“bazen
gerçek”
bir keresinde. ama uzun zaman önce…
oturuyorduk özlemle. şu, daha önce defalarca anlattığım, yeşil halılı odada.
şarap vardı, ve gazoz, beyaz şarap ve gazoz. şargoz yapıyorduk yani. sadece o
ve ben. ilk zamanlar. ilk zamanlarımız. oturuyorduk. durdu ve. bana dönüp,
“çakmağı atsana” dedi, “çok sıkıldım biliyor musun?”
çok sıkılmış olma hali… ve intihara meyilli
biri size bunu söylüyorsa. onu, tuvalette bile yalnız bırakamazsınız. öyle de
oldu. kalktı ayağa, tuvalet için olduğunu düşünerek, ondan az biraz sonra,
peşinden gittim. yolda karşılaştık, koridorda. elinde tuttuğu iki adet
mandalinayla, özlem, “bırak artık peşimi” diyerek, yanımdan geçip gitti, oturma
odasına doğru. bir şey söylemedim. mutfağa gidip, geri döndüm sadece. oturdum.
karşısına. karşısındaki koltuğa. attı bi tanesini, soyarak, mandalinanın.
sonrasında, “ya sobayı kapatalım ya da üzerimdekini çıkartıcam” dedi. sevişmeyi
geç, hiç öpüşmemiştik bile, henüz, ama sevgilimdi. o. benim. ve hiç,
giysilerinin örttüğü kısımları dışında, görmemiştim onu. ve arzuluyor olsam da,
deli gibi, ona bırakmıştım, gidişatı, her konuda olduğu gibi, bu konuda da.
“sen bilirsin” dedim. sıcak sevmediğim halde, sobayı kapatmayı tercih etmeyerek.
ve biliyordu, sıcak bir odanın, yarattığı mayışma halini, sevmediğimi, buna
rağmen, üzerindeki çıkartarak, verdiği kararı belli etti.
“seni seviyorum” dedi ardından “ama
farkındasın de mi, yürümücek”
“sen istersen yürür” dedim
“istediğim her şey olsaydı, şu an burda
olmazdım”
“burda olsaydım derken” dedim “kast ettiğin
ev mi ben miyim”
“şapşal” dedi gülerek “ülkeyi kast ettim
ben, hatta dünyayı”
“hayatta olmamaktan bahsetmiyorsun umarım”
dedim.
bi sigara daha istedi. paketi attım ona.
çakmağı paketin içine koyup sigarasını yaktıktan sonra, paketi önüme attı.
“yaksana sen de” dedi ve, yanıma oturdu.
oturduğum koltuğun önüne doğru bir yere daha doğrusu. halıya. yeşil halıya.
“sen” dedi “beni anlıyorsun ama, bu
yetmiyor bana, benimle beraber ölmeye hazır değilsin.”
onunla, beraber yaşıyor sayılırdık. istisnasız
her gün görüşüyorduk ve, bazı zamanlar, anneme, arkadaşta kalıcam ben deyip,
onda kalıyordum, haftanın en az dört günü. aynı yatakta yatıyor olmamıza
rağmen, sadece sarılıp uyurduk. o derece sarhoş bi halde girerdik ki yatağa,
sevişmek istesek bile, başaramazdık bunu. her neyse dostlar, o gün bana,
“benimle beraber” dedi “ölmeye hazır değilsin sen, kuyruğumda dolanıyorsun evin
içinde, son bir hafta içinde iki kez intihar teşebbüsünde bulunduğum için, ama
öncesini bilseydin, sadece kuyruğumda dolaşmakla kalmaz, içime bile girerdin”,
kafasını bana doğru çevirdi işte o an, yukarıya, oturduğum koltuğun önünde
yerde oturuyorken, ve üstelik bir eşofman altı ve sutyenle, ve harikulade ötesi
gözlerini, gözlerime kitleyerek “sahi” dedi “beni arzuluyor musun?”
