22 Aralık 2013

“bazen gerçek”

“bazen gerçek”

bir keresinde. ama uzun zaman önce… oturuyorduk özlemle. şu, daha önce defalarca anlattığım, yeşil halılı odada. şarap vardı, ve gazoz, beyaz şarap ve gazoz. şargoz yapıyorduk yani. sadece o ve ben. ilk zamanlar. ilk zamanlarımız. oturuyorduk. durdu ve. bana dönüp, “çakmağı atsana” dedi, “çok sıkıldım biliyor musun?”

çok sıkılmış olma hali… ve intihara meyilli biri size bunu söylüyorsa. onu, tuvalette bile yalnız bırakamazsınız. öyle de oldu. kalktı ayağa, tuvalet için olduğunu düşünerek, ondan az biraz sonra, peşinden gittim. yolda karşılaştık, koridorda. elinde tuttuğu iki adet mandalinayla, özlem, “bırak artık peşimi” diyerek, yanımdan geçip gitti, oturma odasına doğru. bir şey söylemedim. mutfağa gidip, geri döndüm sadece. oturdum. karşısına. karşısındaki koltuğa. attı bi tanesini, soyarak, mandalinanın. sonrasında, “ya sobayı kapatalım ya da üzerimdekini çıkartıcam” dedi. sevişmeyi geç, hiç öpüşmemiştik bile, henüz, ama sevgilimdi. o. benim. ve hiç, giysilerinin örttüğü kısımları dışında, görmemiştim onu. ve arzuluyor olsam da, deli gibi, ona bırakmıştım, gidişatı, her konuda olduğu gibi, bu konuda da. “sen bilirsin” dedim. sıcak sevmediğim halde, sobayı kapatmayı tercih etmeyerek. ve biliyordu, sıcak bir odanın, yarattığı mayışma halini, sevmediğimi, buna rağmen, üzerindeki çıkartarak, verdiği kararı belli etti.

“seni seviyorum” dedi ardından “ama farkındasın de mi, yürümücek”
“sen istersen yürür” dedim
“istediğim her şey olsaydı, şu an burda olmazdım”
“burda olsaydım derken” dedim “kast ettiğin ev mi ben miyim”
“şapşal” dedi gülerek “ülkeyi kast ettim ben, hatta dünyayı”
“hayatta olmamaktan bahsetmiyorsun umarım” dedim.

bi sigara daha istedi. paketi attım ona. çakmağı paketin içine koyup sigarasını yaktıktan sonra, paketi önüme attı.
“yaksana sen de” dedi ve, yanıma oturdu. oturduğum koltuğun önüne doğru bir yere daha doğrusu. halıya. yeşil halıya. “sen” dedi  “beni anlıyorsun ama, bu yetmiyor bana, benimle beraber ölmeye hazır değilsin.”

onunla, beraber yaşıyor sayılırdık. istisnasız her gün görüşüyorduk ve, bazı zamanlar, anneme, arkadaşta kalıcam ben deyip, onda kalıyordum, haftanın en az dört günü. aynı yatakta yatıyor olmamıza rağmen, sadece sarılıp uyurduk. o derece sarhoş bi halde girerdik ki yatağa, sevişmek istesek bile, başaramazdık bunu. her neyse dostlar, o gün bana, “benimle beraber” dedi “ölmeye hazır değilsin sen, kuyruğumda dolanıyorsun evin içinde, son bir hafta içinde iki kez intihar teşebbüsünde bulunduğum için, ama öncesini bilseydin, sadece kuyruğumda dolaşmakla kalmaz, içime bile girerdin”, kafasını bana doğru çevirdi işte o an, yukarıya, oturduğum koltuğun önünde yerde oturuyorken, ve üstelik bir eşofman altı ve sutyenle, ve harikulade ötesi gözlerini, gözlerime kitleyerek “sahi” dedi “beni arzuluyor musun?”
“ölmeni istemiyorum” şeklinde verdim cevabımı
“ama” dedi, “bi gün ölücem sonuçta, bi gün ölücez, beraber ya da değil, ölücez be abi”
“biliyorum” dedim “sorun bu değil”
“sorun kimin önce öleceği ise, bencilsin demektir bu”
“senden sonra ölmek istemiyorum” dedim
“benden önce ölmeni istemiyorum” dedi
“ölmek istiyorsan ölürüz” dedim “sorun bu değil özlem, nasıl olsa bi gün ölücez, bize çarpması kaçınılmaz olan bir treni, ray hattı üzerinde beklemenin de anlamı yok ama”
“trenin gittiği yöne kaçmanın da anlamı yok o zaman, hat dışına çıkmamız da imkansızsa…”
“imkansız” dedim, “haklısın, bi gün ölücez, ama trenin geldiği istikamete doğru sürmek ne kadar anlamlı ki?”

