25 Aralık 2019

yılın son işi

#csnsyayımları / ?! no11 - 24 sahife full handmade... yılın son fanzini.. bununla beraber CSNS Yayımları'ndan 2019'da 20 zine çıkmış oldu. 20 yılda, hesaplamam doğru ise 104'ü benden olmak üzere 156 zine hazırlamış olduk..
aslında bu 10. sayı olacaktı ama konsept bir içeriği öne aldığım için 11 oldu.


CSNS Yayımları / İzmiryer6 distro


24 Aralık 2019

blogdan, eski yerimize taşınma işlemleri, hazırlıkları.

 3Tb mp3/flac arşivim geçen sene uçtuğundan beri digital müzik saçmalıkları arasında premiumlu beleşten geziyorum, sıra youtube music'e geldi,9 ay da burdan çakarım.o zamana kadar arşivi eski haline döndürmüş oluruz ki çoğu SLSK dışında hiçbir yerde yok zaten

mesela afrikalı underground rap grupları.. ya da epey epey eski punk grupları.. spotify'da youtube'da, "tarayıcı" "uygulama" vs ile bulamayacağınız müziğin yüzde sekseni slsk'da. neyse ki toparlıyoz, az kaldı, 4-5 aya digital müzik zırvalıklarından kurtuluyom(neden karşıyım?)

o mesele uzun,çok farklı boyutları var. para ödenmesi de bu boyutlardan biri değil.her neyse,kiraladığım mini VPS üzerinden de,seedbox'ımdan güzide müzik paylaşımları yapmak üzere (eskisi gibi) blog'u vps'e taşırız o arada. kişisel ve çok kapsamlı e-zine çevirirerek.

yeni yıl hedefi falan değil. yeni yıl hedefim mümkün olduğunca, hatta mümkünse hiç evden çıkmamak, (2 ayda bir rutin doktorculuk oyunum hariç diyelim) e-zine'mizin üst başlığı da "sizi uzaktan izledim" olacak, kayra (of gina)'ya ithafen.

2000 yılında online olarak başlayıp, 2002yılında basılı yayıncılığa evrilen, bir ara kalabalıklaşıp çoğalan sonra azalıp ıssızlaşan 2014yılında online yayıncılık kısmı parasızlıktan ve sorumsuzluktan kapanan kolektifimi de, tek başıma (hayaletlerimle) basılısız olarak sürdürürük.

basılı işler istiyorsanız, fahiş fiyat çekerim, yerse. işportal faaliyetleri siktir ettim zaten. bu yıl, 6 sene önce ölen online mecrayı diriltirsem, kafi. basılı işlerin (kendi işlerimin) yüzde doksanı beleş olmadıkça alınmayan, beleş verilince okunmayan, cebimi siken şeyler.

o yüzden işporta miştorto yok,20 senenin ardından, artık yok.basılı iş istiyorsan da sipariş verirsin baby.en azından neşterimi öde,uhu, kağıt ve toner benden olsun.şehir dışından çıkma işler de dağıtmıyorum.göndermeyin.o işi yapan yeni nesil fanzinciler var izmirde,ilgilenirler

ben evimde müzik dinleyip,kağıt kesme makinesi olcam. 9,10,11. kitaplarım da bu sene sonuna kadar tamamlanır,9 bitti zaten,kapak yapacam.neyse susayım,hislerimi guru (r.i.p) abimiz dile getirmiş,sözü kendisine bırakayım. haberler bööle.. https://youtube.com/watch?v=hGhI7UeD1bs

ek olarak, e-zine tamamlanınca, sosyal medyanın tamamından, hesapları açık bırakarak çekiliyorum..




İzmiryer6 distro

15 Aralık 2019

taşınma işlemleri ve mevcudiyetimizin

bir ay kadar önce buralara eklediğim ama iki üç gün sonrasında, öncesinde olamayacak gibi görünen aksiliklerin yolsuzlukların ve olumsuzlıkların gerçekleşme olasılıkları birden bire kesinlik kazanınca uçurduğum duyurumuzu bir takım naneleri de editleyerek tekrar edek,

buralardan taşınıyorum. muhtemelen bu, bu blog için son post.

ucuza kapattığım, bir hayli fonksiyonel bir mini server sayesinde, kafamdaki e-zine'i şekillendirebileceğim nihayet...

bilen bilir, 2000 yılından beri ama online mecrada ama basılı neşriyatçılık aleminde, bir takım düzenbazlıklar ya da düzenbozanlılıklar peşindeyim.

online mecra kısmı ise, varlığı benim dışımda kimsenin sikinde olmadığı için 2014 yılı sonlarına doğru çulsuzluktan kapanmıştı.. gerçi o günlerden beri bir şeyler sürekli tepe taklak bir şekilde yokuş aşağı gidiyor ya, neyse. ardından, distroma'a ait e-zine durumu, kişisel bir blog ve distro'ya ait bir blog olarak iki haneli bir odaya dönüşmüştü. domain ve hosting masrafını ödeyemediğimden yani..

basılı neşteriyatçılık kısmını ise, son beş yıldır giderek azalan baskı sayılarımdan sonra, son günlerine geldiğimiz 2019 yılı içerisinde, sadece 5 kopya bastığım yeni işlerim bile elimde patladığı için (işportada bile) bırakmaya karar verdim.

işportalcılık ya da portakalı soydumculuk durumu da aynı hezeyanlara gebe bir sürece kavuştuğu için, onu da sonlandırmak, doğru olacak.. ki elimde kalan son kitapları da toplu olarak, kardeşim ezman'a, yolda sahaf'a nakletmiştim. sadece fanzinlerden oluşan bir işportanın elbet de anlamı büyük benim için ama, kendi ürettiğim işler elimde patlarken, şehir dışından ya da geçmişten (şapkamdan) çıkan işleri (tavşanları) de tekrar tekrar basıp bir nevi dağıtılmasına aracılık etmek, üstelik o işleri üreten isimler, sizin işlerinizi basmak ya da sadece paylaşmak gibi bir zahmete katlanmıyorken, hamallık gibi görünmeye başladı gözüme.. üstelik sokak da sik gibi oldu artık biliyonuz mu? he siz o yüzden artık takılmaya gelmiyor idiydiniz sanırım. ben yeni aydım işte..

konserlerde stand açma işlevimimiz de son bulmuştur efenim. çünkü, tek başıma standa durduğum için o konserlerin yüzde sekseninde, konser izleyemiyorum, onu geç tuvalete bile gidemiyor insan, gerçi ben tezgahtan kim ne çalarsa çalsın deyip gidiyom o ayrı da, bazen grupların işleri (plağı filan mesela) sana emanet olunca onu yapamıyorsun.he eskiden durumlar böyle değildi tabii, her konuda, epey kalabalık takılırdık... meselenin ekonomik durum ile ilgili olduğunu öne süren arkidişlerin yalanlarını işitmek istemiyenko artık.

online mecra kısmına dönersek, evet eskisi gibi çoğul bir mecra olmayacak. şahsıma münhasır mini serverımda, (hosting değil bu kez) kendim çalım kendim söylücem. bu blogda da açıldığı günden beri kendim çalıp kendim söylüyorum gerçi o ayrı. he format bu kez, yine parasızlıktan infilak eden 2009'da ki sitemiz gibi müzikli filmli kitaplı fanzinli manzinli, belki ileride radyolu madyolu olabilir ama, katılıma açık olmaması, ruh ve sinir sistemime iyi gelicek gibi düşünüyorum. hatta tümden illetişim panelini kaldırıp yeni e-zine'mizden, huzura erdirebilirimiz, psikozotik ve paranoyotik hafızamızı.. halüsinasyondan arkidişlerim, yetiyor bana.

evden çıkmaya da niyetim yok. bazı halledilesi (hastane gibi) işlerim dışında. telefonumu uçuş modundan çıkarasım da yok. böyle iyi. he bak o şarkı da güzeldir aslında, du bi açıp geleyim: https://www.youtube.com/watch?v=_HKE-OwhjDE

ne diyodum jessika?

yazdığım çizdiğim zibilyon tane zırvanının da, zannediyorum yüzde otuzu burada yer alıyor. yayınladığım 100'den fazla fanzinin de bir kısmısı issuu hesabımda. e-zine aktif olursa, pdf'lerini de çakarız tamamının kendi serverımıza.. son iki yıldır daha az yazı yayınlamamın nedeni, birinin yarısı birinin çoğu biten iki romanla kavga etmiş olmam. onları sona erdirince, bir kapak döşeyip yeni e-zine'imize gömeriz abi. basmanın anlamı yok, çünkü fotokopiciye ayıp en azından, o kadar uğraşıyor. beleş verirsem alacağınız şeyi, okumayacağınız ve siklemediğiniz için, talep etmiyor olduğunuz için gerçeğini göz ardı edesim de yok artık. fiziksel baskısı dışında (cd yani) yayınlamadığı demosunda ki isimli şarkı da milis kardeşim o beleş dağıtma ruh halimi iyi açıklıyordu ama neyse, onu da gezdirdik işporta stand bir süre yanımızda..

2043 yılında hazır olur e-zine, linki buraya atar kaçarız abi.

önceki duyurumuzda naklettiğimiz kısmı yenileyelim:

--

bir çok kereler sinyali verilen, çekip gitme isteği, arzusu, başka diyarlara, semalara, -hem sanal dünya anlamında hem de gerçek hayatta- zannediyorum 1 kasım'ın ilk saatlerinde, yani şu an, aldığım, nihayet alabildiğim demek daha doğru olacak aslında, belirsizlikler ve kararsızlıklarla geçen iki senenin ardından, bir sonuca bağlanan yaşamsal ivlelenmemem, kendi adıma ve kendim için, en doğru olmasa bile en faideli şeyin, buraya dün gece eklediğim son öykümde de sözünü ettiğim gibi, sessizlik hakkımı kullanarak, ve ses oluşturabilecek dış etkenlerin de ekranıma, telefonuma ya da hayatıma düşmesini de ekarte ederek, uzamak olucak, kendi iç sessizliğime...


para bulursam eğer, yani bulabilir isem -şu aralar tüm kitaplarımı gönderdiğim yolda sahaf'tan bir miktar gelmesi söz konusu- blog yerine, unthatow.com .org .net nokta bilmembişi uzantısı, artık de denk gelirse, bir domain alıp, çok daha kapsamlı olan ancak yorum, e-posta, iletişim, sosyal medya gibi aktiviteleri olmayan bir e-zine ile, kendi içimde yayıncılıkçık hayatıma devam ederim.

baskı? gerek görmüyorum ve bu anlamda da ciddi ve kendinden emin gerekçelerim var.

geriye dönüş yapılmasını, yorum atılmasını ya da iletişim kurulmasını kapatma nedenlerim de apaçık ortada.

sayılardan ibaret olan, kaç takipçi, kaç beğeni bağımlılığından öteye geçmeyen sosyal medya curcunasına da, bu kez, sonsuza dek ve kalıcı olarak veda ediyorum. haber beklediğim üç beş bir şey var, onlarla da meramımı halledip, uçuş moduna geçebilirim zannediyorum...

sonrasına, sonra karar veririz...

e-zine olan sitenin adresi de unthatow nokta bilmem bişi olur işte... olursa. olmazsa da, parasızlıktan olmamıştır. wordpress temali bir şeye, o platform üzerinden kaykılırım. bu blog, kafamda ki e-zine sistemini karşılayamıyor zaten. fanzin olan şeyler de, baskı parasının cebimi emmesinden başka bir sike yaramıyor... gerçekten.


e-zine olan dalgayı açar isem, oradan, daha geniş kapsamlı bir şekilde, dijital yayıncılıkçılığıma devam ederim. basılı neşteriyat anlamında yayıncılıkçılığıma veda etmem şart idi zaten, çok çok çok öncelerinden...

bundan sonra da, umarım, bakkal için bile sokağa çıkmak zorunda kalmayacağım bir hayat ile selamlaşırım..

o yüzden, şimdilik, ve sonsuza dek, eyvallah...











14 Aralık 2019

fabrikalarda çalışırken, pek değil hiç konuşmazdım, çok çok büyük bir kesim ile.. işle ilgili durumlar hariç. çünkü ilgimi çekebilecek herhangi bir mesele hakkında pek fazla lafladıklarını işitmezdim.

okul hayatım boyunca da, içe kapanıklıktan aşırı dışa açılımlara doğru evrilen bir sürecim oldu. yani ilk okulda başlayıp, üniversiteden şutlanana kadar devam eden süreçten bahsediyorum.

ilk romanım ve ilk kitabım olan "geriye dönüşler" adlı arafımın girişinde de anlattığım gibi, bu süreç, liseden sonra hiç arkadaşsızlığa evrilip, sonrasında, üniversite bitimi, daha doğrusu ardından da askerliğin bitimi ile, kişisel bloğumdan e-zine ve fanzinler evrilen "sokakedebiyati.net" sayesinde, çok arkadaşlılığa, sıkı dostluluğa, çevreye, oto boka dönüştü.

sonrasında da, 2014 temmuz gibi girdiğim 3. psikoz sonrası 13 günlüğüne kapatıldığım manisa ruh ve sinir hastalıkları zırtapozluğundan çıktığımdan itibaren, giderek azalan çevre, etkileşim, arkadaşlar, dostluklar, ses yani, insan sesi, yanıp sönen bildirim değil, yanıp sönen ekran değil, giderek sessizliğe evrilerek, son yaptığım, (ya da son atağım olan) istanbul ankara macerası sonrası, izmir'de iyice boka sardı... her anlamda..

ürettiğin işlerden etkileşim alamıyorsan, ya da aldığını hissetmiyorsan, yayınlama zahmetine katlanmazsın. ne internet ortamında, ne de basılı çizili pijamalı işportalı e-postalı c4lü çikolatalı şulu bulu mecralarda...

insanları, ki burada söz konusu olanlar tanıdığın ve seni tanıyan ve bir zamanlar çok şey paylaştığın kişilerdir, insanları iki yılı aşkın süredir sürekli arayan sen isen ve onlar sadece arada bir veya bir işleri ya da sormak istedikleri bir şey olduğunda seni arıyorlarsa, hal hatır sormalarına dahi geri dönüş almıyorsan, sikerim telefonunu deyip uçuş modundan çıkarmazsın aleti. ama wifi lazımdır, tüm iletişimsel uygulamaları silersin (ki üç dört fasıl önceki öykümde buna benzer bir şeyden bahsetmiş olmalıyım karakterin ağzından)

dikkat çekmeye çalıştığını, ilgi çekmeye çalıştığını, şunu bunu, neyi düşüneceklerini de, onun bunun şunun, iplemeden, bu bloğa bir not düşmek için, bu metni yazarsın...

ki onuda google gibi arama motorlarının ya da sosyal medyaların botları dışında okuyan olmaz, onlar da arşivlemek için kelimeleri tarıyordur sadece...

uzun zamandır yazdıklarımı yayınlamıyorum, ender, çok ender.. uzun zamandır bastığım işlerin basım sayısını giderek azaltıyorum. en son 5 kopya bastım bir işi mesela. o kadarına bile gerek yokmuş, beleş vermeyince olamıyormuş, bunu da çözebiliyorsun çok aptal değilsen. işportada mesela..

meseleyi uzatmayacağım..durumu dramatikleştirmiş de değilim. gayet iyiyim. hep olduğu gibi yani.

ama, evden çıkmamanın, insanlarla iletişim/etkileşim kurmaya çalışmamanın, bana kendimi iyi hissettirdiğini söyleyebilirim. son beş yıldır başıma gelen tüm saçmalıkların, gelgitli ruh halimin, tamamiyle sona ereceğini anladım, bu sayede, kendi içime kapanarak.. odadaki kağıt parçalarıma, müziğime, tütünüme, hayaletlerime, masal diyarlarıma, falan filan işte..

bu blog da kendini kendi kendine imha eder belki zamanla.. orası google amcaya bağlı. diğer zabazingolar da öyle..




