri, siktiriboktan iş görüşmeleri, çalışmak
istemiyor ve iş arıyorum, trajikomik, hepimiz trajikomiğimiz, ve ben trajikomik
ne demek tam olarak bilmiyorum, ve başta da söylediğim gibi kavrayış
yeteneğinden yoksunum, donuğum, donuk, ve katılaşmış, üzülemiyor, sevinemiyor,
sadece derin bir acı hissediyorum, ama unuttum, acının kaynağını yani, başlangıcı,
ama sonunun başlangıç noktası ile bitişik olduğunu biliyorum, bu yüzden hiç
bitmiyor, anlamayacaksınız, hiç kimse anlamayacak ve ben de “zaten bir şey
anlatmıyordum ki” diyeceğim “her neyse”.. geçersiz, önemsiz, ve kaydadeğer
değil, ve susacağım, ve daha neler neler..
bunları niye
yazdığımı bilmiyorum, en azından bu konuda anlaşalım, tamam mı? yani en azından
bu konuda…
bu, kötü yaşanmış
bir hayatın bir o kadarda kötü yazılmış öyküsü olabilir… ve anlatmaya nerden
başlayacağımı bilemediğim için lafı eveleyip geveliyor olabilirim… anlatmaya
başlayıp başlamayacağımdan emin olmadığım için de aynı zamanda.. bir diğer
sorun, her şeyin ne zaman başladığını kestiremiyor oluşumdan kaynaklanıyor
olabilir, yani ipin ucunu kaçırdığım ve yakalamaya zahmet etmediğim o anın..
psikolog olsaydım çocukluğuma inmeyi deneyebilirdim, ama bir seçim şansım
olsaydı, bir seçim şansımın olmamasını seçerdim, ya da hiç olmamayı, salt
olarak olmamaktan bahsediyorum, var olmamaktan, varsa yoksa can sıkıntısı.. can
sıkıntısı neşriyat sokağı.. o günü hatırlıyorum.. yayınevi kurmak konusunda
anlaşmıştık, ve işe underground olarak başlayacaktık, ve canımız çok
sıkılıyordu ve underground yayınevimizin adını can sıkıntısı neşriyat sokağı
koymuştuk, işimiz gücümüz absürt şeylerle uğraşmaktı, ve bir amacımız yoktu, ve
yıl ikinbindi, ve “battal niyazi” adında bir fanzin yaptık tuncay ve refikle,
hayaletlerimle beraber, ama fanzinin kapağına ismi yazarken “battal” yazmayı
unutmuştuk, gazeteden kestiğimiz harfleri yapıştırırken niyazi’yi oluşturan her
harfi öyle bir yapıştırmıştık ki, öyle kalmak zorunda oldu ismi, ve fotokopiciye
gitmeye üşendik, gerçekten üşendik, refik ortada, ben sağda, tuncay solda,
oturup sayfa sayfa okuduk fanzini, dışımızdan, takı tezgahında, amfetamin esiri
beyinlerimizde yankılanan kahkahalarımız, sonra noldu bilmiyorum, evin bi köşesinde
kaybolup gitti fanzin, ürettiğimiz her şey evin ya da tezgah açtığımız sokakların
bi köşesinde kaybolup gidiyor ya da unutuluyordu, hala bu durum devam ediyor,
her şey uçuyor elimden, bu yüzden neşriyat sokağı demiştim yayınevi demek
yerine ve gerçekten canım çok sıkılıyor, sıkıntıdan ödüm bokuma karışıyordu,
yalnızca alkollü ya da haplı iken iyiydik, diğer zamanlar uzaydan bu dünyaya
fırlatılmış bir meteordan farkımız yoktu, aslında daima bir meteordan farkımız
olmuyordu, sırf zarar ziyan, ama alkollü iken en azından kendimiz bunu
önemsemeyerek daha esnek davranabiliyorduk ve başlangıçta da dediğim gibi esnek
davranmak gerekiyordu, başka türlü hayatta kalamıyordun.. ve şimdi, aradan
geçen sekiz seneyi düşününce, bi sekiz senem daha olmadığını görebiliyorum,
doktor da bunu gördü geçen hafta, ve yasaklar yasaklar yasaklar, ve devam
ediyor, her şey.. her şey olanca hızıyla ve tüm şiddetiyle dönmeye devam
ediyor, benim dışımda.. kırmızı kart gördüğü halde sahayı terk etmeyi reddeden
bir aptaldan farkım yok, ve geçen hafta beşinci arkadaşımı kaybettim,
uyuşturucudan, beşi de uyuşturucudan demek istiyorum, gecenin bi yarısı telefon
çalar, kendini yalnız hissettiğini söyler telefondaki ses, ve siz evden çıkmaya
para bulamazken, o ölmesine yeticek kadar tozu almıştır bile, ölüme çeyrek
kala… ve sen kaç kişi kaldığını düşünürsün ister istemez, gerçekten senin gibi
olduğunu bildiğin kaç kişinin kaldığını, yeraltından bahsederler kitaplarda,
iyi bir işi olan ve gelecek kaygısı taşımayan yazarlar bahseder yeraltından,
bulundukları konumdan net görüyor olmalılar, ve sen ister istemez, her ölümün
ardından kaç kişi kaldığını düşünürsün, hamam böcekleri, sinekler, ve fareler
dışında konuşabileceğin kimsenin kalmayacağı o güne kaç kişi kaldığını, ve yine
de, ve hala, daha çok vakit var, beklemek için, hiçbir şeyin değişmeyeceğini
bilerek, ve umut etmeyerek, beklemek için.. hiçliğin köpekleri.. dört.. üç..
iki.. bir..