15 Aralık 2007

herşey ne kadar

herşey ne kadar

bundan, 3 ya da 4 yıl kadar önceydi… mucizevi bir şekilde, herşey yolunda gidiyor gibi görünmüştü gözüme, günde 3 paket sigara içiyordum, çünkü param o kadarına yetiyordu, başka bişi de yaptığım yoktu zaten..

sigara alıcak parası olan, zorunda kalmadıkça yataktan çıkmayan, tembel itin tekiydim.. hiçbir şey yapmak istemiyordum. bütün gün yatakta kalıp, müzik dinlemek istiyordum sadece. günde 12 saat uyuyor, geri kalan 12 saatte de annemle tartışıyordum. okul haftada bir gündü, çünkü tüm derslerimi tek bir güne yığmıştım. Aslında, diğer iki gün de vardı bi kaç dersim ama, her sene başında olduğu gibi, hangi derslerden devamsızlıktan kalıcağımı önceden belirlemiş ve nasıl olsa ben bu dersleri bi noktada sekteye uğratırım deyip, en başından girmemeye başlamıştım. her salı okula gitmek dışında, evde oturuyordum, insanlar fanzin istiyordu, demo istiyordu, yazı istiyordu, para göndermek istiyordu, ama e-postalarına cevap vermiyordum, ya da “şu an çok yoğunum” deyip, kestirip atıyordum. salağın tekiydim muhtemelen, ama kendimi dahi sanıyordum. Şimdiyse, herkes beni dahi sanıyor ama salağın teki olduğumun farkına vardım. roller değişti, işte hepsi bu….

Annem, sürekli ders çalışmam gerektiğini söylüyor, önüme defterleri, kitapları atıyordu, bende onu oyalıyor, sonra bi şarkı açıyordum. sabahları uyandığımda, ilk işim kalkıp müzik açmaktı, sonra gene yatağıma dönüyor ve yatmaya devam ediyordum, 4 yıl geçti, 4 koca yıl, ve değişen bazı roller dışında, herşey hala aynı, bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum.

anneme, bazı projelerim olduğunu, para kazanacağımı, çok para kazanacağımı söylüyorum, o da her defasında başını sallıyor ve içinden, bıktım senin dergilerinden, diyor. ben onun içinden geçenleri gözlerinden anlıyor ama aldırış etmiyorum…

***

bundan 3 ya da 4 saat kadar önceydi… mucizevi bir şekilde herşey yolunda gidiyor gibi görünmüştü yine gözüme, günde 1 paket sigara içiyordum, çünkü param o kadarına yetiyordu, başka da bişi yaptığım yoktu zaten. sigara alıcak parası olan, zorunda kalmadıkça yataktan çıkmayan, tembel itin tekiydim, hiçbir şey yapmak istemiyordum, bütün gün yatakta kalıp müzik dinlemek istiyordum sadece, günde 12 saat uyuyor, geri kalan 12 saatte de, annemle tartışıyordum, okuldan atılmış, askere gitmiş, bi işe girmiş, işi bırakmış, ve yine aynı boktan moda geri dönmüştüm anlayacağınız, haftada iki gün kursa gitmek dışında, evden bile çıkmıyordum nerdeyse…

annem, gazeteyi yanıma bıraktı, ben de “tamam bakarım ilanlara” dedim, yerimden kalktım, mutfağa gittim ve çayı şekersiz içmek zorunda kaldığımı fark ettim, şeker yoktu, para yoktu, yakında çay da olmayacaktı, yakında internetimde olmayacaktı, sigara alamayacaktım, ve iş aramıyordum, bir dahiydim, çalışmayı içime sindiremiyordum, yazar olucaktım, sikimin yazarı, sürekli kendimi anlatıp durucaktım insanlara, başıma gelen olağanüstü felaketler silsilesinden bahsedip durucaktım..

annem, çok sinirlenmiş olucakki, -iddaa bayiinden dönüşümde, -gazeteyi eline alıp benim yerime ilanlara baktığını fark ettim..

“işe yaramaz” dedim ona, “beni işe alamazlar, biliyorsun, lanetliyim ben”
“saçmalama” dedi, “aramıyorsun ki”
“25 yılımın yüzde ellisi iş aramakla geçti” dedim, “biliyorsun, ne kadar boktan iş varsa üzerime sürüyor tanrı, boğazına yapışıp boğmak istiyorum onu”
“kimi? tanrıyı mı?”
“yok, atatürk’ü, ülkeyi kurtarmasaydı, bu felaketler gelmezdi başıma” dalga geçiyordum sadece, atatürk düşmanı kaçıklardan değildim… ama atatürkçü de değildim, hiçbir şeyi sahiplenemiyordum, hiç kimse de beni sahiplenmiyordu, bir uyum ve denge vardı hayatımın her alanında.. ying ve yang..
“töbe töbe” dedi annem, ve telefona doğru yöneldi, benim yerime bi kaç yeri aradı, “oğlum için aramıştım”, adamlar beni telefona istiyor, birkaç soru soruyor ve görüşmek için bile çağırmıyorlardı, internetten yaptığım başvurularda sonuç vermiyordu, çalışmak istemediğim için iş bulamadığıma karar verip aramamaya başladım, sonra, sonra, sonra, şekersiz çayımdan bir yudum alıp, paketimdeki son sigaramı içip, liglerin bi kaç maç daha ilerleyip bahis sonuçlarının cillop gibi gözüme görüneceği anı beklediğimi söyledim anneme, evet dedim, son dört yıldır olduğu gibi, liglerin bitmesine 10 hafta kala, son düzlükte atağa kalkıcaz, ve parayı vurucaz, bi kaç ay idare edicek o para bizi…

sonrasını düşünmek istemiyordum. hiçbir zaman, sonrasını düşünmedim. şu an burdayım, son bıraktığım işten aldığım son paranın suyunu çekmesini bekliyorum, daha sonrasına, daha sonra karar vericez, nereye gittiğimizin, ya da sonumuzun ne olacağının, hiçbir önemi olmasa da, hayat devam ediyor dostlar, hep devam etti, ve hep devam edicek. serseri, umursamaz, ve beş para etmez olsak da, devam edicek, kaçarı yok….



15.aralık.2007

4 Kasım 2007

deneme 1-2

1.
“32 yaşında, kadın, bankacı, maddi durumu iyi, sevgilisi aldatıyo bunu, kavga etmişler, bankta oturuyo, öğlen arası”

evet.. burada bir haksızlık var.. size de öyle gelmiyor mu? neden mi bahsediyorum? bakın şimdi, sevgilimle bir iddiaya girdik, bir betimleme yapacaktık, bir karakteri betimlicektik, ama karaktere odaklanamıyorum.. bi defa karakteri neden o seçiyor? bir ikincisi, 3. tekil yazamayan biriyim ben, bunu bilmiyor mu? neden kadın bir karakteri betimliyoruz? evet evet, feminist damarlar.. aklı sıra beni, kendi ağzımdan bir kadını betimlemek zorunda bırakarak intikamını alacak… ama hiç önemli değil.. o düşünsün dursun.. ben başarabilirim. evet yapabilirim… başlıyoruz..  hazırmısınız?

2.
bi saniye. bi saniye.. yanlış fon. evet yanlış fon. babes in toyland’ı seçmeliydim..

kadın. 32 yaşında. aldatılmış.. öfkeli.. intikam planları yapmakta. bunu en iyi kat’in sesi iter beynime.. evet. pekala.. her şey hazır mı.. ah. sigara. sigara olmalı. evet kadının ağzında sigara var.. pekala. zorla. zorla. girdap ve kadın göz göze geliyor. ha siktir. kendini çıkar öyküden.. kadını anlatıyorsun kendini değil.. aptal… her şeyin içine etme.. kendini sıfırla ve kadına odaklanan.. kat.. evet.. kat ve kadın… bu da olmadı. öyküyü başa sar. çekim iki sahne beş.. motor.

3.
32 yaşında.. ve aldatılmış.. düşünüp duruyor. elinde sigara. hiçbir şey umurunda değil.. önünden bir sürü herif geçiyor.. koşu yolu burası.. sahilden bir sürü genç yakışıklı sportmen herif geçiyor. atlet şort. çok seksi görünüyorlar. ama görmüyor.. kadına odaklanmış. kendi yerine tercih edilen kadına. kıskançlık krizi..

canı sıkkın.. öfke. hırs. eziklik hissi. yalnızlık hissi. kendini değersiz hissetme hissi. (eleştirmenlerim buraya takılıp başıma atmak için taş aramaya gidebilir, sadık okuyucularım parantez içlerini es geçsin bundan sonra)

ne diyorduk. pekala.. başa sar.. çekim iki sahne altı..

4.
32 yaşında. ve aldatılmış.. düşünüp duruyor.. bir sürü erkek geçiyor önünden. ama can sıkıntısı seksi aklına getirmiyor.. iş kıyafetini o gün değiştirmeyi unutmuş bankadan çıkarken. bir etek, gömlek, güzel bir makyaj, parfüm, ve hesap makinesi… hesap makinesi? bir saniye burada düşünmem lazım. bankada elinin altında bilgisayar var. hesap makinesi mazide kaldı. hah, hatırladım eksik ruhu: ben her öyküme, zaman ve mekan tasviri ile başlarım. stop. çekip iki sahne yedi..

5.
2005 yılı.. şehir ve bölge bilinmiyor. bir sahil. bankta oturan genç güzel ve aldatılmış bir kadın. bankta oturuyor.. burası aynı zamanda önünden koşu parkurunun geçtiği bir bölge. ama kadın görmüyor o genç yakışıklı seksi erkekleri. kadın aldatılmış. ezik. değersiz. aslında öyle değil, hiçbir insan, gerçekte, ezik ve değersiz değildir. sadece öyle hissederler… pekala pekala.. elinde simit olsun. evet. simidini yiyen bir kadın, aklından kocasına ilk aşık olduğu gün geçiyor.. ve şimdiki zaman. aldatılmak nedir? aldatma fili. kökeni. lanet olsun, yazı yazarken ihtiyacım olan bilgileri yazıyı kesip araştıramam. şimdi sırası değil. (“daha çok kitap okumalısın girdap, romanları siktir et, araştırma oku, teknik bilgileri kavra”)

kadın kendi kendine konuşmaya başlar….

