best -self- seller of
underground
her şeyi kırıp dökmek
geliyor içimden şu an biliyor musun? hem de her şeyi.
dünyayı havaya uçurmak
istiyorum. dünyanın çekirdeğine çok güçlü bir atom bombası koymak, ve tüm
yaşamı katletmek istiyorum. ama yapmayacağım büyük ihtimalle. yapamayacağımdan
değil, içine düştüğüm durumdan dolayı, hiç kimsenin bir suçu olmadığı için.
"huzursuz olduğum için, dünyaya suçlu hissettiğimi söyle" diyor pac.
bu ne demek anlayabiliyor musunuz?
boş verelim anlamları.
her şeyi tekrar ederek anlamsızlaştıralım. ne dersiniz? olabilir mi böyle bir
şey? zaten bunu yapmıyor muyuz her gün. her dakika. her geçen saniye, bir
şeyleri tekrar ediyoruz. başa alıyoruz sürekli yaşamı. ilerleme kaydetme adına
yapılan her hareketin sonu, başlangıç noktasına varıyor. tıpkı duvar saati
gibi. ister akrep ister yelkovan olun o düzenek içinde, sıfırdan başlayıp,
tekrar sıfıra varırsınız. kaçınılmaz son, hiçlik.
birileri
söylediklerimi nietzche ile bağdaştıracak ama herifin tek bir kitabını bile
okumadım. ne komik değil mi? komik, komik olmasına, ama ben gülmüyorum bu
duruma. aksine öfkeleniyorum. çünkü, ortalıkta, binlerce kitap okuduktan sonra
kitap yazabilen adamların, yazdığı kitaplar dolanıyor, ve ben yüz yıl önce
kusulmuş bazı klasikleri bile okuyamıyorum. çünkü sıkılıyorum. çünkü bana yeni
bir şey anlatan ya da daha doğrusu inandırıcı ve samimi gelen çok az kitap var.
burada kendimi üstün gördüğüm falan da yok, hiçbir şey bilmiyorum çünkü hayat
hakkında. gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. tecrübesizim. fazlasıyla tecrübesiz.
buna rağmen zırvalayıp duruyorum işte. ve sonra, bir başına, dört duvar
arasında, jori ile baş başa kalıyorsun. ve ister istemez, sonucun nereye
varacağını düşünüyorsun. daha kaç kez, sıfırı tüketip baştan başlaman lazım
bilmiyorsun.
yani şu, şey işte, az
önce anlattığım duvar saati hikayesi. bazen hızlı dönersin bazen yavaş, ama
daima sıfıra varırsın. sıfıra sıfır, elde var sıfır. neden biliyor musun? çünkü
naparsan yap, içindekini kusamazsın. sonu gelmez kusuşunun. sürekli içine yeni
atom bombaları atarlar çünkü. yeni infilak metotları icat edersin böylece
kendine. psikoza girersin, sarhoş olursun, sigaraya abanırsın, nefes nefese
kalır ve "ölmeyeceğim ulan" dersin, "ölmeyeceğim." çoktan
ölmüşündür halbuki. ölmüşsündür de ağlayanın yoktur. sistem karşıtı olduğunu
söyleyen abuzerler, ceplerindeki parayı sistemin kendi etrafında bir tur daha
atması için harcarlarken, sen büyük bir riske girip, açık el oynarsın pokeri. elindeki tüm kağıtları
gösterir ve "bakın bu son param" dersin önündeki hiçliğe. allah
belanı versin küreselleşme. komik sloganlar bunlar. gerçekten çok komikler.
çünkü hayatımızın içine eden şeyler, birbirine öylesine sıkı halkalarla
kenetlenmiş ki, asla çözünmüyorlar. birini yıkıyorsun, karşına bir başkası
geçiyor. bir duvar, sonra bir duvar daha. değişmez yani dünya. değiştiremezler.
devrim bir düşten ibarettir. soğuk bir duş alıp kendimize geleceğimiz gün, o
kadar uzak ki. ve bu yüzden bazıları o kadar riskli yollara girip kendilerini
ele veriyor ki, yazık oluyor o güzelim insanlara. total redçilere mesela.
gerçekten yazık oluyor. yani, kim anlıyor ki, anlamayı bırak, kim görüyor? hiç
kimse.
militarizm karşıtı
olduğunu söyleyen birinin çocuğuna oyuncak silah aldığını gördüm. kendine
anarşist diyen birinin kız arkadaşını mini etek giydi diye dövdüğünü işittim.
sonra, 2004 bir mayısta, 70-80 kişi, "yaşasın anarşi" diye
bağırırken, hemen bir sonraki toplantıya, toplam 10 kişi geldi. sonra, o on
kişi de birbirini yedi. "kendi içinde anlaşamazlar ordusu" dünyayı
değiştirmeye çalışıyor. çok komik. gerçekten çok komik. sonra bir de kendine
solcu diyen bir kesim var, onlar daha
kalabalık ve daha bölünük vaziyette. bir de atatürkçü bir kesim. bunlar da yeni
bi mesih beklemekten öteye gidemiyor diye düşünüyorum. sonra sonra, sonra bir
de başımızda, yakında ülkeyi amerikanın mandası haline getireceği söylenen bir
"parti-küler atık sistemi" var. tüm bunların dışında, ama her şeyin
merkezinde, tek derdi aşk olan bir genç nüfüs var. ve her şeyin dışında, bir an
önce ülkeyi terk etme planları yapan insanlar var. ha bir de tüm bu sistem
karşıtı kalabalığın büyük bir çoğunluğu, fazlasıyla korkak. kendi hayatları
ellerinden alınacak diye ödleri kopuyor. yanlarına bi polis gelince saygı
duruşuna geçip, isyanlarını içinden konuşarak yapan gruplar. ha bir de, hayatı
boyunca işçi olmamış, hatta hayatı boyunca bir gün bile çalışmamış olanlar,
maddi sıkıntı çekmemiş olanlar, işçi hakları üzerine yazıp çiziyorlar. ama,
onlar da samimi değiller, çünkü mülkiyet kavramına karşı çıkamadıkları için,
yazıp çizdikleri her şey, yılbaşında kafama geçirebileceğim bir kukuleta kadar
anlamsız geliyor bana.
sonra durup
düşünüyorsun, yetkili ilgili ve bilgili mecralar, zırvalarımdan haberdar
olsaydı ya da kaale alabilecekleri bir çoğunluğa hitap ediyor olsaydım, şu an
ya mezarda ya da hapiste olurdum.
sonra aklıma, bana,
"sen bir kapitalistsin" diyen zühtü geliyor, şimdi kıçımın kenarına
yapışmak için etrafımda dolanıp duran. insanlar değişebilir, elbette
değişebilir, zaten bunun için yazıp çiziyor o bazı muhterem ali cengiz köşe yazarları
(hepsini kast etmiyorum), bir şeyler anlatarak insanlarda bir duygu uyandırmak.
ve okuyucularının, hayata belki daha doğru bir açıdan bakmalarını sağlamak.
oysa doğru açı yoktur, kendini iyi hissetmeni sağlayacak açılar vardır. yani
insanlar böyle yaparlar. gerçekleri görmek yerine, aptalı oynamak. çünkü başka
türlü, yaşama devam edemezsin. yani, crispin sartwell'in bahsettiği gerçeklik
düzeyinde yaşamaya çalışırsan, cidden hapı yutarsın. çünkü o zaman, gördüğün bu
pis ve kokuşmuş ilişki biçimleri, mideni bulandırır. mideni bulandırır ve
üstelik senin kustuğun hiçbir şey midesini bulandırmaz o insanların. görmezler
bile seni, üzerine basıp geçerler ve dönüp bakmazlar ne haldesin diye. o halde
sorun bende lan, deyip, kendi fişini çekmeye kalkışırsın. onu da beceremezsin
ama, çünkü yaşamak istiyorsundur sen de. her canlı mahlukat gibi önceliğini
ölmek değil, yaşamak oluşturuyordur. sonra? sonra, tüm bu ebegümecinden
çıkabilmek için bilinçaltın, senden habersiz bir tünel kazar zihninde. psikoz.
halüsinasyonlar. algı düzeyinin değişimi. kontrolün yitimi. bu noktada,
tehlikeli bir oyuna dalar ve tedaviyi ret edersin. çünkü bilirsin ki, sekiz
sene önce, seni tımarhaneye kapatmaya çalışmışlardır. tekrar deneyebilirler.
hayır anne dersin, delirmedim daha. bir saniye, bana bi dakka ver, bir saat
ver, gerekirse bir ömür ver bana, lütfen inan bana. lütfen inan.
insanlar doğarak
çoğalır ve yalnızlaşarak ölür. sonra geride kalanlar, intihar eden kişi için,
"aptal, salak, hayatını mahvetti" derler. düşünceleri için öldürülen
insanları, sene de bir gün anarlar ve bu anmayı da nispet olsun diye, hatta
gösteriş amaçlı yaparlar. sonra herkes evine dağılır. çünkü, çünkü aslında hiç
kimse öldürülmeyi göze alamaz. çünkü aileleri vardır, çünkü sevdikleri insanlar
vardır, çünkü mülkiyetçidirler, çünkü kariyerleri vardır, çünkü bir isme ve
hayran kitlesine ve karizmaya ve ve ve'lere sahiptirler. çünkü insanlara umut
vererek, neye sebep olduklarını düşünmezler. çünkü umut, hastalıklı bir
duygudur. umutsuzluk ardından intiharı getirir, evet ama, umutta hayal
kırıklığı riskini taşır ve her hayal kırıklığı, bir özgüven yitimi olarak
sonuçlanır. ve özgüvenini yitirmiş her insan, ünü dağlara taşlara yazılmış her
insana hayranlık duyup, "keşke onun gibi olsaydım" diye düş kurar. ve
düş kuran her insan, gerçeklikten kopar. ve gerçeklikten kopan her insan da anı
yaşayamaz. ve anı yaşayamamak, geçmiş hanesine kaybedilmiş zaman dilimlerini
dizer. ve yıllar sonra o zaman dilimleri patlayıp, pişman bir ihtiyar meydan
getirir. ve o pişman ihtiyar, hayatının belli bir yaşından sonra, bir çocuk
edinip, tüm hayallerini ona empoze eder. yani olay tamamen, elim sende oyununa
benziyor. ve girdap tamamen eli açık oynuyor. yani karşı olduğu her ne ise,
onunla açıktan savaşıyor, ve bir uçurumun kenarında dengede durmaya çalışıyor
hala.