ve bana, hâlâ aklımdan çıkmayan o cümleyi kurdu, “tamam abi” dedi “sigarayı söndür, kalan paketi çöpe atalım, artık alkol almayalım, uyuşturucu da kullanmayalım. olur mu? akciğerinle ilgili iki operasyon geçirmişsin ve ben hâlâ sigarana karışmıyorum, sen ise, bi keresinde ege üniversitesinde otururken, tuvalete gidip, ölmek için bi kaç hap attım diye, evdeyken bile tuvaletin önünde bekliyorsun her gidişimde”
“haklısın” dedim “ama seni kaybetmek istemiyorum”
“çağırsaydım gelir miydin?” dedi
“ne” dedim, nereye demedim ama, gelirdim çünkü, cehennemin en alt katına da çağırsa ve sonrasında orada ki zebanime onun aşık olma ihtimali bile olsa, tüm olasılıkları es geçer, ve sonrasını hesaba katmadan, çağırdığı her yere gidebilirdim. “sana ihtiyacım var” dediği için bir keresinde, sadece bu yüzden değil, hatta sebeplerimin onun ihtiyaçları ile alakası bile olmayabilirdi, giderdim sadece. ve biliyordu, bunun bencilikten öte bir şeyle, onun adını koyduğu bir “bizcillik” ile alakalı olduğunu.
ve o gün, yani o gece, daha doğrusu o sabah, tuvaletin klozeti üzerinde buldum onu. gözümü açtığımda. tuvaletin taşına oturup kalmıştım en son. uyanmamıştı. o gece tuvalete beşinci gidişiydi, ve bu muhabbetin üzerine peşinden gitmediğim, ilk seferiydi. uzun süre geri gelmediği ilk seferi. beş kutu hapın bana bırakıldığı ilk seferi. kutuların bir lastikle bir arada tutulduğu, ve en üstündekine, ‘kalanı senin’ şeklinde bir not yazılı ilk seferi. tuvaletin kapısını açtım. kapağı kapalı bir klozetin üzerinde oturmuş, kendinden geçmişti. ve sabah, onun kahkahalarına uyandım. öldürmeyecek bir hapı almıştı. ben de almıştım. adına bile bakmadan hapların. ve sabah. onun kahkahasına uyanıp gözümü açtığımda, “şapşal” dedi “ambülansı arasaydın senden ayrılırdım” ve bir kahkaha daha. ben de güldüm, içinde bulunduğumuz, içine uyandığımız, içine uyandırıldığım, duruma. “işicem” dedi “çıkar mısın”

 odaya geri dönüp bir şarkı açtım. ve yaklaşık bir saat sonra gelip, o bir saat içinde ölüp ölmediğini kontrol etmediğim için, “işte benim adamım” dedi “artık ‘biz’ değiliz, birbirimize karşı bencil de değiliz ama, iki ayrı ‘ben’iz”
“amına koyim” dedim.
“koyan koymuş” dedi “her ikimize de…” sarılıp uyumaya devam ettik. ta ki güneş batana dek. sonrasında bakkala yollandım, şarap ve sigara.

*başlık, “ben tek siz hepiniz” adlı grubunun bir şarkısının adıdır.

22 aralık 2013