“yaşadığımız
yalanlar üzerine verilmiş akıllı kararlar” - 2pac
1.
bir akşam, her akşam olduğu gibi, evden amaçsızca
çıkıp, rastgele bir bara girdim.. içerisi kalabalık değildi, saymaya çalıştım
ama her seferinde baştan başlamak zorunda kaldığım için bir son verdim bu
işkenceye ve bir içki istedim.. içkimi yudumlarken dans edenleri izliyordum ve
bir anlam veremiyordum bu hazırlığa, ‘benimle sevişir misin’ diye sormak
kestirme bir yol gibi gelmişti bana her zaman, evet ya da hayırdan başka bir
cevap alamazdınız nasıl olsa ve eğer hayır ise cevap, bu, dans seansı sonrası
da hayır olacaktı.. uğraşmaya değmezdi..
herkesin bir ailesi vardı ve de bu nedenle
gittikçe boşalıyordu bar, özgürlük ise seni merak edecek birinin olmayışıydı..
2 saat sonunda, eski işime geri döndüm ve bu kez karıştırmadan ulaştım sona;
tam 12 kişi kalmıştık.. öykünün başından beri barda tek başına oturan kadının
yanına gittim ve “konuşmak ister misin?” dedim..
"ne hakkında" dedi
"size gitmek hakkında" dedim..
"olabilir ama biraz daha içmeme izin vereceksin
öyle değil mi?" dedi..
"neden izin istiyorsun ki?" dedim
"bu görünmez bir zincirdir" dedi
"izin istemek mi?"
"elbette"
"ben senin zincirini tutmak
istemiyorum" dedim ona
"yanlış anladın" dedi, "izin
isteyen tutar zinciri, senden izin isteyerek şirin gözüküyorum ama aslında
yaptığım şey, senin de benden izin istemeni sağlamak"
"ne konuda izin isteyecekmişim ki
senden?"
içki geldi ve daha sonra, yani çok sonra demek
istiyorum, bardan çıkmaya hazırdık, ancak bir sorunumuz vardı, o da, bu hatunun
benim öpücüklerime karşılık veremeyecek kadar sarhoş oluşuydu ve bir ayyaşla
sevişmek ile bir ölü ile sevişmek arasında hiç bir fark yoktu.. onu belinden
kavradım ve ayağa kaldırdım, garson bizi gördü ve yanımıza yanaştı, hatun, "beni
bu arkadaş götürecek bugün” dedi, “size gerek yok.."
dışarı çıktık, "arabam var" dedi,
"kullanmayı biliyor musun?".
"denerim" diye cevap verdim. ben çok
fazla içmemiştim ve araba kullanabilirdim sanırım..
"şu karşıda, kırmızı renkli olanı, anahtarlar
çantamda"
hatun arabaya dayandı ve bende çantasını
kurcalamaya başladım, anahtarları buldum, kapıyı açtım, onu bindirdim ve bende
direksiyona geçerek arabayı çalıştırmayı denedim..
"kanyak" dedi, "çevir hadi, hiç mi
film izlemedin sen?"
arabadan çıktım ve biraz ilerdeki büfeden bir
kanyak aldım, tekrar arabaya bindim ve, şişeyi ona uzattım..
"teşekkür ederim" dedi, "kanyakı
çevir hadi"
"önce onu bitir" dedim, "bu gece
bu kadar yeter hem"
"izin istemiyorum ki senden" dedi
"hem kanyak da istemiyorum.. şu lanet şeyi işte, çevirmen gerek onu, öyle
çalışıyor diye hatırlıyorum, orada bak"
eli ile torpido gözünü işaret ediyordu, belki de
kontak anahtarını çevirmemi istiyordu, hiç bir şey anlayamıyordum..
"sigara yok" dedi
"bende de"
"e al o zaman"
"param bitti" dedim, "o elindeki
şişe son paramı emdi.."
"çantamda var" dedi.. çantasını açtım..
parayı aldım, arabadan çıkarak tekrar büfeye gittim.. sigara aldım ve döndüm..
tekrar arabaya bindim.. sızmıştı.. onu arabadan indirip arka koltuğa yatırdım..
ön koltuğa geçerek bir süre daha arabayı çalıştırmayı denedim.. olmuyordu.. ve
ben hiç bir şey için çok fazla uğraşmak gerektiğine inanmıyordum, olmuyorsa
olmuyordur, zorlamanın anlamı yoktur.. ön tarafa da ben yattım ve böylece
mutsuz bir çift olduk bir süre için.. mutsuz çiftler ayrı yatarlar.. aynen
anneniz ve babanız gibi.. siz olmasaydınız çoktan boşanırlardı, siz onların
hayatını mahvediyorsunuz!
sabah oldu, uyandırdı beni,
"kalkar mısın, işe gitmeliyim, naptığını
sanıyorsun sen söyler misin?"
"uyuyordum sadece"
"iyi, arka koltukta daha rahat
uyuyabilirsin, hadi çabuk, geç kalıcam".
arka koltuğa geçtim ve uyumayı sürdürdüm..
uyandığımda, 4 kapısı da kitli bir arabanın içinde esir kalmıştım.. ön koltuğa
geçerek radyoyu açmak istedim, radyo yoktu, torpido gözünü kurcaladım,
bomboştu, etrafa bakındım, loş bir
ortamdı, sanırım bir garajdaydım.. bekledim, bekledim, bekledim, bu süre içinde
kaç kez mastürbasyon yaptığımı hatırlamıyorum ama son bi kaç kez zirvede iken
bi gram bile akmadım.. vanayı sonuna kadar açarsınız ama bi gram bile akmaz,
sular kesiktir, bunun gibi bişi.. akşama doğru, sanırım akşama doğru, çünkü loş
ortam biraz daha kararmıştı, uyumak için tekrar arka koltuğa geçtim ve bu
yorgunluğun üzerine iyi bir uyku çektim kendime.. uyandığımda sokak lambalarını
gördüm ilk olarak ve kafamı kaldırıp camdan dışarı bakınca da, aracın, dün
gittiğim barın önünde park edildiğinin farkına vardım.. kapılar kitli değildi,
çıktım ve bara girdim.. dünkü hatun aynı masada oturmuş içiyordu, "merhaba"
deyip masaya oturdum.. "günaydın" dedi, "kendine bi içki iste,
hemen gelicem". kalktı ve bardan dışarı çıktı.. 2 dakika sonra içerdeydi..
"nereye gittin?" dedim
"arabanın yanına.. kapıları kilitledim"
"beni onun içinde unutma bir daha"
"sende koltuklarımdan çocuk edinmeye
çalışma.. koltuk bu, hamile kalarak çoğalmıyor, fabrikası var onların.. ama sen
bilirsin, ben bir sonuç elde edemeyeceğini bilmeni istedim sadece.. yoksa
önemli değil koltuklara yaptığın.. koltuk bu, tuvalet olarak bile
kullanılabilir, anlamaz o bunu, hissetmez",
"çok içiyorsun.. ve ben araba kullanmasını
bilmiyorum”
“önemi yok bunun”
“benim için var”
“o zaman defol”
“ne?”
“sana şu ana kadar herhangi kötü bir şey söyledim
mi? senden şikâyet ettim mi? hayır! sana kontak diyorum, sen kanyak alıyorsun,
arabayı çalıştıramıyorsun, bu yüzden evden yürüyerek 1 dakikada ulaşabileceğim
bir işe, senin yüzünden geç kalıyorum, üstelik gece boyu iki büklüm yattığım
için her yerim ağrıyor ve ben ağzımı bile açmıyorum, seni anlayamıyorum,
gerçekten anlayamıyorum”
donmuştum.. tek bir harf dahi çıkartsaydım,
büyünün bozulacağını biliyordum, susup gözlerine bakmayı sürdürdüm.. sonunda
olmuştu işte, onu bulmuştum, ve bırakmayacaktım..
“özür dilerim” dedi..
“haklısın ama”
“olabilir, gene de özür dilerim”
“çok içiyorsun”
“hı hı”
“bugünlük, sadece bugün az iç, söz, yarın araba
kullanmasını öğrenicem”
“yarın sabah anahtarları bırakırım sana, içkime
karışma”
tekrar arabaya kadar taşıdım onu.. ve tekrar
denedim arabayı çalıştırmayı, o sızdı, arka koltuğa taşıdım, ona bir not yazıp
ön koltuğa yattım.. uyandığımda, onun sabah işe giderken beni uyandırmaya
çalıştığını hayal meyal hatırlıyordum,
“hadi kalk, işe gidicem ben”
“tamam kalkıcam”
“hadi ama”
“ya tamam dedik ya sana” diye bağırdım..
sonrasını hatırlamıyorum, sanırım bi daha seslenmedi.. direksiyona bir bant ile
yapıştırılmıştı sabah yazdığım not; “anahtarı bırakmayı unutma”. kâğıdı söktüm
ve arkasını çevirdim, o da bana bir not yazmıştı; “arka koltuğa kahvaltılık bir
şeyler bıraktım, anahtar için üzgünüm”.
anahtar yoktu ve kapılar kitliydi.. ama camlardan
çıkabilirdim, ama bu kez de garajdan çıkamazdım.. bekledim.. bekledim..
bekledim.. koltuk itiraz etmiyordu hiç bir pozisyona.. ve tekrar sızdım.. ve
tekrar uyandım.. barın önünde park edilmişti araç, indim, bara gidip yanına
oturdum, o kalktı ve arabanın kapısını kilitlemek için çıktı, tekrar geldi,
oturdu ve bir içki istedi..
“anahtarı neden bırakmadın?” dedim..
“kaçmanı istemedim”
“kaçmak?”
“hı hı.. garajdan eve giden bir merdiven var, ve,
yani yaşadığım yeri görünce falan, ya da benden bıktıysan, bu gece içmiyorum
bak, eve gidicez birazdan, ben kullanıcam”. içkiyi benim için istediğini
anladım ve gidelim o halde dedim, bende içmek istemiyorum.. çıktık.. arabaya
bindik.. ve bana nasıl çalıştırıldığını gösterdi..
bir evin önünde durdu, arabadan indi, garajın
kapısını açtı, arabayı soktu, daha sonrada içerdeki merdivenden evine çıktık..
