25 Aralık 2019

yılın son işi

#csnsyayımları / ?! no11 - 24 sahife full handmade... yılın son fanzini.. bununla beraber CSNS Yayımları'ndan 2019'da 20 zine çıkmış oldu. 20 yılda, hesaplamam doğru ise 104'ü benden olmak üzere 156 zine hazırlamış olduk..
aslında bu 10. sayı olacaktı ama konsept bir içeriği öne aldığım için 11 oldu.


CSNS Yayımları / İzmiryer6 distro


24 Aralık 2019

blogdan, eski yerimize taşınma işlemleri, hazırlıkları.

 3Tb mp3/flac arşivim geçen sene uçtuğundan beri digital müzik saçmalıkları arasında premiumlu beleşten geziyorum, sıra youtube music'e geldi,9 ay da burdan çakarım.o zamana kadar arşivi eski haline döndürmüş oluruz ki çoğu SLSK dışında hiçbir yerde yok zaten

mesela afrikalı underground rap grupları.. ya da epey epey eski punk grupları.. spotify'da youtube'da, "tarayıcı" "uygulama" vs ile bulamayacağınız müziğin yüzde sekseni slsk'da. neyse ki toparlıyoz, az kaldı, 4-5 aya digital müzik zırvalıklarından kurtuluyom(neden karşıyım?)

o mesele uzun,çok farklı boyutları var. para ödenmesi de bu boyutlardan biri değil.her neyse,kiraladığım mini VPS üzerinden de,seedbox'ımdan güzide müzik paylaşımları yapmak üzere (eskisi gibi) blog'u vps'e taşırız o arada. kişisel ve çok kapsamlı e-zine çevirirerek.

yeni yıl hedefi falan değil. yeni yıl hedefim mümkün olduğunca, hatta mümkünse hiç evden çıkmamak, (2 ayda bir rutin doktorculuk oyunum hariç diyelim) e-zine'mizin üst başlığı da "sizi uzaktan izledim" olacak, kayra (of gina)'ya ithafen.

2000 yılında online olarak başlayıp, 2002yılında basılı yayıncılığa evrilen, bir ara kalabalıklaşıp çoğalan sonra azalıp ıssızlaşan 2014yılında online yayıncılık kısmı parasızlıktan ve sorumsuzluktan kapanan kolektifimi de, tek başıma (hayaletlerimle) basılısız olarak sürdürürük.

basılı işler istiyorsanız, fahiş fiyat çekerim, yerse. işportal faaliyetleri siktir ettim zaten. bu yıl, 6 sene önce ölen online mecrayı diriltirsem, kafi. basılı işlerin (kendi işlerimin) yüzde doksanı beleş olmadıkça alınmayan, beleş verilince okunmayan, cebimi siken şeyler.

o yüzden işporta miştorto yok,20 senenin ardından, artık yok.basılı iş istiyorsan da sipariş verirsin baby.en azından neşterimi öde,uhu, kağıt ve toner benden olsun.şehir dışından çıkma işler de dağıtmıyorum.göndermeyin.o işi yapan yeni nesil fanzinciler var izmirde,ilgilenirler

ben evimde müzik dinleyip,kağıt kesme makinesi olcam. 9,10,11. kitaplarım da bu sene sonuna kadar tamamlanır,9 bitti zaten,kapak yapacam.neyse susayım,hislerimi guru (r.i.p) abimiz dile getirmiş,sözü kendisine bırakayım. haberler bööle.. https://youtube.com/watch?v=hGhI7UeD1bs

ek olarak, e-zine tamamlanınca, sosyal medyanın tamamından, hesapları açık bırakarak çekiliyorum..




İzmiryer6 distro

15 Aralık 2019

taşınma işlemleri ve mevcudiyetimizin

bir ay kadar önce buralara eklediğim ama iki üç gün sonrasında, öncesinde olamayacak gibi görünen aksiliklerin yolsuzlukların ve olumsuzlıkların gerçekleşme olasılıkları birden bire kesinlik kazanınca uçurduğum duyurumuzu bir takım naneleri de editleyerek tekrar edek,

buralardan taşınıyorum. muhtemelen bu, bu blog için son post.

ucuza kapattığım, bir hayli fonksiyonel bir mini server sayesinde, kafamdaki e-zine'i şekillendirebileceğim nihayet...

bilen bilir, 2000 yılından beri ama online mecrada ama basılı neşriyatçılık aleminde, bir takım düzenbazlıklar ya da düzenbozanlılıklar peşindeyim.

online mecra kısmı ise, varlığı benim dışımda kimsenin sikinde olmadığı için 2014 yılı sonlarına doğru çulsuzluktan kapanmıştı.. gerçi o günlerden beri bir şeyler sürekli tepe taklak bir şekilde yokuş aşağı gidiyor ya, neyse. ardından, distroma'a ait e-zine durumu, kişisel bir blog ve distro'ya ait bir blog olarak iki haneli bir odaya dönüşmüştü. domain ve hosting masrafını ödeyemediğimden yani..

basılı neşteriyatçılık kısmını ise, son beş yıldır giderek azalan baskı sayılarımdan sonra, son günlerine geldiğimiz 2019 yılı içerisinde, sadece 5 kopya bastığım yeni işlerim bile elimde patladığı için (işportada bile) bırakmaya karar verdim.

işportalcılık ya da portakalı soydumculuk durumu da aynı hezeyanlara gebe bir sürece kavuştuğu için, onu da sonlandırmak, doğru olacak.. ki elimde kalan son kitapları da toplu olarak, kardeşim ezman'a, yolda sahaf'a nakletmiştim. sadece fanzinlerden oluşan bir işportanın elbet de anlamı büyük benim için ama, kendi ürettiğim işler elimde patlarken, şehir dışından ya da geçmişten (şapkamdan) çıkan işleri (tavşanları) de tekrar tekrar basıp bir nevi dağıtılmasına aracılık etmek, üstelik o işleri üreten isimler, sizin işlerinizi basmak ya da sadece paylaşmak gibi bir zahmete katlanmıyorken, hamallık gibi görünmeye başladı gözüme.. üstelik sokak da sik gibi oldu artık biliyonuz mu? he siz o yüzden artık takılmaya gelmiyor idiydiniz sanırım. ben yeni aydım işte..

konserlerde stand açma işlevimimiz de son bulmuştur efenim. çünkü, tek başıma standa durduğum için o konserlerin yüzde sekseninde, konser izleyemiyorum, onu geç tuvalete bile gidemiyor insan, gerçi ben tezgahtan kim ne çalarsa çalsın deyip gidiyom o ayrı da, bazen grupların işleri (plağı filan mesela) sana emanet olunca onu yapamıyorsun.he eskiden durumlar böyle değildi tabii, her konuda, epey kalabalık takılırdık... meselenin ekonomik durum ile ilgili olduğunu öne süren arkidişlerin yalanlarını işitmek istemiyenko artık.

online mecra kısmına dönersek, evet eskisi gibi çoğul bir mecra olmayacak. şahsıma münhasır mini serverımda, (hosting değil bu kez) kendim çalım kendim söylücem. bu blogda da açıldığı günden beri kendim çalıp kendim söylüyorum gerçi o ayrı. he format bu kez, yine parasızlıktan infilak eden 2009'da ki sitemiz gibi müzikli filmli kitaplı fanzinli manzinli, belki ileride radyolu madyolu olabilir ama, katılıma açık olmaması, ruh ve sinir sistemime iyi gelicek gibi düşünüyorum. hatta tümden illetişim panelini kaldırıp yeni e-zine'mizden, huzura erdirebilirimiz, psikozotik ve paranoyotik hafızamızı.. halüsinasyondan arkidişlerim, yetiyor bana.

evden çıkmaya da niyetim yok. bazı halledilesi (hastane gibi) işlerim dışında. telefonumu uçuş modundan çıkarasım da yok. böyle iyi. he bak o şarkı da güzeldir aslında, du bi açıp geleyim: https://www.youtube.com/watch?v=_HKE-OwhjDE

ne diyodum jessika?

yazdığım çizdiğim zibilyon tane zırvanının da, zannediyorum yüzde otuzu burada yer alıyor. yayınladığım 100'den fazla fanzinin de bir kısmısı issuu hesabımda. e-zine aktif olursa, pdf'lerini de çakarız tamamının kendi serverımıza.. son iki yıldır daha az yazı yayınlamamın nedeni, birinin yarısı birinin çoğu biten iki romanla kavga etmiş olmam. onları sona erdirince, bir kapak döşeyip yeni e-zine'imize gömeriz abi. basmanın anlamı yok, çünkü fotokopiciye ayıp en azından, o kadar uğraşıyor. beleş verirsem alacağınız şeyi, okumayacağınız ve siklemediğiniz için, talep etmiyor olduğunuz için gerçeğini göz ardı edesim de yok artık. fiziksel baskısı dışında (cd yani) yayınlamadığı demosunda ki isimli şarkı da milis kardeşim o beleş dağıtma ruh halimi iyi açıklıyordu ama neyse, onu da gezdirdik işporta stand bir süre yanımızda..