“aslında, düşünüyorum da, beni kızdıran ney acaba? o şırfıntıyı gördüm. onu kocamla öpüşürken gördüm. kocam onun üzerindeyken onları gördüm. kocam boşalırken, “bu hayatımda yaşadığım en iyi şey” derken onları izliyordum. evet.. ama beni kızdıran ney.. düşün lanet olası… daha önce de kocan başkalarını düzdü. senden önce. senden yıllar önce de düzdü o başkalarını. onlar neden seni bu kadar yaralamadı. şimdi sorun ne. aslında, yani bana göre, o kadınla kocamı beraber gördüğümde, hiç bişi hissetmedim. ama kocamı aradım.. ve telefonu kapattı. denemek istedim. ve telefonu açıp, “aşkım çok meşgulüm, toplantım bitince seni arıcam” deseydi, bu kadar kızmazdım.. bana dönüp, “çok meşgulüm, toplantım bitince seni arıcam” dedi.. lanet olsun.. lanet olsun.. sonra o kadına dönüp, ben bir hiçmişim gibi, askerlik arkadaşının onu yemeğe davet ettiğini söyledi. lanet olsun. beni aldatmıyor. kadını aldatıyor.. beni kadın öğrenirse kadını kaybedebilir. bu yüzden beni de aldatıyor. kendini de aldatıyor. lanet olsun”

4 kasım 2007


1 Kasım 2007

multifonksiyonel eleman

multifonksiyonel eleman

1.
bir sandalyede oturmuşum. önümde iki duvar, odada bir köşe, ve ben biraz geriye dönüp, pencereden sokağa bakıyorum. gökyüzüne bakıyorum. önümdeki cama bakıyorum. ve niye burdayım diye düşünüyorum. lanet olsun lanet olsun lanet olsun. niye burdayım.
insan kendine “niye çalışıyorum” diye sorduğunda, ardından gelicek cevaplar, kendi için olan herhangi birşeyi kapsamıyorsa, fedakarlık ediyor demektir, buna hayatın boyunca devam ediyorsan, bu kendini feda etmek anlamını taşır. fedakarlık süresi uzarsa feda edilirsin. ve insan kendi hayatını feda ederekte pek tabii mutlu yaşayabilir.. kızım için. aşkım için. daha doğmamış torunlarımın geleceği için. milletim için. dinim için. ölümden sonraki hayatım için. dünya barışı…. bir dakika, bir dakika, sikmişim dünya barışını..
zihnim bana oyun oynamayı sürdürüyor.. çünkü ben niye burdayım diye sorduğumda kast ettiğim şey, niye bu köşeye yerleştirildiğim idi. bekliyorum. bekliyorum. bir köşedeyim. çünkü patronum benim iş dışında herşeyle uğraştığımı düşündüğünden dolayı bilgisayarımın yerini değiştirdi, önüm duvar arkam duvar, sobe oyunu geliyor aklıma nedense.
hey bakın ben bir şey yapmıyordum, ve cezalandırıldım.
insan herhangi bir suç işlemediği için cezalandırılınca kendini gerçekten kötü hissediyor, çünkü gerçekte zaten herhangi bir suç işleyince de cezalandırıldığınızda kendinizi kötü hissedersiniz. çünkü toplumdan uzun veya kısa bir süre atılmışsınızdır. ve toplum huzuruna aykırı bir şey yaptığınıza, veya bir bireyin veya kurumun, yaşamına veya mülküne veya kişiliğine tecavüz ederseniz, yani kısaca bir takım maddeleştirilmiş yaşama şekli sınırlarının dışına çıktığınızda, önceden hazırlanmış kurallar bütününe göre, kısa veya uzun bir süre toplum hayatının dışına atılırsınız, veya maddi para cezası ödersiniz. bu cezaların en komiği hakaret nedeni ile açılan tazminat davası olmasına rağmen konuyu değiştirmek istemiyorum.
beni aşağıla. parasını ödemen yeter.
hepimiz bunu yapıyoruz. hepimiz birileri tarafından aşağılanıyor ve bedel ödeniyoruz.maaşımı öde, dilediğin saatte dilediğin yerde olucam, dilediğin işi yapacağım, maaşımı öde, ki benim gibi maaşı ödenenlerin ürettiği şeyleri satın alabileyim. yaşama devam edebilmek için kendimizi hiçe sayıyoruz.
feda ediş. kurban. tören.
haftaiçlerini satarak hafta sonlarını kazanmak
12 saatini satarak, yıllar sonra senin yaşlı buruşuk yüzüne tükürücek oğluna bir gelecek hazırlamak
yaşamanını kaybederek, vatanını korumak.
aslında hepimiz bir şekilde hem kurban hem katiliz.
gelenekselleştirilmiş ve toplumsallaştırılmış değer yargılarına göre yaşam biçimimizin sorgulanması
pencereden bakıyorum çünkü gökyüzü güzel görünüyor
pencereden bakıyorum çünkü bilgisayarı iş dışında kullanmam yasak
pencereden bakıyorum çünkü patronum her an arkamdan gelip benim onun internetini kullanıp kullanmadığımı denetleyebilir
pencereden bakıyorum çünkü o an orada olmamam gerekiyor. dışarıda olmalıyım. istediğim yerde olmalı, istediğim şeyi istediğim yerde yapmalıyım.
özgür olmalıyım. özgür olmalıyım. özgür olmalıyım.
ama değilim.
hiç birimiz özgür değiliz.
salındığımız boşlukta, zincirimizin uzunluğu kadar yol alabilir, prangalarımızın izin verdiği ölçüde hareket edebiliriz. ve sesimiz filtrelenmiştir.
duvarlar duvarlar duvarlar
pencereden bakıyorum
ve ben küçük bir şirkettin kontrol altında tutmakta zorlandığı, bu yüzdende sürekli takip edip sorguya çektiği bir elemanıyım. beni işte sadece kan bağı tutuyor. yaptığım işi yapmanız için ya aptal olmanız gerekir, yada fedakarlık etmeniz. ve ben bunu bir adım ileri taşıyıp kendimi feda etmek istemiyorum.

dediğim gibi, bir sandalyede oturmuş ve dışarıyı izliyorum.
işteyim, çalışmıyorum.
işteyim, sokağa bakıyorum.
işteyim, ama işi bıraktım.
patron arkamdan geliyor ve “napıyorsun” diyor,
tepenizdeki oteritenin üzerinizdeki ilizyonu kaybolunca, yani onun elinden yırtınca, yani size ufak elma şekerleri sunarak özgürlüğünüzü kısıtlama gücünü kaybedince, gerçekten çok sinirlenir, ve eğer siz bunun üstüne onun bu sinirli halini sikinize takmazsanız, oteriteyi fena halde korkutursunuz, ve bu paranoyak ruh sizi yok eder, çünkü işine yaramıyorsunuzdur, çünkü bütün devletler paranoyaktır, çünkü bütün şirketler aslında ufak birer devlettir, ve oterite sizin bulaşıcı bir hastalık gibi diğer ruhlara bulaşmanızı engellemek için sizin sesinizi kısar, yada size maskeler takar, “vatan haini” maskesi en kolay giyilebilen ama en çok dışlanmanızı sağlayan maskelerden biri olmalı.
hiçbir iş yaptıramayacağını anlıyor bana patronum. aslına bakarsanız ona niye hala patronum dediğimi bile bilmiyorum. ağız alışkanlığı.
oterite üzerinizde, bebekliğinizden ölümünüze kadar sizi terketmeyecek kalıcı alışkanlıklar yaratır.

dediğim gibi, bir sandalyede oturmuş ve dışarıyı izliyorum. patronum arkamdan geliyor ve “napıyorsun” diyor,
“hiiiç” diyorum, “düşünüyorum”.
“neyi” diyor hıyar oğlu hıyar,
“yazacağım romanın adını” diyorum hıyar oğlu hıyara, ve adamın babası da gerçekten tam bi hıyar, oğluda öyle, hıyar sülalesi… hıyargiller familyası
“yazacağım romanın” adını diyorum, “sence multifonksiyonel eleman güzel bir isim değil mi? beni anlatıyor” öfkeleniyor ve “bunu sonra konuşalım” diyerek geri dönüyor, amacı içerideki misafirine ve ona çay götürüp götüremeyeceğimi sormak, ama oterite size bir iş yaptıramayacağını anlayınca, sizden talepte bulunmaz, oterite küçük düşmemelidir…. geriye dönüyor patronum. bende camdan bakmayı, cama bakmayı, camdaki lekeleri silmem gerektiğini ama işi bıraktığımı anımsıyorum…. orada sadece, başka bir kurbanın bir süre azad edilmesi için yerine bakma işini yapıyorum. işim bu. fedakarlık. ama asla feda edilemem.
hayatınızı feda edicekseniz, karşılığında daha değerli bir şey almanız gerekir.
bir insanın kendi hayatından daha değerli olan nedir?
sevdiği bir insanın hayatı – aşk – çocuk – aile – anne
sevdiği bir imgenin hayatı – ülke – millet – ideoloji -
yada cennette yaşayacağı sonsuzluk  - din – allah – iman
sistem bize hep bu oyunu oynuyor
size, kendi genlerinizden olma bir varlık ürettiyor, sonra onun için fedakarlık yapmaya başlarken, kendinizi feda ediyorsunuz.

ben
multifonksiyonel eleman
hiçbir şeye inanma. kendine inan
herşey olucağına varır
ve aslında hiç bir şey olmaz
yaşar ve ölürsünüz
herşey bu kadar basit


2.
yerimden kalkmak zor geliyor, biten sigara paketinin son sigarasını yakarken sigara paketini küllük yapıyorum, dediğim gibi, yerimden kalkmak zor geliyor ve küllük uzakta…

zorunlu kalmadıkça hiç bir şey yapmam dediğimi anımsıyorum…

kendi hayatım söz konusu olduğunda, hayatım için yapmam gerekenleri göz ardı ediyor, üşengeçlik ediyor, aylaklık ediyor, ve sallamıyorum, herşey olucağına varır, yani bu tamamen herşeyi ama herşeyi kendi eyleminin doğuracağı bir sonuç dışındaki akışına bırakmak, çünkü dış müdehale çok fazla, naparsan yap olmuyor işte, olmuyor, o halde hiç bir şey yapma diyorum ve o zamanlar 22 yaşında olmalıydım, yani bu tamamen herşey olucağına varır dediğim zamanlardan biri, kendini umursamamak… fedakarlık etmek ile kendini feda etmek arasında bir uçurum vardır. ve ben herşeye rağmen aşırı bencil bir insanım. abimin ben işi bıraktıktan sonra, iş yerinde ne bok yiyeceğini düşünmek istemiyorum. bu yüzden uykuya dalana kadar, hızlı ritmik vuruşlar ve taşak vokallerle zihin akışımı başka noktalara kanalize edicek punk şarkıları dinliyorum. geçmişe gidiyorum biraz.. en başa. hikayenin başlangıcına..

1 kasım 2007          

sincap - giriş yazısı

şimdi okumaya başladığın fanzin, tao ve anarşi hakkında, ve kendini mutlu etme hakkında, ufak bir hikayedir. anlatmaya başlamadan önce, sana biraz ön bilgi vermem gerekiyor. anlatmaya başlamadan önce, çok sert bir punk grubunu, bana şiddet aşılaması için fon olarak seçtiğimi bilmen gerekiyor. yazmaya başlamadan önce, bilgisayarın yavaşlaması ve yazma hızım, düşünme hızım ve bilgisayarın hızı arasındaki dengesizliği artırmak için, bir dvd çekmeye başlayarak, bilgisayarımı yavaşlattığımı bilmen gerekiyor. birkaç ön bilgi daha vermem gerekiyor. kül tablası almaya üşendiğim için, bir kağıt parçasını küllük yaptığımı ve sigaramı onun üzerine koyduğumu, böylece dikkatimi dağıttığımı, yazıdan çok, yazarken peş peşe yaktığım sigaralarımın kağıdı tutuşturup tutuşturmadığını kontrol etmem gerektiğini bilmelisin. ayrıca kulağımdaki kulaklıklardan birini çıkarmam gerektiğini de bilmelisin, çünkü babam hasta ve bana seslenebilir, onu duymayabilirim. ayrıca şu an saat sabaha karşı beş ve intihar tutkunu geç kızın uyuyup uyumadığından, yatmadan önce bi’ kaç hap atıp atmadığından emin değilim.

daha giriş metninde, seni yeterince sıkmak istediğimi ve bir an önce defolup gitmeni sağlamaya çalıştığımı anlamış olmalısın. eğer anlamadı isen ve hâlâ okuyorsan, az önce sigarayı elimle söndürdüğümü ve canımın çok yandığını bil.. bunu, düşünmek zorunda bırakıldığım bir çok konuyu göz ardı etmek için yaptım.

eğer 16 yaşında isen şansını boşuna zorlama, geleceğe dair tüm planların altüst olacak, şu an kendin için yaşamaya başlasan iyi edersin.

eğer 16 yaşında isen ve üniversite sınavlarına hazırlanıyorsan, tüm hayatını kökünden etkileyecek seçimlerin konusunda bencil düşünmen gerektiğini öğrendiğinde, iş işten geçmiş olacak ve nefret ettiğin bir işte para kazanarak, emekli olacaksın, hatta olamayadabilirsin.

eğer 50 yaşında isen ve günün birinde fransa’dan geri dönerek, girdap’a  “50 yaşındayım ve çok pişmanım, her şeyden nefret ediyorum” diyorsan, sana  hâlâ zamanın var, dediğimi anımsa...

önüne birkaç seçenek sunulup, istediğini seçebilirsin, denildiğinde, sana seçme hakkı verilmediğini, özgürlüğünün kısıtlandığını bilmelisin. eğer hâlâ dünyada olup bitenleri boyalı basından takip ediyorsan, sana yalan söylediklerini bilmelisin.

eğer hâlâ anlatacağım hikayemi okumak istiyorsan, elin bir tetiğe yakın bulunsun, birini öldürmek isteyebilirsin...

bunu da kayıtlara geçin; sincap sistemle açıktan savaşmaktadır.

eğer fanzini okumaya sondan başlamış ve her şeyin sonunda bu yazıyı okuyorsan, benim hiçbir konuda suçlu olmadığımı bilmeni isterdim.

eğer fanzini beğenmedi isen, bana bir nefret maili yazmaman gerektiğini, eğer beğendi isen, teşekkürü yazarak değil, bir fanzin çıkararak yapman gerektiğini bilmelisin..

az önce sigaramın kağıdı yaktığını ve odanın koktuğunu biliyor musun?

az önce bir askerin 6-8 nöbetine kaldırıldığını bilmelisin.

birkaç gün önce, tüm suçları bu ülkede doğmuş olmak olan birkaç gencin, ellerine zorla silah verilerek güneydoğu’ya gönderilip, orada başka birkaç ahmak tarafından esir alındığını, sonra serbest kalıp bırakılıp kendi ülkelerine gönderildiklerinde de, niye şehit olmayıp da teslim olduklarını sorgulamak üzere esir alındıklarını, ve mahkum olabilme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını bilmelisin.

sana öğretilen her şeyin, kendini feda etmen için öğretildiği bilmelisin… ve benim kadar bencil olsaydın, hayatını, sadece özgürlüğünün bi gram bile kısıtlanmaması için feda etmen gerektiğini bilirdin.

kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardan sistemin korktuğunu biliyor musun?

ölümden korkmayan insanlardan sistemin korktuğunu..

öldükten sonra bir hayata inanmayan insanlardan korktuğunu…

ölmeden önceki hayatını, sadece ‘kendi’ inançları doğrultusunda yaşamak isteyen insanlardan korktuğunu…

boyalı basının, asla görmemenizin istendiği şeylerin önünde, bir set oluşturmakla görevlendirildiğini…

bildiğin her şeyin, sana neden öğretildiğinin farkına varman gerekiyor.

sen bir kuklasın. yaşamıyor, yaşatılıyorsun..

boyalı basın, göz boyar..

hayata siyah-beyaz olarak bakmayı öğrenmelisin. onlar beyaz bayrak çekip, teslim almışlar fikirlerimizi, siyah bir bayrak ile isyanı simgelediğimizi bil.. ve şimdi siyah-beyaz ve kayıt dışı bir yayını okumaya başla. sessiz-sakin-içinden.. şimdilik içinden.

ama bu fanzin ikimiz arasında bir sır olarak kalmamalı. kulaktan kulağa oynamamalıyız.. avazın çıktığı kadar bağır!


1kasım2007

5 Eylül 2007

başlıksız1876

başlıksız1876

1.
eskisi gibi yazamıyorum artık. daha az acı çekiyorum. daha az hissediyorum. bir şeyler hissetmeye bile zaman bulamıyorum. kitap okumaya. müzik dinlemeye. insanlarla konuşmaya -her ne kadar bu sonuncusu gereksiz bir aktivite olsa da.

beynimin içinin çürüdüğünü hissediyorum çoğu zaman. gözlerimin çürüdüğünü. midemin. akciğerimin. çürüklük hissi. "iş göremez" raporu almalıyım. "bozuk" raporu. "tamiri mümkün değil" raporu. iade etmeliler beni. geldiğim yere. her nereden geldiysem. bunu da bilmiyorum. ama üretim yerime iade edilmeli ve parçalanmalıyım bana sorarsanız. işe yarar bir parçam kaldığını sanmıyorum içimde, ama yedek parça olarak kullanılabilir belki, eğer varsa sağlam tarafım. geri kalan kısımlarım çöpe gitmeli. hurdacılar bu işi görebilir. insan hurdacısı var mı aranızda?

evet evet, saçmaladığımı düşünüyorsunuz. itiraz etmeyeceğim. hareket edicek gücü bulamıyorum kendimde. tepki vericek gücü. donuğum artık. insanlar sorular soruyor. aptal aptal suratlarına bakıyorum. deli olduğumu düşünüyor olabilirler. tam bir geri zekâlı. idiot.

ve şu ofisten çıkınca, hemen kapının önünde biri üzerime silahı doğrultsa, refleks vari bir tepki bile veremeyecek kadar yorgunum artık. "heey deprem oluyor" dese biri. "bomba var kaçın" dese. b52'ler geziyor tepemizde dese. içimden hiçbir şey gelmiyor yaşama devam etmek için. rutine bağladım her şeyi. otomatik pilot. talimatı verdim ona. o kim? bir program. ikinci ruh. adına girdap diyor olabilirler. ya da girdap benimdir. o ise girdapoz. girdapalas da olabilir. girdapır da fena fikir değil. ki bana kalırsa ve mademki g harfi ile başlıyor sıfatlarım, göt diyebiliriz. tam bir göt gibi davranıyorum çoğu zaman. bencilce. ama bunu bir tek ben söylüyorum. herkes ne kadar harikulade olduğumu söylüyor. değilim diyorum. ottan boktan bir adamım ben. ve salağım. ikinci bi kişi var sadece içimde. hırslı, azimli, kararlı, dünyayı sikicek yakında. ama o bir otomatik pilot. sürekli kapışıyorum onunla. şu an kendisinden habersiz yazıyorum bu yazıyı, kontrolü ele geçirirse, yazıyı silip çöp kutusuna gönderebilir. çünkü mükemmel yazmak istiyor. ve bu boktan bir yazı. eğer o fark etmeden bu yazıyı bitirir de birine gönderebilirsem okuyabilirsiniz. ancak yine silicektir. utanır çünkü. aptalca gelicektir. ve o haklı olmalı. bana da aptalca geliyor.

şizofreni tanısı.. hayır demiştim, abartıyorsunuz. “yanlış anladınız” dediler, “bu haplara devam edip, bu kadar az uyursanız sonucu oraya varıcak” dediler. iki tane psikolog dedi bunları. bir psikoz geçirdiğim söylendi. o günlerde de, başka bir şeye dalmıştım. başka bir proje. ve sonra insanlar delirdiğimi söyledi. inandıramadım kimseyi deli olmadığıma. sonra gerçekten delirdim. çünkü dayanamıyordum. tek bir kişi göremiyordum çevremde.. kimse yanımda değildi. kimse arkamda değildi. ve umudum tükeniyordu. okula gitmiyordum. işe gitmiyordum. içiyor ve yazıyordum. içiyor ve planlıyordum. amına koyucaktım dünyanın.. düzenini değiştiricektim. yeni bir yaşam formu icat ettim. yeni bir dünya.. 506 sayfa sürdü yazı. sonra ona şekiller yaptım. el çizimleri. krokiler. sonra birkaç kısa tarihsel analiz yaptım. niçin bu durumda olduğumuzla ilgili. yakın çevrem bunu fark ettiğinde beni denetim altında tuttu. delirdiğim söylendi.

kimse bana inanmıyordu. ben kimseye inanmıyordum. sıkılmıştım. ya istediğim gibi yaşayacak ya da intihar edicektim. çalışmak istemiyordum. askere gitmek istemiyordum. "pejmürde" yazıldı sonra. çok sevdim onu. neyse, başaramadım. kafa tutamadım sisteme. tek başımaydım. ve yaşamak için ödenmesi gereken bedelleri ödemezseniz, açlıktan ölürdünüz. ya da sizi deli diye kapatırlardı bir hücreye. ve eve geri döndüm. ekonomik olarak aileme bağımlı değildim tam olarak, ama kalıcak yer, ısınma, barınma ve gıda. bunları ailem karşılıyordu. ve onlardan para istemiyordum, bilirsiniz, harçlık türevi, çocuğa verilen. onlarda da yoktu çünkü. babam günde 13 saat çalışıyordu, pazar dahil, ve hastaydı. 64 yaşındaydı, çalışıyordu. 21 yaşındaydım, ölmek istiyordum.

sonra, dediğim gibi, daha fazla alkol aldım. bir tür geçiştirme süreciydi bu. acıyı geçiştirme. hayatta kalma. yaşam savaşı. ayık olunca intihar etme güdüsü bastırıyordu. ben de ölmemek için sarhoş kalıyordum. bira-votka. şarap. bu esnada okula gidip geliyor ama derse girmiyordum. kitap okumuyor, televizyon izlemiyor, dünya ile ilgilenmiyordum. müzik dinliyordum sürekli. bana ilham veren güçlü sesler. dünya ile alakamı kesmiştim. ben bir şeye inanıyordum. ve kimse bana inanmıyordu.

aptalca bir yaşam tarzı edinmişti insanlar. çalışmak. boktan işler. sigortalı olmak. emeklilik. bankalar. okullar. devletler. oy vermek. demokrasi. ekonomi. silahlar. aşk. evlilik. çocuk. din. boktandı hepsi. yalandı. birilerinin bizi düdüklemek için kurdukları bir mekanizmaydı. biz de gözleri bağlı kölelerdik. hayır demiştim. ve hayatta kalmaya çalıştım. sonra noldu bilmiyorum. uyuşturucu maddeler bir şekilde beni delirtti. ve bir psikoza girdim. ciddi bir psikolojik hastalık geçirdim. ne olduğunu bilmiyorum. merak da etmiyorum. ama iyileştirdiler beni. hapla ve muskayla. bir ay sürede ayıldım. sanrılar azaldı. zihin açıldı. ve okula başladım. ve kitap okumaya. ve tv izlemeye. ve insanlarla gezip tozmaya.

içimden bir şeyi çıkardıklarını düşünüyordum. şeytanı olabilir. ya da tanrıyı. bir şeyi çıkardılar. ve ben normal oldum. okulu bitiricek, işe giricek, askere gidicektim.

2.
özür dilerim. patronumun kızına yemek hazırlamak için yazıya ara vermek zorunda kaldım. ve şimdi nerde kalmıştım ne anlatıyordum hatırlamıyorum. her şey karıştı. ve toparlayamayacağım, üzgünüm. şu an bu yazıyı yazdığım yer bir iş yeri. evden bozma bir ofis. iki oda bir salon bir mutfak. hemen karşımızda ise bir depo var. ve evet, kötü müzik. akıp duruyor. bitti


5.eylül.2007

12 Mayıs 2007

iş yeri düşleri

insanlar sorup duruyor
neden hiç konuşmuyorsun diye
neden hep susup kalıyorsun
tepkisizsin her şeye karşı
durgunsun
ve donuk

güler gibi yapıyorsun daima diyor
ama ben anlıyorum
aslında hiçte komik gelmediğini sana
söylediklerimiz ya da
olayların işleyiş tarzının

ve çok ender gördüm senin
içten bir şekilde gülümseyişini
ve ters giden her şeye karşı
nasıl da çıkmaya çalıştığını
düştüğün o lanet bok çukurundan

boş ver diyorum ona
düşünmeyeceğiz
düşünmek zorunda değiliz
alışmak gerek
tek zorunluluğumuz bu diyorum
alışmak
değişmeyecek çünkü
asla değişmedi
bi gram bile değişmedi
ademden beri değişmedi
içmek gerek
ölene dek

ve dolduruyoruz bardakları yeniden
bira votka
ve sabaha karşı
o sızmışken
ben içmeye devam ediyorum
ve sonra
hastane

üç ya da
dördüncü olmalı bu
ama
her neyse
bu kadarı yeterli

işime dönmeliyim
boktan işime
yazarak zaman kaybediyorum


12 mayıs 2007

13 Nisan 2007

yeni metin belgesi

yeni metin belgesi

buradayım. bu odanın içinde. günlerdir sokağa çıkmadım sayılır, gerçek anlamda çıkmadım. bekliyorum.

başım ağrıyor şu an. dayanılabilecek bir ağrı değil, ama seviyorum başımın ağrımasını, düşünmemi engelliyor. ya da ruhuma batan şeyleri hissetmemi. mide ağrım da aynı şekilde. ve bitmek bilmeyen akciğer ağrılarım. tat aldığım söylenemez, ama seviyorum. mazoşist değilim yani, böyle bi zevk alma içgüdüsüyle sevmiyorum kendime yaşattığım fiziksel acıları. ama bu da bir tür uyuşturucu işte, tıpkı bir zamanlar sizlere bahsettiğim jilet gibi.

hiç bi yerimi kesmedim bugüne kadar. ama sol kolu baştan aşağı jilet izi olan bi hatun gördüm, nerdeyse. “nerdeyse” derken, nerede olduğunu sormuyorum, nerdeyse gördüm sayılır demeye çalışıyorum. ama türkçem zayıf, ifade etme yeteneğim zayıf, ve ben de zayıfım. öksürüyorum durmadan. insanlar çok fazla sigara içmememi, alkol kullanmamamı, ve yaşama biraz daha asılmamı falan söyleyip duruyorlar. istemiyorum yaşama asılmak falan, her öksürdüğümde sızlayan sol akciğerimi seviyorum ben, onunla birlikte yaşamaya alıştım, ve o benden nefret ediyor olmalı. günde 3 paket sigara içen her insandan, sahip olduğu akciğeri nefret ediyor olmalı yani.

aslına bakarsanız, sigara yerine alkolü deneyerek midemin de ağzına sıçabilirim, ve karaciğerimin, ya da hem cigara hem hap alarak, eskiden olduğu gibi toplu katliam gerçekleştirebilirim bedenim de, eskiden olduğu gibi bu sigara alkol cigara hap dörtlüsüne toz amfetamini de katarak, daha çabuk ölmeye çalışabilirim. ama ölmeye çalışmıyorum ben, hayatta kalmaya çalışıyorum, anlayabiliyor musunuz? karışık geliyor olabilir, ‘bu saydığın şeyler insanı hayatta tutmaz, öldürür’ gibi bi düşünceye sahip olmalısınız siz, o yüzden gidip kendinize aynı fikirde olduğunuz bi yazar seçin lütfen. ben kimseyle aynı fikirde değilim, kendimle bile aynı fikirde değilim ben, karışığım, her bir zerrem başka bi yöne çekiştirip duruyor beni durmadan. biri, “hadi kalk oğlum iş ara” diyor, bir diğeri, “otur oturduğun yerde bu odadan dışarı çıkmak yasak sana” diyor. biri, “şu hatunun teklifini kabul edip eskişehir’e gitmelisin” diyor, bir diğeri “lan oğlum ısparta’ya gitsene, hazır iş veriyor işte sana tip” diyor. biri intihar etmemi söylüyor durmadan, bir diğeri bir diğeri bir diğeri…

çelişkiliyim, öykülerim çelişkili, yazdıklarım çelişkili, ama bu konuda yapıcak bir şeyimiz yok. ayrıca, beni kurtarmaya falan da çalışmayın artık, kesin bu saçmalığı. sizin, benim için yapabileceğiniz bişi yok, hatta benim bile kendim için yapabileceğim bişi yok, hatta ve hatta tanrının bile benim için yapabileceği bişi olduğunu sanmıyorum. evet, ondan da umudu kestim artık. zaten, yukardan bizi izleyip arada bi peygamber gönderip kitap yazmaktan başka bişi yaptığı yok onun da, ki onu da yapmayacakmış artık, bırakmış bu zırvalığı, “bu size gönderdiğim son peygamber, bu da yazdığım son kitap, ne haliniz varsa görün, ister bana uyarsınız isterseniz uymazsınız, benden günah gitti” deyip çekip gitmiş. nereye gittiği bilinmiyor ama bi gün gelip kıyameti koparacak galiba. öyle demiş yazdığı son kitapta, ben onun sıkı bi okuyucusuydum oysa, yazdığı tüm kitapları okudum, çok seviyorum onu, ama henüz pek bişi anlamadım. bi gün anlarım umarım.

ha bu arada, sizi bi konuda daha uyarmak istiyorum, ben gelişigüzel yazıyorum, anlattığım herhangi bişi yok yani, takılıyorum öylesine, içten geldiği gibi, ne şekilde gelirse. canım fena sıkkın bu aralar, bir de baş ağrısı eklendi her şeyin üzerine, arada bi ağrıyor. o da benden sıkılmış olmalı, bedenim bile ruhumdan sıkıldı artık, sürekli bi sorun çıkarıyor, ağrılar ağrılar ağrılar.

bu arada, manik depresif olan hatunlar konusunda bi kitap yazmayı düşünüyorum, epey tecrübeliyim bu konuda. bi milyar tane manik depresif hatun gördüm, hayır rüyamda değil, gerçekten gördüm, sırayla. size hiç, bi hatun telefon açıp “sana deli gibi aşığım adamım” dedi mi, ve bu hatunu hiç tanımadığınızı varsayalım, sizi bi yerden keşfediyor, yazılarınızı falan okuyor, sonra sizin telefon numaranızı bi şekilde bulup, size bunu söylüyor, sonra tanışmak istiyor falan, siz bunun hiç de iyi bi fikir olmadığını söylemeye çalışırken; o, sizi duymuyormuş gibi, nerde olduğunuzu sorup, sonra ağlamaya başlıyor. bugüne kadar tam bi milyar tane ağlayan hatun gördüm, içim paramparça onlar ağlarken. yine de onlara güvenmiyorum, sizi çok çabuk tuzağa düşürüp, ertesi gün çekip gidebilirler, ve yaparlar bunu, emin olun yaparlar, erkekler de bunu yapar. arada bir fark yok ve seksist değilim ve ben hiç manik depresif erkek görmemiş olsam da, en azından şimdiye kadar, onlara da güvenmiyorum.

hayır, manik depresiflikle güven arasında bi koordinasyon oluşturmuyoruz burada tatlım. sadece, size tavsiyem, lütfen benden uzak durun, ben sizi zaten tanımıyorum, sizin de beni tanımak isteme fikriniz çok itici geliyor bana, defolup gidin, anlatabiliyor muyum? tam olarak bu! sıkıldım artık.

e-posta adresim yok, msn’im yok, telefon mu, o da ne demek? ha evet, bende var bi tane, numaramı söyler miyim sana? söylerim tabii, ama kapalı o alet, neden mi kapalı? bilmiyorum, manik depresif bi telefona sahibim, yani ilk aldığımda böyle değildi elbet, ama uzun bi süredir böyle, kendi kendine kapanıyor, ve ben de fark edemiyorum kapandığını, onun başında nöbet tutamam ya. bu terörist devlet için on sekiz bin sekiz yüz seksen altı saat nöbet tuttum zaten boktan bi cezaevinde. ayrıca beni aradığında muhtemelen telefonum yüzüne kapanacaktır, hayır ben neden böyle bişi yapayım güzelim, o kendi kendine kapanıyor ben biriyle konuşurken daima. biraz kıskanç bi telefonum var, ben biriyle konuşurken pat kapanıyor, kimseyle görüşmemi istemiyor benim. ne? tamir mi ettirmeliyim? hayır, seviyorum telefonumu, tüm eşyalarımı seviyorum, örneğin şu an üzerimde olan ve üzerindeki sigara yanıkları ile beni epey sevimli gösterdiğini düşündüğüm kazağımı da seviyorum.

annem, sürekli olarak bana “yeni bi kazak alalım sana” diyor, ben de “bu var ya diyorum, bu var, diğeri var, yetiyor bana, ne kazağı?” kızıyor ve sonra diğer odaya gidip ağlıyor, iki dakika sonra hemen gülmeye başlıyor ama, hemen onu güldürmeyi başarıyorum. çok kırılgan bir annem var ve çok hassas davranıyorum bu yüzden ona karşı, -evet annem de manik depresif, doğru bildiniz, ama ona ölümüne güveniyorum işte.
sonra sonra, bi gün amanda palmer’in benimle bi gece geçireceğini, sonra bana aşık olup o baterist heriften ayrılacağını, dresden dolls’u da imha edip, benimle bi grup yapacağını hayal ediyorum. grup seks falan değil yahu, ne alakası var, grup kuracağını demek istedim. ben alkışla tempo tutarım, o da piyano çalıp şarkı söyler. zaten alkış dışında çalabildiğim başka bir müzik aleti yok, ha bi de kendi aletim var, haklısın julia, aşk yokken hiçbir halta yaramıyor ama o, defolup gider misin lütfen? alkış, bir müzik aleti değil mi? iyi de sana ne bundan, ben seninle konuşmuyorum bile. bir saniye, telefonum çalıyor, uyanmalıyım, daha sonra gene rüyama girer misin julia, pekala teşekkür ederim. telefon çalıyor, uyanıp telefonuma bakmam gerekiyor, çünkü çok ısrarla çalıyor telefon. hemen gelicem, telefonla konuşup uyumaya devam edicem hemen, seni bekliyorum, lütfen rüyama gene gir.


beni aradığında ve
telefon zangır zangır titrediğinde uyuyordum güzelim

hayır yalan söylemiyorum

sana neden yalan söyleyecekmişim ki?
hem sana ne zaman yalan söylemişim ki şimdi söyleyeyim?
hem ben nerden bilebilirim ki senin aradığını?
hem neden sen arıyorsun diye açmamazlık yapayım söyler misin?

evet numara gözüküyordu da ev numaran ben de yok ki

bristol’un telefon kodunu ben nerden bileyim?

sen olduğunu nasıl tahmin etmiş olabilirim?

yine kafan kıyak

evet kıyak ve
etrafında sataşabileceğin
senin mırın gırınlarını dinleyecek
kimsen yok öyle değil mi?

hayır çaldığında uyuyordum dedim sana
hem neden sürekli sabahları arıyorsun beni söyler misin?

uyandırana kadar çaldırmak zorunda mısın?

sabahları sinirli olduğumu biliyorsun

bu benim sorunum haklısın
ama şu var ki
sen de benim bi sorunumsun
ama sadece sen benim bi sorunumsun
senin sorunların benim sorunum değil

dinlemek istemiyorum artık

yoruldum evet

beraber yaşamak mı?

benim ne işim var orada söyler misin?
nasıl yaşayabilirim orada

senin paranı istemiyorum

bir daha olmaz

bak bunu daha da dramatikleştirmeyelim olur mu?

ve bu da diğer her şey gibi can sıkıcı gerçeklerimizden biri

bi sigara yakmalıyım bekle bi saniye

ağlamayı kes artık canım acıyor

lütfen bak ben acıya dayanamıyorum tamam mı?
ve bunu çok iyi biliyor olmalısın

hayır sen beni dinle

numara yapmadığını ben de biliyorum
sen ağlarken neler yapıyordum hatırlasana

evet o jilet numarası mesela
seni güldürmüştüm ama ciddiydim ben

kesicektim evet, ne kadar deli olduğumu biliyor olmalısın

evet sadece kötüyken beni arıyorsun derken ciddiydim

bu konuda da ciddiyim

kulpçu dükkanıyım ya ben.

ve telefon yüzüme kapanır. benimse, rüyamdaki julia tamamen çıkar aklımdan. ama bakın, size daha önce de söyledim ben, bir müptelanın gücünü hafife almamanız gerekiyor, az kaldı. çok az. neden mi bahsediyorum? yine aynı konu işte, gidip neden bahsettiğini anladığınız biriyle takılın. benden uzak durun, uzak uzak uzak. olabildiğince uzak… çünkü hiçbirinize güvenmiyorum! tam olarak mesele bu, ve sizin o harikulade emiş gücünüzle falan da ilgili değilim. eğer canım birini becermek isterse, bunun için üstüne para bile alabilirim, merak etmeyin, ki becermek değil sevişmek derim bunun adına üstelik. hayır, sevgili olmak falan da istemiyorum. tamam size fanzin verebilirim, ama hepsi bu, anlıyor musunuz, size verebileceğim her şey bu kadar, sınırlı. küstahım evet, ama seviyorum bunu. sizi de seviyorum. evet. öyle olmalı. telefon? “telefon teminki konuşmanda neden kapanmadı” demek istiyorsunuz değil mi? yalancının tekiyim, telefonum hakkında da size yalan söylüyor olmalıyım. yo hayır, bu kez yalan söylemek istemiyor canım, o alet gerçekten kapanması gereken konuşmalarda kapanmaz.

başım ağrıyor evet, gitmeliyim, bu boka sonra devam ederiz.  bi sigara falan için siz de, kullanmıyorsanız da hemen başlayın bence. çok ciddiyim, alkole de başlayın, hemen, derhal, benim gibi okuldan atılın, ekonomiyi işsizlik sayısını arttırarak baltalayabileceğinizi düşünün benim gibi, ve büyük hayaller kurmayın, hatta hayal bile kurmayın, siktir edin hayal kurmayı, hayatı yaşayın yeter. para biriktirmeyin gelecek için, gelecek için plan da yapmayın, aynen benim yaptığımı yapın, her konu da. belki bu sizi kurtarır, bu şekilde aradığınız huzur ve mutluluğa erersiniz belki. bu arada söylemeyi unuttum, lütfen bir daha bana “seni kurtarabilirim” gibi bir cümle kurmayın, “yayınlanmana yardımcı olabilirim” gibi bir cümle de kurmayın, bu gerçek, gerçekten yayınlanmak için taviz vermeyeceğim. şimdi defolup gidin hadi. yapmam gereken işler var. bi saniye, size ev ödevi veriyorum, sigaraya başlayın,  bir sonraki vaazımda hepinizi sigara içerken görmek istiyorum, ben bırakamıyorum çünkü… dağılabilirsiniz.
13nisan2007

18 Mart 2007

uçan balon

-uçan balon-
1.
“beni it” diyordu mary, “hadi” diyordu, “başarabilirsin, it beni, öldür, lütfen öldür, lütfen, at şu otobana beni, yalvarıyorum sana, bir araba çarpacaktır mutlaka, hadi, yap şu boku”

otobanda falan değildik oysa, evdeydik, ağlıyordu mary, aşırı şekilde uyuşturucu ve alkol ile yüklü beyni, algı dünyasını kaydırmıştı. ve bizleri görmüyordu, bir yastığa sarılmış, koltukta oturuyor ve karşısında biri varmışçasına konuşuyordu, boşluğa doğru. onu izliyorduk, napabileceğimizi bilmiyor ve izliyorduk sadece, geçmesini bekliyorduk, kendine gelmesini, “hadi lan” diyordu, “itsene”

2.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary.. kimse ne kadar içerde olduğumuzu görmüyor, ne kadar derinde olduğumuzu, bir şeyler sallayıp duruyorlar yine, oy veriyorlar, bir şeyler değişecek çünkü, değişecekmiş, değiştireceklermiş, ve sonrasında sonuçları bekliyorlar, bir şeyleri değiştirecek birileri, yeni bir yönetici yeni bir hayat verecek bize, bekliyorlar, ve sonuç değişmiyor, hiç değişmedi, âdem’den beri değişmedi, bi gram bile oynamadı terazinin dengesi.. bir illüzyona emanet edilen arzular.. alâeddin’in sihirli lambasını arıyorum ben sadece, hepsi bu

3.
uyuşturucuya bulanmış ve uyuşturucuyla bulanmış bir beyin kadar tehlikeli hiç bir şey yoktur, inanın bana. ufak bir tablet her şeyi değiştirir, isa’dan önce isa’dan sonra gibi, milat, hayatınızın miladı. nerede durmanız gerektiğini bilmiyorsanız, dönemeçlerin sonunda sizi neyin beklediğini, ve durmanız gereken noktaları, gördüğünüz levhaların ne anlama geldiğini, bilinç altındaki/dışındaki hangi kapının nereye çıktığını, bilmiyorsanız, sonrasında o sizin dünyanızı değiştirmekle kalmayıp, o dünyaya bir çok sınır çizgisi koyacaktır. başlangıçta, bu dünyanın oluşturduğu sınır çizgileri kalkacak, sonrasında oluşan yeni özgürlük alanında yeni sınırlar belirlenecektir. iğne zamanları

4.
aferin kullandığını öğreniyorum bir şekilde, seviyorum herifi, ve “daha ileri gitme” diyorum ona, “nasıl kullanacağını bile bilmiyorsun” diyorum, “benim yıllarım geçti o şekilde” diyorum, “biraz kulak as bana” diyorum, “midenin ve beynin amına koyacaksın en sonunda, daha ileri gitme”

dinlemiyor beni tom, hoşuna gittiğini söylüyor bu hayatın, bir adım ileriyi görüyor, sonra bir adım daha, sonra kollarda iğne izlerini görüyorum, aradan sadece 6 ay geçmiş oluyor, ve sonra bir 3 ay daha, ben askere gidiyorum, sonra bir 15 ay daha geçiyor, geri dönüyorum, “tom’a” noldu diyorum, “uzaklara uçtu” diyorlar, anlıyorum meseleyi, istanbul’daydı diyorlar, sonra haberini aldık. bu işler böyle yürüyor, kendinizi kontrol edemiyorsanız, o sizi hiç kontrol edemez.

5.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary. kimse ne kadar içeri girdiğimizi görmüyor, bu dünyanın bize borcu var mary. tanrı da bize bir özür borçlu.

6.
“bugünkü gençlerin en büyük sorunu: uyuşturucu” yazıyor eski bir gazetede, şirketteyim, paspas çekiyorum odalara, daha sonra kuruyana kadar batmasın diye gazete kağıdı koyucam yere, ve eski bir gazetede dikkatimi çekiyor bu başlık, okuyorum, nedenler, ailevi nedenler, arkadaş ortamları, cahillik, özenmek. büyük bir palavra dönüyor burada! tamam mı? bir gram acid için yapamayacağın hiçbir şey kalmadığında, o zaman tekrar görüşelim bu meseleyi, olur mu çok saygı değer köşe yazarı, -burnundan bir kar tanesi bile geçmeden yazdığın metinler hakkında- o zaman tekrar görüşelim

7.
“ben bir balonum” diyor mary, yanaklarını şişiriyor önce, nefesini tutup içinde, ve sonra gözleri gülümsüyor, bana bakıyor ve “ben bir balonum” diyor, “uçan balonum ben", sonra tekrar nefesini tutuyor ve şişiriyor yanaklarını, kendini balon zannediyor, tamamen bilinçaltı, uçmak istiyor çünkü.

hatırlıyorum. birkaç gün önce. gökyüzünde kaybolan bir balonu izliyoruz. balon istiyor öncelikle benden, uçan bir balon, “tamam” diyorum, “alıcam”, çocuk gibi seviniyor, “onu gökyüzüne bırakıp izlemek istiyorum” diyor, öyle yapıyoruz, kordonda, çimlerde, gündüz, bırakıyoruz balonu, havalanıyor, “nereye gidiyor sence” diyor, “bilmiyorum tatlım” diyorum, “uzaklara gidiyor”

“ben de uçan balon olmak istiyorum” diyor bana, “nereye gittiğini bilmiyor” diyor, “ne güzel! uçuyor. ve sonra gözden kaybolacak. ne güzel! ve sonra patlayacak.. ne güzel! kimse görmeyecek patladığını ama, herkes yükselip kaybolduğunu sanacak, uzaklara, çok uzaklara uçtuğunu.. kimse bilmeyecek yok olduğunu, patladığını, havasının onu sonsuza dek taşımaya yetmediğini, öldüğünü bilmeyecek kimse, herkes uzaklara uçtu diyecek. öldüğümü bilmiyor kimse, biz çoktan öldük ve kimse görmüyor”

ona bakıyorum sadece, çok mutlu balonu uçtuğu için, ve kafasını gökyüzünde kaybolan balondan bana çeviriyor, gözlerime bakıyor kaygıyla “ne durumda” diyor çantamdaki tabletleri işaret ederek
“iki gün idare eder bizi” diyorum
“ya para”
“kalmadı”
“yarın gene tezgah açacaz o zaman, bu gece bi kaç yeni kolye yapayım ben, boncuk var mı evde?”
“yürütürüz dönüşte”
“boncukçu açık mıdır? bugün pazar”
“açıyorlar onlar pazarları da”
“peki”

8.
ne yapılabilir? hadi onlara yardımcı olalım. ne yapabiliriz? öyle diyor adam, çözüm önerisi sunmaya çalışıyor falan, çözmeye, yok etmeye bu illeti, illet diyor, uyuşturucu illeti, gençlerimizi koruyalım, hadi, öncelikle aileler çocuklarına arkadaş gibi olmalı diyor, sonra da toplum olarak uyuşturucu satan insanları gördüğümüzde, duyduğumuzda polise bildirmeliymişiz.

uzaktan taş atmanın anlamı yok çok saygıdeğer joe, bak sana ne anlatıcam:

3 yıl önceydi, fena halde harman kalmıştım ve 24 saat devriye gezilen bir noktadan karşılayabilirdim sadece ihtiyacım olanı, ve gittim elemana, “hacı naber” dedim, “eyvallah baba” dedi, “zarbolar etrafta, dikkatli ol dönüşte”
“pekala” dedim
“sana bişi olmaz da paranı alırlar baba” dedi “ve malını”
“anladım. el mahkum göt gardiyan durumu desene”
“aynen öyle baba”

parayı verdim, ufak bir poşet aldım, attım cebime, cebim delik ve pantolonun altındaki şortun cebine girdi zabazingo. sonra geri dönüş yolculuğu, üç üniforma, köşeye çektiler, “seni gördük” dediler, “üzerinde ne olduğunu biliyoruz” dediler, “nası ya” dedim
“onu bize vereceksin” dendi.

açık açık konuşuyorlardı, çünkü tüm güç onlardaydı, eğer insanlara taşıyamayacağı sorumluluk ve görevler verip üzerlerini de epey yüksek yetkilerle donatırsanız, hiçbir şeyi çözümleyemezsiniz, bu da öyle bir şeydi işte.

“tamam” dedim, “ama sorun ney? çakozlayamadım da mevzuyu”,
“cebinde ne olduğunu biliyoruz evlat” dedi, “bizi zorlama”

sonra üstüm arandı, -arama kararı olmadan ceplerinize elllerini sokamazlar- sonra bulunamadı, ama ben çıkarıp vermek zorunda kaldım, mecburdum. her konuda sınırsız mecburiyetlerle donatılmışız yarattığımız yaşam tarzında, ve hepimiz nefret ediyoruz bunlardan, yaşamak için gerekli zorunluluklar, faturalar, "hadi faturanızı sizin yerinize bankanız ödesin" otomatik ödeme talimatı, yakın bir zamanda otomatik oy verme talimatı da icat edilecek, çünkü hiç kimse fatura kuyruğunda beklemek istemediği gibi, hiç kimse oy vermek de istemiyor artık. oy verenlerle vermeyenlerin oranı neden gözümüzün içine sokulmuyor, toplam oy oranı, oy vermeme oranı, gözümün içine sokulmalı bence tüm bunlar, sonra birde uyuşturucu kullanma ve kullanmama oranları, her neyse, verdim üç üniformaya dalgayı, onlar da geri dönüp benim zavallı kanalıma geri sattılar, bu işler böyle yürüyor, her işte bir pislik dönüyor, (sonradan edit: izlediğiniz çukur salak bir kurmaca senaryo-gerçek çukurlarda çocukluğum geçti, görüyoruz algı karartma gecelerini) ve daha önce de dediğim gibi, en son kimin üzerine bulaştı ise pislik, o çekiyor tüm cezayı. aradaki tüm kurumlar ak. o yüzden, uyuşturucu, sizin tabirinize göre, gençler arasında hızla yayılan bir hastalık falan değil, sizin yarattığınız boktan dünyanızdan uzaklaşmak için bir araç, hepsi bu, ve sınır çizgilerini göremeyenlerin geriye dönemediği bir yol, kabul ediyorum, ama “uyuşturucuya hayır” demektense, “uyuşturucu sayesinde kaçılabilen dünyaya hayır” denmeli bence, içinde bulunduğumuz bu dünyaya yani, bu daha iyi bir tespit, o zaman uyuşturucuyu yok etme savaşında bizim gibiler de size yardımcı olacaktır, çünkü memnun değiliz bizler de..
nedenler. başlama nedenlerine dair tespitleriniz yanlış, çekim gücü yanlış, belirlenen faktörler yanlış, bu kadar

9.
“mary” diyorum
“hııı” diyor, kafasını kaldıramıyor
“mary”
“hıı”

sonra onu yatağa taşıyor ve üzerini örtüyorum. o durumdaki bir hatuna dilediğiniz her şeyi yapabilirsiniz, mary bana güvendiği için bir tek benimle uyuşturucu kullanıyor, beni kaybedince bırakırmış kullanmayı, eğer ben bir gün onu terk eder veya ölürsem o da artık hap atmazmış, tek suçlu oluyorum, kendini yok etmeye devam etmesinin tek nedeni benim, gülüyor sonra, yaşama devam etmesinin tek nedeni olduğumu biliyorum, bu işin kesin çözüm yöntemini kullanıp intihar etmemesinin tek nedeni olduğumu. üst dünyada yaşama devam etmenin tek yolu, kendinize bir yada birkaç suç ortağı edinmektir

10.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary, hem de herkes, biz de dahil herkez.. (evet biliyorum, “herkes” ve “herkez” kelimelerinden hangisinin yazımının doğru olduğunu, kıllık yapmak için peşöpeşe iki kez farklı şekilde yazdım, resmin bütününü küçük detaylarda aramaya devam edin ama siz yine de)

11.
uyuşturucuya karşı olanlar bir tarafta saf tutmuşlar, yanlış noktalardan saldırıyorlar, kendilerine iyi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar, yardımsever insanlar bunlar, öyle olmalılar, sadece neye karşı olduklarının farkında bile değiller, hepsi bu. kendinize tanımadığınız bir düşman edinmeyin, yanlış kişileri öldürebilirsiniz. bir de, hayatlarında, örneğin deniz kenarında güneşlenirken yanlışlıkla bile olsa burunlarından iki gram kum tanesi kaçmamış olanlar var, övünen kesim, kullanıyoruz diye övünen kesim, asıl tehlikede olanlar onlar, biz değiliz. bu övünme, bir süre sonra denemeye, üçüncü aşamada ise iğne izlerine dönüşüyor. biz, burada, neyi nasıl yapmamız gerektiğini biliyoruz, ne zaman kaçmamız gerektiğini, nerede duracağımızı, hangi yöne ve ne zaman koşulacağını. o yüzden, bize yanaşmayın. o sizin yaşama savaşınız, bu da bizim

mary bir uçan balon, ben de uçan balonunun ipinden sımsıkı tutan çocuğum, anlaştık mı? bize bir şey olmayacak!

18.mart.2007

13 Mart 2007

fondip hayat..

fondip hayat..

paketimden bir sigara çıkarıyor, ve ateşliyorum, ve hiç ağzımdan çıkarmadan, yani dumanını hiç dışarı vermeden, içime ne kadar çekebilirim diye deniyorum, sigaranın yarısına kadar gelmişken bi öksürük ile beraber dumanlar özgür kalıyor, öksürüyor ve tükürüyorum, gülüyorum bir de. diyorum ki: “bi gün sigaraya fondip yapıcam, ciğerlerimi sikmek hoşuma gidiyor”

“kes şu saçmalığı” diyor doktor
“hala hayattayız” diyorum ona “bu güzel mi?”
“neden burada olduğunu biliyor musun?” diyor
“bi deneme daha yapmama izin ver” diyorum ve bir sigara daha çıkartıyorum paketten, ateşliyorum onu
“şu saçmalığa bir son vermelisin” diyor doktor
“yazabilir miyim” diyorum “size bütün olanları yazayım, bana bi kalem ve kâğıt verin, bi kâğıt değil, hayır, bir defter”
“tamam olur” diyor doktorum, ve bende yazmaya başlıyorum.. paketimden bir sigara çıkarıyor, ve ateşliyorum onu..


pekala.. bu saçmalığa bir son verip, doktoruma ve size neler olduğunu anlatıcam.. şu an bir akıl hastanesindeyim, lanet olası birkaç “normal” insan, beni buraya kapattı, evet, pekâlâ, tam olarak zamanını hatırlamıyorum, ama bir gün, evden çıktım ve otobüs durağına doğru yürümeye başladım, bi sigara yaktım, yol üzerinden bir bakkala uğradım ve şarap sordum, bi kaç şey gösterdi, tanımadığım markalar, “şirince veya horoz karası var mı?” dedim, “yok” dedi, “tamam o halde” dedim “kalsın”. ve çıktım bakkaldan, durağa geldim, durdum, bekliyordum, bi sigara yaktım, önceki biter bitmez bi tane daha.. sonra başım dönmeye başladı, 2 gündür uyumuyordum, uyuyamıyordum, ve başım dönüyordu ve sigara bitince bi tane daha yakmayı tasarladım kafamda, ama gücüm yoktu, başım dönüyordu, etrafım karardı, karardı, karardı, ve sonra kendimi yerde buldum, bi anda, pat diye düştüm, nasıl oldu bilmiyorum, arada bir yerde film koptu, bi an ayaktaydım, bi an yerde, arada noldu veya ne kadar zaman geçti bilmiyorum, hayatımın kesintiye uğradığı ve kendimi ansızın nasıl geldiğimi bilmediğim zamanlarda ve mekanlarda bulabiliyorum, ve arada ne kadar zaman geçtiğini veya o esnada neler olduğunu hatırlamıyorum, buna benziyordu, ama sadece düşmüştüm. çenem yarılmış, bi adam gelip kolumdan tuttu ve kaldırıma oturmama yardımcı oldu. etrafıma bi çok kişi toplandı, “noldu”, “nasılsın”, “iyi misin”, “daha önce hiç oldu mu bu” gibi bi ton şey soruyorlardı, kalabalıktan nefret ederim, bunu biliyorsunuz zaten, ama meraklı kalabalıktan iki kat nefret ederim, “kesin be şunu” diye bağırdım o şokla, ve sustular, beni yerden kaldıran adam bi pet şişe verdi, su, o su nasıl geldi hatırlamıyorum, arkamda bakkal vardı, kim ne zaman nasıl aldı, görmedim, bilmiyorum, çenem kanıyordu, elime kan bulaşmıştı, “hey”, dedim, “bir şeyim yok, evim yakında, gidebilirim”
“eczaneye gidelim bi abim” dedi adam
“ne eczanesi” dedim “ciddi bir şey yok”

hala başım dönüyordu, dönen şey başım değildi aslında, dünya gözlerimin etrafında bir ileri bir geri gidiyordu. bakın aklıma ne geldi, siz hiç zamanda slalom yaptınız mı, kayak gibi, slalom, zamanda, bir ileri bir geri, bi geçmiş bi gelecek, ama asla şimdiki zaman değil, şimdiki zamanda yaşayamadığınız bi hayat biçimi, hayaller hayaller hayaller, benim öyle bi dönemim oldu, sürekli kokain amfetamin esrar ve alkol alıyordum, ve sigara sigara sigara, ve müzik ve müzik ve müzik, ve keder, bol acılı keder, heey, bi ketçap reklamı yapıcam, hatun garsona “bol acılı keder” diyecek, “ne” diyecek garson, “bol acılı keder de koyun sosise”, sonra başını iki yana hızla sallayacak birkaç kez, ve o hüzünlü gözlerini hızla birkaç kez açıp kapadıktan sonra, “bol acılı ketçap” diyecek, ne kadar harikuladeyim bugün, öyle değil mi? ama işe yaramıyor harikulade olmak, herkes harikulade bi herifsin diyor ama bu işe yaramıyor, bana işe yarar bir şeyler söyleyin, öl deyin mesela, belki bu işe yarar.. iyice dağıttım konuyu öyle değil mi? biraz kurgu yazalım derken içine ettik.. ama siz de, benim geleceğimle ilgili kurguladığım şeylerin içine ediyorsunuz, herşey karşılıklı, ödeşiyoruz bu şekilde, ne diyordum, yerdeydim, kan vardı, çenemde ve elimde, ve herif, ve eczaneye götürdü, buraları hızlı geçmek istiyorum, sonra hastaneye götürüldüm, sigortam yoktu, askerden yeni gelmiştim, falan filan falan filan, eczanedeki herif yarılmış çenemi ve kanı gördüğü halde ilk sorduğu şey, “sigortan var mı” oldu, ve hastanede sigortam olmadığı için 2 saat abimin iş yerinden izin alıp para getirmesini bekledim ben, dikiş atmadılar, sigortam yoktu, ve param da öyle, “hepinizin amına koyayım” diye bağırmak istedim ama annem vardı yanımda, tek başıma olsaydım o hastanenin amına koyacaktım, daha önce bir üniversitede öğrenci işlerinin amına koydum birkaç kez, bi kaç kez barlarda, bi kaç kez hastanelerde, bi kaç kez orda bi kaç kez burda, deliyim çünkü, aniden sinir krizi geçirip sağa sola bağırabiliyorum, ve insanların tek söylediği şey, “sarhoş” oluyor, hey hey, bunun sarhoşlukla falan alakası yok, bu doğrudan sizinle ilgili, sizin siktiri boktan hayat tarzınızdan dolayı sinir krizi geçiriyorum, çünkü o çembere dahil olmak işime gelmiyor, ama çekiyorsunuz, kısır döngü, çalış çabala, çalış çabala, sabah yedide kalk, işe git, çalış, çabala, hubala hübele.. o da mı ne? çeneme dönelim, eve geldim, dört dikiş 25 milyon artı kadeve..

10 gün sonra dikişleri aldırmam söylenmişti, ama bi gün dikiş yeri kanadı ve kabuk bağladı ve sakallarım iyice uzadı, dikiş görünmüyordu, annemle birlikte sağlık ocağına gittim, bu arada annemle birlikte demişken, annem olmasa ölürdüm, bakkola… bakkola ne lan? “balkonlu bakkal dükkanı” böyle bişi olabilir ya da yanlış yazdım, evet doğru, yanlış yazdım, balkona diyicektim, balkona! balkona çıkınca annem peşimden gelip terlik getiriyor, “betona yalınayak basma” der, ve terlikleri giyerim, geceleri içip içip sızıp kaldığımda üstümü örter, yemek yemeyi unuttuğum zamanlarda bana hatırlatır, yaşamaya ara verdiğimde benim yerime telefona çıkıp evde olmadığımı veya kimseyle görüşmek istemediğimi söyler, falan filan falan filan, annem benim en büyük yardımcımdır, birde sağlık ocağına gittik onunla, bi hemşire vardı, 27-30 yaşlarında, evlidir belki diye düşündüm, kızıl saçlı, harika bir şeydi, harikulade, ona aşık oldum galiba, ki sonrasında akıl hastanesine kapatılmama kadar giden o sürece girdim. şöyle ki;

hatun çeneme dokundu, oturuyordum, “ya bu böyle olmucak” dedi, “boynun tutulucak, uzan istersen”
“peki” dedim, sedyeye uzandım, gözlerine baktım, gözlerini kaçırdı, bi kez denk geldik, bir daha bakmadı o gün gözlerime, sonrasında çeneme dokundu, ve dudaklarıma, dikişlerimi alıyordu
“canın yanabilir” dedi
“önemli değil” dedim
“sakallardan görünmüyor, bir de kabuk bağlamış, kabuğu soyucam, canını acıtmamaya ve iz bırakmamaya çalışıyorum, ama canın acırsa söyle”
“rahat ol” dedim, “fiziksel acıyı önemsemiyorum”. epey bi uğraştı.. dört dikiş vardı, dört küçük dikiş, ve sakal, ve kabuk bağlamıştı ve kanadı
“hay aksi, çok özür dilerim” dedi “kanattım”

konuşamıyordum, çünkü o esnada hala operasyona devam ediyordu, “hı hı” diyebildim sadece, ardından çenemi sildi, dikişlerin hepsini aldı, temizledi, ve “tamam bitti” dedi, ayağa kalktım, ve
“sağolun” dedim “borcum ne? ne kadar”
“önemli değil” dedi
“karşı odada buraya ödeyeceğimiz söylendi” dedim
“önemli değil” dedi tekrar.. “bi kaç gün sonra yine gel, sakallarını kesip, bi kontrol edelim, kalmış mı bişi diye, şu an sakaldan belli olmuyor”
“tamam gelirim” dedim, “çok teşekkür ederim”
“adını ve soyadını kaydetmeliyim” dedi, adımı ve soyadımı söyledim ona..
“kaç yaşındasın?”
25”
“tamam gidebilirsin”
“tekrar çok teşekkür ederim”
“görevim bu”


birkaç gün sonra tekrar gittim, kontrole, sakallarımı kesmiş ve yenilenmiştim, içeride hasta vardı, bi müddet bekledim, daha sonra içerisi boşalınca kapıyı çaldım ve açtım ve girdim içeri
“meraba ben, ımmm, geçen gün”
“tamam tamam, hatırladım, geç otur şöyle”.. gülümsüyordu bunu söylerken, tatlı bir gülümseyişti. fazlasıyla ürkek ve çekingendim o an. bir şeylerle oyalandı biraz, sonra beni yeniden kayıt etti, isim soyad yaş. sonra “annen gelmedi mi bu kez” dedi
“tek geldim” dedim, pek konuşmadık, çeneme baktı, dokundu yine, sonra,
“tamam geçmiş, iplik de kalmamış, bi daha gelmene gerek kalmadı”
“keşke kalsaydı”
“anlamadım”
“yok bi şey, teşekkürler, kolay gelsin”
“sağol”

çıktım, ve yol boyunca bi daha gitmeme neden olabilecek bir şey düşündüm, bi yerimi kesmeliydim, dikiş atmalıydı bana, saplantı haline gelmişti bu konu bende, bi hafta sonra gündüz evde oturmuş iddaa programını incelerken, aniden kalktım, banyoya gittim, bi jilet aldım, ve kolumu kestim, sonrada acı acı bağırdım, masuscuktan, beni fiziksel acı öyle feryat ettirmez aslında, genelde ruhumu acıtan şeylere karşı çığlık atmak geliyor içimden, onu da ben beceremiyorum, sessizce kabullenip kendi köşeme çekiliyor ve içiyor, içiyor, içiyorum, her neyse, annem beni aynı yere götürdü, aynı hatun vardı, acilen içeri aldılar beni, anneme “sen dışarıda kal bunu görmeni istemem” dedim, aynen filmlerdeki gibi. o da laf dinledi ki çoğu zaman dinlemez, zorlar beni, “üstüne bir şey giy üşüyeceksin”, “az iç şunu”, “yemek ye”, sakallarını kes”, “uyumalısın artık” vs vs vs, ama o gün söz dinledi ve hatunla baş başa kaldık

“nasıl oldu bu” dedi, bi eliyle elimi havada tutuyor, diğer eliyle kanayan yeri siliyordu “intihara benzemiyor”
“intihar için daha güzel yöntemler biliyorum, canım istedi kestim”
“neden canın istedi”
“bunu henüz söylemek istemiyorum”
“pekâlâ, dikiş atmamız gerekiyor”
“at o zaman”

gözlerine bakıyordum daima, yüzüne, dudaklarına, ama o hiç bakmıyordu bana, çekiniyordu, utanıyordu, bense çok rahattım, “kesin yay burcusun” dedim sessizce
“ney” dedi
“kendi kendime konuşuyordum, boş ver” dedim
“biraz uyuşturacağım” dedi, bi iğne vurdu kesiğin yakınına bi yere
“biraz bekleyelim, uyuşsun” dedi
“kumanda sende, nasıl istersen”
“çok garip konuşuyorsun”
“hiç konuşmamaktan iyidir”
“yok, hayır, kötü anlamda söylemedim, hoşuma gidiyor sözcüklerin”
“herkes benimle konuşmaya can atar, demek ki bu yüzdenmiş, ben kendimden nefret ediyorum gerçi”
“neyse, uyuşmuş olmalı, başlıyorum”
“hı hı başla”. dikişe başladı, 3 dikiş, ufak
“iz bırakmamaya çalışıyorum” dedi, “ama derin kesmişsin, canın çok yanmış olmalı”
“fiziksel acı, ruhani acımı dindirmeye yarıyor” dedim
“bu yüzden mi kestin?”
“hayır” dedim “bu kez başka bi nedenle kestim”. kesin hızlı net bir hayır!

dikiş bitti, borcumu sordum, önemli değil, dedi, tamam, dedim..

her neyse, bi hafta sonra gelip dikişlerimi aldırmamı söyledi, bu arada her gün pansumana gitmeliymişim, bunu sevdim, her gün görebilecektim onu, her gün saat’in iki olmasını bekliyordum, randevu bu, her gün saat ikide, saat iki olmuyordu bir türlü, o’nu istiyordum, o’nun hikâyesini merak ediyordum, ama konuşmuyordu hiç, hep havadan sudan konuşuyor, sorularımı geçiştiriyordu, pansumanın üçüncü gününde ona, “bende seni kaydedicem” deyip cebimden ufak bi not defteri ile kalem çıkardım.

“isim soyad yaş”
“ne” dedi şaşırarak
“isim soyad yaş”
“sen kim olduğunu sanıyorsun, hemen çık buradan” dedi
“heey” dedim, “sakin ol, adını merak ediyorum ve sormaya çekiniyorum, güleceğini sanıyordum bu hareketime” sonra gülmeye başladı
“sinirden mi gülüyorsun” dedim
“hayır” dedi “delisin sen, ismimi ve yaşımı söylemeyeceğim sana, merak et, delir, kudur, söylemeyeceğim”
“yay’sın” dedim ona, “de mi?”
“bildiğin şeyleri niye soruyorsun ve nerden biliyorsun”
“tahmin ediyorum ve sormamın nedeni doğru tahmin edip etmediğimi anlamak”
“öyleyim”
“biliyordum”
“bunun ne önemi var”
“hiç” dedim “koleksiyoncuyum”
“ne koleksiyonu”
“adını söylemezsen, bende bunu söylemem” o esnada pansuman bitti ve “çıkabilirsin” dedi, bende kolay gelsin dedim teşekkür ettim ve çıktım..

2 gün sonra pansuman için gittiğimde, gözlük vardı gözünde, siyah güneş gözlüğü, kapalı bir alanda
“gözlük neden” dedim
“boş ver” dedi
“tamam” dedim, “kocan var mı?”
“bunu neden sordun”
“kocanın şu gözlükle alakası olabilir de o yüzden”
“sana ne bundan”
“seni dövüyor öyle değil mi, şu an o gözlükle bir morluğu gizliyorsun, ama ruhundaki morluğu ilk andan itibaren görebiliyordum ben”
“kapa çeneni, tamam dikişleri aldım, bi daha gelmene gerek yok”
“sen öyle san” deyip çıktım, eve gittim, 2 saat sonra yeniden dispanserdeydim, bi yerimi daha kesmiştim.

“delisin” dedi “kendine zarar vermek hoşuna gidiyor galiba?”
“hoşuma giden sensin, bu da seni görmek istememe yol açıyor, bu yüzden kendimi gene kestim”
“evliyim ve 4 yaşında bir çocuğum var, 27 yaşındayım, senden büyüğüm, üstelik evliyim ben”
“kocanı artık sevmiyorsun ama”
“sana ne bundan”
“senin evli olmandan bana ne, sen niye söylüyorsun”
“benden hoşlandığını söyledin”
“olabilir, bunun evli olmanla ne gibi bi bağlantısı var da evli olduğunu vurgulamana yol açıyor bu bağlantı?”
“çok zekisin öyle değil mi, kelime oyunlarıyla köşeye sıkıştırıyorsun insanları, insanlara seni cevaplayacak bir alan bırakmıyor galip çıkıyorsun”
“bu onların suçu, ben hep öyleydim”
“seninle uğraşamayacağım, kolunu uzat”
“boş ver” dedim “kan kaybından ölmek istiyorum, ben ölene kadar konuşalım senle, hadi, hangi okulda okudun, nasıl doktor oldun, çocuğun erkek mi kız mı, anlatsana”
“sus ve kolunu uzat yoksa çenende öyle bi kesip açacağım ki elimdeki jiletle, bi daha dikiş tutmayacak, sen de konuşamayacaksın”
“hayatta da dikiş tutturamadım ben, sorun olmaz çene”
“elini uzat” gülüyordu, deli bi gülüş, zorla elimi aldı avucuna, bu kez diğer elim, sildi güzelce, kanı sildi ve bi iğne yaptı, uyuşturdu, bekledi, hiç konuşmuyorduk, sonra da dikmeye başladı
“benimle evlenir miydin” dedim ona
“beni tanımıyorsun bile” dedi
“sen öyle san” dedim “asıl sen beni tanımıyorsun”
“aksini iddia etmedim, ben seni tanımıyorum, ama sen beni nasıl tanıdığını iddia ediyorsun”
“ön sezilerim var, bir de gizli güçlerim”
“şimdi de metafiziğe mi merak sardın, altıncı his ha?”
“ya da on bin yedi yüz doksan beşinci his olsun, ne önemi var, his histir, hisli bi adamım ben”
“aptalın tekisin bence”
“dik hadi, senin karşında ölmek istemiyorum”

dikti.. ve bu olay bir süre devam etti.. bi yerlerimi kestim sürekli, bacak, el, göğüs, yüzüme dokunmadım bi tek, beni beğenmeyebilirdi, bi gün pansuman için gittiğimde, aradan 1,5 ay geçmişti, ilk dikişlerimi aldığı günün üzerinden 1,5 ay demek istiyorum, bi gün pansuman için gittiğimde bi psikolog vardı, ailemle görüşmüş dikişlerimi alan hatun, ailem de psikologa görünmemi söylüyordu zaten daima, ve psikologla biraz konuştuk, bana bi tanı koymaya çalıştı ama işe yaramadı.. bende sürekli bi yerlerimi kesmeye devam ettim, onunla dışarıda buluşamazdım, yani o hatunla, evliydi ve kocası sürekli izliyordu onu, hareketlerini kontrol ediyordu, kıskanıyordu, ve çocuğu vardı üstelik, bende sürekli dispansere gidiyordum, sonra da kendimi burada buldum, akıl hastanesi. benim delirdiğime kim karar veriyor? o hatun istemedi gitmemi, ama kendimi kesmemi de istemiyordu, bi gün yanlış bi damara denk gelicek ve öleceksin, diyordu, “ben ölümsüzüm” deyip gülüyordum, sonra bir gün, ona boşanmasını ve benimle evlenmesini teklif ettim, olmaz dedi..

işte hikâye bu. sonra da buraya kapatılmayı kabul ettim, ondan uzak durmamı istedi diye, ondan uzak durabilmek için, sırf bu nedenle buradayım. 2 aydır bir yerlerimi kesmiyorum, çünkü buna gerek duymuyorum. Evet, doktor, sonunda hikâyemi öğrendin, iki aydır buna çabalıyorsun, ben deli değilim, başından beri deli değildim, şimdi bana iyileşmişsin deme o yüzden, ama buradan çıkmak istemiyorum, dışarısı ürkütücü geliyor, burada benim gibi tuhaf insanlarla birlikteyim.. burası iyi.. dışarıda normal olduklarını düşünen bi sürü çıldırmış insan var, sabahtan akşama kadar çalışıyor, asla ihtiyacı olmayan eşyalar satın alıyor, oy veriyor, oy vererek yönetimde söz hakkı olduklarına inanıyor, vatanlarını seviyor, askere gidiyor, ve savaş istiyorlar, normal olan onlarınkisi ise, ben deli olarak tımarhanede kalıcam.. hayır, uzun süredir bi yerimi kesesim gelmiyor.. ama şu, sigarada fondip olayına kafam takıldı.. bi deneme daha yapıcam..

“ciğerlerini patlatmaya mı çalışıyorsun şimdi de, ne zaman vazgeçeceksin bu intihar takıntından” demiştin bana, bu takıntı değil doktor, bu doğal süreç, istemediğim bi yere fırlatılmışım, dünyaya, çıkmak istiyorum.. beni buradan çıkarın.. bu hayattan.. herşey çok saçma ve depresyonda falan değilim.. sikmişim depresyonu.. tüm psikolojik tanımlamalarınızı kendinize saklayın, tamam mı? deli falan değilim, bütün dünya delirmiş zaten, ama çoğunluğun yaptığı normal karşılandığı için bizim gibilerin deli olduğu söyleniyor, hayır hayır hayır, deli olan sizsiniz, izninle, bi sigara içmeliyim, ve bu şey bitti, şimdi evinize gidip bi yerlerinizi kestiğinizi hayal edin.. bana özenin.. beni sevin ve koruyun. neslimiz tükeniyor! eyvallah..


13.mart.2007 – 06:14