“ölmeni istemiyorum” şeklinde verdim
cevabımı
“ama” dedi, “bi gün ölücem sonuçta, bi gün
ölücez, beraber ya da değil, ölücez be abi”
“biliyorum” dedim “sorun bu değil”
“sorun kimin önce öleceği ise, bencilsin
demektir bu”
“senden sonra ölmek istemiyorum” dedim
“benden önce ölmeni istemiyorum” dedi
“ölmek istiyorsan ölürüz” dedim “sorun bu
değil özlem, nasıl olsa bi gün ölücez, bize çarpması kaçınılmaz olan bir treni,
ray hattı üzerinde beklemenin de anlamı yok ama”
“trenin gittiği yöne kaçmanın da anlamı yok
o zaman, hat dışına çıkmamız da imkansızsa…”
“imkansız” dedim, “haklısın, bi gün ölücez,
ama trenin geldiği istikamete doğru sürmek ne kadar anlamlı ki?”
ve bana, hâlâ aklımdan çıkmayan o cümleyi
kurdu, “tamam abi” dedi “sigarayı söndür, kalan paketi çöpe atalım, artık alkol
almayalım, uyuşturucu da kullanmayalım. olur mu? akciğerinle ilgili iki
operasyon geçirmişsin ve ben hâlâ sigarana karışmıyorum, sen ise, bi keresinde
ege üniversitesinde otururken, tuvalete gidip, ölmek için bi kaç hap attım
diye, evdeyken bile tuvaletin önünde bekliyorsun her gidişimde”
“haklısın” dedim “ama seni kaybetmek
istemiyorum”
“çağırsaydım gelir miydin?” dedi
“ne” dedim, nereye demedim ama, gelirdim
çünkü, cehennemin en alt katına da çağırsa ve sonrasında orada ki zebanime onun
aşık olma ihtimali bile olsa, tüm olasılıkları es geçer, ve sonrasını hesaba
katmadan, çağırdığı her yere gidebilirdim. “sana ihtiyacım var” dediği için bir
keresinde, sadece bu yüzden değil, hatta sebeplerimin onun ihtiyaçları ile
alakası bile olmayabilirdi, giderdim sadece. ve biliyordu, bunun bencilikten
öte bir şeyle, onun adını koyduğu bir “bizcillik” ile alakalı olduğunu.
ve o gün, yani o gece, daha doğrusu o
sabah, tuvaletin klozeti üzerinde buldum onu. gözümü açtığımda. tuvaletin
taşına oturup kalmıştım en son. uyanmamıştı. o gece tuvalete beşinci gidişiydi,
ve bu muhabbetin üzerine peşinden gitmediğim, ilk seferiydi. uzun süre geri
gelmediği ilk seferi. beş kutu hapın bana bırakıldığı ilk seferi. kutuların bir
lastikle bir arada tutulduğu, ve en üstündekine, ‘kalanı senin’ şeklinde bir
not yazılı ilk seferi. tuvaletin kapısını açtım. kapağı kapalı bir klozetin
üzerinde oturmuş, kendinden geçmişti. ve sabah, onun kahkahalarına uyandım.
öldürmeyecek bir hapı almıştı. ben de almıştım. adına bile bakmadan hapların.
ve sabah. onun kahkahasına uyanıp gözümü açtığımda, “şapşal” dedi “ambülansı
arasaydın senden ayrılırdım” ve bir kahkaha daha. ben de güldüm, içinde
bulunduğumuz, içine uyandığımız, içine uyandırıldığım, duruma. “işicem” dedi
“çıkar mısın”
odaya geri dönüp bir şarkı açtım. ve yaklaşık
bir saat sonra gelip, o bir saat içinde ölüp ölmediğini kontrol etmediğim için,
“işte benim adamım” dedi “artık ‘biz’ değiliz, birbirimize karşı bencil de
değiliz ama, iki ayrı ‘ben’iz”
“amına koyim” dedim.
“koyan koymuş” dedi “her ikimize de…”
sarılıp uyumaya devam ettik. ta ki güneş batana dek. sonrasında bakkala
yollandım, şarap ve sigara.
*başlık, “ben tek siz hepiniz” adlı
grubunun bir şarkısının adıdır.
22 aralık 2013