kapı çalıyor..
kalkıp yanındaki pencereyi açıyorum. “kim o” diye soruyorum..
biri pencereye
yaklaşıyor ama yüzünü seçemiyorum, 4 masa lambası yanıyor klavyemin üzerinde,
pencereyi kapıyorum ama dışardan konuşma sesleri geliyor, bilgisayarın başına
oturuyorum, hâlâ konuşma sesleri geliyor dışarıdan, yerimden fırlayıp kapıyı
açıyor ve bağırıyorum:
“size beni rahatsız
etmemenizi söylemedim mi yarak kafalılar”
dışarı bakıyorum,
biri basamakta oturuyor diğeri balkonda sol taraftaki çalılığa sıçıyor, boku
ağır ağır düşüyor..
“hey bu pezevenk
kızı çalılığıma sıçıyor” diyorum
pezevenk kızı
gülüyor ve sıçmaya devam ediyor. at kuyruğundan kavradığım gibi havaya
kaldırıyor, o sıçmaya devam ederken çalılığın üzerinden savuruyorum. geri
gelmiyor. “niye yaptın bunu” diye soruyor öteki
“canım öyle istedi”
diyorum
“delisin sen” diyor
“deli mi” diye
soruyorum
“evet deli” diyor,
“üstelik üç kağıtçısın, sürekli olarak bukowski’nin öykülerini kopya ediyor,
sadece isimleri türkçeleştirip zaman ve mekanla oynuyorsun”
“evet” diyorum,
“yeteneksizim, pis bir hırsızdan başka bişi değilim ama bundan sana ne, herkes
yutuyor bu numarayı yavrum, hadi siktir ol git yoksa seni de kemerinden
tuttuğum gibi fırlatırım” kaçıyor, arkasına bakmadan kaçıyor üstelik de..
kapıyı kapatıp daktilonun, şey, pardon, klavyenin başına oturuyorum, ve
telefonum çalıyor, bir mesaj, orospu çocuğunun biri numaramı öğrenmiş birinden,
şöyle diyor mesajda, “öykülerinde bir şey eksik, defalarca okudum, ve sonunda
karar verdim, ruh ve duygu yok öykülerinde”
mesajı atan kişinin
çok zeki olduğuna karar veriyorum ve siliyorum mesajı, ruhsuz ve duygusuzum
çünkü..
hmm.. evet.. bugün
bukowski’nin hangi öyküsünü çalsam acaba.. sadece isimleri ve mekanları
değiştiriyorum biliyorsunuz, biraz da cümleler üzerinde oynuyorum tabii ki,
çaldığım anlaşılmasın diye, ama nasıl olduysa biri bunu çakozladı, ama olsun,
onun sesini kesebilirim, onlarca hayranım var ne de olsa, yeteri kadar güç
kazandım artık, “bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 12 maymun”u çalsam nasıl
olur acaba, maymun yerine aslanlar düzüşür ve, hmm, 17 adet olur evet, hem
bunlar homoseksüel aslan olursa fena olmaz.. iyi fikir.. evet, pekala..
elimizde 17 adet maymun, yok pardon şey, aslan var, yok 18 olsun, 9’u erkek 9’u
dişi ve bunlar homoseksüeller, 9 erkek aslan grup seks yapmaya karar veriyor, 9
dişi aslan da eşleşiyor ve bir dişi aslan açıkta kaldığı için kavga çıkıyor
dişi aslanlar arasında, erkek aslanların umurunda değil bu kavga.. ve benim de
umurumda değil, kimin ne bok düşündüğü, yazdıklarım hakkında.. kesiyorum burada
bu saçmalığı, ve size başıma gelen bir şeyi anlatmak istiyorum dostlarım, her
zaman olduğu gibi.. ama eğer çok bukowskivari olursa bu da, beni affedin, ama
yapabileceğim bişi yok bu konuda, buk.tan önce de yazıyordum, buk.u okumadan
önce demek istiyorum, buk yazmaya başlamadan önce değil, ve ister inanın ister
inanmayın tarzım şu anki ile aynıydı ki bunu bilen bilir, ve sonra, ama, her
neyse, başıma gelen bir şeyi anlatayım istiyorum yine, ama biraz düşünmem lazım,
biraz bekleyin, bi saniye, evet.. hmm..
sabahtı, sabahın beş
buçuğu, “koğuş kalk” diye bağırdı bi tip, ve, kalktım, herkes kalktı çünkü,
hâlâ sivil elbiselerleydim, henüz kamuflaj vermemişlerdi bana, çünkü cuma günü
mesai saatinden çok sonra teslim oldum acemi birliğine ve pazartesi günü
kaydımın yapılacağını ve kamuflaj ve diğer malzemeleri vereceklerini
söylediler, elbette cuma günü bir giriş kaydı yapıldı, muayene de oldum;
“herhangi bir sağlık
problemi yaşadın mı, fiziksel veya psikolojik?”
“akciğer ameliyatı,
iki kez, ve bir de sanrılar görüyorum, bir kez psikoza girdim, artık pek fazla
nüksetmese de, kekemeyim, ve, hmm”
“sanrılar nasıl?”
“ışık, gölgeler,
ses, ve bir de bazen odada yürüyen birşeyler olduğunu düşünürüm, öyle gelip
giden bir his, paranoyak olduğum su götürmez bi gerçek sanırım. zaman zaman
realitik sanrılar da oldu”
“uyuşturucu
kullanımı”
“evet”
“ne tür
uyuşturucular”
“bir dönem
amfetamin, extacy ve çeşitli uyarıcılar kullandım, askere gelmeden önceyse bazı
sedatifler ve esrar kullanıyordum”
“alkol?”
“hıhım”
“ne sıklıkta”
“her fırsatta”
“yani her gün
diyebilir miyiz?”
“hemen hemen”
“sigara”
“evet”.
“arkaya geçip soyun”
geçtim perdenin
arkasına.. kollarıma bakıldı, ve taşaklarıma.. dövme yok, jilet izi yok, yara
yok, sol kolda dikiş izi, erkek, ve daha önce bir kez psikoza girmiş, sanrılar
görüyor, uyuşturucu kullanımı var.. pdrm!
oradan çıkarılıp bir
başka yere yönlendirildim.. sigorta ve banka kartı işlemleri için.. ölmem
dahilinde 15 milyar tazminat ödüyorlardı aileme, sakat kalırsam da bana ömür
boyu bakacaklardı.. bir dolu kağıt imzalattılar, okumam için zaman yoktu,
imzaladım.. sonrasında kalacağım koğuşa götürdüler beni, eşyalarımı
yerleştirdim, falan filan işte, buralar pek kayda değer değil, ertesi gün de,
yukarlarda bi yerde sözünü ettiğim gibi beş buçukta uyandırıldım, ve kahvaltı
adını verdikleri o şeyden aldım yemekhaneye gidip.. 3 zeytin, ufak bir parça
peynir, çok ufak, ve yarım ekmek, sorun değildi, sivilde kahvaltı yapamıyordum
zaten, ama burada? denedim, ve geri çıkardım yediğim ne varsa 10 dakika içinde,
normaldi, ve mıntıka dediler, yerdeki çöpleri toplayacaktık, yapraklar, çam
iğneleri, izmarit.. arazi olmanın en akıllıca şey olduğunu düşünüyordum.
sonuçta o iş, veya diğer her şey, biz ordan gidene kadar bitmeyecekti, sürekli
yeni bir şeyle çıkacaklardı karşımıza, şurdaki çöpleri topla, yaprakları topla,
çam iğnelerini topla.. ve ben tenha bir yer arıyordum, kadro askerlerin beni
görmeyeceği bi yer, ve tuvaletin arkasına geçtim, oturdum, yanıma bi tip geldi,
tanımıyordum onu, ama benim gibi acemi olduğu her halinden anlaşılıyordu
“selam” dedi
“selam” dedim
“iyi yer bulmuşsun”
dedi
“hayatımı saklanarak
geçirdim” dedim, “herkes ve her şeyden”
“arazi olmak iyidir”
dedi, “hedefim acemi birliğini son güne kadar arazi olarak tamamlamak”
“sırf askerlik
değil, hayatın tamamında arazi olmak gerek” dedim
“alkol kullanır
mısın?”
“evet.. ya sen?”
“bende..”
ve vefa ile böyle
tanıştım.. aslına bakarsanız askerliğe başlamadan önce, orada tek bir kafa
dengi tip bulamayacağımı düşünüyordum, ama ne de olsa bizim gibiler hep aynı
köşeye saklanırlar hayatta, ve çekerler birbirlerini.. bi kaç gün içinde sıkı
iki dost olduk vefa ile.. ankara’da yaşıyordu, üniversiteyi bırakmıştı, hem de
son yılında, neden diye sorduğumda bi sikime yaramıcaktı dedi, bende bi sikime
yaramayacağı için dört sene üst üste devamsızlıktan sınıfta kalmıştım
üniversitede, sonra da atılmıştım zaten, ve alkol, evet, askerlik süresince en
büyük problemimin olacağını düşündüğüm şey, ama hayır, en büyük problem tıraş
olmak ve bot boyamaktı, ilk hafta sürekli akşamları tıraş oldum, sabahın
köründe olmak zor geliyordu çünkü ve ben de olmuyordum, bi kaç kez azar
işitince akşam olmaya başladım, ama yine azar işitmeye başlayınca sabah kalkar
kalkmaz ilk işim tıraş olmak ve bot boyamak oldu, ve bunu 10 aydır başarılı bir
şekilde sürdürüyorum, bu arada bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 12 maymun,
şey pardon özür dilerim karıştırdım, bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 18
aslan’a dönücez bir ara..
askerliğimin 16.
günüydü, tek gram alkol koymamıştık ağzımıza vefa ile, aranıyorduk, kadro
askerler ile bağlantı kurmaya çalışıyorduk, ama henüz başaramamıştık, 16.
günümüzdü, gecenin ikisi, biri yatağıma gelip dürttü, gözümü açtım, vefa’ydı,
“hadi kalk gidiyoruz, alkol ayarladım” dedi, “taşak yapıyorsun” dedim, “hadi olm
kalk” dedi, kalktım, “beni takip et” dedi, dışarısı buz gibi soğuktu, ama hiç
bişi giymedim üzerime, eşofmanlar sadece, koğuştan çıkıp arkaya, çalılıkların
oraya doğru yürümeye başladık, bir kadro asker söz vermişti vefa’ya, gece
dışarı çıkıyordu kadro askerler, tellerden, ve gelirken bira getirmeye söz
vermişti bir tanesi, tutmuştu da sözünü, bir köpek kulübesinin önüne geldik,
yere oturunca köpek kulübesi boyunuzu geçiyordu, yani köpek kulübesinin
arkasına oturduğunuz takdirde görünmüyordunuz, iyi kamufle ediyordu bizi, 75
gün boyunca iyi kamufle etmiş olmalı ki acemi birliğinde hiç fire vermedik,
gerçi 10 aydır askerim ve henüz fire vermedim, umarım geriye kalan 4,5 aylık
sürede de alkollü iken yakalanmam, askeri cezaevine girmek istemiyorum, insanın
suyunu sıkıyorlar orada, 20 günde 15 kilo veriyorsun, ve bunu sana yapan senin
gibi askerler, oraya pas pas çek, şurayı sil, piyadeler, gardiyan piyadeler,
alt devren olan piyadeler.. ve ben jandarmayım üstelik, piyadeler jandarmalardan
nefret eder, iyi de bu size de garip gelmiyor mu? askerliğin psikolojisi, çok
çabuk etkiliyor insanı, ve çok çabuk değiştiriyor, çok saçma şeyler yaptım, ve
yapmaya da devam edeceğim muhtemelen, bir ara anlatırım onları da, ama şu an
konumuz alkol, ve evet, köpek kulübesinin içinde bir köpek yaşamıyordu, siyah
bir poşet vardı sadece, çıkardık poşeti dışarı, içinde bir tane bira, açtık kapağını,
ve ilk yudum, 16 günlük hasret, mucizeviydi..
pek fazla
hatırlamıyorum ilk günleri, bilincimi yitirmiş gibiydim, felç geçirmiş bir hasta
gibiydim, hareket edemiyordum, düşünemiyordum.. pazartesi günüydü, 4. günüm..
sabah içtimasından sonra benim gibi henüz kamuflaj dağıtılmamış 8-10 kişiyi
topladılar, diğer 200 küsur asker yeşiller içindeydi, ve benim gibi henüz sivil
olanlar da çok hevesliydi o elbiselerden almaya, 2 gün boyunca sürekli sorup
durdular ne zaman dağıtılacağını, ben o kadar meraklı biri değilim, ki aslına
bakarsanız çok meraklı olduğumu düşündüğüm zamanlar da olmuştur, ki “bok gibi
meraklıyım”dır da demişimdir zaman zaman, ama böylesi bir konuda? ne zaman
silah dağıtacaklarını merak edişleri mesela.. benim tek derdimse ne zaman çarşı
iznine çıkacağımızdı.. ve evet, kamuflajlar, giydim tabii ki, nasıl giyildiğini
gösterdiler, botların nasıl bağlandığını, ve aynada kendime baktım şöyle bi,
“oğlum şimdi boku yedin işte” dedim kendi kendime, “artık askersin” ve o zaman
farkına vardım asker olduğumun, ve o boktan psikolojiyi de o gün kaptım
sanırım..
ilk hafta çok kötü
geçti, uyuyamıyordum, ortama ayak uyduramıyordum, sürekli birileri ile tartışma
içindeydim, kaçmayı düşündüm çok defalar, ve hiç de zor değildi kaçmak, mıntıka
alanımızın olduğu bölgedeki tellerde bir boşluk vardı, üst devrelerin arada
sırada dışarı kaçtığı ufak bir delik.. uyuyamıyor ve üstelik sabahın köründe
kalkmak zorunda bırakılıyordum, bi çok gece yatağa girdiğimde, ertesi sabah
yataktan çıkmamayı düşledim.. eğitim de sıkıcıydı, yere çökmek, yere yatmak,
uygun adım, marşlar, hizaya gelmek, tüfekle nasıl yatılır, sağa dön, sola dön,
vs vs.. ve doğru yapamadığımız için yediğimiz laflar.. kendimi zor tutuyordum
gerçekten, ve sigara üstüne sigara.. sabah uyanır uyanmaz, kahvaltı vaktine
kadar, yani yarım saat içinde dört beş tane içiyordum, aç karnına, kahvaltı
sonrası da devam ediyordum buna, öğlene kadar bir paket bitiyordu sanırım, ama
zamanla ciddiye almamam gerektiğinin farkına vardım, normal hayatımda da pek
fazla ciddiye almıyordum olayları, akışına bırakıyordum, zaman nasıl olsa
geçiyordu bir şekilde, naparsan yap, ya da hiçbir şey yapmadan bekle, bir
aylağın hayat felsefesi budur, zorunlu kalana dek hiçbir şey yapma..
10 gün içinde işin
orospuluğunu öğrenmiştim.. akşam yemeği öncesi sıraya girmiyordum örneğin
artık, sayı alınmıyordu çünkü, toplanılıyor ve uygun adımda marş söyleyerek
yemekhanenin önüne gidiliyordu, nefret ediyordum uygun adımdan.. marş
söylemek.. bağırmak zorundaydın, yoksa birileri ispiyonluyordu seni, “komutanım
bu bağırmıyor”.. neden bağırmıyorsun? çünkü aptalca.. hayır, böyle yürümüyordu
işler, çok ağır cezalarla donatılmıştık, ve yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu,
ben de sayı alınmadığını anladığım her fırsatta arazi olmaya çalışıyordum, ve
dediğim gibi, 10 gün içinde her şeyi çözdüm, artık sadece sabahları sıraya
girip marş söylüyordum, oysa gün boyunca en az 10 kez sıraya giriyorduk.. inanmadığımız konularda marşlar söyleyerek
gidiyorduk her yere, sol sağ sol sağ..
silahları ilk
dağıttıkları günü iyi hatırlıyorum.. herkes büyük bir heyecan içindeydi, ilk
günden beri silahlar ne zaman dağıtılacak diye sabırsızlanıyorlardı, bense
umursamıyordum, ilgisizdim, her şeye karşı ilgisizdim zaten, ve silahlar,
herkes bir yerlerini kurcalıyordu silahının, bense alır almaz omzuma astım ve
nişancılık eğitimi başlayana yani kurcalamak zorunda kalana kadar asla kurcalamadım,
merak etmiyordum, ve bölük komutanı bir keresinde bana “sen ne biçim askersin”
diye bağırmıştı, “hayattan bezmiş gibi bir halin var” haklıydı, bezmiştim
hayattan.. bezdirmişlerdi, ansızın terk eden hatunlar, “biz seni arıcaz” diyen
işverenler, hiçbir halt olamayacağımı düşünen öğretmenler, ve şimdi de
askerlik.. işin güzeli, silahı da geç almıştım, kapı gibi pdrm raporumun yanına
bir de a.s.k raporu çakarak. hiç almamam gerekiyordu o silahı oysa. ve dahası
bir de spor yapamaz raporum vardı. bir de deli raporu alsaydım, şehit olmadan
cennetin kapısını aralayabilirdim, islamî kurallar böyle diyordu.
birkaç hafta sonunda
iyice alıştık ortama.. vefa ile ben.. ilk çarşı iznimizi hatırlıyorum, tek
düşüncemiz biraydı, nasıl içecektik, aydın’daydık, acemi birliğinde, aydın, ve
hiçbir yeri bilmiyorduk, biraz dolaşıp park ya da içebileceğimiz bir mekan
aradık ama nafile, ve korkuyorduk da biraz, sonuçta askerdik ve eskisi gibi her
yerde özgürce içemezdik, ve ikişer bira aldık yine de, montlarımızın içine sokup
içebileceğimiz bir mekan aramaya başladık, asker olduğumuz her halimizden
belliydi, ve bir inşaat aramaya başladık son çare olarak ama her açıdan
şansızdık, en sonunda bir inşaata denk geldik ama onunda önünde işçiler mal
indiriyordu, çimento, kum, vs.. her neyse, işçilere “mehmet usta yukarda mı”
diye sordu vefa, “o da kim tanımıyoruz, yok öyle biri” dedi bir işçi, biz
duymamazlığa verip merdivenlerden yukarı çıktık, peşimizden biri geliyor mu
diye de kontrol ediyorduk, 4 kat sonra bir apartmana girdik ve orada bir odada
açtık şişeleri, içtik, hızlıcana, hatta ikinci şişeleri direk fondip yaptık, ve
aşağı indik, “mehmet usta nerde acaba” dedim vefa’ya numaradan, o da bana “bu
saatte burada olacağını söylemişti” dedi, işçiler aptal aptal bize bakıyorlardı
kim bunlar dercesine, ve hızlıcana uzaklaştık oradan, yoktu işte mehmet usta
diye biri, ve evet, diğer haftada şarap aldık ve içeriye tellerden girdik,
tabura demek istiyorum, ve içerde bi yerde içtik, ve tabii ki ot, üst
devrelerle samimiyeti artırarak onu da sağlamaya başladık, bir gece, yine köpek
kulübesinin arkasında gecenin ikisinde cigara tüttürürken, vefa, fatih ve ben,
yağmur çiselemeye başladı, sonra koğuşa döndük, yattım, ikili ranzalar vardı
koğuşta, ben altta yatıyordum, ve yağmur dışarda durduğu halde koğuşta yağmaya
başladı, yani ben öyle hissediyordum, dehşet bir tribe girdim, koğuşu sel
götürecek ve boğularak ölecektim, bir sola bir sağa dönüyor ama kalkamıyordum,
ve her neyse bir keresinde de cin aldık, gece dışardan içeri soktuk, ve ufak
bir radyo bulduk üstelik, ve birde cips, ve sigara, ve harikulade bir gece
yaşadık, gecenin iki buçuğunda koğuşa geldik, kafamız kıyaktı, nöbet listesine
baktım, nöbetim vardı saat dörtte, hafta sonuydu, altı buçukta kalkıyorduk
hafta sonları, ve dört altı nöbeti? kafam bi dünya iken üstelik.. düşündük vefa
ile, ‘değiştir şu amına koduğumunun listesini’ dedi, ‘öyle yapıcam zaten’
dedim, ‘bunlar beni siksen kaldıramaz nöbete, çakarlar mevzuyu..’ ve bir kalem
alıp nöbet listesindeki yatak numaramı karaladım, bir numara söyle dedim
vefa’ya 216 dedi, listede vardı ikiyüzonaltı, başka bişi söyle dedim, 158 dedi,
yazdım bende 158’i, altına da ‘ceza’ yazdım parantez içinde, 158 yatak
numarasıydı, şanslı numara, benim yerime nöbet tutacaktı, ve kimseye ‘bana neden
ceza nöbeti yazdınız’ diye soramazdı, çünkü eğer neden ceza nöbeti yediğini
sorarsa bir hafta aynı nöbeti tutardı, böyleydi bu işler, kurallar böyleydi,
kadro askerler yazıyordu nöbetleri ve eğer yanlış bir şey yaparsanız, nöbete
kalkmamak, arazi olup da yakalanmak gibi, size ceza nöbeti yazarlardı ve onlara
nedenini sorarsanız bir günlük cezanız bir haftaya çıkartılırdı, dehşet bir baş
ağrısı ile uyandım sabahın altı buçuğunda.. “koğuş kalk” kelimesi bir süre
sonra otomatik bir buton gibi geliyordu size, saat kaçta yatarsanız yatın, ya
da o sihirli sözcük saat kaçta söylenirse söylensin, uyanıyordunuz..
18 kişiydik bir
postada.. 18 aslan.. onsekizimiz de heteroseksüel aslanlardık ve erkektik,
erkek olduğumuz için oradaydık, askerde, ve birinci postadaydım, birinci
postanın birinci sırasında vefa, dördüncü sırasında ben vardım, aradaki 2 kişi
de benim ekürimdendi, ve tüm bölük hizayı birinci postadan alıyordu, postanın
geri kalan 14 kişisi de bizden, ve biz sürekli geç kalırdık içtimalara, her
şeye, ve bölük bu yüzden sıraya giremezdi, sürekli laf yerdik, ama umursamıyorduk,
bir türlü doğru dürüst düzüşemeyen 18 aslan.. aslan diyorum, çünkü bölüğümün
simgesi buydu, gerçekten buydu.. aslan.. bağırtıyorlardı 250 kişiyi marş
söyletirken, “arslanlar geliyor”
ben bağırmıyordum,
asla bağırmadım, övünmüyordum da bununla, ama etrafıma bakıyordum ve şimdi
düşünüyorum da, o günden 7-8 ay sonra, ne tuhaf diyorum, gerçek gibi gelmiyor,
sanki hiç yaşamamışım gibi geliyor, rüya görmüşüm gibi, işin tuhaf yanı
ordayken de eski sivil yaşantım rüya gibi geliyordu, hiç yaşamamışım gibi..
aslında hem
anlatılası çok şey var, hem de yok.. ve uzatmak istemiyorum.. acemi birliğinin
bittiği gün.. dışarı çıktık vefa ile, onun otobüsü 11’de idi, benimse saat başı
otobüsüm vardı, ne de olsa izmir aydın arası 45 dakika sürüyordu, ve evet,
bende 11’e aldım bileti, biraz içip sohbet edecektik onunla, en sonunda bir
park bulduk, son günümüzde, ve evet, üçer bira, ve çerez, sigara, dönüp yeni
keşfettiğimiz parka geldik, uzun süre görüşemicez dedim ona, “özlücem lan seni”
dedi, “ben de seni” dedim
“garip birisin” dedi
bana, “tutuk davranıyorsun bazen”
“biliyorum” dedim,
“isteksiz.. ite kaka”
“evet aynen öyle”
dedi
“sende hayatımda
gördüğüm en kıyak heriflerden birisin” dedim ona
“eyvallah” dedi,
içtik, içtik ve sohbet ettik
“ankaraya gider
gitmez düzüşücem” dedi bana
“sen bilirsin” dedim
“yedi gün” dedi
“yedi gün” dedim,
dağıtım izninin süresinden bahsediyorduk
“çok kısa, hemen
yine asker olucaz”
“rize” dedim
“balıkesir” dedi,
usta birliklerimiz.. ve sonra garaja gittik, ne tesadüf ki bineceğimiz
otobüsler yan yana duruyordu, aynı firmalardı büyük bir tesadüf sayılmaz, ama,
tesadüften öte, tuhaftı, otobüste oturduğum yerden ona baktım, o da diğer
otobüsteydi, ve geri geri gitmeye başladı otobüslerimiz yola çıkmak için, ayrıldık,
ve bir daha görüşmedik..
ve izin.. eve
geldiğim ilk gün.. canım çok sıkılıyordu, hiç bişi yapasım yoktu. evet,
haklısınız, benim zaten hiç bir zaman bişi yapasım yoktur, ama bu kez
farklıydı, askerlik her şeye karşı yabancılaştırıyordu adamı, ve üç gün içinde
kurtuldum bu psikolojiden.. çabuk attım, bu kadar çabuk atabileceğimi düşünmüyordum,
ama birkaç şişe adama cehennemi bile
unutturabilir..
ve şu anda yine
izindeyim.. ve yine dağıtım iznindeki gibi ilk günler çok sıkılıyordum.. ve 3
gün sürdü o psikolojiden kurtulmak.. tedavi yöntemi yine alkol. hafif alkol
aldım bu gece de.. sabahladım.. ve şu an sabahın yedisinde, ev halkı işe okula
ve oraya buraya giderken ben izlanda folk müziği eşliğinde size bunları
yazıyorum, yazıyordum, bitti, ve evet, bukowski ölmeseydi yazacak olduğu bir
öyküydü bu, o yazamadığı, yani ömrü yetmediği için, ben yazdım, affedin..
18.eylül.2006