2.
ertesi gün, sabah uyandım.. çok değişik bir
cümleydi bu benim için, ‘sabah uyandım’, alışıldık bir şey değildi, sabahları
genelde uyurdum, uyanırsam da, bi fantezi kurar, sonra gene dalardım uykuya,
akşamdan kalma olduğum zamanlarda işkenceydi sabahlar, ama değiyordu buna..
ancak hala, kusarken her şeyi çıkartamamıştım içimden, mutlaka bir şeyler
kalıyordu içerlerde, yerleşip büyüyorlar ve akraba çıkıyorlardı ondan
öncekilerle.. “bir düşünce diğerine bağlanır ve derken kapı çalar”, kimin
dizeleriydi bu? yoksa şu an mı uydurmuştum, evet bu daha mantıklıydı galiba,
dizeler mantıksızdı oysa.
dün gece için bir sansür uygulamamıştım.. olan herhangi
bir şey yoktu yani.. sadece içki içme mekânı değişmişti, hepsi bu.. sonrada
sızılıp kalınılmıştı.. ve zaten evde olunulduğu için de bir problem
yaratmamıştı sarhoş olmak.. uyandım ve uyumaya çalıştım tekrar.. saat yediydi..
sabahın yedisi.. yanımda yatıyordu lita ve memnundu halinden.. en azından öyle
görünüyordu rüya görürken - uyanmaya çalışıyor gibi bir hali yoktu.. ama
uyanmalıydı mutlaka.. uyanmak zorundaydı.. omzuna dokundum.. sarstım biraz..
tepki yoktu.. biraz daha dürttüm.. bir değişiklik olmadı.. şiddeti arttırdım..
hala uyuyordu.. ve benim başımdaki ağrı onu taklit etmemi engelliyordu..
uyuyamıyordum.. ama gene de bunu denedim.. olmuyordu.. sıkışmıştım.. bunu
hissedebiliyordum.. bunu çok sık hissederdim.. uyanırsınız ve kusarsınız..
başınız ağrıyordur, aynada kendinize şöyle bir göz atıp, dün geceden kalma bir
değişiklik olmadığını fark edince, tekrar yatağa dönersiniz.. ama
uyuyamazsınız.. yatıp beklemek dışında yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur...
biraz daha dürttüm.. bir değişiklik olmadı, başka bir yöntem denedim uyandırmak
için, bir inilti sesi işittim.. doğru yoldaydım.. aynı bölgeyi biraz daha
kurcaladım.. biraz daha.. ve uyandırmayı başardım onu.. konuşmasına fırsat
vermeden, hey hey bi saniye, aklıma bişi geldi, sanırım 17 yaşındaydım, ya da
onun gibi bişi, gece arkadaşlarda kalacaktım, eve telefon ettim ve izni
kopardım, ama gece arkadaşımla kavga ettik, ve, sanırım saat 2 gibi onlardan
çıkarak eve doğru yol aldım, otobüs yoktu o saatte, yürüyerek gidebilmek
dışında başka bir alternatif yoktu, ya da beklemek, günün ilk otobüsünü, neyse
ben yürümeyi seçtim ve kemeraltından geçmem gerekiyordu, geçiyordum da, bir
polis çıktı karşıma, karakolun yakınındaydım, amca burdan basmaneye nasıl
gidebilirim dedim, konu değişmişti, kimlik sormak yerine yolu tarif etmeye
girişti ve ardından zamanımıza hızlı bir dönüş ile, “başım ağrıyor, hap var mı”
dedim lita’ya.. “uyanmıyordun, amacım taciz etmek değildi”. esnedi ve kalktı
ayağa, yatak odası ile mutfak aynı odadaydı, ve birde içki odası vardı evde, o
bu ismi vermişti odaya; “burası yeme odası ve burası içme odası, burası
boşaltım odası, ve burası da, aaa, burası
da, hmm, burası böyle boş işte” bomboş bir oda vardı, her şeyiyle boş,
duvarları bile renksiz, bomboş, hiç anı yok.. boşaltım odası tuvaletti ve yeme
odası ise yatak odası ile mutfağın senteziydi.. içme odasının farkı neydi
derseniz, bir bar gibi inşa edildiğini söyleyebilirim size, 5 adet masa,
masalarda oturan heykeller, heykel barmen, heykel… her şey heykel.. ve o odada
içtikten sonra hareket etmemeye özen gösteriyordunuz, sadece dikkat çekmemek
için, heykeller hareket etmiyordu, ani bir hareket, kafalarını size
döndürmelerine neden olabilirdi belki de.. kim bilir.. ben bir heykel değildim,
bilemezdim bunu.. hap ve su, bir baş ağrısı hapı, içtim, “büyük olasılıkla işe yaramayacak
ama” dedi.. “neden” dedim, “uyku ilaçları baş ağrısını geçirmiyorlar sanırım,
ama hissetmezsin en azından, elimizdeki tek alternatif buydu”. oldukça
zekiydi.. tekrar uyudu.. ve uyandırıldığımda (uyandırmak için benim tarzımı
denemişti) saat öğleni geçiyordu, ya da zaman.. her neyse işte, “bugün tatil”
dedi, “gün benim günüm, satmak zorunda olmadığım bir gün bugün..”
dolaptan bir bira aldım ve birayı elimden alarak
dolaba koydu o, “yemek yiyelim” dedi, “karşıdaki kafede, oraya içkili
gidemiyorum, içkili olduğum zaman almıyorlar beni, ve yumurta sevmem, hayatta
en nefret ettiğim şey yumurtadır, ne yazık ki pişirmeyi becerebildiğim tek
şeyde o”. kafeye gittik, güzel bir kafeydi, “ne yiyeceksin lita?”
“2 patates, birerde çay”. benim yerime karar
vermesinin nedeni neydi ki?
“ben yumurta istiyorum” dedim, “ve de ayran”.
garson gitti ve geldiğinde elinde iki tabak kızarmış patates ve iki bardak çay
vardı,
“bu ne” dedim, “ben yumurta istedim, ve de
ayran”. garson kız - doğruyu söylemek gerekirse, ki çoğu zaman gerekmez, lita’nın
ruhunu o garsona sokmak ve daha sonra o bedene kendimi sokmak hoş olurdu,
fantezi işte, klişe ve fantastik, neyse, garson kız mavi renk kalem ile
süslenmiş olan göz kapaklarını yumarak lita’ya döndü, lita’ya başımı
çevirdiğimde garson arkasını dönmüş ve yan masa ile ilgilenmeye başlamıştı..
lita’nın ona nasıl bir hareket çekmiş olabileceğini düşünmeye başladım ve
sokağı izlemeyi sürdürdüm bir süre.. sessizlik.. ortamdaki gerilimi size
yansıtamıyor olabilirim belki de, ama bunu söyleyip hayal gücünüze
güvenebilirim; ortam gerginleşmişti..
“neden yemiyorsun?”
“bekliyorum” dedim
“neyi?”
“yumurta ve ayranı”
“gelmeyecek” dedi,
“ama ben yumurta ve ayran istedim”
“bende getirmemesini… ”
“ne sikim iş bu” dedim,
“ye” dedi, “hepsi bu, ye ve gidelim”
“yemeyeceğim”
“o halde defol”. haklıydı, izin isteyerek
görünmez bir zincir ediniyordunuz.. patatesi yedim ve oradan çıktık, açtım,
protestomu tam anlamıyla gerçekleştirememiştim, sadece çayı içmemeyi
başarabildim, üstelikte içine şeker atıp karıştırarak.. yürüyorduk, temas
oluyordu bazen, omuzların değmesi gibi, yan yana yürüyen iki insan nereye
gitmesi gerektiğini bilmiyorsa, virajlarda çarpışabilirler, gayet doğal bu,
neden sorun ediyorsun ki?
“bunu bilerek yapıyorsun” dedim..
“yumurta sevmem, söylemiştim sana, öyle değil mi?”
“ama ben yiyecektim sen değil”
“orada yumurta yenmiyor, mekân arkadaşımın,
garson arkadaşım”
“mekân sahibi garson mu?”
“elinden gelen tek iş bu, para biriktirdi, mekânı
açtı ve garsonluk yapmaya başladı, boş durup gelen kârın bir kısmını alıp geri
kalanları orada çalışanlara vermeyi içine sindiremedi”
“çok garip arkadaşların var” dedim
“pekte garip gelmiyorlar bana..”
“ama öyleler..”
“seni bırakmamı istediğin bir yer var mı?”
“benden sıkıldın mı”?
“elbette, şimdilik, herkes sıkılabilir zaman
zaman”. bir sonraki virajda farklı yerlere döndük.. bilinçsizce, öyle aniden
döndük işte.. ve yolumuza devam ettik.. yürüyordum.. ve kendi kendime
söyleniyordum, kimse göründüğü gibi değildir, görünen gerçeğin arkasındaki
gerçeği görmek gerekir, bunun için arada sırada kahvaltı ederken yumurtayı
tavana fırlatıp yere düşmesini bekleyebilirsiniz.. 2-3 sokak sonra karşıma
çıktı, sanırım köşede beni bekliyordu,
“özür dilerim” dedi, “deliyim, bunu kabul et”
“sorun değil” dedim, “herkes zaman zaman
delirir”. tekrar yürümeye devam ettik, bu kez nereye gitmemiz gerektiğini
biliyorduk, içeri girdik ve 15:15 seansının yeni başladığını gördük, bilet
aldık, yerimiz gösterildi ve oturduk.. izledik.. bitti, çıktık, akşam olmuştu
ve hava kararmak üzereydi… onun evine doğru yürümeye başladık ve bu sırada
yağmur başladı, gittikçe hızlanıyordu, adımlarımız gibi.. tanrıyla yarışıyor
gibiydik.. kapının önünde durduk..
3.
“içeri gel hadi, hasta olacaksın, aptallık etme”.
yolun karşısına baktım, içerisi boştu ve güzel görünüyordu, denemeye değerdi,
“hayır” dedim lita’ya, “akşam o bara gelirim”. yolun karşısına geçerek içeriye
girdim, sabah oturduğumuz masaya oturdum, garson kız geldi,
“merhaba”
“oturmaz mısın?”. garson kızı, ya da mekânın
sahibini, masama davet ettim, teklifimi geri çevirmedi.. kimse yoktu içerde,
sanırım kapatmak üzereydi o da..
“arkadaşın..” dedim, 3-5 saniye duraksadım ve
devam ettim, “sorunu ne?”
“sorunu yok” dedi..
“var” dedim, “hiç dikkatini çekmedi mi bu senin?”
“insanları neden sağlıklı ve hasta olarak
sınıflandırıyorsun” dedi, “standardize olmak boktandır, farklı işte, hepsi bu,
farklı, anlamıyor musun” kafenin camları indi.. bir sopa tarafından sert bir
darbe.. sıçradım ve ayağa kalkarak geri çekildim, garson kız sakin sakin
oturuyordu masada, mutlaka görmüş olmalıydı lita’nın elinde sopayla evden çıkıp
üzerimize doğru koştuğunu..
“sorun değil lita” dedi, “geçti..”
“hı hı” dedi lita, dudakları bile titriyordu ve
soğuktan olmadığını anlamak güç değildi, daha sonra gözler, yaşlar, boşalmak,
ve yere oturdu.. bende gidip yanına oturdum..
“özür dilerim” dedi, “yapmamam gereken bir şey
yaptım sanırım”
“çok sık özür diliyorsun” dedim..
“bunun için de özür dilerim” dedi.. “çok sık özür
dilediğim için falan işte yani..” eve çıktım bu kez, garson kız gelmedi, evine
gitmesi gerekiyordu.. öyle söyledi.. yalnız bırakmak istediği belliydi.. yalnız
kalmak isteyen kimdi? böylesi bir deliyle.. ölümü göze alıp ayakkabılarımı
çıkardım ve geçtim içeri.. heykellerinin birini masadan kaldırıp oturdum, “ne
içersiniz Beyefendi?” dedi, gülüyordu, deliydi – muhtemelen..
“siz ne tavsiye edersiniz” dedim, neyse lafı
uzatmayacağım, yataktaydık gene, ve bir şey olamayacak kadar sarhoştuk, o
istiyordu ama bir şey olmayı, ben bir şey olmayı istemeyi bırakalı yıllar
olmuştu, sırt üstü yatıyordu o ve ben ise yan yatıyordum, yüzüm ona dönüktü,
oda bana döndü, elini aletime attı, “uyumuyorum” dedim, “uyandırmaya
çalışmıyorum” dedi, “yapma”, “yapıcam”. elini tuttum ve vücudumun yarısını onun
üzerine attım onu sırt üstü çevirerek, ellerini de yukarı kaldırmıştım, tecavüz
etmenin zıttını yapıyordum, elini aşağı indirmeye çalışıyordu ama buna izin
vermiyordum ve böylece bir süre mücadele ettik, yüzü ile yüzüm arasında mesafe
yoktu, hatta dudaklarımız birbirine temas ediyordu.. ama öpüşmüyorduk, bu daha
çok, sürtmeydi, istem dışı bir şekilde, belli belirsiz bir temas, o an amacımız
bu değildi çünkü ve ellerini aşağıya indiremiyordu.. çok güçlü biri değildi
lita, en azından bana göre, ve neden bunu yapmasına izin vermediğime gelince,
yarın sabah o sopanın benim kafama inmeyeceğinden emin olmalıydım.. “ben
sarhoştum beni kullandın” dırdırına katlanamazdım doğrusu, daha önceleri birçok
sarhoşla yattım, hatta çoğu ile ilk seferimizde sarhoştuk, ama bu başkaydı,
korkutucuydu lita.. yaptığı heykeller gibiydi.. belirsiz bir rotada ilerliyor
gibiydi.. ve bu galiba kaos demekti.. dudaklarımı ısırdı, çok zekiydi, ve
teslim oldum.. üzerime çıktı.. bana giymem için verdiği eşofmanı çıkardı
altımdan, içine aldı beni, rahat ve soğuktu, kısa zamanda ısındı ve patladı..
üzerime yığıldı.. uzun sürmemişti, amacı buydu, ben sızmadan içine getirtmek
beni.. lanet olsun dedim, duymadı, ya da duymak istemedi..
4.
sabah uyandığımızda, bu konuda hiç bir şey
konuşmadık.. işe gitmeyeceğini söyledi bana, ve daha sonra evinin karşısındaki
kafede garson olduğunu öğrendim.. yaşadığım yere gittik bu kez de, görmek
istemişti.. gördü.. beğendi.. özellikle,
her köşede bir kâğıt parçası ve her kâğıt parçasında birkaç cümle bulmak hoşuna
gitmişti.. “demek yazarsın” dedi, “herkes yazar” dedim..
“yayınlıyor musun?”
“yayınlamak için yazmıyorum”
“neden yazıyorsun?”
“senin dekorun gibi bişi bu da..”
“anlıyorum, bana taşın”
“böylesi iyi”. eğildi ve yerdeki yastıkları
toplamaya başladı,
“telefonun var mı”, telefonu gördü, ahizeyi
kulağına dayadı,
“lita, bırak lütfen”. numarayı çevirdi,
“alo”, bana döndü, “adresini söyle” ahizeye
döndü, “hemen gelir misin?”. kimdi çağırdığı? zor olacaktı, evet zor.. ama
oldu.. onun evinin boş odasına sığmıştı eşyalarım..
5.
pardon, anlatmayı unutmuşum, tam evden çıkarken
telefon çaldı, arayan henry’ydi.. muhtemelen.. beni sık sık arardı zaten..
henüz 18 yaşındaydı o zamanlar.. lita açtı telefonu.. “alo?”. ve bana uzattı,
“bir kadın arıyor”. kadın mı? ben kadınlara telefon numaramı vermem ki..
“alo, kiminle görüşüyorum acaba?”
“alo”
“..”
“tanıdın mı beni?”
“tanımaz mıyım.. naber?”, beni yılda bir kez
arayan, yılda bir kez de mektup yazan eski sevgilimdi telefondaki, hala
istiyordum onu ama geçen yıl evlenmişti.. belki de bir bebeği olduğunu söylemek
için aramıştı.. yo hayır bu olamazdı nedeni.. o beni sadece canı sıkılınca
arıyordu..
“iyiyim. sen napıyorsun”
“hiçbir şey”
“telefonu açan kimdi?”
“aa..ooo.. şey.. telefonda anlatılamayacak bir
şey bu”
“neden ki? şekil çizerek mi anlatacaksın?” al
sana bir deli daha..
“şu an onun evine taşınıyorum”
“sevgilin mi?”
“bu konuda ne düşündüğümü anlattığımı sanıyordum”
“düşünceler değişebilir”
“her şey değişebilir, evet, ama bu başka bişi”
“karın? evlendin mi yoksa?”, telefonun
ahizesinden girdi ruhum ve diğer taraftan çıkıp gördü yüzünü, dudağını bükmüştü
o bunu sorarken.. evin önünde bir anadolun aniden fren yaptığını gördüm camdan,
ev birinci kattı, lita kaş göz hareketi yapıyordu telefon konuşmamı bitirmem
için, “bi saniye” dedim telefona, lita’ya, “telefon numaranı ver” dedim,
“önemli!”,
“beni seviyor musun?” dedi lita, sırıtıyordu,
tatlı bir gülümse vardı gözlerinde..
“bi saniye, şu an meşgulüm, sana bir numara
vericem, beni oradan 1 saat sonra ara”, dedim telefona.. eşyalarımı lita’ya
taşımak bir saatimi alır sanıyordum..
“hay lanet böcek, sırtımdan içeri girdi, çıkar
şunu, çıkar, ben hamamböceğinden nefret ederim, çıkar, çıkar, çabuk ol” diye
tepinmeye başladım, ahizeyi bırakamıyordum, çünkü karşı taraf, “daha sonra
arayamam, anla lütfen, 2 dakika, lütfen” diyordu, belki başka şeylerde diyor
olabilirdi ama anlayamıyordum, hamamböceğinden nefret ederim! neyse, böcekten
kurtardı beni lita ve adam anadoldan çıkıp kapıya doğru yaklaştı.. kapının zili
çaldı..
“hadi, çabuk ol, gidicez”
“numarayı ver lita, numara!”
“beni seviyor musun?”
“lita! numarayı ver”. ona seni seviyorum
dememiştim hiç, oysa içine geldiğim sırada bana seni seviyorum demişti o, fısıltı
halinde çıkmıştı sesi ve karşılık olarak aynı anda ve aynı desibelde, “lanet
olsun” demiştim.. birbirimizi duymazdan gelmiştik o an.. ahizeden ağzımı
uzaklaştırdım ve yumuşak bir tonda,
“elbette seviyorum lita, yoksa burada işin ne,
numarayı ver, o benim kardeşim, anlamıyor musun? görümcen senin o..
gö..rüm..ce”
“ensest diye bir şey vardır..” dedi aynı tatlı
sırıtışla, “hem böcekler de var burada,
onların işi ne? onlardan nefret ediyorum dememiş miydin?”. ve numarayı verdi,
gıcık ediyordu insanı bazen, zorluyordu, yoruyordu, ama o böyleydi,
değiştiremezdim.. değişmesi gereken bendim.. ve çekim alanına girdiğiniz an
kurtulamıyordunuz ondan.. kapı hala çalıyordu, “kapıyı aç lita”
“peki hayatım, hemen defoluyorum, rahat konuş”.
ve telefona döndüm..
“alo, ya, şimdi konuşamam, neden anlamak
istemiyorsun”
“bende sonra konuşamam, izmir’e geldim, 3 gündür
seni arıyorum ama yoksun, mektup gönderdiğim adrese gittim, evde kimse yoktu,
telefona da çıkmıyordun! ya.. görüşmeliyiz.. anla lütfen” lita içeri girdi,
“şoför acele etmemizi istiyor” dedi, “ne kadar
zaman o kadar para dedim ama işi varmış 1 saat sonra, ‘nakliyatçı değilim ben,
çağırdın geldim, ne işin varsa halledelim hemen’ dedi bana”. yalan söylüyordu,
kesinlikle yalan söylüyordu, nereye ne cevap vereceğimi şaşırmıştım, telefona
döndüm tekrar ve numarayı söyledim..
“param bitti, başka telefon kartı alamam, otelde
de kalamam bu gece, başka param yok, asıl sen anlamak istemiyorsun..” dedi
telefondaki..
“çabuk ol” dedi lita..
“nerdesin?” dedim telefona,
“bir oteldeydim.. attılar beni. şimdi otelin
karşısındaki kulübedeyim.. otelin adı.. adııı.. bi saniye, hah gördüm levhayı,
maviii..ış..ık.. mavi ışık yazıyor..” derin bir duraksama.. “sana ihtiyacım
var..”, lita yastıkları yüklendi ve dışarıya doğru yöneldi..
“tamam, kapatmak zorundayım, aramaya çalış”, lita
dışarı çıktığında, “almaya gelicem seni” dedim ve kontur bitti.. “orada
bekle!”. duymuş muydu acaba beni? lita’yı bırakamazdım, onu istiyordum, ama
diğerini de istiyordum, ve garson kızı da, hepsini istiyordum.. aslında
istediğim telefondakiydi, ve lita’nın beni istemesi hoşuma gitmişti, kendimi bi
bok sanmama neden oluyordu lita, bunu sonra anlatıcam.. kasetlerimi bir kutuya
koydum ve camdan lita’ya uzattım, daha sonra koltuğu yüklendim ve dışarı
çıktım, şoför izliyordu sadece, pos bıyıklı, kırk yaşlarında bir herifti, zayıftı
– her anlamda.. muhtemelen daha önce düzüşmüştü lita’yla, lita bu herifi nerden
tanıyordu? hayır hayır, bunu lita’ya soramazdım, lita’ya ne kadar çok
‘sahiplenmeci’ gibi davranırsam o kadar çok kaptırıyordum ona zincirimi.. kasaya attım koltuğu, ailemden kalmaydı
koltuk, bir tek o, ailemden bana bir tek o düştü miras olarak, içeriye döndüm
ve müsveddeleri toparladım, ve elbette ufak bir kasetçalar, lita ise kitapları
koydu bir kutuya, evde birkaç adet kutu vardı, daha önce buraya taşınırken
kullanmıştım onları ve atmamıştım.. evim 2 oda, bir mutfak ve bir tuvaletten
oluşuyordu, banyo yoktu, gerekte yoktu, tek başıma yaşıyordum, bazen kadınlar
oluyordu evde ama sorun olmuyordu tuvalet, ‘banyon yok mu?”, “bu fanteziyi
senin evinde gerçekleştirebiliriz”, neyse neyse, anılara bir son vermeliydi, bu
odada ki son parçayı da yüklenerek çıktım, şimdi 2 oda da bomboş kalmıştı.. şoföre
“içerde buzdolabı var, başka bir şey kalmadı, bi el atsan”.. dedim, kafasını
uzattı pencereden ve “kol”, dedi, “bende bir tane kol var ahbap, lita sandığından
güçlüdür hem”. lita sandığından güçlüdür.. lita sandığından güçlüdür.. gebertmeliydim
pezevengi.. evet bunu hak ediyordu o.. kim ne derse desin o bunu hak ediyordu,
lita çıktı kapıdan, elinde bir şey yoktu, olması da imkânsızdı, ne kadar güçlü
olursa olsun buzdolabını tek başına taşıyamazdı, “buzdolabını karşı komşuna
sattım, içinde hiç içki yoktu, yemeklerin ise bozuktu, hadi gidelim”,
“lanet olsun! lita, neden benim yerime karar
veriyorsun”
“sen ben yok artık, biz, ikimiz, aynı kişiyiz”.
dişlerimi sıkıyordum, gidip o lanet arabanın lanet kasasından eşyalarımı alıp,
gerisi geriye evime yüklememek için kendimi zor tutuyordum, neydi beni çeken?
siyah küt saçlar mı? bir amcık mı? göğüslerinin, bugüne kadar dokunduklarımın
en büyüğü oluşu mu? kalça? hayır, gözler? hayır, dudak, eh belki, yo yo
kesinlikle hayır!!! o halde ne? aşk değil, emin olun değil, az önce telefonda
konuştuğumuz için düşünürsek, bakın buna evet diyebilirim, onu da istiyordum
çünkü, ona aşığım diyebiliyordum hem, lita söz konusu olunca ise karar
veremiyordum ne olduğuna, ama çekiyordu işte, farklıydı lita.. hepsi bu.. daha fazlası
da vardı, herkes onu istiyordu, gördüğüm herkes âşıkmış gibi bakıyordu lita’ya,
lita’ysa bana.. kısa bir etek giyiyor ve bacaklarını sergiliyordu herkese, ve
deli ediyordu herkesi, ona kafasını çevirip de bakmayacak erkek yoktu, ama
benimdi o, her şeyiyle benim, ve onla olduğum süre içinde o yanımdayken her
arkasını dönüp ona bakan erkekle kavga ediyordum, ve hoşuna gidiyordu bu durum
lita’nın ve benim.. gördüğüm herkes lita’ya âşıktı.. lita için kumsaldaki kar
tanesiydim ben..
ama onla olmamın asıl nedeni bu da değildi! lita
neyse o’ydu, beni çekende buydu, rol kesmiyordu bana, gerçekti o. beni
kaybetmemek için rol kesmemişti hiç.. belki de aradığım oydu, bunu daha önce de
söylemiştim, onu buldum demiştim, ve bırakmayacaktım.. kesinlikle
bırakmayacaktım, o beni bırakmadığı sürece ben onun olacaktım, ama zor olacaktı..
gerçekten zor..
6.
bir saat olmuştu.. ve hala çalmamıştı telefon..
acaba yazabilmiş miydi verdiğim numarayı? lita hissedebiliyordu benim telefonun
çalmasını beklediğimi, karşımda oturmuş beni kesiyordu, hiç konuşmuyorduk..
arada sırada göz göze geliyorduk sadece.. getirdiğim kasetlerden birini
koymuştu teybe.. eski bir rap kırıntısı yükseliyordu odada.. çok eski.. “i'm
havin illusions, all this confusion's drivin me mad inside. i'm havin
illusions, all this confusion's fuckin me up in my mind”. sevmemişti lita.. alışmaya çalışıyordu.. bir
şeytanlık düşünüyordu kesinlikle, bende boş değildim ama.. ne yapıp edip onu
alt edecek ve mary’yi eve getirecektim.. telefon kulübesinde mi bekliyordu
acaba? otel mavi ışık nerdeydi ki? mary.. evet adı buydu.. böyle diyordum ona..
ayak ayaküstüne atmıştı lita, sallıyordu ayağını, çok hızlı sallıyordu
üstelikte
“kes şunu” dedim, kesti sallamayı.. söz
dinliyordu.. ve söz dinletiyordu bu şekilde....
“gidecek misin?” diye sordu
“nereye gidecek miyim?”
“o kaltakla görüşmeye”
“laflarına dikkat et, sana kardeşim olduğunu
söylemiştim”
“annende olabilirdi, akrabalık dereceni sormadım
ki sana”, sesimi yumuşattım tekrar;
“lita,” gözlerini dikti üzerime, gözleri ile
duyuyor olabilirdi, “anlaşmaya ne dersin”
“evime saç telini bile sokamaz” lanet olsun, çok
hızlı algılıyordu her şeyi, ve kestirip atıyordu hemen..
“tamam peki”
“pazarlık yok”
“tamam dedim ya..”
“o ‘tamam peki’nin arkasından ne gelir bilirim
ben.. gerçekten kardeşin de sanki”
“elbette öyle”. yalan söylüyorsanız, mümkün
olduğunca kısa cümle kurmalısınız! çok dallı bir yalan, mutlaka çürük bir meyve
verir..
“gidip bakalım şu görümceye.. öncelikle
görmeliyim onu, daha karar vermedim”
“gidelim o halde?”
“nerde?”
“otel mavi ışık diye bir yerdeymiş, nerde
olduğunu bilmiyorum!”
“ben biliyorum!” nerden biliyorsun?
yola çıktık.. ben film izlerken, ‘hemen bitsin’
hissi verirse, kapatırım hemen.. kitap içinde aynı şekilde.. hayatta böyledir
benim için ama henüz o his gelmedi.. geldiği gün intihar edicem.. aslında
intihar yeni bir başlangıç için kesin bir yöntem değil.. hafıza kaybettirici
bir ilacın icat edilmesi gerek hemen, ve birde başka bir geçmişi üzerime inşa
edebilecek arkadaşlar edinmeliyim.. canım sıkıldıkça yapmalıyım bunu..
yapmalıyız.. - ve işte bu yüzden, yola çıktık dedikten hemen sonra şunu derim;
otele vardık.. yola çıktık.. otele vardık.. anlatım bu, aha, aklıma ne geldi;
“benim var, diğer müptelaları sikiyim, anlayış bu, kıskanç polisler, bizim
hayatımızı cehenneme çeviriyor”. hell 4 hustler..
yola çıktık.. otele vardık.. akşamüstüydü vakit..
iyi bir oteldi - kötü bir yerdeydi.. otelin karşısında telefon kulübesi vardı,
kulübenin yanında da bir bank.. bankta oturuyordu mary.. masum ve sakin bir yüz
ifadesi vardı onda.. at çantana, kutuplara götür, gıkını çıkarmaz hesabı.. ama
öyle değil işte.. sadece dene.. ve kimin çantaya konulup nereye götürüldüğünü
gör..
“dur lita, şurda oturuyor işte”. indik arabadan
ve o da ayağa kalktı bizi görünce, sadece tokalaştık ve bu işi çakozlamasına
neden oldu mary’nin.. 1 yıldır görüşmüyorduk, normal şartlarda sarılmalı ve
öpüşmeliydik.. lita bir kasırgaydı.. hiç konuşmuyordu.. tanıştırılmayı
beklemediği açıktı, “mary bu lita, ve bu da kardeşim mary”. mary yüzüme baktı,
ve durumdan iyice emin oldu artık… lita aşırı derecede zekiydi, hata yapmıştım,
“ve buda kardeşim mary” dememem gerekiyordu, lita zaten biliyordu onun kim
olduğunu, ben mary’yi kendi kendisi ile tanıştırıyordum bu sözle, kardeşim
olduğunu söylemeye çalışıyordum ona..
“merhaba mary, ‘sen kardeşim mary’sin’ demiş
oldun işte, anlamıyorum sanma” diyecekti lita aynı günün gecesi.. uzatmaya da
gerek yoktu..
arabaya bindik.. ve eve doğru yol aldık.. evin
önünde durduk.. ben lita’yı ikna ettiğimi sanıyorken, “hey, böyle gidiyoruz, bu
tarafa” diye bağırdı, evinin karşısındaki kafeyi işaret ederek.. evinin
kapısından geri döndüm mary ile ve kafeye girdik.. oturduk.. garson kız geldi,
bak bu hiç dikkatimi çekmemişti, gayet pek tabi, evet evet olabilirdi, bu
garson kızda da kalabilirdi mary..
7.
akşam evdeki barda oturuyorduk lita ile.. loştu
ortam.. sarhoş olunca, kendinizi bir barda sanıp dışarı çıkabilirdiniz,
heykeller sanat kokuyordu ve böylesi bir sanata kimse değer vermiyordu.. kimse
değer vermeyecekti.. hatta sanat olarak bile görülmeyecekti.. ne olarak
görüldüğü lita’nın umurunda değildi.. yapmıştı işte.. canı sıkılmış ve
yapmıştı.. ama canı sıkılıyordu hala.. “bu iş böyle olmaz” denirdi çoğu zaman,
“türkçeyi bozuyorsun, bu iş böyle olmaz”. “yazar, yırtar atar” dönemine geri
dönerdiniz sonra.. yazarlığın belli dönemleri vardı, öncelikle işe yazmak ve
yırtmak ile başlardınız, bunlar ısınma turlarıydı, yazardınız ve belki hemen belki
bir saat belki de bir gün sonra yırtıp atardınız.. ‘iyi yazdım’ duygusu bir
süre sonra ‘bok gibi yazmışım’a dönüşürdü.. bu süre zamanla artardı, bir hafta
sonra yırtıp atardınız, bir ay sonra yırtıp atardınız, bir yıl, 10 yıl… sonra
“yazar, yırtar atar” dönemi sona ererdi ve “yazar, okutur tatmin olmaz” dönemi
başlardı.. bu kez de, yazdıklarınızı çevreniz üzerinde denerdiniz.. kobaylar
yalancıdır.. “iyi yazıyorsun devam et”, “iyi yazıyorsun sende ne cevherler
varmışta haberimiz yokmuş”, “iyi yazıyorsun neden yayınlamıyorsun”..
beğenmezdiniz oysa.. bir kitap okur ve “nasıl yazmış orospu çocuğu” diye iç
geçirirdiniz.. “bende yazarım ki”, “bende yazıcam ki”, “benim neyim eksik ki”,
sonra ufak birkaç dergide yayınlanırdınız.. bu doğru yolda olduğunuz anlamına
gelmekteydi.. bir süre sonra, bir bok sıçar ve devam ederdiniz sıçmaya..
yazarlık böyle bir şeydi.. benim başıma hiçbiri gelmedi.. yanlış yolda olduğumu
biliyordum.. ama çıkamıyordum işin içinden bir türlü.. “bir yazar olabilmen çok
kitap okumalısın evlat.” okumuyordum.. ya da çok çabuk sıkılıyordum.. bir öykü
yazıyorlardı önce kafalarında, daha sonra onbinbeşyüz tane tasvir ile örtüyorlardı
üzerini ve iş uzadıkça uzuyordu.. 400 sayfa.. adı da roman.. sokarım öyle işe
demiştim..
“sonra ne oldu” dedi lita.. ilk defa anlattığımı
dinleyen birini bulmuştum… am peşinde değildim ben, denk gelirse yapıyordum..
ama koşmuyordum peşinden.. kovalamıyordum.. onlarda beni buluyordu.. nasıl
olduğunu bilmiyorum, genelde sakin takılırım.. sonra ne oldu?
“internete bulaştım“ dedim.. “ve senin
heykellerine döndü iş”
“anlıyorum”
“ve bıraktım.. bir iş bulmalıydım.. ve
çalışmalı.. ama yazmak beni bırakmadı”
“bırakmaz.. yapışır.. bilirim bu duyguyu.. ve
gerçektir işte o zaman..”
“yazmak için yaşamak ya da yaşamak için yazmak”
“…”
“sonra bir iş buldum.. bir fabrikada ve o eve
taşındım ailemden ayrılıp.. ve daha sonra işten attılar..”
“sana bir iş bulabilirim ben” dedi, “çok kişi
tanır beni”. çok kişi tanır beni.. çok kişi tanır beni..
“mary nolucak?”
“şimdilik idare edicez ama kardeşin değil o”
göz teması ve sessizlik..
“merhaba mary, ‘sen kardeşim mary’sin’ demiş
oldun işte, anlamıyorum sanma” gülüyordu, bu kez o pis sırıtış yoktu, ruh vardı
gülüşünde.. hastaydı..
“neden bunu yapıyorsun”
“çok mu hızlı geldim sana”
“gelenin ben olduğumu sanıyordum”
“bebekler seni korkutur mu?”
“büyümesi için mama almam gerekiyorsa korkutur..
her türlü “gereklilik” beni korkutur”
“ben alırım”
“başa alalım mı ne dersin?”
“baş?”
“başa alalım ve orada bırakalım, şimdi eşyaları
benim evime götürelim ve senide o bara bırakıp gideyim ben”
“mary kalıcak ama, burda benimle”
“kaç gün..”
“buna ben karar vericem”
8.
uyandım.. ve karanlık.. rüyaydı.. peki nereye
kadarı? evet, lita yatakta ve mary de, boş odada.. hiç bişi olmamıştı, akşam
evdeki barda oturmuyorduk, yazarlıktan laf açılmamıştı, lita mary’yi almamıştı
ve her şey olağan süreğenliğinde ilerliyordu.. tekrar uyudum..
9.
“garson kız geldi” demiştim, ordan devam
ediyorum, evet, pek tabi garson kızda da kalabilirdi mary diye düşünmüştüm
hani, yani lita’yı ikna edemezsem eğer, bu da bir ihtimal… üçümüzde birer çay istedik.. lita sigarasını
yakarken gözleri üzerimdeydi, mary ise çay bardağının içine bakıyordu.. kötü
görünüyordu, onu ilk kez böyle berbat bir halde görüyordum, saçları dağınık..
ve makyajsız.. ve buruşuk giysiler.. ve yırtık pırtık bir ayakkabı.. çorap
yok.. bunlara ek olarak bir tek çantası vardı yanında.. her şeyi ardında
bırakmıştı.. hatta kendini bile! biliyorum bunun imkânsız olduğunu
söyleyeceksiniz ama o gelirken kendisini evde bırakmıştı bu sefer.. ve bana
gelmişti.. ilk kez, temelli.. böylesi bir zamanda.. ben böylesi pejmürde iken..
işsiz güçsüz, 5 aylık kira borcu, yarı aç yarı tok, ölmek üzere… neyse ki lita
beni borçtan da kurtarmıştı, buzdolabımı satarken kira borcumu da kapatmış.. ve
tüm bunlar ona veda etmemi engelliyordu ki ben de bunu istemiyordum zaten…
sadece bekliyordum.. bu iki kadın aralarında anlaşacak ve birlikte yaşamayı
öğreneceklerdi, başka çıkar yolu yoktu, ben aradan çekilirdim, bu sorun
değildi, nerde olsa yaşardım ben, bir hatun bulur ve yanına sığınırdım belki,
yazardım bişiler..
ortak yaralar.. bu birbirinden nefret eden iki
hatun ortak yaralara sahipti muhtemelen.. mary’yi iyi tanıyordum, oldukça iyi!
şu son bir senede başına gelenler hariç, kocası ile yaşadıkları hariç.. ve
lita.. onun gözlerini ilk gördüğüm an perde kalktı aramızdan.. neler yaşadığını
ya da kim olduğunu bilmiyorum, ama onun koltuklarına tecavüz ettiğim gün, onun
nasıl biri olduğunu anladım, ve ne yapmaya çalıştığını da.. yaralarını
görüyordum onun ve -kimler tarafından nasıl oluşturulduğunu bilmesem de- o
yaraların neye yol açtığını anlamıştım… bir parça huzur, tek istediği buydu
onun da.. heykeller mi? sanırım henüz oraya gelmedik, ama bunu, bazı orospu
çocuğu yazarlar gibi, bir merak oluşturup 400 sayfalık saçmalıklarımı
okutturabileyim diye gizlemiyorum, her şeyin zamanı var.. zamanı gelince
anlayacaksın, bizi sadece tanrı kurtarabilir! bu yüzden devrime inanmam ben..
değişime de! bir yol olarak düşünün bunu, ilerleme, ama yol aynı, gidişat bu,
değişim yok, sadece ilerliyoruz, şu an 2004’ü gösteriyor takvim, 2 ay sonra
amorti 5 olacak, kime denk gelirse… benim modelimin amortisi 2! bu da bir tür
burç işi.. aya göre değil, doğduğun yılın son rakamına bakarak kişiliğin
belirleniyor… ve daha sonra nasıl yaşayacağın alnına kazınıyor.. ve tabi
kişiliğinde.. ve bu nedenle en çok ettiğim dua nedir lita bilir misin? “tanrım,
alışkanlıklarımı değiştirmeme yardım et, bu ben değilim! böyle yetiştirildim!”.
ama düşünüyorum da, asıl yalvarmam gereken nüfus memurları sanırım, amortimi
değiştirirlerse belki bende değişirim.. hile…
mary gülümsedi, ve lita da.. ortamı yumuşatmak
için attığım bu palavra işe yaramıştı..
“o halde” dedi lita, uzun süredir çayı
karıştırırken çıkardığı şangur şungur sesini keserek ve kaşığı bardaktan
çıkartıp tabağa koyarak, “benim amortim 3, ben ne oluyorum, anlatsana…”
“heeey” dedi mary, “benim de üç”. bu kez de ben
gülümsedim,
“ortak yaralarınız var zaten sizin” diyerek..
hayır, bu kez oyun oynamıyordum, mary’nin yeni hikâyesini dinlediğimiz andan
itibaren oyun oymayı kesmiştim, ah evet onu henüz siz dinlemediniz, sadece lita
ile ben biliyoruz bunu şimdilik… ama her şeyin zamanı var demiştim, sıra buna
geldi;
***
“mary, canım sen arka koltuğa geç, yolda
konuşursunuz” dedi lita mary’ye, mary bana son bir yılda başına neler geldiğini
anlatmaya çalışırken.. ve otel mavi ışığın önündeki telefon kulübesinden eve
doğru hareket ettik, lita’nın evine doğru.. ve ben ön koltuktaydım, ve lita da
direksiyonda..
--
“evli miydin sen canım?” dedi lita mary’ye, çünkü
az önce onun sözünü kesip arabaya binmesini isterken, mary kocasından
bahsediyordu bana..
“hı hı” dedi mary.. “ama.. şey.. artık değilim”
“boşandın mı?” dedim ben kafamı gövdemle birlikte
arkaya çevirip elimi arka koltuğa atarak..
“devlet nezdinde değil.. ama önemli olan da bu
değil..”
“ne kadar süredir evliydin peki” dedi lita..
“1 sene”
“çocuk falan”
“yok hayır, aslında, şey, hmm, şöyle bişi
olmuştu” dedi mary zorlanarak, sanırım gözleri dolmuştu ve lita bunu
görebiliyordu aynadan… sözünü kesti onun, “siktir et” dedi, “en çok sevdiğin
şarkı ney” ve söyledi mary.. ve şanslısın dendi ona.. torpido gözünü açtı bunun
sonrasında lita.. ve oradaki tüm kasetler, oraya zorla sıkıştırılmış olan tüm
kasetler üzerime döküldü.. ne zaman buraya tıktı bu bunları? beni arabada
kitlerken kaset maset yoktu ki, teybi de o esnada fark ettim.. yeni olamazdı,
ama şu an bunu konuşmanın zamanı değildi çünkü lita gözünü yoldan ayırmıştı…
“yola bak lita” diye bağırdım ona, “yola bak yola!”. ama o sol eli
direksiyonda, sağ eli ve gözleri bacaklarımın arasını dolduran kasetlerde,
devam ediyordu gitmeye ve aramaya.. aletime değiyordu bazen eli, ama bunu
bilerek yapmıyordu, o anda mary’ye “o şey bana ait tatlım” der gibi bir hali
yoktu yani, sadece kaseti arıyordu, hepsi bu! ve buldu.. bunun ardından bana
kaseti verdi ve “şunu tak, b yüzünü” dedi, taktım ve play’e bastım, “evet,
biraz ileri al, bundan sonraki şarkı” ve tekrar gözlerini yola çevirdi. “hala
hayattayız”
“hala erkeğiz” dedi mary arka koltuktan..
üçümüzde güldük buna, hüzün dolu bir kahkaha.. aynı kareyi hatırlıyorduk aynı
anda; bob’un koca göğüsleri vardı… çünkü testosteron oranı çok yüksekti.
testosteron seviyesi yükseltildiğinde, vücut denge kurmak için östrojeni
yükseltir.
“onu aldırmamı istedi” dedi mary arka koltuktan..
“çünkü ben çalışıyordum.. bir işte.. ve eğer çocuğu hemen aldırmazsam işten
ayrılmam gerekiyordu.. ve işten ayrılırsam benden ayrılacağını söylüyordu..”
“orospu çocuğu” dedi lita, sonra şarkı başladı..
ne şarkısı olduğundan size ne!
“sonrasında, yani 4 gün önce, paramız bitti, birçok
yere borcumuz vardı ve paramız bitti.. yok hayır, param bitti.. borçları ben
ödüyordum ve o aldığı para ile hayatını yaşıyordu.. o gece, beni öldürmek
istedi, aslında her zaman öldüresiye dövüyordu beni.. ama elinde bıçak
olmuyordu o zamanlar.. bu kez vardı.. ve bir şekilde evden kaçtım, tek
alabildiğim şey şu çantaydı.. bana her şeye rağmen, ‘geçmiş geçmiştir” diyebilecek
tek kişiye geldim sonrasında.. başka şansım yoktu.. belki bu kötü, yani benim
bu huyum, sadece işim düşünce sana sarılıyorum prens” o an da sustu, sesi titredi, pot kırıyordu..
“siktir et” dedi lita gülümseyerek, “ensest
mensest, ben sır saklamasını bilirim” durumu iyi idare ediyordu ve ondan böyle
bir şey beklemiyordum ben.. mary devam etti..
“özür dilerim böyle yaptığım için ama bu son..
tamam benden ‘özür dilerim bu son’ sözünü onlarca kez duydun ama gerçekten bu
kez son.. özür dilerim… her şey için!” bu kez de ben “siktir et” dedim mary’ye,
“boş ver özrü”.
“sikerim ya..” dedi lita, birden kızdırmıştık
onu, “ters şeride girip karşıdan gelen
tıra önden girmemi istemiyorsanız bu muhabbeti ben yokken yapın”
bunun sonrasında ise bir süre sessiz kaldık..
şarkı bitince lita bir radyo açtı.. aptal bir kadın konuşup duruyordu, arada
sırada da pop masalları çalıyordu… ama 15 dakika konuşuyor, arada bir şarkı
çalıp, şarkının yarısında gene konuşmaya başlıyordu.. ne mi anlatıyordu?
bilmem… ses işte.. ne olduğunun önemi yok.. araba sesine eşlik eden bir insan
sesi.. arabadaki diğer üç kişinin sessizliğini örtmesi için.. otel mavi ışık
mary’nin evine biraz uzaktı.. 1 saat kadar… mary’ye dönüp, “neden bu kadar
uzakta tuttun oteli? evimi biliyordun zaten..” dedim ve o’nda daha önce onlarca
kez gördüğüm o ifadeye büründü birden..
“param yoktu” dedi.. “herifin teki buraya attı
beni.. üzerimden geçmek için.. ve bu sabahta, senden sıkıldım dedi bana, beş
dakikada bir onun cep telefonundan seni arıyordum kız kardeşimi arıyorum
diyerek ve param yoktu işte.. ilk geldiğim gün, mektup attığım adresi
bulduğumda akşamdı.. ve gece yarısına kadar gelmedin sen.. birkaç kötü
seçenekten en iyisi buydu.. kötü ama diğer kötülerin yanında iyi. seni
seviyorum” lita ters şeride kırdı direksiyonu, ve mary hemen susunca tekrar
eski şeride çekti arabayı.. ve eve gelene kadar, lita’nın radyoda konuşup duran
aptal kadına ve trafikteki diğer araçlara ettiği küfürler dışında kimse sesini
çıkarmadı.. ve eve geldik.. önünde durduk.. lita arabayı garaja sokarken ben ve
mary evin kapısının önünde bekliyorduk.. ev mi? tek kat, müstakil ve bahçeli..
para, gözle görülüp elle tutulan her şeyi satın alır! bu nedenle ruhunu satmak
diye bir şey yoktur! ruh alınır satılır bir şey değildir, sadece hissedilir ve
herkeste olmaz.. ve lita garajdan çıkıp işaret çekti bize, ““heey, böyle
gidiyoruz, bu tarafa”
***
ve oturduk işte.. garson kız geldi.. buraya
kadarı ve bundan sonrasının birazını biliyorsunuz..
“ama ortak yaralar insanı düşmanda kılabilir”
dedi mary..
“ben seninle düşman olmam” dedi lita bunun
üzerine, “sadece beni yolda gelirken ki gibi delirtme bir daha!”
“tuvalet?”
“şu karşısı”. ve mary gitti..
“onda beni rahatsız kılan bir şey var” dedi lita.
“mary de bana senin için aynısını söyledi” dedim,
“boş bırakmaya gelmiyor sizi” dedi, “hemen
dedikodumu mu yapıyorsunuz?”
“şu an da onun dedikodusu yapılıyor ama”
“ee başka ne dedi peki?”
“yok bunu gözleriyle belli etti bana, sen
garajdayken söylemedi bunu, seni onunla tanıştırırken onun bana bakışlarından
ben bunu anladım.. ama bu seni sevmediği anlamına gelmez”. ve hava kararana
kadar orada geyik döndürdük.. ama kimse anı anlatmadı orada, ya da kimse
kimseyle yakınlaşmadı… lita çok zekiydi, kendine saklıyordu mary’nin hikâyesini..
ve o gece, içmek için bir bara gittik.. garson kızda geldi.. ve henry de.. ve
bir de kurtiz geldi.. aah, tamam peki, şakaydı, kurtiz diye biri yok öykümüzde,
hem bir yabancı isme daha katlanamazsınız sanırım, ama napabilirim ki? dış
mihrakların bok yemesi! ben emir kuluyum.. türk edebiyatına sinsice dalıp
kültürünüzü bozmaya çalışan bir amerikan ajanı..
düşünüyorum da, melekleri… ben melekleri
sevmezdim! yani şu tanrının her istediğini yapan melekleri kast ediyorum!
tanrının memurları değil mi onlar? gerçek emir kulları! öyle yaratılmışlar, bir
şey diyemezsiniz… ama şu kanatlı melek figürleri var ya, filmlerde, resimlerde, heykellerde.. melekler böylemi
yani gerçekten? ıh ıh, melekler bence başka türlü takdim edilmeli filmlerde ve
görünür kılınıldıkları her yerde.. peri.. cadı.. cin.. ben inanırım bu tip
şeylere, şakacıktan inanmış gibi yaparım.. sadece insandan ibaret olduğunu
düşününce bu evrenin, canımı sıkar bu.. bir tür eğlence yani bu inanç..
geceleri gördüğüm sanrılar gibi yani… sanrılara inanırım, hepsi hafızamda
değerli bir yere sahiptir.. doktora götürüldüm, bi kaç kez, lita da götürülmüş,
mary de.. ama onlarınki başka türlü görüntülermiş.. bir dayım vardı, şöyle
demişti ona sanrılarımdan bahsedince, “bir noktaya doğru çok fazla bakarsan ve
çok fazla düşünürsen, istediğin nesneyi görebilirsin o noktada”. ve inanmadı
bana.. ya da aldırış etmedi.. lita evde dolaşan insanlar görüyordu.. heykelleri
bu yüzden yapmış.. yalnızlık.. mary’nin gördüğü şeyler sevişen insanlar… ve
iniltiler.. ve bağrışlar.. ve bebekler.. ve babalar.. ve anneler.. ve bir de
ben.. hala gerçekten var olduğuma inanmıyor çünkü, “sen gerçek olamazsın” diyor
onu her affedişimden sonra, “senin gibi biri gerçek olamaz. ama siktir et”
diyor.. “halüsinasyon da olsan seni seviyorum.. gerçeklerden sıkıldım” sonra
gülüyor ve “ama anlayamadığım şey şu böcek” diyor, bana prens der, böcek der,
bi çok şey der.. ben ona mary derim, hepsi bu, bugüne kadar ‘canım’ bile
demedim ona tek bir kez! “anlayamadığım şey şu böcek, başkalarının da seni
görüyor olması, o halde diğerleri de mi benim halüsinasyonum? tüm bu dünya
benim halüsinasyonum olabilir mi? bilinçaltıma hapsoldum belki de… belki de ben
o gece gerçekten aklımı kaybetmeyi başardım, ha? ne dersin?”
neyse, barda oturuyorduk.. henry erken gitmişti..
ve garson kız, sekizde bırakıp işi aramıza katılmıştı biraz geçte olsa… ve hala
bizimleydi.. içiyorduk.. saat biri geçiyordu.. “içmesen artık lita? artık
gitsek ha?” dedim, cevap vermedi, dalıp gitmişti elinde tuttuğu sigaradan çıkan
dumana, “lita?”, ayıldı,
“tabi tabi, arabada mary ve seni kilitlemek
zorunda kalmak istemiyorum sabah”. güldü, kimse bi bok anlamadı onun ve benim
dışımda, ama sorun etmediler bunu, ve kalktık.. yine çok içmişti.. ve belinden
kavradım onu.. bana sarıldı.. ve çıktık bardan.. arabaya bindik.. ben ve mary
arkaya, garson kız ile lita öne.. ses çıkarmadı lita bu işe.. ve sürdü
arabayı.. sarhoş bir şoför.. zil zurna sarhoş.. ve ev.. ve birer kahve.. sonra
ben sızmışım.. ve sabah birden uyandım.. şimdi ben değil siz flashback yapın!!
sekizinci ayetim.. işte o sabah.. rüya.. lita benle yatakta.. mary ise evdeki
boş odada.. hani hiç anı olmayan oda vardı ya.. hatırlıyor musunuz? dikkatli
olun, hepsi bu, ayrıntılara önem verenleri severim… böyle demiştim pelin’e,
“ayrıntılara önem veririm ben!”, o da bana, “satanist misin” dedi, çok ince bir
espriydi ve belki de çoğunuz hala aptal bir ifadeyle sırıtıyorsunuz.. hiç bi
bok anlamadan her şeye gülenler vardır ya, iğreti bir maske taşıyanlarda olur
bu ifade, anlamazlar sizi ama gülerler, çünkü komik bir şey söylediğinizi
zannederler.. sahte olan her şeyden nefret ederim! “evet” demiştim peline o zaman, ve
gülümsemiştim, komik değildi esprisi ama çok inceydi, “şeytan ayrıntıda
gizlidir” dedim ona, onu anladığımı anlatmak için.. gülümsemişti o da buna
cevaben.. sanırım 2 yıl önceydi bu olay.. ve o olaydan 2 yıl sonrası bir sabah…
ayrıntıyı bırak, lita’nın “mary sen boş odada yatarsın bu gece” deyişi dışında
hiç bi şey hatırlamıyordum.. ve birde rüyamı.. lita ile evdeki barda
konuştuğumuz şu rüya,
“mary kalacak ama, burada benimle”
“kaç gün..”
“buna ben karar vericem”
neyse, bu rüyanın tamamını hatırlamaya
çalışıyordum.. saatin kaç olduğunu bilmiyorum ve yine akşamdan kalmayım!
“lita beni gece gene boşaltmadın umarım..” dedim,
gözbebekleri belirince yastığımın diğer ucunda.. yeni açılan gözkapaklarını
iyice açıp, gözbebeklerini üzerime tükürmek istercesine dışarı çıkartarak,
(sanırım gözleri ile duyuyor ve görüyor olmasının yanı sıra bir de konuşurken
kullanıyor onları..)
“günaydın hayatım. banyo yapman gerekmiyor, rahat
ol!”. dedi.. dişleri gıcırdıyordu.. ama bu kez o tatlı sırıtış yoktu, nefret
vardı gülüşünde.. gıcık ediyordu bazen, ama gıcık da olmuyordum sanki, tuhaf,
değişik bi his, çok orijinal, belki de bu yüzden tarif edemiyorum! dünya
üzerinde ilk kez benim hissettiğim bir duygu.. ve henüz bir kelime icat
edilmedi bunun için.. bu duyguya girdap adını koyuyorum.. ama çağrıştırdığı
mana ile bazen denizde oluşan şu gerçek manası arasında en ufak bir bağıntı yok
- bu benim, adımı sonsuza kadar yaşatabilmek için yaptığım bir salaklık…
kalktı.. ve lavaboya doğru yürüdü.. sırtı
harikaydı, bunu henüz fark ettim ama o sırtı açık bırakan gecelikten gördüğüm
kısım ve kalçaları gerçekten heykelleri gibi sanat kokuyordu.. teşekkürler
tanrı.. ve buzdolabının kapağını açtı.. peynir ve zeytin çıkartıyordu.. buzdolabının
kapağı açıktı, ve o eğilmişti.. “lita uyku hapın var mı, gene başım ağrıyor da,
çok içmişiz dün gece, saat kaç ki? susamışım.. soğuk suyundan rica etsem?” çok
sakindim ben bunları derken, o ise neden olduğunu bilemediğim bir sinir
taşıyordu üzerinde… ani bir refleks ile yorganı üzerime çektim, dışarda tek bir
parçam bile kalmayacak şekilde örttüm yorganı üzerime, siper ettim.. ve
lita’nın fırlattığı şişe yorganı biraz esnek tutmam sayesinde kırılmadan
yatağın içine düştü, kapağı açıktı, yorgan, yatak ve ben. ıslandık işte.. kış
günü buz gibi su döküldü taşaklarıma..
“bu şekilde kısırlaştırılmaz erkekler” dedim.
“sikerim erkekliğini” dedi, oysa ben gene özür
dileyeceğini sanıyordum! hayır, o direk bunu söyledi bana… çok sert bir
şekilde… ve çok hızlı..
“neyin var?” dedim,
“bir papaz ve iki kız” dedi bana. “sen kazandın!”
“acemi şansı” dedim, “ilk kez poker oynuyorum”.
ikinci bir şişe.. bu kez hazırlıksız yakalandım ama o da ıskaladı.. duvarda
asılı duran bir çerçeve düştü yere.. ve sanırım ıslandı da.. üzerinde ki resim
için, “o benim hayatımı anlatıyor, eğer bir gün deprem olurda bu ev yıkılırsa,
ilk kurtaracağım şey o resim!” demişti bana, onun evine ilk geldiğim gün… ve
ben durumun ciddiyetinin farkına vardım, resmin ıslandığını görmüş ve kılını
bile kıpırdatmamıştı.. buzdolabından kahvaltı için bir şeyler çıkarıp masaya
koyuyordu.. yataktan kalktım hemen.. resmi aldım yerden ve güneş vuran bir yere
koydum.. “umarım kurur” dedim, “bilmediğim bir şey mi var? gece ben uyuduktan
sonra bir şey mi oldu?”
“siktirip gider misin lütfen” dedi.. “git yüzünü
yıka, ne bileyim, heykelerime bak, mary’cigim uyanmış mı diye bak,
ayakkabılarını boya, tıraş ol, kendini as, naparsan yap, sofrayı hazırlıcam
ben, sonra da o bara gidicez işte, her şey istediğin gibi olacak, her şeyi başa
alalım diyen sendin, şimdi lütfen git!”.
“evden çıkayım mı yani?”
“hayır, hayır, odadan, bu odadan çık.. içmeye
gir, boşa gir, boşaltıma, garaja, istersen eşyalarını getirdiğimiz kutunun
birine gir.. nereye istersen.. yeme
odasından çık.”
“peki” dedim.. ve çıktım.. ve mary uyandı.. bana
günaydın bile demedi.. sanırım gece lita’nın yanında yattım diye.. ve kahvaltı
ettik.. lita ile mary kendi arasında konuşuyordu ama her ikisi de benimle
konuşmuyordu.. gülüyorlardı, espri yapıyorlardı, ben gülünce ikisi de bana öldürecekmiş
gibi bakıyordu ama benim hiçbir şeyden haberim yoktu.. anlam veremiyordum,
üçümüzde aynı rüyayı görmüş olabilir miydik? bunu öğrenmenin tek bir yolu
vardı,
“dün gece bir rüya gördüm” dedim onlara.. oralı
olmadılar.. bende anlatmaya başladım rüyamı.. size anlatmadığım kısmı ile
beraber, size son 5 dakikasını anlatmıştım,
o an o kadarını hatırlıyordum çünkü.. bilirsiniz, bazen uyandıktan uzun
bir süre sonra birden rüyanın daha fazlası hatırlanır..
10.
evden çıktık ve bara girdik.. ben arka koltuğa
oturdum.. lita direksiyona.. mary ise ön koltuğa.. ve lita ile tanıştığım o
bara gittik.. arabadan indik.. barın kapısında lita bana döndü ve “rüyan gerçek
oldu bebeğim” dedi, “işte burada başlamıştık ve burada bitiriyoruz. en başa
aldık yani.. her şey 4 gün önceki gibi.. sana kalan tek şey, evinin önünden
eşyalarını alıp gerisi geriye eve taşımak. eyvallah”. mary’ye baktım,
“eyvallah” dedi ve lita ile birlikte bara
girdiler.. o an hatırladım gerçeği.. rüyaydı evet.. ama gerçekti de.. bir
gerçeği, rüyamda da görmüştüm sanırım.. ya da beynim beni yanılttı, sarhoş bir
gecemi biraz değiştirerek hatırlattı bana.. ve ben rüya sandım.. rüya ya da
değil, sonuçta gerçek şuydu ki, ikisi tarafından da terkedilmiştim! henry’ye
barın kapısında terkedilişimi anlattım ve bana dedi ki, “gene de kârdasın bab,
en azından 5 aylık kira borcun ödendi senin! ve bir deliğe girdin.. bi de benim
halime bak! sahi lita sana verdi mi?”
“siktir lan” dedim, “kaybettim işte”. ve evime
geldim.. dün geceyi hatırlamaya çalıştım evimde ama bir türlü tam olarak
hatırlamıyordum, eksik olan birçok parça vardı.. bi defa lita ile barda değil
yatakta konuşuyorduk! beni içine getirmişti gene.. ve ardından konuşmaya
başladık.. mary ise boş odada uyuyordu o esnada.. ve lita mary’yi istedi ondan
ayrılmamın karşılığında.. tamam ama hepsi bu kadardı işte. başka bir şeyi
hatırlayamıyordum.. henry’yi bir şekilde atlattım ve eve tek başıma geldim, o
gece yarısı, lita’nın evinin karşısındaki lokantaya gittim.. lita, mary ve
garson kız masaları düzeltiyordu.. kapatacaklardı az sonra. bunu hatırlıyordum,
o gece lita mary’ye “garsonluk yaparsın” demişti, “zaten ben tek başıma
yetişemiyorum, ve bi kaç müşteri bu nedenle öfkeleniyor, dava açtılar bana,
çorba ile yıkadım saçlarını onların, evet çalışırsın sen bizimle”.
“siz?” demiştim lita’ya
“lokantanın bir diğer sahibi de benim” demişti
lita o gece.. “ya da kafenin, henüz ne olduğuna karar veremedik..”
ve onlar tam mekânı kapatıp çıkarken, garson
kıza, “konuşabilir miyiz” dedim, lita bana dönerek, “o lezbiyendir” dedi,
“işine yaramaz”. ve lita ile mary yolun karşısına geçerek evlerine girdiler..
kapıyı kapattı garson kız.. ya da diğer adı ile pelin.. hani şu iki yıl önce
şeytan ve ayrıntı esprisini yapan pelin… onunla tanıştığımız günden beri
görüşmüyorduk.. biliyorum tamam tamam, kesin sızlanmayı, bir müptela ile karşı
karşıya olduğunuzu daha önce söylemiş olmalıyım size, ve hafızam sikik ve
konsantre olamıyorum, bu nedenle dikkatli olun ve flashbacklerime katlanın.. ne
diyorduk? hah hatırladım, garson kız, yani pelin, kapattık onunla mekânı ve
onun evine doğru yürümeye başladık..
“am peşinde olduğumu sanıyorlar” dedim
“sana inanmıyorlar” dedi.. ve ona o geceden
hatırlananları anlattım.. o sesini çıkarmadan dinledi..
“hatırlayabildiğim her şey bu” dedim ona, “sende
o gece bizimleydin, ve sonrasını sana anlatmış olmalılar.. anlatsana..”
“eve gidelim önce” dedi,
“uzak mı?”
“çok değil, 10 dakika kaldı” ve bu on dakika
boyunca başka şeyler hakkında konuştuk.. 2 yıl içinde neler yaptığımız
hakkında.. ve iş arıyor olduğumu söyledim.. rahattım onun yanında, çok rahat,
“yanlış anlama, beni işe al demek istemiyorum sana” gibi bir açıklamaya gerek
duymadım.. “aklımda bulunsun iş mevzusu” dedi, “ve ben sana parasal olarak
yardım edebilirim sen de bir iş bulunca geri ödersin”.
ve evine geldik..
11.
“hayatında biri var mı” dedim ona evdeki bir
koltuğa oturduktan sonra…
“siktir et” dedi, “uzun hikâye, ayrıca bu
yaşımdan sonra cinsel tercihimi değiştirmiş değilim, lita’nın saçmalıklarını
siktir et.. seni özlemişim, bir türlü konuşamadık karşılaştığımızdan beri..
lita seni nasıl bulduğunu anlattı bana ama seninle tanıştığımızı henüz
söylemedim ona”
“teşekkür ederim, bende söylemedim” dedim ona
“tamam, şimdilik bu aramızda kalsın o halde, dün
gece deli gibiydin, seni tanıyamadım ve bir an şüphe ettim sen olduğundan”
“noldu ki?”
“çok şey, başlangıçta şunu söyleyeceğim, mary
sana âşık değil bunu kafana sok, lita’ya âşık değilsin biliyorum ama o sana âşık,
onu almalıydın bence, tercihini yanlış yaptın ve bu her şeyi altüst etti! mary
seni seviyor, ama âşık değil, başkalarına âşık oluyormuş sürekli, ama sana âşık
olduğu tiplerden daha fazla değer veriyormuş.. muş diyorum çünkü artık her şey
değişti…”
“nerden biliyorsun bunca şeyi?”
“bugün uzun süre konuştum onunla”
“muhbir”
“siktir et şimdi bunu, sana sadece ben yerinde
olsaydım napardım bunu söylücem, gerisi sana kalıyor, her şeyi berbat etmişsin
dün gece”
“hatırlamıyorum ki”
“bu hiçbir şeyi çözümlemiyor ama, lita her şeyi
hatırlıyor”
“anlat hadi”
“o gün mary lita’nın kalmasına izin verdi, bunu
hatırlıyorsun”
“evet sonra?”
“ve sen bunun üzerine mary’ye sulanmaya başladın,
yanındaydı o ve sen onunla sevgili gibiydin, o da rahatsız değildi bu durumdan,
her öpücüğüne karşılık veriyordu, nerdeyse altına alacaktın kızı”
“her zaman ki halimiz bu, ee?”
“ama lita’nın o an gözlerine baktın mı hiç?”
“ama bugün, yoldayken, biz gelirken, o an tavrı
iyiydi, ben sandım ki beni anladı ve vazgeçti benden.. bitti bu iş sandım.. ve
sarhoştum üstelik”
“lita’yı tanımıyorsun sen, hem de hiç”
“tanıyorum”
“nefretini kazanabilecek kadar iyi tanıyorsun o
halde..”
“nefret mi ediyor?”
“tam olarak değil, bir karışım şu an onun
hisleri. damıltmak sana kalıyor”
“kimsenin peşinden koşacak değilim, ya mary?”
“o sana âşık değil. ama senin ona şefkat
göstermeni seviyor.. ve seni istiyor! her şeyinle onun olmanı istiyor.. onun tabiatı
bu.. o ister.. hoşuna giden her şeyi! ama sende kimse de bulmadığı başka bir
şey buluyor, ama âşık değil”
“o gece noldu?”
“mary sızdı bir ara”
“sonra?”
“ben çıktım sizden.. sen lita ile düzüşmüşsün, hem
de aşk dolu bir şekilde, lita öyle söyledi bana, ve bu kez ona seni seviyorum
demişsin, bu belki de mary’nin sana seni seviyorum demesi gibi bir şeydir, ben
bilemem ne hissettiğini.. neyse, sonrasında muhabbet etmeye başlamışsınız, ve
sen birden öyküyü başa sarmaktan, lita’dan ayrılmaktan, mary’ye âşık olduğundan
falan bahsetmişsin, tüm bildiğim bu, lita özel ilişkilerini kimseye tam olarak
anlatmaz, ve her gördüğü erkekle sevişmez o.. mary tam tersi onun.. o seks için
adamı çeker.. lita ise aşk için.. ikisi de bunları biliyor.. ve mary artık
senden nefret ediyor.. seni istemiyor! onu her affedişinde aynı günün gecesi
düzüşmüşsünüz.. çok sık düzüşmüşsün onla.. nerdeyse her seferinde.. ve o gece
lita, sen başa alalım öyküyü deyip sızdıktan sonra, mary’yi uyandırıp konuşmuş
onunla.. ve lita’nın anlattıklarından sonra mary senin her seferinde düzüşmek
için onu affettiğini düşünmeye başlamış… onu çeken şefkatti, ona duyduğun aşk
ile zerre ilgilenmiyor… o şefkat istiyor.. ve şimdi işler böyle bir hal alınca,
işte aynen durum bu, şimdi evine gitmek zorundasın, sonra da sen benim sorunumu
çözeceksin..” biraz para aldım ondan ve evin yolunu tuttum..
12.
o gün gündüz mary ile lita beni siktir edip bara
girdikten sonra eve döndüm.. onları umursamıyor değildim ama özür dileyecek
olan da ben değildim.. kapının önüne atılmıştı tüm eşyalarım.. lita’nın bunu
nasıl becerdiğini bilmiyorum.. pelin’e bunu sormayı unuttum.. ama sanırım ben
onları bıraktıktan sonra onlar hemen bardan çıkıp eve döndüler ve eşyalarımı
toplayıp eski evimin önüne bıraktılar..
ve sonra henry aradı.. her zaman ki gibi.. sonra
da ben kafenin kapanış saati gidip pelin’i aldım.. sonrasını biliyorsunuz.. çok
klişe oldu bu; “sonrasını biliyorsunuz..” ama saat sabahın altısı, bu saatte,
yayınlanmanın bir yolunu arayan ve işsiz ve aç bir yazardan daha fazlasını
bekleyemezsiniz.. şimdi uyucam ve yarın sabah bi gazete alıp iş ilanlarına
bakıcam.. gerçekten! inanmak istemeyebilirsiniz, ama bu gerçek! ve bir gün
yolunu bulucam… bu öykü mü? belki bir gün tamamlarım, ama iyi bir senaryo çıkar
bu zırvadan.. belki.. her neyse.. hoşça kalın..
7 ağustos 2005