2043 yılında hazır olur e-zine, linki buraya atar kaçarız abi.

önceki duyurumuzda naklettiğimiz kısmı yenileyelim:

--

bir çok kereler sinyali verilen, çekip gitme isteği, arzusu, başka diyarlara, semalara, -hem sanal dünya anlamında hem de gerçek hayatta- zannediyorum 1 kasım'ın ilk saatlerinde, yani şu an, aldığım, nihayet alabildiğim demek daha doğru olacak aslında, belirsizlikler ve kararsızlıklarla geçen iki senenin ardından, bir sonuca bağlanan yaşamsal ivlelenmemem, kendi adıma ve kendim için, en doğru olmasa bile en faideli şeyin, buraya dün gece eklediğim son öykümde de sözünü ettiğim gibi, sessizlik hakkımı kullanarak, ve ses oluşturabilecek dış etkenlerin de ekranıma, telefonuma ya da hayatıma düşmesini de ekarte ederek, uzamak olucak, kendi iç sessizliğime...


para bulursam eğer, yani bulabilir isem -şu aralar tüm kitaplarımı gönderdiğim yolda sahaf'tan bir miktar gelmesi söz konusu- blog yerine, unthatow.com .org .net nokta bilmembişi uzantısı, artık de denk gelirse, bir domain alıp, çok daha kapsamlı olan ancak yorum, e-posta, iletişim, sosyal medya gibi aktiviteleri olmayan bir e-zine ile, kendi içimde yayıncılıkçık hayatıma devam ederim.

baskı? gerek görmüyorum ve bu anlamda da ciddi ve kendinden emin gerekçelerim var.

geriye dönüş yapılmasını, yorum atılmasını ya da iletişim kurulmasını kapatma nedenlerim de apaçık ortada.

sayılardan ibaret olan, kaç takipçi, kaç beğeni bağımlılığından öteye geçmeyen sosyal medya curcunasına da, bu kez, sonsuza dek ve kalıcı olarak veda ediyorum. haber beklediğim üç beş bir şey var, onlarla da meramımı halledip, uçuş moduna geçebilirim zannediyorum...

sonrasına, sonra karar veririz...

e-zine olan sitenin adresi de unthatow nokta bilmem bişi olur işte... olursa. olmazsa da, parasızlıktan olmamıştır. wordpress temali bir şeye, o platform üzerinden kaykılırım. bu blog, kafamda ki e-zine sistemini karşılayamıyor zaten. fanzin olan şeyler de, baskı parasının cebimi emmesinden başka bir sike yaramıyor... gerçekten.


e-zine olan dalgayı açar isem, oradan, daha geniş kapsamlı bir şekilde, dijital yayıncılıkçılığıma devam ederim. basılı neşteriyat anlamında yayıncılıkçılığıma veda etmem şart idi zaten, çok çok çok öncelerinden...

bundan sonra da, umarım, bakkal için bile sokağa çıkmak zorunda kalmayacağım bir hayat ile selamlaşırım..

o yüzden, şimdilik, ve sonsuza dek, eyvallah...











14 Aralık 2019

fabrikalarda çalışırken, pek değil hiç konuşmazdım, çok çok büyük bir kesim ile.. işle ilgili durumlar hariç. çünkü ilgimi çekebilecek herhangi bir mesele hakkında pek fazla lafladıklarını işitmezdim.

okul hayatım boyunca da, içe kapanıklıktan aşırı dışa açılımlara doğru evrilen bir sürecim oldu. yani ilk okulda başlayıp, üniversiteden şutlanana kadar devam eden süreçten bahsediyorum.

ilk romanım ve ilk kitabım olan "geriye dönüşler" adlı arafımın girişinde de anlattığım gibi, bu süreç, liseden sonra hiç arkadaşsızlığa evrilip, sonrasında, üniversite bitimi, daha doğrusu ardından da askerliğin bitimi ile, kişisel bloğumdan e-zine ve fanzinler evrilen "sokakedebiyati.net" sayesinde, çok arkadaşlılığa, sıkı dostluluğa, çevreye, oto boka dönüştü.

sonrasında da, 2014 temmuz gibi girdiğim 3. psikoz sonrası 13 günlüğüne kapatıldığım manisa ruh ve sinir hastalıkları zırtapozluğundan çıktığımdan itibaren, giderek azalan çevre, etkileşim, arkadaşlar, dostluklar, ses yani, insan sesi, yanıp sönen bildirim değil, yanıp sönen ekran değil, giderek sessizliğe evrilerek, son yaptığım, (ya da son atağım olan) istanbul ankara macerası sonrası, izmir'de iyice boka sardı... her anlamda..

ürettiğin işlerden etkileşim alamıyorsan, ya da aldığını hissetmiyorsan, yayınlama zahmetine katlanmazsın. ne internet ortamında, ne de basılı çizili pijamalı işportalı e-postalı c4lü çikolatalı şulu bulu mecralarda...

insanları, ki burada söz konusu olanlar tanıdığın ve seni tanıyan ve bir zamanlar çok şey paylaştığın kişilerdir, insanları iki yılı aşkın süredir sürekli arayan sen isen ve onlar sadece arada bir veya bir işleri ya da sormak istedikleri bir şey olduğunda seni arıyorlarsa, hal hatır sormalarına dahi geri dönüş almıyorsan, sikerim telefonunu deyip uçuş modundan çıkarmazsın aleti. ama wifi lazımdır, tüm iletişimsel uygulamaları silersin (ki üç dört fasıl önceki öykümde buna benzer bir şeyden bahsetmiş olmalıyım karakterin ağzından)

dikkat çekmeye çalıştığını, ilgi çekmeye çalıştığını, şunu bunu, neyi düşüneceklerini de, onun bunun şunun, iplemeden, bu bloğa bir not düşmek için, bu metni yazarsın...

ki onuda google gibi arama motorlarının ya da sosyal medyaların botları dışında okuyan olmaz, onlar da arşivlemek için kelimeleri tarıyordur sadece...

uzun zamandır yazdıklarımı yayınlamıyorum, ender, çok ender.. uzun zamandır bastığım işlerin basım sayısını giderek azaltıyorum. en son 5 kopya bastım bir işi mesela. o kadarına bile gerek yokmuş, beleş vermeyince olamıyormuş, bunu da çözebiliyorsun çok aptal değilsen. işportada mesela..

meseleyi uzatmayacağım..durumu dramatikleştirmiş de değilim. gayet iyiyim. hep olduğu gibi yani.

ama, evden çıkmamanın, insanlarla iletişim/etkileşim kurmaya çalışmamanın, bana kendimi iyi hissettirdiğini söyleyebilirim. son beş yıldır başıma gelen tüm saçmalıkların, gelgitli ruh halimin, tamamiyle sona ereceğini anladım, bu sayede, kendi içime kapanarak.. odadaki kağıt parçalarıma, müziğime, tütünüme, hayaletlerime, masal diyarlarıma, falan filan işte..

bu blog da kendini kendi kendine imha eder belki zamanla.. orası google amcaya bağlı. diğer zabazingolar da öyle..




8 Aralık 2019

repost: kuklacı john

yeri ve zamanı olduğu için, şunu tekrar buraya atıp en üste taşımam ve sonra orada burada paylaşmam, boşa harcanmış bir üç dakika olarak hayatımdan çalınmış olsa da:

kuklacı john

hangi yıllardaydı hatırlamıyorum, ama bir zamanlar, daha iyi zamanlardı diyerek hatırladığım zamanlar da oldu. şimdiyse, daha iyi zamanlardı diye kıyaslayabileceğim bir zaman dilimi yok, içinde bulunduğum son zamanlara karşılık, yani her şey her zaman kötüye gitmez dostlar, bunu daha önce de söylediğimde, bir zamanlar bana, demişti ki, bir dostum, her şey her zaman iyiye de gitmez o zaman, hayır demiştim ona, gitmez ama çoğu zaman, kötüye gidiyormuş gibi hisseder insan, büyüdükçe kötüleştiğini.. içinden çıkardıkların, içine sığmayacak bir zaman sonra, çünkü sen büyürken, içindeki küçülür daima, ve kusarak kusarak kusarak, geceler boyu içtiğin için sabahları boş bir mide ile ve öğürtü ile uyanıp, kusarak kusarak kusarak içindeki boşluğu, geçirdiğin günlerin geride kaldığını bildiğinde, anlarsın artık, içinde kusulası hiçbir şeyin var olmadığını, hiçbir zaman var olmadığını, yani en başından beri var olmadığını ve, yazarken yaptığın şeyin, senin içine ait olmayan şeyleri çıkarmak için, bir çaba sarf etmekten başka bir şey olmadığını.. hayır anlatamazsın, bir bar taburesinde mesela, sana ne kadar yakın olduğunu bilirsen bil, herhangi bir insana, diyemezsin yani ona, içimde bir boşluk var ve onu neyin dolduracağını bilmiyorum ama daima kusuyorum diye.. diyemezsin çünkü, o da, her ne kadar seninle aynı durumda olursa olsun, bunu sana diyemiyordur, iyi değilsinizdir ve iyiymiş gibi yaparak birkaç bira içer, sonra evlere dağılırsınız.. ve sonra sen yine, yoldan aldığın birkaç şişe ile eve girer, kimseye çaktırmadan çantanda ne olduğunu, odaya geçersin.. uyuyacağım ben.. ışıklar kapalı, müzik açık.. içine soktuklarını, çıkarmak için, kendini zehirliyorsun.. birkaç şişe sonra sızdığında, ve sabah doğan güneş sana hiç de iyi şeyler hissettirmediğinde, annen soruyor, yataktan neden çıkmıyorsun, öğlenin ikisi, hasta mısın? sormak istiyorsun ona, bir kez olsun sormak, hiç benim gibi hissettiğin zamanlar olmadı mı diye sormak, bir kez olsun hissetmedin mi? unutmuş olamazsın.. beni anlamalısın.. anlamak zorundasın anne.. lütfen.. gözlerime bak ve bana beni anladığını söyle.. gene içmişsin diyecektir size, gene berbat kokuyorsun diyecektir, ve sen kendi içine sinen berbatlığı biraz daha hissedersin ama bu koku bana ait değil anne, benim kokumu kimse sevmiyor, bende kendimi, kendimi sevmeyeceğim bir hale sokuyorum dersin, çünkü kimse seni sevmediğinde, senin kendini sevmen, senin kendini daha da kötüye sokmandan başka bir halta yaramaz dersin, dersin ama içinden, çünkü dışından da söylediğin her şey, uzay boşluğunda bile asılı kalamayacak sesler bütününden başka bir şey değildir.. aksini düşünüyorsanız, size bunun söylediğim gibi olduğunu ispatlayabilirim bayım, çünkü şu an ben, içimden konuşuyorum, gördüğünüz gibi, buraya kadar bile gelememişsiniz..

etrafımda bir kalabalık oluşturduğunuzu varsaydığım günlerin geride kalmış olmasının nedenini, hepimiz çok iyi bilmekteyiz, çünkü oluşturduğumuz boşluğun içine, dahil olmak isteyenlerin büyük bir bölümü, o boşluğu doldurmak için var olmaya çabalıyorlardı, ve sonra biz o boşluğu ortadan kaldırınca, kendi içlerinde de bir boşluk taşımadıklarını, yani epey bir dolu olduklarını düşündükleri için, ortadan kayboldular..

düşünüyorum da, sokak edebiyatı yokken, pek az insan oluyor, varken yeni birileri pat diye ortaya çıkıyor, vay canına, inanılmaz bir dehaya sahibim, kuklacı john amca geldi aklıma.. o da mı kim? bir karakterim, kuklacı john amca, kendi boğazına ipi takıp, bir üst kata o ipi bağlayınca, herkesi bir gülme tuttu ve herif sahnede intihar ederken, onun rol yaptığını ve yaptığı kuklaları taklit ettiğini düşündüler, sonra herif öldü, bir kukla gibi, yani zaten kuklalar ölmez öyle değil mi? çünkü aslında yaşamıyorlardır da.. o halde meseleyi tekrar ele aldığımızda, ve sorduğumuzda sınıftaki öğrencilere, nerde kalmıştık diye, büyük bir sessizlik korosu ile karşılaşacağız.. çünkü olay, öğretmenin ders anlatması esnasında gerçekleşiyordur, öğretmen susunca çocuklar da susar çünkü her ne kadar öğretmenin anlattığı dersi dinlemiyor olsalar da duyuyorlardır, sınıfa da arkasını dönmüştür öğretmen, yazıyordur, konuşuyordur, anlatıyordur, büyük bir çaba sarfetmiyor olabilir, işinden nefret ediyor bile olabilir hatta, ama ben hayatımın hiçbir evresinde, konuşan bir öğretmene karşı saygısızlık etmedim, dinlememiş olabilirim, bakın bu konuda haklısınız, ama bana gıcık olan edebiyatçı hatunu bile tek dinleyen bendim koca sınıfta, herkes konuşuyordu, ve ben yanımdaki ülkücü gençlik kahramanı serkanı susturup, hocaya kulak veriyordum.. sonra beni sınıfta bıraktı.. o gün anladım ki, insanlar sizin onlara duyduğunuz saygıya göre, notunuzu belirlemezler, yerine getirmenizi istedikleri şeylerin kaçta kaçını ve nasıl yerine getirdiğinize göre, bir sonuça ulaşırsınız. yani boş bir kağıda adınızı yazıp, onu masasısın üzerine koymanız, belki de içiniz de ki boşluğu anlattığınız anlamına gelmemiş olabilir.. aslında gelmemiştir, gelmemiştir çünkü içindeki boşluğu anlatabilen insanın içinde boşluk yoktur, içinde istemediği doluluklar vardır, onları kusuyordur o, asıl içinde bir boşluk taşıyıp onu anlatamıyorsa, o insan, korkacaksınız.. yani ölebilir.. anlıyor musunuz ne demek istediğimi?

eğer bana, yıllar önce bir yayınevi, çok dolu bir herifsin deseydi, ben bunu bir hakaret olarak algılayıp, dava açabilirdim, açabilirdim çünkü içimde bir doluluk oluşturan o şeyi ben içime almamıştım, aksine çıkarmak için çabalıyordum yıllardır, ben kusuyordum, onlar gene giriyordu, kusuyordum, gene.. her sabah, otobüse bindiğimde mesela, ya da okula gittiğimde, ya da eve gelmeden önce yolda yürürken mesela, dolmuştan inip.. sürekli sürekli sürekli içime enjekte edilen sıkıntının sebebini çözmeye çalışmadığımı söylediğimde, çözünmeye de çalışmıyorum diye eklemiştim, ve o gün bana “her şey kötüye de gitmez o zaman” diyen dostum, o ana kadar dostum olan, demişti ki, “zor olan şey, kendini anlatmak değil, sana kendini anlatanı dinleyebilmektir”. yazılar üzerine konuşuyorduk ve o gün anladım ki, herif hiçbir şey anlamamış, ulan ben kendimi anlatmıyorum denyo demeye çalıştım, ama demedim, bir bira sonra, hadi kaçalım artık deyip kaçtım, gerçekten kaçtım yani, çünkü siz hala benim burada kendimi anlatma çabası sarf ettiğim gibi bir algıya kapılıyorsanız, sizden de kaçardım.. yazmazdım yani, anlıyor musunuz? yazmazdım çünkü, sizi anlamadığını bilen biriyle konuşmak gereksizdir.. ve iki yıldır yazmıyorsa bir insan, ve yazmak yerine onları zihninden geçirip gitmesine neden oluyorsa, ve giderek sıkışıyorsa içinde, içindeki boşluğa, çıkarıp atamadıkları giderek daha güçlü bir baskı oluşturuyorsa, ve artık kusmanın da veya sarhoş olmanın da fayda etmediğini bildiği için, bunu da yapmıyorsa ve hatta her şeyi siktiredip, tanrı'ya dönüyorsa yüzünü, ve lütfen diyorsa ona, dua ederken lütfen gibi bir kelimeyi kullanıyorsa, burada biraz durup düşünmemiz gerekiyor, yalnız olmak bir şikayet nedeni değildir, asıl yalnız kalamamaktan şikayet etmeli bir insan.. günde birkaç saat mesela, odada tek başına kalmaya vakit bulamıyorsa...

“çok yalnızsın ve ben bunu çok iyi anlıyorum”
“kendimi yalnız hissettiğim için bir kez bile şikayet etmedim ben” diyorum ona, bir bar da oturuyoruz, iki hatun ve ben ve benden fanzinlerimi almak için, küldür bakanlığına müracat edip birkaç sigara almışlar, ki külünden bir deniz yapalım kendimize, tablonun içinde, ve sonra üzerinde sigaramızı söndürünce ölsün tüm balıklar.. evet aynen böyle yapmışlar ve ben de buluşmuşum, ve sonra votka kola söylenmesi gerekmiş çünkü bunlar iki bira içelim mi demişler, sen de olur demişsin, ve arada hiçbir duygusal veya cinsel ivme kazanmayacak olan bir sohbetin eşiğinde sana biri, diğeri tuvalete gittiğinde, demiş ki, “yazdıklarını sevdim ben”, eyvallah demişsin sen de, olur öyle, ben sevmiyorum, “ yalan söylüyorsun” demiş size, “yalan söyleyenleri de sevmiyorum” demişsin, ve sonra ardından bildiğin bir gerçeği açığa çıkarmaktan kaçınmışsın... ulan nasıl sevebilirsin, kitapevinden aldığını söylediğin tek fanzinde yer alan tek öyküm de iki sayfa eksikti, basım hatası yapmışım, ve hiç düzeltmeden bastım onu, bir kez olsun biri, girdo hatalı basmışsın demedi, nasıl okudun, bariz hata anlaşılıyor, nasıl yani? hayır böyle demedim, onun yerine, şöyle dedim, lita'yi sevdin mi?
o kim dedi bana, ben de ona, lolita dedim, nabokov'un kitabı, hani okuduğunu söylemiştin ya, haa dedi evet severek okudum o kitabı ben, ulan lita senin kitapevinden aldığını söylediğin tek fanzindeki karakter, nasıl yani, nasıl.. sonra işte, insanlar gelip, 2 senedir, neden yazmıyorsun girdo diyor, hayır sormaları gereken soru şu, neden sokak edebiyatını kapattın, yazı göndericektim ben.. seni okumuyorum ki.. hiçbir şeyi okumuyorum sitede, sadece yazmak istiyorum, radyo yayınlarını hiç dinlemiyor ama ben de radyo yayını yapmak istiyorum..

burada söylediklerimi üzerine alınmaması gereken ve sayıları sokak edebiyatının toplam harflerinden daha az olan yakınlarım için bir açıklama da bulunmak istiyorum: alının ve gidin be abi. ben de gideyim.. bırakalım bu işleri.. hiçbir şeyi çözmüyor artık dilimize bağladığımız düğümler.. ben tüm dünyanın ağzına sıçmak istiyorum, öyle bir jilet koymalıyım ki, zack'in diline, cümlelerini okuduğunuzda, beyin sarsıntısından ölün istiyorum, ölün de kurtulun bu adına postmodern denilen ama bana göre potporiden oluşan zaman diliminden.. gerçekten bunu istiyorum yani.. ama istediğin şeyi yapman için, kuklacı john amca gibi bir seyirci kitlenin olmaması lazım.. yani anlatabiliyor muyum? yani olay, tamamen elim sendeye dönüşüyorsa, ve sonra birbirimizin ardından koşmaya başlıyorsak, bir anlamı kalmıyor bu işin.. giderek daha da dibe düşme korkusu taşıyorsan o yüzden, bizim elimizden tutmaya çalışma, düşersin aşağı.. biz aşağı da olduğumuz için değil, senin kendini düşmüş bir hayat yaşadığına iten düşüncelerin nedeniyle.. çünkü ben aşağı düşmek veya yukarı çıkmak arasında durulan bir dönme dolap olarak görmüyorum bu hayatı.. dibe düşersin düşmesine, hepimiz birkaç kere düştük, ama orada kalmaktan hoşnut değilsen, daha da dibe düşemezsin.. düştüğünü sanırsın ama, bak bu olabilir, herkes her şeyi sanabilir, ve bir sandalyenin gerçekliğinden gerçek anlamda emin olamıyorsanız, fotoğrafına bakmanız bile çözmez meseleyi, veya sözlüğe bakıp, oradaki tanıma uygun bir eşya aramanız evde, hiçbiri meseleyi çözmez dostlar, sandalye sandalyedir ve üzerinde hiç kimse oturmuyorsa bile, orada durmak zorundadır, tam karşımda, şu an durduğu gibi, görüyorum onu, odamda bir boş sandalye var ve bir kez bile oturmadım üzerinde onun, daima ayaklarımı uzatıyorum ona, pekala pekala, o halde bir kez daha düşünelim şimdi, kelimeler onlara kattığımız anlamlarla var oluyor olabilir mi? o halde bir sandalyenin anlamı herkese göre değişebilir değil mi? pekala meseleyi şu hale getirecek olursak: dibe vurmak adlı efsane konusunda; bir gemi düşünelim, ve onun çapasını denize atmak, o çapanın dibe vurması, geminin orada karaya yanaşınca yapılması gereken bir eylemdir öyle değil mi? ama denize açılırken, çaba geri çekilir.. pekala pekala, dibe vurmak dediğimiz şeyin, sizin için ne anlama geldiğini ben bilmiyorum, siz de benim kendimi kötü hissettiğimi söylediğim dizelerde, ne anlatmamaya çalıştığımı bilmiyorsunuz, ne anlatmamaya çalıştığımı, yani skor anlamlar açısından, eşit. ve dahası, şuraya tekrar dönelim: iki hatun, bar, fanzinler nedeni ile buluşuldu ve sonra, viski kola içiyorduk, 2007 yılındayız, alsancak korku parkı istasyonundayız, ve ben fazlasıyla nankör bir adam olduğum için, hatun bana “ben de kendimi yalnız hissediyorum” dediğin de, “ben de kedimi yalnız hissediyorum” dedim, “a-a dedi bir kedin mi var?” hayır işte dedim o yüzden yalnız hissediyorum kedimi, kedim olsaydı yalnız hissetmezdi kendisini.. gene bir şey anlatamadım ve sıkıldım, sonra ben kalkıyorum dedim ve bana “yazdıklarını seviyorum” dedi, ben de ona, yazmadıklarımı da sevseydin bir şansın olurdu belki dedim ve yol aldım, üstelik fanzinleri henüz vermediğim halde, o bunu bana hatırlatmadı, ve bir daha da aramadı.. fanzinleri unutmuşum ben gibi.. unutmadı, ilgilenmiyordu, yalnız olmak istemiyordu sadece, ya da yanında ben yürüyünce kendini yeraltı prensesi hissedicekti.. ve sorun şu ki: anlamlar arası karmaşaya geri dönecek olursak, ben yeraltı adlı bir şeye de inanmıyorum. çünkü birşeyin, altta mı üsste mi olduğunu belirlemek için, neyin altında veya üstünde olduğunu bilmemiz gerekiyor dostlar, ve “yer” diye temin edeceğimiz zemin eğer piyasa adı ile geçerli olan pamuk ipliği ise, üzerinde zaten duramazsınız onun, durmaya çalışırsanız o pamuğun sizi taşıyabileceği şeyler yazmanız gerekir, ve gereken şeyleri yazmaya devam ettiğiniz sürece gerekmeyen hallere bürünebilirsiniz: gazete röportajları, imza günleri ve birkaç farklı konsültasyon sonrası sizi iyileştireceğini düşündükleri şey sizi konstipasyon yapabilir..

meseleyi kapatıcak olursak; uzun zamandır yazmayan bir insanın yazı yazmıyor olma nedeni, kabızlık olmayabilir ve yazı konusunda ishal olmaktansa kabız olmayı tercih ederim ve dahası benimle tıp oynamaktan sıkılırsanız, kaybedersiniz..

pekala pekala, bu yazı, tüm kuklacı johnlara gelsin..
10ocak2012

2 Aralık 2019

bırak gelsin..

https://www.youtube.com/playlist?list=PL1pJioMITRUbTTzDhSUpSWyMwiz0FUTM_

botlara ithafen..

botlara yayın yaptığım blogumdan sevgiler.

nasılsınız bot kardeşler? arama motoru botları, sosyal medya botları. başka gelip giden yok.

"hayaletlerle yaşıyorum" derken şaka yaptığımı mı düşünüyordunuz?

giderek azalan gerçeklik, giderek azalan arkadaşlıklar, gideren azalan insanlar, daha çok kendi kendi kendine konuşma, daha çok halüsinasyon, daha çok kafanın içinde ürettiğin hayali olaylar, diyaloglar, olaylar, evrenler, daha çok kendinle baş başa, daha çok hayalet..

"hemen şu köşede ölümü görüyorum" pac