anlayabiliyor musunuz? çünkü o egoist ve kendini beğenmiş ve popüler
kalburabastılar, sadece bir tür şans sonucu ordadırlar. ve o şansın sizin
yüzünüze gülmesi için yapmanız gereken bir kaç şey; ya yalan söylemek, ya
kendinden ödün vermek, ya da aileden gelen bir maddi rahatlıkla sağlıklı bir
zihne sahip olmak. o yüzden kendine alternatif bir muska takan
abuzittingillerin, hayranı çok olur. çünkü gençlik dediğimiz şey, hayalperest
olmaya müsait bir doğaya sahiptir. ve hayalperestlik, ister istemez, güzel bir
gelecek düşünü beraberinde getirir. sonra hep birden yazmaya başlarız. oysa
hayat hakkında tek bir anafikir bile oluşturmadan yazmak, sonrasında
yazdıklarınızı silmenize yol açar. ve sildikçe daha az yazmaya, en sonunda hiç
yazamamaya başlarsınız. çünkü kendinden emin olmadan kurulan her cümle,
ardından bir "pardon ya yanılmışı"mı getirir. ve yanılmak, pişmanlık
doğurmasa bile bir özrü zorunlu kılar. oysa çoğumuzun özür dileyebilecek kadar
alçak gönüllü olmadığı açık. çünkü özür dilemeyi, küçük düşmek olarak
değerlendirenler türemiş durumda. ve fazlasıyla yanlış söylemlerle sistemle
savaşmak, aslında sisteme destek vermektir. çünkü bu şekilde, aslında
yaptığınız şey, sisteme karşı olmak değil de destek olmaktır. zaten
kapitalizmin üzerimizde oluşturduğu yanılsamayı, ikinci bir yanılsama ile
desteklemeye yol açar bu da.
umutsuzluk ölümcüldür.
umut vermek ölümcüldür. o yüzden öncelikle, yani bir şeyler yazmaya ya da
konuşmaya başlamadan önce, insanın ölümcül bir varlık olduğunu düşünmesi
gerekiyor. bunu düşününce, her şey çok basite inmiş oluyor bir anlamda. basite,
yani, lan zaten ölücez işte, üç günlük dünya, neyin savaşını veriyoruz ki
demenize. ama bunu dediğiniz taktirde de, sadece kendimizi kandırmış oluyoruz,
çünkü asıl kandırmamız gereken kesim, yani iplerimizi elinde tutan
bukalemunlar, ölümsüz olduklarını düşünüyorlar. yani ölümsüz olduklarını
düşünüyor olmalılar ki, bu kadar mal mülk, servet ve iktidar aşkı için,
hayatımızın içine ediyorlar.
yani aslında mesele
çok karışık. bir çözüm yolu da önermiyorum. hayatım boyunca bir çözüm yolu
önermedim. ben kendi akıl sağlığımı ve ruhsal dengemi korumak için yazıyorum
sadece. çözüm yok. tartışmaya kapalı bir konu bu. "napmalıyız?".
herkes kendi karar vermeli ne yapmak istediğine. ben naptığımı çok iyi
biliyorum. ve ne anlattığımı da. nerden başladığımı ve nereye saptığımı da çok
iyi biliyorum. o yüzden "yazıda bir bütünlük yok" diyecek olanlar,
kendi alın yazılarında bir bütünlük oluştursunlar öncelikle.
önce kendini sağlamaya
almayı düşünen her anti-kapitalist, büyük olasılıkla bir kaç sene sonra, hatta
okulu bittikten sonra, normal bir insana dönüşüp, topluma adapte olur. o
nedenle, önemli olan, an itibari ile ne düşündüğümüz değil, hayat sürecimiz
boyunca nasıl yaşadığımızdır. yani bir insanı, tek bir hareketi, tek bir şiiri,
tek bir şarkısı, ya da tek bir cümlesi nedeni ile eleştirmek; bölünmelere,
anlaşmazlıklara, ayrılıklara, pişmanlıklara, özürlere ve dolayısıyla
tutarsızlığa yol açar. ve yaşam biçimi ile söylemi birbiri ile tutarsız olan
her insan, yalan söylüyor demektir. ve yalan, samimiyetsizliği de beraberinde
getirir. ve kapitalist bir sistemde, samimiyetsizlik, en çok satan üründür. o yüzden artık bu bahsi kapatalım bence.
nokta.
16.nisan.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder