16 Nisan 2009

best -self- seller of underground

best -self- seller of underground

her şeyi kırıp dökmek geliyor içimden şu an biliyor musun? hem de her şeyi.

dünyayı havaya uçurmak istiyorum. dünyanın çekirdeğine çok güçlü bir atom bombası koymak, ve tüm yaşamı katletmek istiyorum. ama yapmayacağım büyük ihtimalle. yapamayacağımdan değil, içine düştüğüm durumdan dolayı, hiç kimsenin bir suçu olmadığı için. "huzursuz olduğum için, dünyaya suçlu hissettiğimi söyle" diyor pac. bu ne demek anlayabiliyor musunuz?

boş verelim anlamları. her şeyi tekrar ederek anlamsızlaştıralım. ne dersiniz? olabilir mi böyle bir şey? zaten bunu yapmıyor muyuz her gün. her dakika. her geçen saniye, bir şeyleri tekrar ediyoruz. başa alıyoruz sürekli yaşamı. ilerleme kaydetme adına yapılan her hareketin sonu, başlangıç noktasına varıyor. tıpkı duvar saati gibi. ister akrep ister yelkovan olun o düzenek içinde, sıfırdan başlayıp, tekrar sıfıra varırsınız. kaçınılmaz son, hiçlik.

birileri söylediklerimi nietzche ile bağdaştıracak ama herifin tek bir kitabını bile okumadım. ne komik değil mi? komik, komik olmasına, ama ben gülmüyorum bu duruma. aksine öfkeleniyorum. çünkü, ortalıkta, binlerce kitap okuduktan sonra kitap yazabilen adamların, yazdığı kitaplar dolanıyor, ve ben yüz yıl önce kusulmuş bazı klasikleri bile okuyamıyorum. çünkü sıkılıyorum. çünkü bana yeni bir şey anlatan ya da daha doğrusu inandırıcı ve samimi gelen çok az kitap var. burada kendimi üstün gördüğüm falan da yok, hiçbir şey bilmiyorum çünkü hayat hakkında. gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. tecrübesizim. fazlasıyla tecrübesiz. buna rağmen zırvalayıp duruyorum işte. ve sonra, bir başına, dört duvar arasında, jori ile baş başa kalıyorsun. ve ister istemez, sonucun nereye varacağını düşünüyorsun. daha kaç kez, sıfırı tüketip baştan başlaman lazım bilmiyorsun.

yani şu, şey işte, az önce anlattığım duvar saati hikayesi. bazen hızlı dönersin bazen yavaş, ama daima sıfıra varırsın. sıfıra sıfır, elde var sıfır. neden biliyor musun? çünkü naparsan yap, içindekini kusamazsın. sonu gelmez kusuşunun. sürekli içine yeni atom bombaları atarlar çünkü. yeni infilak metotları icat edersin böylece kendine. psikoza girersin, sarhoş olursun, sigaraya abanırsın, nefes nefese kalır ve "ölmeyeceğim ulan" dersin, "ölmeyeceğim." çoktan ölmüşündür halbuki. ölmüşsündür de ağlayanın yoktur. sistem karşıtı olduğunu söyleyen abuzerler, ceplerindeki parayı sistemin kendi etrafında bir tur daha atması için harcarlarken, sen büyük bir riske girip, açık el  oynarsın pokeri. elindeki tüm kağıtları gösterir ve "bakın bu son param" dersin önündeki hiçliğe. allah belanı versin küreselleşme. komik sloganlar bunlar. gerçekten çok komikler. çünkü hayatımızın içine eden şeyler, birbirine öylesine sıkı halkalarla kenetlenmiş ki, asla çözünmüyorlar. birini yıkıyorsun, karşına bir başkası geçiyor. bir duvar, sonra bir duvar daha. değişmez yani dünya. değiştiremezler. devrim bir düşten ibarettir. soğuk bir duş alıp kendimize geleceğimiz gün, o kadar uzak ki. ve bu yüzden bazıları o kadar riskli yollara girip kendilerini ele veriyor ki, yazık oluyor o güzelim insanlara. total redçilere mesela. gerçekten yazık oluyor. yani, kim anlıyor ki, anlamayı bırak, kim görüyor? hiç kimse.

militarizm karşıtı olduğunu söyleyen birinin çocuğuna oyuncak silah aldığını gördüm. kendine anarşist diyen birinin kız arkadaşını mini etek giydi diye dövdüğünü işittim. sonra, 2004 bir mayısta, 70-80 kişi, "yaşasın anarşi" diye bağırırken, hemen bir sonraki toplantıya, toplam 10 kişi geldi. sonra, o on kişi de birbirini yedi. "kendi içinde anlaşamazlar ordusu" dünyayı değiştirmeye çalışıyor. çok komik. gerçekten çok komik. sonra bir de kendine solcu diyen bir  kesim var, onlar daha kalabalık ve daha bölünük vaziyette. bir de atatürkçü bir kesim. bunlar da yeni bi mesih beklemekten öteye gidemiyor diye düşünüyorum. sonra sonra, sonra bir de başımızda, yakında ülkeyi amerikanın mandası haline getireceği söylenen bir "parti-küler atık sistemi" var. tüm bunların dışında, ama her şeyin merkezinde, tek derdi aşk olan bir genç nüfüs var. ve her şeyin dışında, bir an önce ülkeyi terk etme planları yapan insanlar var. ha bir de tüm bu sistem karşıtı kalabalığın büyük bir çoğunluğu, fazlasıyla korkak. kendi hayatları ellerinden alınacak diye ödleri kopuyor. yanlarına bi polis gelince saygı duruşuna geçip, isyanlarını içinden konuşarak yapan gruplar. ha bir de, hayatı boyunca işçi olmamış, hatta hayatı boyunca bir gün bile çalışmamış olanlar, maddi sıkıntı çekmemiş olanlar, işçi hakları üzerine yazıp çiziyorlar. ama, onlar da samimi değiller, çünkü mülkiyet kavramına karşı çıkamadıkları için, yazıp çizdikleri her şey, yılbaşında kafama geçirebileceğim bir kukuleta kadar anlamsız geliyor bana.

sonra durup düşünüyorsun, yetkili ilgili ve bilgili mecralar, zırvalarımdan haberdar olsaydı ya da kaale alabilecekleri bir çoğunluğa hitap ediyor olsaydım, şu an ya mezarda ya da hapiste olurdum.

sonra aklıma, bana, "sen bir kapitalistsin" diyen zühtü geliyor, şimdi kıçımın kenarına yapışmak için etrafımda dolanıp duran. insanlar değişebilir, elbette değişebilir, zaten bunun için yazıp çiziyor o bazı muhterem ali cengiz köşe yazarları (hepsini kast etmiyorum), bir şeyler anlatarak insanlarda bir duygu uyandırmak. ve okuyucularının, hayata belki daha doğru bir açıdan bakmalarını sağlamak. oysa doğru açı yoktur, kendini iyi hissetmeni sağlayacak açılar vardır. yani insanlar böyle yaparlar. gerçekleri görmek yerine, aptalı oynamak. çünkü başka türlü, yaşama devam edemezsin. yani, crispin sartwell'in bahsettiği gerçeklik düzeyinde yaşamaya çalışırsan, cidden hapı yutarsın. çünkü o zaman, gördüğün bu pis ve kokuşmuş ilişki biçimleri, mideni bulandırır. mideni bulandırır ve üstelik senin kustuğun hiçbir şey midesini bulandırmaz o insanların. görmezler bile seni, üzerine basıp geçerler ve dönüp bakmazlar ne haldesin diye. o halde sorun bende lan, deyip, kendi fişini çekmeye kalkışırsın. onu da beceremezsin ama, çünkü yaşamak istiyorsundur sen de. her canlı mahlukat gibi önceliğini ölmek değil, yaşamak oluşturuyordur. sonra? sonra, tüm bu ebegümecinden çıkabilmek için bilinçaltın, senden habersiz bir tünel kazar zihninde. psikoz. halüsinasyonlar. algı düzeyinin değişimi. kontrolün yitimi. bu noktada, tehlikeli bir oyuna dalar ve tedaviyi ret edersin. çünkü bilirsin ki, sekiz sene önce, seni tımarhaneye kapatmaya çalışmışlardır. tekrar deneyebilirler. hayır anne dersin, delirmedim daha. bir saniye, bana bi dakka ver, bir saat ver, gerekirse bir ömür ver bana, lütfen inan bana. lütfen inan.

insanlar doğarak çoğalır ve yalnızlaşarak ölür. sonra geride kalanlar, intihar eden kişi için, "aptal, salak, hayatını mahvetti" derler. düşünceleri için öldürülen insanları, sene de bir gün anarlar ve bu anmayı da nispet olsun diye, hatta gösteriş amaçlı yaparlar. sonra herkes evine dağılır. çünkü, çünkü aslında hiç kimse öldürülmeyi göze alamaz. çünkü aileleri vardır, çünkü sevdikleri insanlar vardır, çünkü mülkiyetçidirler, çünkü kariyerleri vardır, çünkü bir isme ve hayran kitlesine ve karizmaya ve ve ve'lere sahiptirler. çünkü insanlara umut vererek, neye sebep olduklarını düşünmezler. çünkü umut, hastalıklı bir duygudur. umutsuzluk ardından intiharı getirir, evet ama, umutta hayal kırıklığı riskini taşır ve her hayal kırıklığı, bir özgüven yitimi olarak sonuçlanır. ve özgüvenini yitirmiş her insan, ünü dağlara taşlara yazılmış her insana hayranlık duyup, "keşke onun gibi olsaydım" diye düş kurar. ve düş kuran her insan, gerçeklikten kopar. ve gerçeklikten kopan her insan da anı yaşayamaz. ve anı yaşayamamak, geçmiş hanesine kaybedilmiş zaman dilimlerini dizer. ve yıllar sonra o zaman dilimleri patlayıp, pişman bir ihtiyar meydan getirir. ve o pişman ihtiyar, hayatının belli bir yaşından sonra, bir çocuk edinip, tüm hayallerini ona empoze eder. yani olay tamamen, elim sende oyununa benziyor. ve girdap tamamen eli açık oynuyor. yani karşı olduğu her ne ise, onunla açıktan savaşıyor, ve bir uçurumun kenarında dengede durmaya çalışıyor hala.

anlayabiliyor musunuz? çünkü o egoist ve kendini beğenmiş ve popüler kalburabastılar, sadece bir tür şans sonucu ordadırlar. ve o şansın sizin yüzünüze gülmesi için yapmanız gereken bir kaç şey; ya yalan söylemek, ya kendinden ödün vermek, ya da aileden gelen bir maddi rahatlıkla sağlıklı bir zihne sahip olmak. o yüzden kendine alternatif bir muska takan abuzittingillerin, hayranı çok olur. çünkü gençlik dediğimiz şey, hayalperest olmaya müsait bir doğaya sahiptir. ve hayalperestlik, ister istemez, güzel bir gelecek düşünü beraberinde getirir. sonra hep birden yazmaya başlarız. oysa hayat hakkında tek bir anafikir bile oluşturmadan yazmak, sonrasında yazdıklarınızı silmenize yol açar. ve sildikçe daha az yazmaya, en sonunda hiç yazamamaya başlarsınız. çünkü kendinden emin olmadan kurulan her cümle, ardından bir "pardon ya yanılmışı"mı getirir. ve yanılmak, pişmanlık doğurmasa bile bir özrü zorunlu kılar. oysa çoğumuzun özür dileyebilecek kadar alçak gönüllü olmadığı açık. çünkü özür dilemeyi, küçük düşmek olarak değerlendirenler türemiş durumda. ve fazlasıyla yanlış söylemlerle sistemle savaşmak, aslında sisteme destek vermektir. çünkü bu şekilde, aslında yaptığınız şey, sisteme karşı olmak değil de destek olmaktır. zaten kapitalizmin üzerimizde oluşturduğu yanılsamayı, ikinci bir yanılsama ile desteklemeye yol açar bu da.

umutsuzluk ölümcüldür. umut vermek ölümcüldür. o yüzden öncelikle, yani bir şeyler yazmaya ya da konuşmaya başlamadan önce, insanın ölümcül bir varlık olduğunu düşünmesi gerekiyor. bunu düşününce, her şey çok basite inmiş oluyor bir anlamda. basite, yani, lan zaten ölücez işte, üç günlük dünya, neyin savaşını veriyoruz ki demenize. ama bunu dediğiniz taktirde de, sadece kendimizi kandırmış oluyoruz, çünkü asıl kandırmamız gereken kesim, yani iplerimizi elinde tutan bukalemunlar, ölümsüz olduklarını düşünüyorlar. yani ölümsüz olduklarını düşünüyor olmalılar ki, bu kadar mal mülk, servet ve iktidar aşkı için, hayatımızın içine ediyorlar.

yani aslında mesele çok karışık. bir çözüm yolu da önermiyorum. hayatım boyunca bir çözüm yolu önermedim. ben kendi akıl sağlığımı ve ruhsal dengemi korumak için yazıyorum sadece. çözüm yok. tartışmaya kapalı bir konu bu. "napmalıyız?". herkes kendi karar vermeli ne yapmak istediğine. ben naptığımı çok iyi biliyorum. ve ne anlattığımı da. nerden başladığımı ve nereye saptığımı da çok iyi biliyorum. o yüzden "yazıda bir bütünlük yok" diyecek olanlar, kendi alın yazılarında bir bütünlük oluştursunlar öncelikle.

önce kendini sağlamaya almayı düşünen her anti-kapitalist, büyük olasılıkla bir kaç sene sonra, hatta okulu bittikten sonra, normal bir insana dönüşüp, topluma adapte olur. o nedenle, önemli olan, an itibari ile ne düşündüğümüz değil, hayat sürecimiz boyunca nasıl yaşadığımızdır. yani bir insanı, tek bir hareketi, tek bir şiiri, tek bir şarkısı, ya da tek bir cümlesi nedeni ile eleştirmek; bölünmelere, anlaşmazlıklara, ayrılıklara, pişmanlıklara, özürlere ve dolayısıyla tutarsızlığa yol açar. ve yaşam biçimi ile söylemi birbiri ile tutarsız olan her insan, yalan söylüyor demektir. ve yalan, samimiyetsizliği de beraberinde getirir. ve kapitalist bir sistemde, samimiyetsizlik, en çok satan üründür.  o yüzden artık bu bahsi kapatalım bence. nokta.

16.nisan.2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder