deneysel komplimanlar
o zamanlar 45 yaşındaydım ve hayattan yeni
bir şey beklemiyordum, çok şey gelmişti başıma, pek çok talihsizlik ve talihin
benden yana olduğu zamanlar.. yeni bir şey mi? yeni bir aşk mesela, veya çoktan
ölmüş olan eski karımın, mezarından kalkması.. çoğu insan, istedikleri
yaşantıyı seçmiyorlar, olabilecekler arasında en iyi olasılığı seçiyorlar.. ben
öyle yapmamıştım, biraz delilik, biraz risk, biraz intikam..
eski karım diyorum, çünkü benden boşandı,
başka bir herif için, ve o başka bir herif, kendi karısını boşamadığı ve her
iki bedenden de vazgeçemediği için, veya veya başka başka sebeplerden ötürü,
karım, ona olan aşkını ispat etmek istercesine beni bir bok çukurunda bıraktı,
bıraktıktan bir hafta sonra da öldü, trafik kazası. hazin bir öykü değil mi?
hiç sanmıyorum, kimin için hazin? hazine mi ya da? izleyip görelim öyleyse:
dediğim gibi, o zamanlar 45 yaşındaydım ve
gerçekten hayatın bana getirebileceği herhangi bir giriş-gelişme-sonuç ve
buluşa karşı kendimi kapatmıştım. hiçbir şeyle ilgilenmiyordum, hem de hiçbir
şeyle, işe gidiyordum, eve geliyordum, ve kızımın yaptığı yemekleri yiyor,
oğluma derslerini bitirip bitirmediğini soruyordum. bitirdim baba diyordu ve
büyük olasılıkla yalan söylüyordu, herkes yalan söylüyordu, ve emin olsaydınız
eğer, kendinizden, hayır başkalarından değil, sadece kendinizden, yalan
söylemeye cüret edemezdiniz, ama değildiniz, ve kendisinden emin olmayan insan,
başkalarından da emin olmuyordu, ve bu emin olmama hali karşılıklı yalanları
besliyordu: seni seviyorum, hayır seni sikmek istiyorum aslında ama bunu
gerçekleştirmem için seni seviyormuş gibi görünmem gerekiyor, seviyor olsaydım
zaten sikmezdim, başka bir şey olurdu bu işin adı ve bir kişinin başka bir kişi
üzerinde uyguladığı fiili çağrıştırmazdı, edil-edilgen olan iki kişi gelmezdi
akla, siken ve sikilen gibi, ve çok küfürlü konuştuğumun farkındayım ama gerçek
olan bu öyle değil mi? biz gerçeklerin üzerini süslü böceklerle örtüp, aa bak
ne güzel bir bahçe diyoruz, bahçe falan yok ortada, fener bile tutsanız
göremezsiniz siz o bahçeyi, ve burada takımsal bir gönderme yapmıyorum ancak
takım takvalatına düşkün herkesin pişkin pişkin güldüğünü görebiliyorum, benim
şu an her sikmek kelimesini söyleyişimde, komik olan ne? ben bunu bilmiyorum, gerçekten
bilmiyorum ama onbinler hep bir ağızdan bir hakemin anasına avradına söverken
veya herhangi bir trafik karmaşasında kendileri için şan şeref namus demek olan
bacı ve karının değeri bel altına iniyorken, benim gibi, gerçek hayatını
nerdeyse sıfır küfürle yaşayan bir adam, sırf olayları olduğu şekli ile izah
etme derdinde olduğu için, ama am, göte göt dediği için, kötü uyarılara maruz
kalıyor, ve bu durumu kâle almazsa, kale arkasında duran ve rakip kaledeki
pozisyonu idrak edemedikleri için top nasıl birden kendi kalelerine döndü de,
siyah kart cezalı oyuncu son vuruşu bilerek avuta vurdu anlayamayan top
toplayıcıların eline düşüyor.. ama ben sansürlenemiyorum, onların gücü bana
yetmez, bir fanzini yasaklayabilecek kaplan, henüz babasının ağzında lokma
olmadı.. öyle olmuyor mu bu işler? insanlar veya hayvanlar veya bitkiler veya
bizim bilemediğimiz bir sürü bir sürü bir şeyler, sürekli olarak elma armut
kavun karpuz ya da ıspanaklı börek yiyerek, bir takım sıvılar salgılar algılar
ve yargılar üretiyorlar, genler ve impulslar söz konusu olan ama bu konu şu an
buraya sığabilecek kadar uzun değil, o yüzden kısa kesemiyor ve asıl konumuza
geçemiyorum: asıl konumuz neydi? iki karşı cinsin birlikte yaptığı ve böylece
kendileri gibi bir canlı daha dünyaya getirme olasılığı. siz bunun adına
sikişmek dersiniz, sevişmek dersiniz, aşk yapmak dersiniz, dilerseniz
solucanların ikiye bölünmesini bile pornografik sayabilirsiniz ancak, sayın
bayım, sayın hanımlar ve edebiyat adlı kuramsal bilgi karmaşasına gömülmüş ve elit
olmamak adına elit olan kurbağalar, sizi öpmeyeceğim, çünkü ben prenses olmak
istemiyorum.. edebiyat yapmak da umurumda değil, bedenimizle değil ruhumuzla
ilgileniyorum, ve ama nedense her
denemede, "boşuna deneme" diyorsunuz, "dolusu var."
bu ne demek? bu hiçbir şey demek değil, konumuza dönelim..
yaş 45, eski karısı ölmüş, yeni karısı yok,
o halde karısı ölmüş, boşandığı karısı öldüğüne göre, artık karısı olmayan bir
kadın ölmüş..
böyle mi oluyor harbiden sayın bayım? siz
547 nokta on üstü sekiz sayfayı böyle mi yazıyorsunuz? bunun formülünü bana da
öğretebilir misiniz? tekrar etmek.. bakın yukarıda yazdığım ifadeyi, eğer ben,
tüm roman boyunca döndürüp dolaştırıp size yedirseydim, şu an burada
olmazdınız, şu an elinizde yeni romanımla birlikte standıma gelir, ve
"acaba bir imza lütfeder miydiniz" derdiniz, ve lütfederdim çünkü
yayıncım olacak olan adam ya da kadın ya da heyetler birlikteliği topluluğu
benden bunu isterdi: reklam, röportaj, fotomontaj ve biraz da sansasyonel iç
geğirtisi.. peki ya sonra? elbette ben, bunları yapmanın bana kazandırabileceği
para, şöhret, ve halk tarafından anlaşılmış olma duygusu peşinde olmadığımı
kendi kendime ama sesli harflerle dile getirdiğim için, içim rahat bir şekilde
gece gidip takdildomun başına geçecek ve tuşlara vuracaktım keyif içinde, son
romanımı yazmak üzere, herkes öyle yapıyor, ben de yapabilirim:
ne diyordum rebeca?
45 yaşındaydım o sırada, hayır ben değil, o
45 yaşındaydı ve ben o değilim, 45 yaşında da olabilirim, zamanı gelince ve
hayatta kalınca ama o adam ben değilim, sadece o adamın, hayali ya da sahici,
veya mazici olan adamın, yerinde olsaydım napardım tarzında da düşünmüyorum,
siz öyle düşünüyorsanız, bu sizi ilgilendirir, ve beni ilgilendiren meselerle
ilgilenmeye devam ederseniz, size maaş ödemek zorunda kalabilirim: öyle olmuyor
mu bu işler kaptan angelica?
hiç bir şey anlamıyor musunuz? şu an
gerçekten ama gerçekten hiç birşey anlamıyor musunuz? hiç satmıyor olmamın
nedeni bu değil ama, hiç satmıyorum çünkü satılık değilim, hepsi bu dostum,
olay bu kadar basit ve sen bu basitlikte bir şey için: "ööğ çok
sıkıcı" diyorsan ve hemen ardından, bir ya da beş ya da on ya da on beş
saniye içinde, em, es, en, adı içinde kaç tane bayan kondisyoner olduğunu
sayabiliyorsan, zaten sana alıcı gözüyle bakmazdım, eğer bir yazar değil de
yazarkasa olsaydım.. yani biri diğerine okuyucu, ikisi öbürüne alıcı gözüyle
bakıyor olabilir de, o yüzden şe ettim ben de..
çok mu sinirliyim? yazarken sinirli
olabilen bir yazar, yazar değildir, çünkü yaptığı işten keyif alamayan,
herhangi bir durum şart ve koşula bağlı olmaksızın her türlü hava şartlarına
rağmen gökten düşen perilerin ona fısıldadığı anlarda, sinirli de olabilen veya
sıkılan veya bitse de yatsak diye düşünen biri: yazar değil ancak ve ancak yazı
işçisidir.. ve hiç bir işçi, yaptığı işi gerçekte keyif alarak yapmaz.. keyif
alarak yaptığını söylüyorsa, patronla arasında özel bir bağ kurmak istediği
içindir bu çünkü bedavaya çalışma teklif edildiğinde, melda da yoksa işin
içinde, olmaz diyorsa, o adam rol yapıyordur ve rol yapmak demişken:
45 yaşındaydım o zamanlar ve eski sevgilim
yeni karım olduktan ondokuz sene sonra eski karım haline dönüştü ve hemen
ardından trafik kazası geçirdi ve hemen ardından adam ona saygı gereği onun
cenazesi ile ilgilendi ve hemen ardından başlayacak olan bu güzide öykü de,
kısa bir mola vermek isteyenler için araya aldığımız reklamların sonunda,
sizinle tekrar birlikte olmanın heycanı ve mutluluğu içinde olacağımızı
bilmenizi isteriz, sayın ve sevgideğer okurlar..
ne diyordum jessika?
45 yaşındaydınız ve henüz evli bir kadınla
ilişki kurabilecek kadar sapıtmamıştınız efendim.. ancak eski karınızın,
kendisi için sizi terk ettiği herifin tek karısı size asılıyordu..
hayır manyak orasını daha sonra yazıcaksın,
öykünün henüz başındayız, herşeyin içine ettin, konu anlaşıldı, tüm sırlar
deşifre edildi, şimdi ilgi ve merakı nasıl maksimum düzeyde tutup sayfalarca
dedikodu yapacağız söyler misin?
bilmiyorum efendim ama bana demiştiniz ki,
ben tıkandığım zaman sen kendi kendine bir şeyler de uydurabilirsin ve ben işte
tam o sırada
hayır jessika hayır, bunları sil lütfen,
öyküyü en baştan anlatmaya başlıyorum ve sen de lütfen en baştan benim
söylediğim şekilde yaz, yoksa başka bir sekreter tutmak zorunda kalacağım, o
kadar para kazanıyorum şu meslekten bir türlü kafası çalışan bir yazıcı
bulamıyorum,
özür dilerim efendim
özür mözür dileme, baştan alıyoruz
peki efendim
yaz şimdi
yazıyorum
o zamanlar 45 yaşındaydım, ve benim için
neyin doğru neyin yanlış olacağı ile ilgilenmiyordum, ve eski karım ölmüştü,
trafik kazası, önce beni boşamış, ardından da, freni boşanan bir kamyonun
altında gökten boşanarak yağan yağmurlur eşliğinde kalarak hayattan
boşanmıştı.. sonra noldu biliyor musun? kendisi için beni boşadığı herif kılını
bile kıpırdatmadı, cenazede yoktu, cenaze namazında yoktu, günler sonrasında
olay unutulduğunda dahi mezarlıkta görülmedi ve aradan tam üç yıl geçti, ve üç
yıl sonra bir gün bir bankaya girdim..
bankadaki veznadar olan hanım, adamın eşi
çıktı.. ve ben kredi başvurusunda bulunduğum sırada telefon numaramı almıştı,
ve üç gün sonra beni aramıştı, gecenin bir yarısı, sarhoş, mutsuz, umutsuz,
azgın bir bayan.. bu arada bayan demem gerekiyor öyle değil mi sayın kitapları
inceltme kurulu baş heyeti? aradı ve dedi ki: "meraba ben bankadaki."
falan filan. sonra ben ondan mükemmel bir şekilde istifa ederken,
istifa değil istifade olucak efendim
ne dediysem onu yaz amanda
amanda değil efendim, jessika ben
ne diyorsam osun, yaz
peki efendim
yaz, istifade yaz ama “de” ayrı olsun,
“istifa de”. bakalım bu kez türkçeyi bozabilecek miyim.. sonra bu hatun
sayesinde ben heriften intikam aldım.. bu kadar, bitti işte.. tamam. öykü bu.
konu bu.. şimdi ben bunu, sırf sayfa sayısı arttıkça fiyat da artıcak diye 512
üssü sekiz kez sıkılarak yazsam, siz bana küfürler etmez misiniz, verdiğiniz 22
virgül sekiz kuruş için, edersiniz değil mi? şu an para vermiyorsunuz, ki ben
de sizin 512 sayfa vaktinizi çalmadım, o yüzden şikayet etme hakkınız da yok,
kapitalist kurallarla çalışıyorum ben, kapitalist olmasam da saygım var
sisteme, ve buraya sizi ben çağırmadım, alın okuyun demedim, kötüyse, kötüdür,
iyiyse iyidir, ben keyif aldım tuşlara basarken ve yazarken kulağıma fısıldanan
notaları icat eden müzisyenler de keyif aldılarsa o güzide şarkıları yaparken,
sorun yok.. sizin hoşunuza gittiyse, eyvallah, ne diyebilirim, gitmediyse, gene
bekleriz efendim, gelir ya da gelmezsiniz, bu da tamamen sizi ilgilendirir, ben
sadece kendimizle ilgiliyim.. eyvallah..
17.10.2011 - 1100