26 Kasım 2006

veresiye yaşam

ve bir sigaranın muhabbetini yapan adamlarla
muhatap olmamayı öğrendim
ve otlakçılar ile sülüklerle
ve orospularla
orospu ruhlularla
kadın ya da erkek fark etmez
hepimizin ruhunda var biraz orospuluk
bir ruhumuz varsa tabi
ve kimsenin göremediği kurşun yaralarımız
kurşuna dizdiler boktan ruhumu
hayatım boyunca
kurtar beni amanda…

hey, sana yaslanabilir miyim?
gözümü kapatarak
tamamen
ve düşmeyi sorun etmeyeceğinden emin olabilir miyim?
ve parasızlığı
ve çok parayı da
olduğu takdirde
geleceğe saklamadan harcamayı
aynı hayatımı harcadığım gibi
ruhumu
vücudumu
ama biraz daha var hâlâ içimde
ruh..
ruh, hüzün ve kahkaha..


hey, hadi bu gece de içelim
yarın gece de
ondan sonrakisinde de
ve daha sonrakisinde de
son on senedir yaptığım gibi yani
ve bir on sene daha devam buna
hatta yirmi
otuz
kırk

burnumdan kan geldi dün
kusuyorum arada bir
alkol alınca burnum akıyor
ve ot alınca da
sürekli bir öksürük krizi
gece gündüz
akciğer ağrıları
mide ağrıları
uykusuzluk
iştahsızlık

hey hey bi saniye
şikayet etmiyorum
rahatsız değilim bu durumdan
içmeye ve yaşamaya devam edeceğimi
söylemek istemiştim sadece
ve ölmeyeceğimi
her şey ne kadar kötüye giderse gitsin
ya da iyiye

ha bu arada
sınırsız bonkör ve
bir gram bile cimri olanlardan uzak durun
benden de..
her ne kadar ben, ne cimri ne de sınırsız bonkör olmasam da
sürekli gizli kalan bir şeyler var çünkü içimde
olmalı
yüzde doksanımı öykülerimde kemirtmiş olsam da size

sınırsız bonkör değilim
bir gram cimri de
ve orospu da değilim
ve şair de
ve yazar da

ve bunların ilk üçünü bana yakıştırmanıza ses çıkarmıyorum ama
son ikisi epey can sıkıcı dostlar
bana yakıştırmanız da
kendilerini öyle zannedenler de

ve çok fazla bir şey beklemiyorum bu hayattan
ufak bir ev
aptal bir iş
ve ruhuma denk bir hatun
geriye kalan her ne varsa
dünya üzerinde
sizin olabilir
tüm eski sevgililerim de dahil buna

sikmişim iyi yaşamayı

26 kasım 2006 – ardeşen/koğuş


güzel bir gelecek tablosu - YİN

 pekala, 2016 yılının kasım ayındayız, 29 kasım, hava buz gibi, ve tabii ki izmir, ufak bir evde tek başıma yaşıyorum, annemi ve babamı kaybetmişim, 3 kardeşim, eniştem ve yeğenlerim hayatta kalmış bir şekilde, ve arada bir uğruyorum yanlarına, ama onlara nerede ve nasıl yaşadığımı söylemiyorum, diğer akrabalarımdan haberim yok, beş parasızım, işsizim, yazdıklarım bir boka yaramıyor, 3 aylık kira borcu ev sahibine, ve bir o kadar da bakkala borçluyum, ve ölmek üzereyken telefon çalıyor, istesem benim için canını bile vericek bi kaç insan tanıyorum, yo hayır bi dolu insan, “hey moruk” diyorlar, “yeni bir öykü yok mu?”
“hiç biri yeni değil” diyorum, “yani değilmiş, öyle diyorlar, çalıyormuşum hepsini ordan burdan”
“siktiret onları” diyorlar, “sen ve harikulade yeni öykülerin, bu gece takılalım mı? alkol var”
“boşverin” diyorum, “ben burada azraili beklemeye devam edeceğim”
“olmaz” diyorlar ama, “gelip seni alıcaz..”

5 dakika sonra kapım çalıyor, bi grup insan, apar topar çıkıyoruz evden, ısrarlar vs. evden? evet, ev.. bir oda, ufak bir mutfak, banyo, tuvalet, kapı pencere, kaçak elektrik, her şey her yere saçılmış, kağıtlar, fanzinler, kimsenin basmadığı kitaplarım, senaryolar, çıkarmaya çalıştığım gazeteye dair birkaç örnek baskı, ve elbette müzik, çoğunluğu punk, triphop ve rap.. binlerce.. izlanda’ya ait birkaç büyük boy fotoğraf duvarda asılı, ufak bir cd çalar, tv yok, pc yok, makas kalem uhu kolaj ve ruh var ama.. ama ne ruh.. hah! do it yourself ile kafayı bozmuş hasta bir ruh, sürünmeye mahkum, bir gün paranın amına koyacam diyen sürekli, ama hep amına koydukları, ve evet dediğim gibi, evden çıkıyoruz, istikamet başka bir ev, uygun adım marş, pardon, bunları yazarken bir jandarma karakolunda olduğum için dilim sürçmüş olmalı, ve evet nerde kalmıştık, evden çıktık, başka bir eve gittik, ev biraz kalabalık, birinin doğum günüymüş, doğum günü partilerini anlamsız bulurum, hele bir de kasım’da kutlanıyorsa, kasım’ın sonu.. hayatıma girme noktasında bulunan bütün kadınlar kasım ayında doğmuştur.. tesadüf? sikmişim tesadüfü! aptallık daha doğru bir açıklama olurdu.. siyah saç ve neşe ve hüznün karışımı.. ama hüznün daha ağır bastığı açık, ve terkedilmiş sürekli, ve benden başkalarının intikamını alıcak, bunu planlamayarak ve istemeyerek yapıcak olsa bile, ansızın, terk edicek, bunu biliyorum çünkü tyler bunu biliyor, ama yine de kapılıyorum o’na, adı tuğçe olsun, ne önemi var? pasta geliyor sonra, doğum günü pastası, 26 adet mum var üzerinde, ben o sırada, yani 2016’da 34 yaşımdayım, 35’ime 1,5 ay kalmış, 12 ocak’a, hediye alırsınız artık bana, öğrendiniz, ve evet, doğum günün kutlu olsun” diyorum o’na, “umarım hayatının geri kalan kısmı huzur içinde geçer”
“hep huzur istedim biliyor musun” diyor,
“biliyorum” diyorum, bilirim, daha önceki facialarımdan, hepsi huzur aradığını söyleyip huzurumu sikip gitti.
“nerden biliyorsun” diyor,
“tecrübe” diyorum, “her türlü dengesiz burçtan eski sevgili koleksiyonum var, istersen gösterebilirim, ama uzaktan bakıcaz, çok yaklaşırsak, yanlarındaki herifleri pataklayabilirim” ne saçmalık? gülüyor ama, gülüyoruz, ve içiyoruz da bir yandan,
“seni tanıyorum” diyor bana, “öykülerinden falan…”
“herkes öyle sanıyor” diyorum,
“iyi bir insansın sen” diyor, “yaşadıklarını hak etmiyorsun”
“herkes hak ettiği gibi yaşamıyor” diyorum, “yani 10 sene önce bir orospunun söylediği o şarkı düpedüz saçmalık, ama ben şikayetçi değilim, hem şikayetçi olsam da, kime şikayet edicem, öyle bir mercii yok, hayat bu, yaşamak zorundasın, beğensen de beğenmesen de”
“aslında çok iyi yerlere gelebilirdin” diyor, “eğer isteseydin”
“boş versene” diyorum, “ben yerimden memnunum, arada bir itip daha dibe düşürmeseler daha memnum olucam aslında, sen neler yapıyorsun”
“ben çalışıyorum” diyor, “bir işim ve bir evim var, tek kalıyorum, üniversiteyi 2 sene önce bitirdim”
“bende hayattan yüksek dereceyle mezun olmayı tasarlıyordum” diyorum, “siz telefon açıp beni partine davet etmeseydiniz”
“ben istedim” diyor, “tanışmak için, biliyorum yeni insanlarla tanışmak istemediğini ama…”
“siktiret” diyorum, ve o gece sevişiyoruz onunla, ölesiye, kısa süre sevgilim olarak kalıyor, sonra terk ediyor beni, “seninle bir geleceğimiz yok” diyerek, evlilik istiyor, çocuk istiyor, iyi bir işim ve düzenli bir hayatım olmasını istiyor, çocuk ve evliliğe evet diyorum, ama düzenli bir hayat nedir? aç değilim, sobam yanıyor, bahislerden sürekli para geliyor, ve arada bir takı tezgahı açıyorum, bir ayakkabı, iki pantolon, 2 kazak, yeterli değil mi? sen ne için çalışıyorsun? yeni elbiseler, lüks yerler, lüks yiyecekler, vs vs.. ben hayatımı yaşıyorum güzelim, sen hayatı satın almaya çalışıyorsun..

gidiyor sonra, her zaman olduğu gibi, boş veriyorum, kadınsızken daha mutluyum, seks mi? benim için sadece canını değil bedenini de vermeye razı olanlar var, bazen kapım çalar, bir hatun, telefonum çalar, yine bir hatun, mektup, hatun, internet, hatun, tek dertleri seks, ve aşık olmadığım hiçbir hatuna gözlerimle bile dokunmam ben. kesin ve net, ve evet, sene 2016, bir yayınevi öykülerimi üzerinde biraz oynamak karşılığında yayınlayabileceklerini söylüyor, onlara siktirolup gitmelerini söylüyorum, bir mektup alıyorum, savcılıktan, bir orospu çocuğu ona bir fanzinde yer alan öykümde küfür ettiğim için tazminat davası açmış, ödüyorum, ödüyor ve bu öyküde de ona küfür etmiş oluyorum, sonra sonra sonra, evet, amanda palmer’la tanışmış ve beraber şarkı söylemişim, 10 sene içinde başka neler yapabilir bir insan, hmm.. 15 günde bir, bir gazete çıkartıyorum, “wu wei” adında 100 baskı yaptığım bir şey, kendi kendini döndürüyor getirdiği para, aperiyoduk olarak çıkan 6 değişik konuda fanzin, 15 internet sitesi, 1486 tane öykü, 27 adet henüz basılmamış kitap 17 tane senaryo, 5eksi3 tane eski sevgili ve 39861 tane bana aşık olan hatun var.. emin abi hala dikilide,  göçmen, oktay, ersoy, sandi, pelü, seçil, özlem, refik, pinero, 2pac, muhammed ve Allah hala yanımda, adı geçen dostlarımla hala dostum ve hiç yeni arkadaş edinmiyorum.. her sabah kusar ve günde bir öğün yemek yerim, bazen hiç yemem, akciğer ve mide ağrılarım hala var, hala alkol alınca burnum akıyor, hala “d.i.y or die” diyorum, hala içiyor ve hayatı kaale alamıyorum;

“senin bir geleceğin yok”

ne geleceği? nasıl bir gelecekten söz ediyorsunuz? bana kalırsa hiçbirimizin geleceği yok! hepimiz bir gün ölücez öyle değil mi? aksini iddia eden var mı? o zaman ne demek; “geleceğin yok”? süper bi iş mesela, gelecek midir? süper bi eş, çocuklar, çocukların geleceği? 25-30 elbise, harika dekore edilmiş bir ev, son model eşyalar, ve günde 8 saatten haftada 6 gün mesai? peki hayat bunun neresinde gizli acaba? hafta sonlarında mı? boş versenize! böyle iyiyim ben.. hiç kimsenin benim için bir şey yapmasını istemiyorum.. ve işte gördüğünüz gibi, bir geleceğim var, herkes beni seviyor ve harika bir geleceğim var, şu an 2006’dayım ve size inat ölmeyeceğim, günde 3 paket sigara ve ölümüne alkol içmeme rağmen! şimdi ikiyüzlü açgözlü, kıskanç, bencil ve kibirle dolu olan herkes defolup gitsin.. değişmeyeceğim çünkü.. hem ben de gidiyorum, nöbetim var. hadi eyvallah!

26/11/2006-ardeşen..


18 Eylül 2006

bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 18 aslan..

kapı çalıyor.. kalkıp yanındaki pencereyi açıyorum. “kim o” diye soruyorum..

biri pencereye yaklaşıyor ama yüzünü seçemiyorum, 4 masa lambası yanıyor klavyemin üzerinde, pencereyi kapıyorum ama dışardan konuşma sesleri geliyor, bilgisayarın başına oturuyorum, hâlâ konuşma sesleri geliyor dışarıdan, yerimden fırlayıp kapıyı açıyor ve bağırıyorum:

“size beni rahatsız etmemenizi söylemedim mi yarak kafalılar”

dışarı bakıyorum, biri basamakta oturuyor diğeri balkonda sol taraftaki çalılığa sıçıyor, boku ağır ağır düşüyor..
“hey bu pezevenk kızı çalılığıma sıçıyor” diyorum

pezevenk kızı gülüyor ve sıçmaya devam ediyor. at kuyruğundan kavradığım gibi havaya kaldırıyor, o sıçmaya devam ederken çalılığın üzerinden savuruyorum. geri gelmiyor. “niye yaptın bunu” diye soruyor öteki
“canım öyle istedi” diyorum
“delisin sen” diyor
“deli mi” diye soruyorum
“evet deli” diyor, “üstelik üç kağıtçısın, sürekli olarak bukowski’nin öykülerini kopya ediyor, sadece isimleri türkçeleştirip zaman ve mekanla oynuyorsun”
“evet” diyorum, “yeteneksizim, pis bir hırsızdan başka bişi değilim ama bundan sana ne, herkes yutuyor bu numarayı yavrum, hadi siktir ol git yoksa seni de kemerinden tuttuğum gibi fırlatırım” kaçıyor, arkasına bakmadan kaçıyor üstelik de.. kapıyı kapatıp daktilonun, şey, pardon, klavyenin başına oturuyorum, ve telefonum çalıyor, bir mesaj, orospu çocuğunun biri numaramı öğrenmiş birinden, şöyle diyor mesajda, “öykülerinde bir şey eksik, defalarca okudum, ve sonunda karar verdim, ruh ve duygu yok öykülerinde”
mesajı atan kişinin çok zeki olduğuna karar veriyorum ve siliyorum mesajı, ruhsuz ve duygusuzum çünkü..

hmm.. evet.. bugün bukowski’nin hangi öyküsünü çalsam acaba.. sadece isimleri ve mekanları değiştiriyorum biliyorsunuz, biraz da cümleler üzerinde oynuyorum tabii ki, çaldığım anlaşılmasın diye, ama nasıl olduysa biri bunu çakozladı, ama olsun, onun sesini kesebilirim, onlarca hayranım var ne de olsa, yeteri kadar güç kazandım artık, “bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 12 maymun”u çalsam nasıl olur acaba, maymun yerine aslanlar düzüşür ve, hmm, 17 adet olur evet, hem bunlar homoseksüel aslan olursa fena olmaz.. iyi fikir.. evet, pekala.. elimizde 17 adet maymun, yok pardon şey, aslan var, yok 18 olsun, 9’u erkek 9’u dişi ve bunlar homoseksüeller, 9 erkek aslan grup seks yapmaya karar veriyor, 9 dişi aslan da eşleşiyor ve bir dişi aslan açıkta kaldığı için kavga çıkıyor dişi aslanlar arasında, erkek aslanların umurunda değil bu kavga.. ve benim de umurumda değil, kimin ne bok düşündüğü, yazdıklarım hakkında.. kesiyorum burada bu saçmalığı, ve size başıma gelen bir şeyi anlatmak istiyorum dostlarım, her zaman olduğu gibi.. ama eğer çok bukowskivari olursa bu da, beni affedin, ama yapabileceğim bişi yok bu konuda, buk.tan önce de yazıyordum, buk.u okumadan önce demek istiyorum, buk yazmaya başlamadan önce değil, ve ister inanın ister inanmayın tarzım şu anki ile aynıydı ki bunu bilen bilir, ve sonra, ama, her neyse, başıma gelen bir şeyi anlatayım istiyorum yine, ama biraz düşünmem lazım, biraz bekleyin, bi saniye, evet.. hmm..

sabahtı, sabahın beş buçuğu, “koğuş kalk” diye bağırdı bi tip, ve, kalktım, herkes kalktı çünkü, hâlâ sivil elbiselerleydim, henüz kamuflaj vermemişlerdi bana, çünkü cuma günü mesai saatinden çok sonra teslim oldum acemi birliğine ve pazartesi günü kaydımın yapılacağını ve kamuflaj ve diğer malzemeleri vereceklerini söylediler, elbette cuma günü bir giriş kaydı yapıldı, muayene de oldum;
“herhangi bir sağlık problemi yaşadın mı, fiziksel veya psikolojik?”
“akciğer ameliyatı, iki kez, ve bir de sanrılar görüyorum, bir kez psikoza girdim, artık pek fazla nüksetmese de, kekemeyim, ve, hmm”
“sanrılar nasıl?”
“ışık, gölgeler, ses, ve bir de bazen odada yürüyen birşeyler olduğunu düşünürüm, öyle gelip giden bir his, paranoyak olduğum su götürmez bi gerçek sanırım. zaman zaman realitik sanrılar da oldu”
“uyuşturucu kullanımı”
“evet”
“ne tür uyuşturucular”
“bir dönem amfetamin, extacy ve çeşitli uyarıcılar kullandım, askere gelmeden önceyse bazı sedatifler ve esrar kullanıyordum”
“alkol?”
“hıhım”
“ne sıklıkta”
“her fırsatta”
“yani her gün diyebilir miyiz?”
“hemen hemen”
“sigara”
“evet”.
“arkaya geçip soyun”

geçtim perdenin arkasına.. kollarıma bakıldı, ve taşaklarıma.. dövme yok, jilet izi yok, yara yok, sol kolda dikiş izi, erkek, ve daha önce bir kez psikoza girmiş, sanrılar görüyor, uyuşturucu kullanımı var.. pdrm!

oradan çıkarılıp bir başka yere yönlendirildim.. sigorta ve banka kartı işlemleri için.. ölmem dahilinde 15 milyar tazminat ödüyorlardı aileme, sakat kalırsam da bana ömür boyu bakacaklardı.. bir dolu kağıt imzalattılar, okumam için zaman yoktu, imzaladım.. sonrasında kalacağım koğuşa götürdüler beni, eşyalarımı yerleştirdim, falan filan işte, buralar pek kayda değer değil, ertesi gün de, yukarlarda bi yerde sözünü ettiğim gibi beş buçukta uyandırıldım, ve kahvaltı adını verdikleri o şeyden aldım yemekhaneye gidip.. 3 zeytin, ufak bir parça peynir, çok ufak, ve yarım ekmek, sorun değildi, sivilde kahvaltı yapamıyordum zaten, ama burada? denedim, ve geri çıkardım yediğim ne varsa 10 dakika içinde, normaldi, ve mıntıka dediler, yerdeki çöpleri toplayacaktık, yapraklar, çam iğneleri, izmarit.. arazi olmanın en akıllıca şey olduğunu düşünüyordum. sonuçta o iş, veya diğer her şey, biz ordan gidene kadar bitmeyecekti, sürekli yeni bir şeyle çıkacaklardı karşımıza, şurdaki çöpleri topla, yaprakları topla, çam iğnelerini topla.. ve ben tenha bir yer arıyordum, kadro askerlerin beni görmeyeceği bi yer, ve tuvaletin arkasına geçtim, oturdum, yanıma bi tip geldi, tanımıyordum onu, ama benim gibi acemi olduğu her halinden anlaşılıyordu

“selam” dedi
“selam” dedim
“iyi yer bulmuşsun” dedi
“hayatımı saklanarak geçirdim” dedim, “herkes ve her şeyden”
“arazi olmak iyidir” dedi, “hedefim acemi birliğini son güne kadar arazi olarak tamamlamak”
“sırf askerlik değil, hayatın tamamında arazi olmak gerek” dedim
“alkol kullanır mısın?”
“evet.. ya sen?”
“bende..”

ve vefa ile böyle tanıştım.. aslına bakarsanız askerliğe başlamadan önce, orada tek bir kafa dengi tip bulamayacağımı düşünüyordum, ama ne de olsa bizim gibiler hep aynı köşeye saklanırlar hayatta, ve çekerler birbirlerini.. bi kaç gün içinde sıkı iki dost olduk vefa ile.. ankara’da yaşıyordu, üniversiteyi bırakmıştı, hem de son yılında, neden diye sorduğumda bi sikime yaramıcaktı dedi, bende bi sikime yaramayacağı için dört sene üst üste devamsızlıktan sınıfta kalmıştım üniversitede, sonra da atılmıştım zaten, ve alkol, evet, askerlik süresince en büyük problemimin olacağını düşündüğüm şey, ama hayır, en büyük problem tıraş olmak ve bot boyamaktı, ilk hafta sürekli akşamları tıraş oldum, sabahın köründe olmak zor geliyordu çünkü ve ben de olmuyordum, bi kaç kez azar işitince akşam olmaya başladım, ama yine azar işitmeye başlayınca sabah kalkar kalkmaz ilk işim tıraş olmak ve bot boyamak oldu, ve bunu 10 aydır başarılı bir şekilde sürdürüyorum, bu arada bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 12 maymun, şey pardon özür dilerim karıştırdım, bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 18 aslan’a dönücez bir ara..

askerliğimin 16. günüydü, tek gram alkol koymamıştık ağzımıza vefa ile, aranıyorduk, kadro askerler ile bağlantı kurmaya çalışıyorduk, ama henüz başaramamıştık, 16. günümüzdü, gecenin ikisi, biri yatağıma gelip dürttü, gözümü açtım, vefa’ydı, “hadi kalk gidiyoruz, alkol ayarladım” dedi, “taşak yapıyorsun” dedim, “hadi olm kalk” dedi, kalktım, “beni takip et” dedi, dışarısı buz gibi soğuktu, ama hiç bişi giymedim üzerime, eşofmanlar sadece, koğuştan çıkıp arkaya, çalılıkların oraya doğru yürümeye başladık, bir kadro asker söz vermişti vefa’ya, gece dışarı çıkıyordu kadro askerler, tellerden, ve gelirken bira getirmeye söz vermişti bir tanesi, tutmuştu da sözünü, bir köpek kulübesinin önüne geldik, yere oturunca köpek kulübesi boyunuzu geçiyordu, yani köpek kulübesinin arkasına oturduğunuz takdirde görünmüyordunuz, iyi kamufle ediyordu bizi, 75 gün boyunca iyi kamufle etmiş olmalı ki acemi birliğinde hiç fire vermedik, gerçi 10 aydır askerim ve henüz fire vermedim, umarım geriye kalan 4,5 aylık sürede de alkollü iken yakalanmam, askeri cezaevine girmek istemiyorum, insanın suyunu sıkıyorlar orada, 20 günde 15 kilo veriyorsun, ve bunu sana yapan senin gibi askerler, oraya pas pas çek, şurayı sil, piyadeler, gardiyan piyadeler, alt devren olan piyadeler.. ve ben jandarmayım üstelik, piyadeler jandarmalardan nefret eder, iyi de bu size de garip gelmiyor mu? askerliğin psikolojisi, çok çabuk etkiliyor insanı, ve çok çabuk değiştiriyor, çok saçma şeyler yaptım, ve yapmaya da devam edeceğim muhtemelen, bir ara anlatırım onları da, ama şu an konumuz alkol, ve evet, köpek kulübesinin içinde bir köpek yaşamıyordu, siyah bir poşet vardı sadece, çıkardık poşeti dışarı, içinde bir tane bira, açtık kapağını, ve ilk yudum, 16 günlük hasret, mucizeviydi..

pek fazla hatırlamıyorum ilk günleri, bilincimi yitirmiş gibiydim, felç geçirmiş bir hasta gibiydim, hareket edemiyordum, düşünemiyordum.. pazartesi günüydü, 4. günüm.. sabah içtimasından sonra benim gibi henüz kamuflaj dağıtılmamış 8-10 kişiyi topladılar, diğer 200 küsur asker yeşiller içindeydi, ve benim gibi henüz sivil olanlar da çok hevesliydi o elbiselerden almaya, 2 gün boyunca sürekli sorup durdular ne zaman dağıtılacağını, ben o kadar meraklı biri değilim, ki aslına bakarsanız çok meraklı olduğumu düşündüğüm zamanlar da olmuştur, ki “bok gibi meraklıyım”dır da demişimdir zaman zaman, ama böylesi bir konuda? ne zaman silah dağıtacaklarını merak edişleri mesela.. benim tek derdimse ne zaman çarşı iznine çıkacağımızdı.. ve evet, kamuflajlar, giydim tabii ki, nasıl giyildiğini gösterdiler, botların nasıl bağlandığını, ve aynada kendime baktım şöyle bi, “oğlum şimdi boku yedin işte” dedim kendi kendime, “artık askersin” ve o zaman farkına vardım asker olduğumun, ve o boktan psikolojiyi de o gün kaptım sanırım..

ilk hafta çok kötü geçti, uyuyamıyordum, ortama ayak uyduramıyordum, sürekli birileri ile tartışma içindeydim, kaçmayı düşündüm çok defalar, ve hiç de zor değildi kaçmak, mıntıka alanımızın olduğu bölgedeki tellerde bir boşluk vardı, üst devrelerin arada sırada dışarı kaçtığı ufak bir delik.. uyuyamıyor ve üstelik sabahın köründe kalkmak zorunda bırakılıyordum, bi çok gece yatağa girdiğimde, ertesi sabah yataktan çıkmamayı düşledim.. eğitim de sıkıcıydı, yere çökmek, yere yatmak, uygun adım, marşlar, hizaya gelmek, tüfekle nasıl yatılır, sağa dön, sola dön, vs vs.. ve doğru yapamadığımız için yediğimiz laflar.. kendimi zor tutuyordum gerçekten, ve sigara üstüne sigara.. sabah uyanır uyanmaz, kahvaltı vaktine kadar, yani yarım saat içinde dört beş tane içiyordum, aç karnına, kahvaltı sonrası da devam ediyordum buna, öğlene kadar bir paket bitiyordu sanırım, ama zamanla ciddiye almamam gerektiğinin farkına vardım, normal hayatımda da pek fazla ciddiye almıyordum olayları, akışına bırakıyordum, zaman nasıl olsa geçiyordu bir şekilde, naparsan yap, ya da hiçbir şey yapmadan bekle, bir aylağın hayat felsefesi budur, zorunlu kalana dek hiçbir şey yapma..

10 gün içinde işin orospuluğunu öğrenmiştim.. akşam yemeği öncesi sıraya girmiyordum örneğin artık, sayı alınmıyordu çünkü, toplanılıyor ve uygun adımda marş söyleyerek yemekhanenin önüne gidiliyordu, nefret ediyordum uygun adımdan.. marş söylemek.. bağırmak zorundaydın, yoksa birileri ispiyonluyordu seni, “komutanım bu bağırmıyor”.. neden bağırmıyorsun? çünkü aptalca.. hayır, böyle yürümüyordu işler, çok ağır cezalarla donatılmıştık, ve yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu, ben de sayı alınmadığını anladığım her fırsatta arazi olmaya çalışıyordum, ve dediğim gibi, 10 gün içinde her şeyi çözdüm, artık sadece sabahları sıraya girip marş söylüyordum, oysa gün boyunca en az 10 kez sıraya giriyorduk..  inanmadığımız konularda marşlar söyleyerek gidiyorduk her yere, sol sağ sol sağ..

silahları ilk dağıttıkları günü iyi hatırlıyorum.. herkes büyük bir heyecan içindeydi, ilk günden beri silahlar ne zaman dağıtılacak diye sabırsızlanıyorlardı, bense umursamıyordum, ilgisizdim, her şeye karşı ilgisizdim zaten, ve silahlar, herkes bir yerlerini kurcalıyordu silahının, bense alır almaz omzuma astım ve nişancılık eğitimi başlayana yani kurcalamak zorunda kalana kadar asla kurcalamadım, merak etmiyordum, ve bölük komutanı bir keresinde bana “sen ne biçim askersin” diye bağırmıştı, “hayattan bezmiş gibi bir halin var” haklıydı, bezmiştim hayattan.. bezdirmişlerdi, ansızın terk eden hatunlar, “biz seni arıcaz” diyen işverenler, hiçbir halt olamayacağımı düşünen öğretmenler, ve şimdi de askerlik.. işin güzeli, silahı da geç almıştım, kapı gibi pdrm raporumun yanına bir de a.s.k raporu çakarak. hiç almamam gerekiyordu o silahı oysa. ve dahası bir de spor yapamaz raporum vardı. bir de deli raporu alsaydım, şehit olmadan cennetin kapısını aralayabilirdim, islamî kurallar böyle diyordu.

birkaç hafta sonunda iyice alıştık ortama.. vefa ile ben.. ilk çarşı iznimizi hatırlıyorum, tek düşüncemiz biraydı, nasıl içecektik, aydın’daydık, acemi birliğinde, aydın, ve hiçbir yeri bilmiyorduk, biraz dolaşıp park ya da içebileceğimiz bir mekan aradık ama nafile, ve korkuyorduk da biraz, sonuçta askerdik ve eskisi gibi her yerde özgürce içemezdik, ve ikişer bira aldık yine de, montlarımızın içine sokup içebileceğimiz bir mekan aramaya başladık, asker olduğumuz her halimizden belliydi, ve bir inşaat aramaya başladık son çare olarak ama her açıdan şansızdık, en sonunda bir inşaata denk geldik ama onunda önünde işçiler mal indiriyordu, çimento, kum, vs.. her neyse, işçilere “mehmet usta yukarda mı” diye sordu vefa, “o da kim tanımıyoruz, yok öyle biri” dedi bir işçi, biz duymamazlığa verip merdivenlerden yukarı çıktık, peşimizden biri geliyor mu diye de kontrol ediyorduk, 4 kat sonra bir apartmana girdik ve orada bir odada açtık şişeleri, içtik, hızlıcana, hatta ikinci şişeleri direk fondip yaptık, ve aşağı indik, “mehmet usta nerde acaba” dedim vefa’ya numaradan, o da bana “bu saatte burada olacağını söylemişti” dedi, işçiler aptal aptal bize bakıyorlardı kim bunlar dercesine, ve hızlıcana uzaklaştık oradan, yoktu işte mehmet usta diye biri, ve evet, diğer haftada şarap aldık ve içeriye tellerden girdik, tabura demek istiyorum, ve içerde bi yerde içtik, ve tabii ki ot, üst devrelerle samimiyeti artırarak onu da sağlamaya başladık, bir gece, yine köpek kulübesinin arkasında gecenin ikisinde cigara tüttürürken, vefa, fatih ve ben, yağmur çiselemeye başladı, sonra koğuşa döndük, yattım, ikili ranzalar vardı koğuşta, ben altta yatıyordum, ve yağmur dışarda durduğu halde koğuşta yağmaya başladı, yani ben öyle hissediyordum, dehşet bir tribe girdim, koğuşu sel götürecek ve boğularak ölecektim, bir sola bir sağa dönüyor ama kalkamıyordum, ve her neyse bir keresinde de cin aldık, gece dışardan içeri soktuk, ve ufak bir radyo bulduk üstelik, ve birde cips, ve sigara, ve harikulade bir gece yaşadık, gecenin iki buçuğunda koğuşa geldik, kafamız kıyaktı, nöbet listesine baktım, nöbetim vardı saat dörtte, hafta sonuydu, altı buçukta kalkıyorduk hafta sonları, ve dört altı nöbeti? kafam bi dünya iken üstelik.. düşündük vefa ile, ‘değiştir şu amına koduğumunun listesini’ dedi, ‘öyle yapıcam zaten’ dedim, ‘bunlar beni siksen kaldıramaz nöbete, çakarlar mevzuyu..’ ve bir kalem alıp nöbet listesindeki yatak numaramı karaladım, bir numara söyle dedim vefa’ya 216 dedi, listede vardı ikiyüzonaltı, başka bişi söyle dedim, 158 dedi, yazdım bende 158’i, altına da ‘ceza’ yazdım parantez içinde, 158 yatak numarasıydı, şanslı numara, benim yerime nöbet tutacaktı, ve kimseye ‘bana neden ceza nöbeti yazdınız’ diye soramazdı, çünkü eğer neden ceza nöbeti yediğini sorarsa bir hafta aynı nöbeti tutardı, böyleydi bu işler, kurallar böyleydi, kadro askerler yazıyordu nöbetleri ve eğer yanlış bir şey yaparsanız, nöbete kalkmamak, arazi olup da yakalanmak gibi, size ceza nöbeti yazarlardı ve onlara nedenini sorarsanız bir günlük cezanız bir haftaya çıkartılırdı, dehşet bir baş ağrısı ile uyandım sabahın altı buçuğunda.. “koğuş kalk” kelimesi bir süre sonra otomatik bir buton gibi geliyordu size, saat kaçta yatarsanız yatın, ya da o sihirli sözcük saat kaçta söylenirse söylensin, uyanıyordunuz..

18 kişiydik bir postada.. 18 aslan.. onsekizimiz de heteroseksüel aslanlardık ve erkektik, erkek olduğumuz için oradaydık, askerde, ve birinci postadaydım, birinci postanın birinci sırasında vefa, dördüncü sırasında ben vardım, aradaki 2 kişi de benim ekürimdendi, ve tüm bölük hizayı birinci postadan alıyordu, postanın geri kalan 14 kişisi de bizden, ve biz sürekli geç kalırdık içtimalara, her şeye, ve bölük bu yüzden sıraya giremezdi, sürekli laf yerdik, ama umursamıyorduk, bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 18 aslan.. aslan diyorum, çünkü bölüğümün simgesi buydu, gerçekten buydu.. aslan.. bağırtıyorlardı 250 kişiyi marş söyletirken, “arslanlar geliyor”

ben bağırmıyordum, asla bağırmadım, övünmüyordum da bununla, ama etrafıma bakıyordum ve şimdi düşünüyorum da, o günden 7-8 ay sonra, ne tuhaf diyorum, gerçek gibi gelmiyor, sanki hiç yaşamamışım gibi geliyor, rüya görmüşüm gibi, işin tuhaf yanı ordayken de eski sivil yaşantım rüya gibi geliyordu, hiç yaşamamışım gibi..

aslında hem anlatılası çok şey var, hem de yok.. ve uzatmak istemiyorum.. acemi birliğinin bittiği gün.. dışarı çıktık vefa ile, onun otobüsü 11’de idi, benimse saat başı otobüsüm vardı, ne de olsa izmir aydın arası 45 dakika sürüyordu, ve evet, bende 11’e aldım bileti, biraz içip sohbet edecektik onunla, en sonunda bir park bulduk, son günümüzde, ve evet, üçer bira, ve çerez, sigara, dönüp yeni keşfettiğimiz parka geldik, uzun süre görüşemicez dedim ona, “özlücem lan seni” dedi, “ben de seni” dedim
“garip birisin” dedi bana, “tutuk davranıyorsun bazen”
“biliyorum” dedim, “isteksiz.. ite kaka”
“evet aynen öyle” dedi
“sende hayatımda gördüğüm en kıyak heriflerden birisin” dedim ona
“eyvallah” dedi, içtik, içtik ve sohbet ettik
“ankaraya gider gitmez düzüşücem” dedi bana
“sen bilirsin” dedim
“yedi gün” dedi
“yedi gün” dedim, dağıtım izninin süresinden bahsediyorduk
“çok kısa, hemen yine asker olucaz”
“rize” dedim
“balıkesir” dedi, usta birliklerimiz.. ve sonra garaja gittik, ne tesadüf ki bineceğimiz otobüsler yan yana duruyordu, aynı firmalardı büyük bir tesadüf sayılmaz, ama, tesadüften öte, tuhaftı, otobüste oturduğum yerden ona baktım, o da diğer otobüsteydi, ve geri geri gitmeye başladı otobüslerimiz yola çıkmak için, ayrıldık, ve bir daha görüşmedik..

ve izin.. eve geldiğim ilk gün.. canım çok sıkılıyordu, hiç bişi yapasım yoktu. evet, haklısınız, benim zaten hiç bir zaman bişi yapasım yoktur, ama bu kez farklıydı, askerlik her şeye karşı yabancılaştırıyordu adamı, ve üç gün içinde kurtuldum bu psikolojiden.. çabuk attım, bu kadar çabuk atabileceğimi düşünmüyordum, ama birkaç şişe  adama cehennemi bile unutturabilir..

ve şu anda yine izindeyim.. ve yine dağıtım iznindeki gibi ilk günler çok sıkılıyordum.. ve 3 gün sürdü o psikolojiden kurtulmak.. tedavi yöntemi yine alkol. hafif alkol aldım bu gece de.. sabahladım.. ve şu an sabahın yedisinde, ev halkı işe okula ve oraya buraya giderken ben izlanda folk müziği eşliğinde size bunları yazıyorum, yazıyordum, bitti, ve evet, bukowski ölmeseydi yazacak olduğu bir öyküydü bu, o yazamadığı, yani ömrü yetmediği için, ben yazdım, affedin..


18.eylül.2006

15 Eylül 2006

kadınsız

evdeyim
evde olmayı seviyorum
bir kaç bahis oynar
kafayı çekerken kazanmayı beklerim
akşamın beşi
dizelerim oldukça kısaymış bu arada, öyle dedi bi tip, böyle şiir olmazmış
bu yeterince uzun mu joe?
konumuza dönelim
konu neydi
baştan alalım
şiiri başa al
çekim iki sahne 5

evdeyim
sarhoşum
sarhoş olmayı seviyorum
evde olmayı da
evde olmayı ve evde sarhoş olmayı ve sarhoş olmayı
hepsini tek tek seviyorum
ya da hepsini birlikte
ne farkeder ki?
iyice karıştı

akşamın beşi
günlerden pazar
üçlü ganyan yan yattı
orospu çocuğu f.ç yatırdı beni
babam uyarmıştı ama
"o at tek geçilmez evlat
jokeyi biraz ibnedir"
neyse
evdeyim
bunu daha önce söylemiş miydim?
atlar ters köşe
maçlar ters köşe
kafam ters köşe
bekliyorum
birazdan telefon çalar
bir kaç kadın tarafından kırmızı kart gördüm
hayatıma giren herkesi
başka birine kaptırmam kötü
ama boş ver
itiraz etmeye gerek duymuyorum
buradayım işte
ve en ufak bir istek duymuyorum içimde
nasıl istiyorsanız öyle oynayalım bu oyunu
ne de olsa sonunda kaybedicem
neden kazanmak için çaba sarf edeyim
boş versenize
böyle iyiyim
havada huzur var bugün
oldukça sakin ve sıkıcı bir gün
güzel
her şey sıkıcı
sadece oranları değişiyor
bu az sıkıcı
bu çok sıkıcı
ve bunu bana anlatan bir adaşım
teşekkür edelim ona
oldukça sakin ve sıkıcı bir gün ve havada huzur var
tricky'nin paranoyak ve aksak ritimleri dönüyor odada
ve harikulade hatun sesi
bu kadınların cıyaklamasına tahammül edebilen bir tek ben miyim?
sürekli konuşup durmaları ve beynimi sikmeleri hoşuma gidiyor sanırım
ama hepsi ve mutlaka
başka birini tercih ediyor bir süre sonra
ben
işe yaramaz
adi
ve basitim
ve haklılar öyle düşünmekte
itiraz etmiyorum
ve olayları terse çevirmek için
en ufak bir şey yapmayacağım
her şey benim dışımda cereyan ediyor
ve güzel
ve huzur var bugün havada
kadınsızlık iyi
huzur veriyor
siktir et
bahisler ve alkol ve dört duvar ve rap
daha fazlasına gerek yok
bir kadına da ihtiyacım yok
hiç kimsenin yok
elinize patlatın gitsin!


15 eylül 2006

benim çöplüğüm

"bizi öyle bir sikmişler ki" demişti
o ufak dükkana sıkışıp kaldığımız
ve kimsenin
hiç bir şey satın almadığı
zamanlardan birinde
sisteme, gidişata
ya da işlerin yürüyüş şekline
ve bizim bir türlü
yürütemeyişimize kızarken
hep ters köşeye yatırılışımıza

haklıydı
çok pis sikmişlerdi bizi
kanatlarımızı ve kuyruğumuzu kesip
bir kümese kapatmışlardı
ayar olmamızı bekliyorlardı

ama farklıydık bir şekilde
en azından ben öyleydim
okumak istemiyordum
çalışmak istemiyordum
evlenmek istemiyordum
yayınlanmak istemiyordum
çok para istemiyordum
parasızlığa tahammül edemiyordum
ve tahammül edemiyordum aynalara
aptal bir surat
3 haftalık sakal
ve ne yapması gerektiğini bilmeyen
ve dahası hiç bir şey yapmak istemeyen
bir adam

sadece
müzik
alkol
ben
ve beni diğerlerinden koruyacak
dört duvarım olmalı

sonra
birden
O geldi

ben hayatımı
hiç bi getirisi olmayan
aptal şeylerle tüketmiştim
ve hiç bir çıkış yolum kalmamıştı
giderek daha çok yaklaşıyordum bir hiç olmaya
ve uzaktım işte
900 kilometre

bi tek o gece
kendimi tamamen
bıraktım
ruhumu
bedenimi
ve daha başka ne varsa insanda olan

her şey olabilirdi
ölebilirdik bile
O isteseydi yapardık
ya da
daha ileri gidebilirdik
hiç çıkmayabilirdik o odadan
ve dört duvar yeterdi bana

ama izin vermezlerdi
baskı altındaydım
karnı acıkacaktı
üşüyecekti
ya da faturalar
bir şekilde
sıçacaktı ağzımıza

ve sabah
bir çift gözle aynı anda uyanıp
tebessüm etmek
ve dudaklar

ve bir daha asla
hiç bir şey
o derece mucizevi
ve harikulade
olamayacak

tekrar başa döndüm
burada oturmuş
düşünüyorum
ve evet galiba
tekrar istemiyorum
umut etmek bana göre değil
iyi bir şeyler beklemek de
burada oturup
içkimi yudumlamak ve duvarlarımı izlemek dışında
yapabileceğim pek bir şey yok

dışarıda
diğer ne varsa
sizin olabilir
ama bu 9 metrekare bana ait

şimdi izninizle uyuyacağım


15.09.2006

tıkanıklık

öyküler geliyor
öyküler gidiyor
geçenlerde bir roman bile geldi
çaldı kapıyı
yerimden kalkamayacak kadar kötü hissediyordum kendimi
çaldı çaldı çaldı
zorladı, açmaya çalıştı
bir kaç sayfa sonra durdu
olmuyordu
olmayacaktı
zorlamanın anlamı yoktu
hiç bir şeyin anlamı yoktu
ve şiirlerim boktandı
ve ben boktandım
ve hayat boktantı
ama boşver
bir bira aç
ve yazamamaya başla
hayatta kal be adam
ne intiharı?

2 cümle yazıp tıkanıyordum
ama önemi yoktu hiç bir şeyin
öyküler geliyordu
öyküler gidiyordu
ve evet
yazamıyordum
okuyamıyordum
yemek yiyemiyordum
tıraş olamıyordum
yürüyemiyordum
hareket edemeyecek kadar sıkıştı ruhum içimde
ya da
bir şeyler alıp götürdü bende bir şey

ve bir kez daha
işimi bitirmeyi tasarlarken
bir şişe şarap
müzik
ve bu şiir yetişiyor imdadıma


15.eylül.2006