8 Aralık 2019

repost: kuklacı john

yeri ve zamanı olduğu için, şunu tekrar buraya atıp en üste taşımam ve sonra orada burada paylaşmam, boşa harcanmış bir üç dakika olarak hayatımdan çalınmış olsa da:

kuklacı john

hangi yıllardaydı hatırlamıyorum, ama bir zamanlar, daha iyi zamanlardı diyerek hatırladığım zamanlar da oldu. şimdiyse, daha iyi zamanlardı diye kıyaslayabileceğim bir zaman dilimi yok, içinde bulunduğum son zamanlara karşılık, yani her şey her zaman kötüye gitmez dostlar, bunu daha önce de söylediğimde, bir zamanlar bana, demişti ki, bir dostum, her şey her zaman iyiye de gitmez o zaman, hayır demiştim ona, gitmez ama çoğu zaman, kötüye gidiyormuş gibi hisseder insan, büyüdükçe kötüleştiğini.. içinden çıkardıkların, içine sığmayacak bir zaman sonra, çünkü sen büyürken, içindeki küçülür daima, ve kusarak kusarak kusarak, geceler boyu içtiğin için sabahları boş bir mide ile ve öğürtü ile uyanıp, kusarak kusarak kusarak içindeki boşluğu, geçirdiğin günlerin geride kaldığını bildiğinde, anlarsın artık, içinde kusulası hiçbir şeyin var olmadığını, hiçbir zaman var olmadığını, yani en başından beri var olmadığını ve, yazarken yaptığın şeyin, senin içine ait olmayan şeyleri çıkarmak için, bir çaba sarf etmekten başka bir şey olmadığını.. hayır anlatamazsın, bir bar taburesinde mesela, sana ne kadar yakın olduğunu bilirsen bil, herhangi bir insana, diyemezsin yani ona, içimde bir boşluk var ve onu neyin dolduracağını bilmiyorum ama daima kusuyorum diye.. diyemezsin çünkü, o da, her ne kadar seninle aynı durumda olursa olsun, bunu sana diyemiyordur, iyi değilsinizdir ve iyiymiş gibi yaparak birkaç bira içer, sonra evlere dağılırsınız.. ve sonra sen yine, yoldan aldığın birkaç şişe ile eve girer, kimseye çaktırmadan çantanda ne olduğunu, odaya geçersin.. uyuyacağım ben.. ışıklar kapalı, müzik açık.. içine soktuklarını, çıkarmak için, kendini zehirliyorsun.. birkaç şişe sonra sızdığında, ve sabah doğan güneş sana hiç de iyi şeyler hissettirmediğinde, annen soruyor, yataktan neden çıkmıyorsun, öğlenin ikisi, hasta mısın? sormak istiyorsun ona, bir kez olsun sormak, hiç benim gibi hissettiğin zamanlar olmadı mı diye sormak, bir kez olsun hissetmedin mi? unutmuş olamazsın.. beni anlamalısın.. anlamak zorundasın anne.. lütfen.. gözlerime bak ve bana beni anladığını söyle.. gene içmişsin diyecektir size, gene berbat kokuyorsun diyecektir, ve sen kendi içine sinen berbatlığı biraz daha hissedersin ama bu koku bana ait değil anne, benim kokumu kimse sevmiyor, bende kendimi, kendimi sevmeyeceğim bir hale sokuyorum dersin, çünkü kimse seni sevmediğinde, senin kendini sevmen, senin kendini daha da kötüye sokmandan başka bir halta yaramaz dersin, dersin ama içinden, çünkü dışından da söylediğin her şey, uzay boşluğunda bile asılı kalamayacak sesler bütününden başka bir şey değildir.. aksini düşünüyorsanız, size bunun söylediğim gibi olduğunu ispatlayabilirim bayım, çünkü şu an ben, içimden konuşuyorum, gördüğünüz gibi, buraya kadar bile gelememişsiniz..

etrafımda bir kalabalık oluşturduğunuzu varsaydığım günlerin geride kalmış olmasının nedenini, hepimiz çok iyi bilmekteyiz, çünkü oluşturduğumuz boşluğun içine, dahil olmak isteyenlerin büyük bir bölümü, o boşluğu doldurmak için var olmaya çabalıyorlardı, ve sonra biz o boşluğu ortadan kaldırınca, kendi içlerinde de bir boşluk taşımadıklarını, yani epey bir dolu olduklarını düşündükleri için, ortadan kayboldular..

düşünüyorum da, sokak edebiyatı yokken, pek az insan oluyor, varken yeni birileri pat diye ortaya çıkıyor, vay canına, inanılmaz bir dehaya sahibim, kuklacı john amca geldi aklıma.. o da mı kim? bir karakterim, kuklacı john amca, kendi boğazına ipi takıp, bir üst kata o ipi bağlayınca, herkesi bir gülme tuttu ve herif sahnede intihar ederken, onun rol yaptığını ve yaptığı kuklaları taklit ettiğini düşündüler, sonra herif öldü, bir kukla gibi, yani zaten kuklalar ölmez öyle değil mi? çünkü aslında yaşamıyorlardır da.. o halde meseleyi tekrar ele aldığımızda, ve sorduğumuzda sınıftaki öğrencilere, nerde kalmıştık diye, büyük bir sessizlik korosu ile karşılaşacağız.. çünkü olay, öğretmenin ders anlatması esnasında gerçekleşiyordur, öğretmen susunca çocuklar da susar çünkü her ne kadar öğretmenin anlattığı dersi dinlemiyor olsalar da duyuyorlardır, sınıfa da arkasını dönmüştür öğretmen, yazıyordur, konuşuyordur, anlatıyordur, büyük bir çaba sarfetmiyor olabilir, işinden nefret ediyor bile olabilir hatta, ama ben hayatımın hiçbir evresinde, konuşan bir öğretmene karşı saygısızlık etmedim, dinlememiş olabilirim, bakın bu konuda haklısınız, ama bana gıcık olan edebiyatçı hatunu bile tek dinleyen bendim koca sınıfta, herkes konuşuyordu, ve ben yanımdaki ülkücü gençlik kahramanı serkanı susturup, hocaya kulak veriyordum.. sonra beni sınıfta bıraktı.. o gün anladım ki, insanlar sizin onlara duyduğunuz saygıya göre, notunuzu belirlemezler, yerine getirmenizi istedikleri şeylerin kaçta kaçını ve nasıl yerine getirdiğinize göre, bir sonuça ulaşırsınız. yani boş bir kağıda adınızı yazıp, onu masasısın üzerine koymanız, belki de içiniz de ki boşluğu anlattığınız anlamına gelmemiş olabilir.. aslında gelmemiştir, gelmemiştir çünkü içindeki boşluğu anlatabilen insanın içinde boşluk yoktur, içinde istemediği doluluklar vardır, onları kusuyordur o, asıl içinde bir boşluk taşıyıp onu anlatamıyorsa, o insan, korkacaksınız.. yani ölebilir.. anlıyor musunuz ne demek istediğimi?

eğer bana, yıllar önce bir yayınevi, çok dolu bir herifsin deseydi, ben bunu bir hakaret olarak algılayıp, dava açabilirdim, açabilirdim çünkü içimde bir doluluk oluşturan o şeyi ben içime almamıştım, aksine çıkarmak için çabalıyordum yıllardır, ben kusuyordum, onlar gene giriyordu, kusuyordum, gene.. her sabah, otobüse bindiğimde mesela, ya da okula gittiğimde, ya da eve gelmeden önce yolda yürürken mesela, dolmuştan inip.. sürekli sürekli sürekli içime enjekte edilen sıkıntının sebebini çözmeye çalışmadığımı söylediğimde, çözünmeye de çalışmıyorum diye eklemiştim, ve o gün bana “her şey kötüye de gitmez o zaman” diyen dostum, o ana kadar dostum olan, demişti ki, “zor olan şey, kendini anlatmak değil, sana kendini anlatanı dinleyebilmektir”. yazılar üzerine konuşuyorduk ve o gün anladım ki, herif hiçbir şey anlamamış, ulan ben kendimi anlatmıyorum denyo demeye çalıştım, ama demedim, bir bira sonra, hadi kaçalım artık deyip kaçtım, gerçekten kaçtım yani, çünkü siz hala benim burada kendimi anlatma çabası sarf ettiğim gibi bir algıya kapılıyorsanız, sizden de kaçardım.. yazmazdım yani, anlıyor musunuz? yazmazdım çünkü, sizi anlamadığını bilen biriyle konuşmak gereksizdir.. ve iki yıldır yazmıyorsa bir insan, ve yazmak yerine onları zihninden geçirip gitmesine neden oluyorsa, ve giderek sıkışıyorsa içinde, içindeki boşluğa, çıkarıp atamadıkları giderek daha güçlü bir baskı oluşturuyorsa, ve artık kusmanın da veya sarhoş olmanın da fayda etmediğini bildiği için, bunu da yapmıyorsa ve hatta her şeyi siktiredip, tanrı'ya dönüyorsa yüzünü, ve lütfen diyorsa ona, dua ederken lütfen gibi bir kelimeyi kullanıyorsa, burada biraz durup düşünmemiz gerekiyor, yalnız olmak bir şikayet nedeni değildir, asıl yalnız kalamamaktan şikayet etmeli bir insan.. günde birkaç saat mesela, odada tek başına kalmaya vakit bulamıyorsa...

“çok yalnızsın ve ben bunu çok iyi anlıyorum”
“kendimi yalnız hissettiğim için bir kez bile şikayet etmedim ben” diyorum ona, bir bar da oturuyoruz, iki hatun ve ben ve benden fanzinlerimi almak için, küldür bakanlığına müracat edip birkaç sigara almışlar, ki külünden bir deniz yapalım kendimize, tablonun içinde, ve sonra üzerinde sigaramızı söndürünce ölsün tüm balıklar.. evet aynen böyle yapmışlar ve ben de buluşmuşum, ve sonra votka kola söylenmesi gerekmiş çünkü bunlar iki bira içelim mi demişler, sen de olur demişsin, ve arada hiçbir duygusal veya cinsel ivme kazanmayacak olan bir sohbetin eşiğinde sana biri, diğeri tuvalete gittiğinde, demiş ki, “yazdıklarını sevdim ben”, eyvallah demişsin sen de, olur öyle, ben sevmiyorum, “ yalan söylüyorsun” demiş size, “yalan söyleyenleri de sevmiyorum” demişsin, ve sonra ardından bildiğin bir gerçeği açığa çıkarmaktan kaçınmışsın... ulan nasıl sevebilirsin, kitapevinden aldığını söylediğin tek fanzinde yer alan tek öyküm de iki sayfa eksikti, basım hatası yapmışım, ve hiç düzeltmeden bastım onu, bir kez olsun biri, girdo hatalı basmışsın demedi, nasıl okudun, bariz hata anlaşılıyor, nasıl yani? hayır böyle demedim, onun yerine, şöyle dedim, lita'yi sevdin mi?
o kim dedi bana, ben de ona, lolita dedim, nabokov'un kitabı, hani okuduğunu söylemiştin ya, haa dedi evet severek okudum o kitabı ben, ulan lita senin kitapevinden aldığını söylediğin tek fanzindeki karakter, nasıl yani, nasıl.. sonra işte, insanlar gelip, 2 senedir, neden yazmıyorsun girdo diyor, hayır sormaları gereken soru şu, neden sokak edebiyatını kapattın, yazı göndericektim ben.. seni okumuyorum ki.. hiçbir şeyi okumuyorum sitede, sadece yazmak istiyorum, radyo yayınlarını hiç dinlemiyor ama ben de radyo yayını yapmak istiyorum..

burada söylediklerimi üzerine alınmaması gereken ve sayıları sokak edebiyatının toplam harflerinden daha az olan yakınlarım için bir açıklama da bulunmak istiyorum: alının ve gidin be abi. ben de gideyim.. bırakalım bu işleri.. hiçbir şeyi çözmüyor artık dilimize bağladığımız düğümler.. ben tüm dünyanın ağzına sıçmak istiyorum, öyle bir jilet koymalıyım ki, zack'in diline, cümlelerini okuduğunuzda, beyin sarsıntısından ölün istiyorum, ölün de kurtulun bu adına postmodern denilen ama bana göre potporiden oluşan zaman diliminden.. gerçekten bunu istiyorum yani.. ama istediğin şeyi yapman için, kuklacı john amca gibi bir seyirci kitlenin olmaması lazım.. yani anlatabiliyor muyum? yani olay, tamamen elim sendeye dönüşüyorsa, ve sonra birbirimizin ardından koşmaya başlıyorsak, bir anlamı kalmıyor bu işin.. giderek daha da dibe düşme korkusu taşıyorsan o yüzden, bizim elimizden tutmaya çalışma, düşersin aşağı.. biz aşağı da olduğumuz için değil, senin kendini düşmüş bir hayat yaşadığına iten düşüncelerin nedeniyle.. çünkü ben aşağı düşmek veya yukarı çıkmak arasında durulan bir dönme dolap olarak görmüyorum bu hayatı.. dibe düşersin düşmesine, hepimiz birkaç kere düştük, ama orada kalmaktan hoşnut değilsen, daha da dibe düşemezsin.. düştüğünü sanırsın ama, bak bu olabilir, herkes her şeyi sanabilir, ve bir sandalyenin gerçekliğinden gerçek anlamda emin olamıyorsanız, fotoğrafına bakmanız bile çözmez meseleyi, veya sözlüğe bakıp, oradaki tanıma uygun bir eşya aramanız evde, hiçbiri meseleyi çözmez dostlar, sandalye sandalyedir ve üzerinde hiç kimse oturmuyorsa bile, orada durmak zorundadır, tam karşımda, şu an durduğu gibi, görüyorum onu, odamda bir boş sandalye var ve bir kez bile oturmadım üzerinde onun, daima ayaklarımı uzatıyorum ona, pekala pekala, o halde bir kez daha düşünelim şimdi, kelimeler onlara kattığımız anlamlarla var oluyor olabilir mi? o halde bir sandalyenin anlamı herkese göre değişebilir değil mi? pekala meseleyi şu hale getirecek olursak: dibe vurmak adlı efsane konusunda; bir gemi düşünelim, ve onun çapasını denize atmak, o çapanın dibe vurması, geminin orada karaya yanaşınca yapılması gereken bir eylemdir öyle değil mi? ama denize açılırken, çaba geri çekilir.. pekala pekala, dibe vurmak dediğimiz şeyin, sizin için ne anlama geldiğini ben bilmiyorum, siz de benim kendimi kötü hissettiğimi söylediğim dizelerde, ne anlatmamaya çalıştığımı bilmiyorsunuz, ne anlatmamaya çalıştığımı, yani skor anlamlar açısından, eşit. ve dahası, şuraya tekrar dönelim: iki hatun, bar, fanzinler nedeni ile buluşuldu ve sonra, viski kola içiyorduk, 2007 yılındayız, alsancak korku parkı istasyonundayız, ve ben fazlasıyla nankör bir adam olduğum için, hatun bana “ben de kendimi yalnız hissediyorum” dediğin de, “ben de kedimi yalnız hissediyorum” dedim, “a-a dedi bir kedin mi var?” hayır işte dedim o yüzden yalnız hissediyorum kedimi, kedim olsaydı yalnız hissetmezdi kendisini.. gene bir şey anlatamadım ve sıkıldım, sonra ben kalkıyorum dedim ve bana “yazdıklarını seviyorum” dedi, ben de ona, yazmadıklarımı da sevseydin bir şansın olurdu belki dedim ve yol aldım, üstelik fanzinleri henüz vermediğim halde, o bunu bana hatırlatmadı, ve bir daha da aramadı.. fanzinleri unutmuşum ben gibi.. unutmadı, ilgilenmiyordu, yalnız olmak istemiyordu sadece, ya da yanında ben yürüyünce kendini yeraltı prensesi hissedicekti.. ve sorun şu ki: anlamlar arası karmaşaya geri dönecek olursak, ben yeraltı adlı bir şeye de inanmıyorum. çünkü birşeyin, altta mı üsste mi olduğunu belirlemek için, neyin altında veya üstünde olduğunu bilmemiz gerekiyor dostlar, ve “yer” diye temin edeceğimiz zemin eğer piyasa adı ile geçerli olan pamuk ipliği ise, üzerinde zaten duramazsınız onun, durmaya çalışırsanız o pamuğun sizi taşıyabileceği şeyler yazmanız gerekir, ve gereken şeyleri yazmaya devam ettiğiniz sürece gerekmeyen hallere bürünebilirsiniz: gazete röportajları, imza günleri ve birkaç farklı konsültasyon sonrası sizi iyileştireceğini düşündükleri şey sizi konstipasyon yapabilir..

meseleyi kapatıcak olursak; uzun zamandır yazmayan bir insanın yazı yazmıyor olma nedeni, kabızlık olmayabilir ve yazı konusunda ishal olmaktansa kabız olmayı tercih ederim ve dahası benimle tıp oynamaktan sıkılırsanız, kaybedersiniz..

pekala pekala, bu yazı, tüm kuklacı johnlara gelsin..
10ocak2012

2 Aralık 2019

bırak gelsin..

https://www.youtube.com/playlist?list=PL1pJioMITRUbTTzDhSUpSWyMwiz0FUTM_

botlara ithafen..

botlara yayın yaptığım blogumdan sevgiler.

nasılsınız bot kardeşler? arama motoru botları, sosyal medya botları. başka gelip giden yok.

"hayaletlerle yaşıyorum" derken şaka yaptığımı mı düşünüyordunuz?

giderek azalan gerçeklik, giderek azalan arkadaşlıklar, gideren azalan insanlar, daha çok kendi kendi kendine konuşma, daha çok halüsinasyon, daha çok kafanın içinde ürettiğin hayali olaylar, diyaloglar, olaylar, evrenler, daha çok kendinle baş başa, daha çok hayalet..

"hemen şu köşede ölümü görüyorum" pac

25 Kasım 2019

arabölge ve türbülans (pdf)


"ara bölge ve türbülans" ham pdf. link.. 

kesip biçtiğim kağıt üzerindeki kolajlı hali tarayasım gelmiyor içimden, boşa emek harcamış olacağımı hissedeceğimden.. bugüne kadar beş kopya basılmış onların da dördü tezgahta zebil ziyan olmuştur. 😏 biri Emin Yildiz'da elbette.. 


Download Link: https://yadi.sk/i/9VsbvA2pqq37PA

Online Oku:  https://issuu.com/girdapzackunthatow/docs/arab_lge_ve_t_rb_lans

csns yayımları / 2018




23 Kasım 2019

işportamızın ahvaline dair havadisler..

bilindiği üzere, işporta kışın kapalı olayor, her sene olduğu gibi.. ama ölmedik yani, buralardayık. evde : ) 
fanzin, kendi basımımız* kitaplar ve bilimum üç kağıt faaliyetlerimiz, müziğimiz, sigaramız, alkolümüz ile şubat sonu gibi sahalara döneriz.. kış uykusundayız yani.. yeni bir kaç tekli iş basacam o zamana kada.. elimize şehir dışından, yurt dışından, dünya dışından, galaksi dışından, başka boyutlardan vs geçen yeni işler de oldu bu süreçte, tezgahta bulunabilecek, uykumuzu aldığımızda, şubat sonu... 
ancak, bundan sonra özel bir durum olmadığı sürece, ikinci el kitaplar tezgahta bulunmayacak, sadece elimdeki Sub Press'e ait kitaplar ve bazı tezgahın algısına doğrudan uyan kitaplar elime geçerse, onlar olacak. diğer tüm ikinci el kitapları, (200 küsür kadar kalmıştı zaten) gönderdim, yolculuğa çıkardım. oda genişledi. tezgah da farklı bir takım mevzularla genişleyecek. çantamı koyacak bir yer bulsam çok daha genişler, sokakta bi dükkan gibi olur ama, yer yok. 
pek kimseciklerde olmayan müzik demoları ekleyebilirim mesela, kapaklı mapaklı, 15 sene öncede basıyordum da sonra değişti işler, kimse fiziksel baskıya değer vermez günümüzde biliyom da, ben hala demo cd kaset vs alan biri olduğumdan, durum bu. he evet elimde patlıcak onu da biliyom, "aga pdf atsana" "spotify'e geldi mi albüm?" devrindeyiz... 1999-2005 arası izmir'e yayılan rap albümlerinin, demolarının yüzde sekseni benden basılıp çıkmıştı gerçi.. güzel zamanlardı.. iki insan yüzü görüp, üç çift sohbet ediyodik gözlerimizin içine bakarak.. son iki yıldır giderek kötüleşen işporta (parasal mevzu değil buradaki asıl bozulma) bu sene patladığı için, önümüzdeki sezon tek başıma oturur, takılırım gari : ) 
ama ha evden çıkmayın.. ben de çıkmıyom zaten. kapı komşum etrafi'ye gidip geliyom bi, hemen arka sokak.. 😁 
yeni serimiz, retro/streetzine adlı yayınımızda sokak kavramına değinirik, şimdilik şu ikisi ile yetinelim, çeviriler değil ama upload'lar bana ait: 
1) marsilya kısmını izmir ya da her nerde yaşıyorsanız orası olarak alabilirsiniz, mevzular farklı değil:
https://www.youtube.com/watch?v=OxObBCsnQpg 

2) çeviri de altyazı geçilmemiş bu kısıma, outra'dan
"Le laisse pas chercher ailleurs l'amour qu'il devrait y avoir dans tes yeux"
"gözlerinde olması gereken sevginin başka yerde aranmasına izin verme"https://www.youtube.com/watch?v=i8svEXfCZlc
-- * kendi basımımız derken korsan değel, kendimizin yazıp kendimizin bastığı, bandrolsüz kitaplar..

31 Ekim 2019

uzun çok uzun zamandır tek seferde maksimum 1 günde maksimum 3 saat..



----

between us and the light

between us and the light

evden çıkmama konusunda kendi kendine yemin etmişti adeta. insanlarla görüşmemek konusunda da. balkona dahi çıkmıyor, camdan bile bakmıyordu. güneşi görmeyeli, havanın kapalı mı yoksa açık mı olduğunu bilmeyeli, yaklaşık 786 gün olmuştu.

bu hale nasıl geldiğini bilmiyoruz karakterimizin, bize kalırsa kendisi de bilmiyordu. bu, aniden oldu. en son eve girdiğinde, bir daha çıkmayacağım gibi bir karar ile girmiş değildi, böyle bir karar vermiş de sayılmaz aslında, yani ortada kendi kendine verilen bir söz, istem, and içme, ya da bu tip bir şey söz konusu değil.

sadece, günlerden bir gün, öncesinde olan ekstrem bir şeyin olmadığı günlerden bir gün, eve girdi ve bir daha dışarı çıkmadı. bakkal için bile. odasından dahi sadece tuvalet ihtiyacı için çıkıyordu ki o da odanın kapısının bir metre kadar çaprazında idi ve evin ortasındaki ışık almaz güneş görmez holdeydi. kendi odasının panjurlarını da hiç açmıyor, annesi açmak isteyince de engel oluyor, hatta odasının florasanını bile anca odada kaybettiği ya da telefonunun fenerininin ışığının yetmediği zamanlarda açıyordu. telefonunu da açmıyordu gerçi, yaklaşık 300 gündür, daha doğrusu uçuş modundan çıkarmıyor, uçuş modundayken de sadece wifi açık kalıyordu. insanlarla iletişim sağlayan tüm uygulamaları da yaklaşık 300 gün kadar önce silmişti.

bak o gün bir karar aldığını söyleyebiliriz işte. telefonunu bir daha açmamaya karar verdiği gün yani. aslında kesin bir karar da sayılmazdı bu ama, yine de, önce tüm sosyal medya uygulamalarını silmiş sonrasında da whatsup, e-posta ve benzeri, insanların kendisi ile iletişim kurmasını sağlayacak uygulamaları, siteleri, her şeyi hem de her şeyi def etmişti hayatından.

neden yaptığını sorarsanız ben de bilmiyorum, yani henüz.. çünkü o güne daha gelmedik. ama gelecek kaçınılmaz olarak, bu hissiyat ve arzuyu, her geçen gün baskın kılıyor.

peki napıyorum evde, pardon yanlış yazdım. peki napıyor karakterimiz evde diye soracak olursanız yine koca bir hiç ile karşılaşabiliriz. kitap okuyorum diyordu başlangıçta, yine evden çıkmadığı ancak insanlarla iletişim kurmaya devam ettiği dönemlerde ama tüm kitaplarını, tümünü, hepsini, tamamını, sahaf olan yakın bir dostuna, istanbula, kadıköye, göndermişti, gelecek olan parayı dahi düşünmeden üstelik. film mi izliyor? pek sayılmaz. izlediği oluyor ama hissiyatsiz ve donuk bir halde hikayeden çok, mimikleri, yüz ifadelerini, ses tonlarını yani duyguyu anlamaya çalışarak. hissetmeye değil anlamaya. burası önemli. bunu porno izlerken de yapıyor. elini aletine hiç götürmeden izliyor, insanların sikişmesini, siki kalkmadan. klipler izliyor sonra. yine duyguyu anlamaya çalışarak. bakın burada hissetmeye de çalışarak diyebiliriz, çünkü son zamanlarda, epey epey uzun bir “son zamanlarda” söz konusu burada, hiçbir şey hissetmiyorum. pardon yine yanlış yazdım, hissetmiyor kahramanımız.

kahraman mı? kahraman demeyelim, yanlış anlayanlar olabilir. her konuyu bilinçli olarak, yani kasten, yanlış anlamaya meyilli insanlar, çoğunlukta. ya da anlamazdan, duymazdan gelmeye meyilli, diyelim. bu ikincileri daha çok gibi sanki. ki kendisi de buna zorluyor bir süredir kendisini. hiçbir şey hissetmiyor olabilir ama anlamıyor deyil. anlam ve his birbirinden bağımsız olmamasa bile iki ayrı kutuptur. his önce gelirdi onun için, anlam ve mantığı sikip atmıştı, çocukluğunda. sonra hissettiği şeyler zihnini sikip atınca, psikolojik enfermasyonu bir hayli karıştı ve halüsinasyonlar görmeye başladı, hala görüyor. hah işte bakın, aslında yalnız da sayılmaz kendisi. odasının içinde ki ölü insanlarla yaşıyor. ölüler ve hayaletler ile. bir de hiç yaşamamış, bu dünyaya doğarak gelmemiş desek daha doğru olacak burada, kişilerle. bir de anne abla ve yeğen ile.

2022 yılı şubat ayındayız. iş aramayı bırakalı çok oldu elemanın. tamı tamına 23 ocak 2018 yılından beri işsiz. tam olarak da 17 nisan 2019’dan beri iş aramıyor. engelli raporu alıp son şansını engellilerin iştirak edebildiği kpss’de denemişti ama o da fos çıkınca, evde pinekleme oyununu iyice uzattı. rutin olarak gözüktüğü psikiyatri servisine de gitmiyor artık.

öyküler yazıp duruyor kafasından. kafasından evet. kelimelere dökmeye de ihtiyaç duymuyor artık. karşı duvarında ona bakan bir pac ve bir matilda posterinin az sağ ve az üst tarafında ki akrebi izlerken, yelkovan değil akrep, müzik dinliyor. kulaklıktan. son ses. hep aynı şeyleri dinlediği de söyleyenebilir ama galiba uzun uzun bir zamandır sadece müzik piyasasını takip ediyor kendisi, bir de porno sektörünü. tamı tamına 3 senedir, yani eve kapanmadan çok çok öncesinden beri de mastürbasyon yapmadı ama. sadece gözlere bakıyor, yüz ifadelerine, ses tonlarına, ve senaryolu filmlerden, porno olmayan senaryolu filmlerden söz ediyoruz, daha gerçek buluyor o spontane gonzo filmlerinde ki duygu ve ruh halini. gerçeği aradığını da söyleyebiliriz ve burada siz hep bir ağızdan “yanlış yerde arıyor denyo” da diyebilirsiniz. ancak hemen karşı koltukta oturup büyük bir öfke ile gözlerini kahramanımıza dikmiş olan halüsinasyondan seçil, bir siktir çekmesine neden olur elemanın size. gerçek nedir, ne ile beslenir sorusunun cevabını, bi gram acid kullanmamış, burnundan yanlışlıkla halüsinojen bir şey kaçmamış, bir insan, idrak edemez, diye düşünüyor. düşünüyordu.. artık pek fazla düşünmüyor da. düşünmemeye doğru evriliyor zihni. yavaş yavaş. önce hissiyat kayboldu. şimdi de yavaş yavaş, düşünceler, fikirler, kelimeler ve anlamlar kayboluyor.

annesi için üzülüyordu bir zamanlar, daha doğrusu onun bu haline annesi üzüldüğü için üzülüyordu, artık bu durumu da siklemiyor. bütün gün 23 inçlik koca ekrandan 23 inçlik penisleri emen hatunların göz bebeklerine bakıyor. bir de, müzik dinliyor. demiştim ya. bir de, filmler diziler izliyor, daha çok orta doğu, balkanlar, uzak doğu, slav ve kuzeyli kardeşlere ait filmleri. amerikan sinemasından da dizilerinden de nefret ediyor. onları da izliyor arada tabii de, canı yeşil perdeli vizörler ile bol efektlerle ve saçma sapan senaryolarla milyar dolarlar nasıl ziyan ediliyor görmek isterse canı.

intihar? bir zamanlar yazdığı tüm öykülerin sonu intihar ile biterdi. yarattığı karakterlerin yüzde doksanı intihar etmiştir. bekliyor. hepsi bu. şimdilik... sadece.. bekliyor. beklemeye devam edip etmeyeceği belirsiz. bunu biliyor sadece. her şey belirsiz tanrısını satayım. her şey.

ha bir de, geçenlerde, yine, sadece dünyada olup biten isyanları, eylemleri takip etmek için bir sosyal medya hesabı açmıştı kendisine, fake olanlarından. evet, yıllardır yaptığı şeylerden biri de bu. isyan haberlerini, görüntülerini, takip etmek. biri istikamet verse, koşarak çıkar aslında evden. gaz bombalarının önüne atar kendini. sadece, inanmıyor artık. bir şeylerin, yaşadığı ülkede değişebileceğine.. dünyada? pek tabii. buna inancı katıksız hala. belki de inancı olan tek şey de bu kaldı ortada. hissetme duyusunun tamamen silindiği, anlamlarında birer birer içinden uçuverdiği bir süreçte, geçmişe bir mektup göndermiş oldu.

ve tam bu sırada, özlem, bir sigara uzatıp, “yeter” dedi, “şarkıyı değiştirelim artık, abim nerde kaldı lan, torbacı paket mi oldu yoksa bizim, başka yerden mi alıcak malı?”

bilmiyorum” dedim. şey pardon, yine yanlış yazdı. pardon, yine yanlış yazdım. yine yanlış yazdım diyecektim, bir önce ki, “yine yanlış yazdı” da..

iç içe ve karmakarışık hikayelerimin, sonu.

31 ekim 04:30

*başlık możdżer, danielsson, fresco’a ait bir albümün adıdır, bu yazı da dinlenen track ise “pub 700”, o albümden.

---

27 Ekim 2019

Pinero - türkçe alt yazılı

2016 yılında açtığım, macerası beş ay süren dükkana adını veren, Miguel Piñero' nun biyografik filminin altyazısını senkronladım, hiçbir sürüme altyazı uymuyordu, elime 2003 yılında geçen vcd ise iyi de olsa türkçe dublaj olan 360p bir versiyon idi.. upload bana ait.. Pinero Tükkan: https://www.facebook.com/pinerotukkan/
Download link:



15 Ekim 2019

bir playlist: zack4evalution

bir playlist: zack4evalution

not: şarkılar rastgele seçilmemiş ve dahası rastgele sıralanmamıştır!

23 Eylül 2019

female mc's.. playlist

yorumlarda epey bir şey var zamanla da gelecek

sipariş takas elden illettimcilik a.ş

ankara ve istanbul; istediğiniz bir fanzin var ise, iletin fanzinin adını soyadını hangi sayı olduğunu, elden ileteyim geldiğimde.
listem şurede, ve bunların dışında da, elimde bir sürü 1991 #mondotrasho ve #laneth'den bu yana çıkan yerli, bunun dışında bir sürü çokçana yurtdışı her dilde zine var.
sipariş takas elden illettimcilik a.ş sundu

22 Eylül 2019

10. Fanzin Durnesi (Ankara-İstanbul)

son 10 yıldır olduğu gibi, bu sene de, araştırmacı fanzincicilik görevimiz gereği durnemize çıkıyoruz.

24-26 eylül arası Ankara
27eylül-5ekim arası İstanbul (uzayabilir)
6 ekim-12 ekim arası Ankara (uzayabilir)

fanzin takası yapmak ya da fanzin edinmek olmadı bir bira ısmarlamak isterseniz, iletişim: 0536 397 8275

detay: https://www.facebook.com/events/798687353867934/



19 Eylül 2019

Zebelliyat - Kiriş Yazıları (pdf)

Zebelliyat - Kiriş yazıları (bu fanzinden kurtultuk artık- bu bir nevi sahne arkası fanzini) 104 sayfa fanzin.


Online ZokuL : https://issuu.com/girdapzackunthatow/docs/zebelliyat_-_kiri__yaz_lar_

indir: https://drive.google.com/file/d/13i87EtuMZNaz-isAJKFqrFWBfB_HU9g0/view?usp=sharing


Kapak



arka kapak


tarihçe(2000-2019) - (güncellendi)

tarihçe(2000-2019)

    1. girdo ve halüsinasyonetik arkadaşları:
2000 yılı sonbaharındayız.. hava oldukça soğuk ve hafiften yağmur çiseliyor.. yer, alsancak izmir.. çimlerde bağdaş kurmuş, bir daire oluşturmuş, içiyor ve tartışıyoruz. beş kişiyiz.. tuncay, refik, seçil, özlem ve ben.. her şeye karşı yabancıyız.. kendimizi yalnız ve yabancı hissediyoruz. ve çaresiz.. tuncay’ın üç adet kitabı var.. hazır. bitmiş.. kimse basmıyor ama. birçok yayınevi ile görüşmüş, reddedilmiş.. kötü bulunmuş. şu. bu.

“olmayacak bu iş” diyor bize, “artık yazmıcam”,
“hayır” diyorum, “okuduğum en iyi şeyleri yazıyorsun moruk, fikirlerin harika, sadece alışkın değil insanlar bu kadar çıplak bırakılmaya, hepsi bu, tüm safsatalarını, gerzek yaşam biçimlerini yüzlerine vuruyorsun, ve korkuyorlar” diyorum.
“hayır” diyor, “kötü yazıyorum. beş para etmeyen bir hiçim ben.”
hepimiz bir şekilde, bir şeyler yazan, bir şeyler üretebilen insanlarız.. dünyayı havaya uçurabilicek kadar tehlikeli fikirleri var tuncay ve refik’in. ve beş yıldır beraber yaşayan iki sıkı dostlar, her ikisi de uyuşturucu bağımlısı. her ikisi de güç belâ yaşama devam ediyor. seçil, aile kavramını ve burdan yola çıkarak tüm toplumsal değerleri yerle bir edebilicek bir deneyime ve birikime sahip.. özlem, sadece bireysel dışavurumlar ile içindeki acıyı kağıda döküyor.. ben bi bok parçası olarak yanlarında değer görmüşüm. hiç bi sikim yazabildiğim söylenemez, kayda değer..
“tamam” diyor seçil.. “sikmişim yayınevlerini, kendi kendimizi basıcaz.” [kendimiz, kendi ‘kendi’mizi basıcaz-lilith noir] gülüyor tuncay, ama alaycı bir gülüş değil bu, çaresizlik ve umutsuzluk dolu bir gülüş,
“tüm paramızı sarhoş kalmamızı sağlamak için harcarken, nasıl yapıcaz bunu canım?” diyor
“bilmiyorum” diyor seçil, “ama başka şanşımız var mı?”
“zor” diyor, refik, “çok zor, resmi kurumlar, devlet daireleri, biraz resmiyet, ıvır zıvır”
tartışmanın başından beri susan ben, “abi denemek lazım” diyorum, “olur belki ha?” ben onlardan epey küçüğüm, eğitiliyorum o sıralar, yanlarında. pek konuşmuyor, sürekli onları dinliyorum, ve bana çok büyük bir saygı duyuyorlar, haketmediğim kadar çok, ben anlam veremiyorum buna, ben kimim ki diyorum, ne yapabilirim, onlara inanıyorum, onlara tutunuyorum, hepsi bu..


2.girdo ve realitik arkadaşları..
sonra zaman gelip geçiyor.. çoğu öykümden de öğrendiğiniz üzere, grup dağılıyor, ben izmirde tek başıma, piç gibi kalıyor ama yılmıyorum, ”yapıcam” diyorum, “olucak bu iş.. olmalı..”
..sonra bir gün, o dönemlerde bir tür kişisel blogum olan “sokak edebiyatı”nı tekrar açıyorum, o zamanlar sadece benim yazılarım var, ve “sokakedebiyati.i8.com” olarak bedava bir hosting’den yayın yapıyor, ve sadece yazı var içinde, tek kare resim, tasarım, ya da başka bişi yok.. yıl 2000.. sonra, kapatıyorum. çünkü daralıyorum. ve nevrotik gelgitler yaşıyorum, yaşama devam etmek ve etmemek arasında… sonra bir gün, liseden bir arkadaşım ile, göçmen’le yeniden iletişim kuruyor bu esnada da siteyi yeniden açıyorum, bu kez adresi “sokakedebiyati.4t.com” yine bedava hosting, ve yine internet kafeden açılıyor site. ve bu kez farklı bişiler de var.. “yazılarınızı sitemizde yayınlayabiliriz mail yolu ile gönderin” gibi bir duyuru mesela.. her neyse, göçmen, bir müzik grubunun, izmirin ve hatta türkiyenin en köklü rap grubunun bir üyesi, ve onların müzik gruplarına websitesi yapıp yapamayacağı soruyor bu esnada benim sokakedebiyati sitem ile tanışıyorlar.. ve raplik, filo, mesih ve göçmen, bişiler yazıp bana veriyorlar. kağıt üzerinde, el yazısı. ben onları evde pc ortamına aktarıp, diskete atıp, internet kafede siteye koyuyor ve göçmen ile fanzin yapmaya başlıyorum. (ilk fanzin: psycho race) zaman gelip geçiyor.. psikozlar. uyuşturucu. alkol deliliği.. bitmeyen üniversite.. parasızlık.. o. bu.. şu.. (ve hala kopya çektiğimi söylediğiniz bukowski’den haberdar değilim.) her neyse birkaç fanzin çıkıyor.. sonra site biraz daha genişliyor ve 2002 yılında 4. kez kapanıyor.. (4. kez mi? evet arada bazı yerleri es geçiyorum yavrum, 4 oldu bile), sonra emin yıldız ile tanışıyorum, retro adlı bir street fashion türü butiği işletiyor emin abi. fanzinlere, yazılarıma ve bana değer veriyor.. onun mekanına koyuyoruz fanzinleri. çünkü kitapevleri beni uyuz ediyor. hem zaten kimse fanzinlerimi almıyor. emin abi ve tunç abi bize çeviri yapıyor bazen. fikir veriyor. derdimizi sıkıntımızı paylaşıyor. sonra zaman gelip geçiyor. olmuyor işte. bi türlü olmuyor. siteden defalarca, “yazıyorsanız mail ile gönderin” diyorum, “fanzinlerimizi almak isterseniz mail atın, bedava” diyorum. kitapevlerine fanzin bırakıyorum. kimse almıyor.. ve site aşağı yukarı 7. kez kapanmış oluyor. kendimi yeniden uyuşturucuya vuruyorum. yıl 2002 sonu.. bir psikoz. ve hala bitmeyen üniversite boğazıma yapışmış. bu esnada kurşun kalem ile tanışıyorum.. ve bakıyoruzki, aynı şeyi konuşuyor, aynı derdi paylaşıyor, aynı yolda yürüyoruz.. sonra paslı teneke ile izmiryer6 distro’yu kurup izmir’de izmir dışı fanzinleri dağıtmaya başlıyoruz. alan olursa, satan bedava. sonra fanzinler yine çıkıyor, site yine açılıyor. vs vs.. yine kapanıp yine açılıyor. kapanıp açılıyor. kapanıp açılıyor. aç kapa aç kapa artema.. (para aldım bu reklam için evet, itiraf ediyorum haşmet.) her neyse dostlar, sonra yıl 2004 oluyor, aramıza sandi, bayan arıza, ersoy albayrak, thomlovejones, ve ismini şu an hatırlayamadığım bir kaç kişi daha katılıyor, bir sürü fanzin, distro, underground yayınevi, 13 sayı basılan anarşizmir adlı bir yeraltı gazetesi, izmirdeki anarşistlerle diyaloglar, onlarla bir şeyler oluşturma çabası, sonra türkiyenin çeşitli yerlerindeki fanzinci dostlarla sohbetler, şu bu.. zaman akıyor, 2005 oluyor, ve siteye, tozasor ve layne yazıları ile destek oluyor.. kimse henüz olan bitenin farkında değil. sadece yazıyoruz, başka hiç bir şey yapmıyoruz. ama site hergün güncellenip, 5-6 ayda beş yüz yazıya vuruyor ve evimde internet olmadığı için, siteyi ilk açtıgım dönemdeki gibi, net kafeden, disket yardımı ile güncelliyorum. html site, evde sayfaları yapıp, diskete atıyorum. ve bir süre sonra, öyle bir şey oluyor ki, mail adresimiz gelen yazılardan dolup taşıyor, fanzin isteyenler, yazı gönderenler, şu bu vs vs.. herşey kendi kendine büyüme durumuna giriyor.. ama benim kafam bozuluyor ve tecilimi bozuyorum. ve askerlik.. ve uzun bir süre her şeyi rafa kaldırıyoruz. sadece site, tozasor sayesinde, yayın hayatını sürdürüyor, gelen yazılarla o ilgileniyor. ve ben askerde sürekli, sonra ne yapacağımız üzerine notlar alıyorum.. ben askerdeyken, akhylys, yağmurcu ve geppetto da katılıyor aramıza ve her üçü de çok destek oluyorlar bu işe.. ve sonra bitiyor askerlik.. ve birkaç duyuru denemesinden sonra, hiç kimse(selin), duvar dibi, veronika ve gölge bana kulak veriyor.. yaparız bu işi diyorlar.. sonra izmir’den dostlarım, göçmen ve kurşun kalem’de arada toplandığımız zamanlarda, içmek ve paylaşmak için sıkıntımızı; fikirlerimi, ne plandığımı sorup, çok zor, ama yanındayız diyor..  ve akhylys, yazdığı bir mailde, bir çok konuda desteğini gösterip, elinden gelebilicek sayısız şeyi sayıyor.. fenris çizimleri ile destek olabileceğini söylüyor, lilith noir, msn konuşmalarımızda, çeviri ve politik, felsefik anlamda teorik kısımlarda destek sunabileceğini iletiyor. (hepinizi tek tek sayamadığım için çok özür dilerim, ama yazı akıyor, isimler rast gele çıkıyor) sitedeki, ve hayatımdaki, bir çok insan, bir şekilde, nasıl olduğunu bilemesem de, bir şekilde, bir tartışma platformu oluşturuyor.. ve o tartışmalardan gün ışığına çıkan tek somut değer; “olabilir, çalışmak gerek” gerçeği.. yayınevi? çok zor.. ama olabilir.. sonra bir şeyler oluyor o süreçte, bir şeyler patlıyor, çok fazla tartışıp hiç bir şey yapmamaya başlıyoruz, aramıza katılan bazı insanlar samimiyetsiz bencilce ve art niyetli davranmaya, veya başka amaçlar peşinde koşmaya başlıyor. sonra ben kendi şalterimi kapatıp bir süre dinlenmeye çekiliyorum..

ve 2008 yılının sonlarında tekrar çalışmalar başlıyor.. bu kez daha yavaş, daha emin adımlarla. bu esnada yeni katılan veya eskiden beri işin içinde olup artık sessiz kalmayı bırakan bir çok insan da  geliyor aramıza bu yeni süreçte; cenin, güzedüşen, haldun, cocteau twins, xsatanjagerx, stigma, khaine, twwly, puncover, ölüdeniz, demir kafes, alican ökmen, courtney, fukowski, henry lee, sacri, .. ve unuttuğum niceleri.. sonra “sokak edebiyatı”nı aylık olarak basmaya karar veriyoruz, ve “psycho race” isimli müzik ve sinema üzerine olan eski bir fanzin de aylık olarak çıkmaya başlıyor. sonra izmir’de “kes yapıştır kopyala” adı ile aylık toplantılar düzenliyor, o toplantılarda fanzinleri katlıyor dağıtıyor ve fikir alışverişi yapıyoruz. istanbul ve ankara’da da bir toplantı düzenlemeye karar veriyoruz. istanbul toplantımızda oluşuma bir şekilde az veya çok destek olan 33 arkadaşımızla buluşuyoruz. ve broşür içerisinde de görebileceğiniz çoğu projelerle, acele etmeden ve her şeyi akışına bırakarak, yaşamaya devam ediyoruz. ancak, ben bu yaşayışa bir süre daha ara verip, 2009 ağustostan, 2011 ağustos’a kadar, gökkuşağına doğru kaçıyorum.. yaklaşık 2 yıllık devinimsiz geçen zamandan sonra, tekrar, en azından yayın hayatımıza kaldığımız yerin az ilerisinden devam ediyoruz, 2011 ağustosu ile beraber..

ardından, hala benimle beraber yola devam etme gücü ve zihni koruyabilen arkadaşlarla, dahası yeni tanıştığımız meltem buzkıran sayesinde, onun öncülüğünde cafe quartet’te ilk fanzin sergimizi düzenliyor, bu esnada, hala ve hala sınırsız ve sonsuz destek sunan belma kesebir ile tanışıyor ve o günden sonra tüm etkinliklerimizi cafe quartet’te yapma kararı alıyoruz (her ne kadar 2016 ocak-2018mart arası bir süre arada tiryaki kedi cafe’de de yapsak, daimi elçiliğimiz olan cafe quartet’te hem fanzinlerimiz bulunuyor hem de biz çay-kahve içip mekandaki yan masa sohbetlerine dahil oluyoruz.) sonrasında, sergi de tanıştığımız gökmen ve inci sayesinde, bir belgesel çekmeye karar veriyor ve belgeseli de kendimizce güzel şekilde kotarıp, bu süreçte, jazztral, cem unutmuş ve izmarit adam ile tanışıyor, onların da katkıları neticesinde, yolumuza devam ediyor, 2012 eylül’de, her ne kadar devamı gelmese de, ionia cafe de belgeselimizin lansmanı için birinci geleneksel sokak edebiyatı gecesini düzenliyoruz. ardından girdo alsancak’ta uzun süre ionia cafe’de ve sonrasında mekanın bir çalışanı olan mustafa nereye çalışmak için geçerse oraya salça olmaya başlıyor.
sonrasında 2013 ekim ayında, jazztral ve girdo, uzun zamandır düşlenen home office türüne dönüşebilecek bir ev tutuyor, karataşta ve bunun öncesinde de sıfır adam (efe tuşder) ile tanışılıyor ki, kendisi oluşumumuzun son beş yıl içinde ki en çok çalışkan adamıdır. ev günlerimiz de, duygu veritas ile tanışıyoruz ve bir süre bu ev beş-yedi kişiden oluşan ev ahalisi bir takım yüksek kafalarda şiir okumaları, müzik geceleri, radyo yayınları, fanzinler ile gününü gün ediyor.

2011-2014 arası, etkinlikler ve fanzinlerle geçerken ve her yıl bir istanbul-ankara turnesi yaparken, yıllardır çok uzun yıllardır yol arkadaşlığımız süren solucan fanzin’den aşkın yücel seçkin’in önderliğinde ve tabii ki çoğu işi khaine’nin kotarması sayesinde bir ikinci uluslarası fanzin festivali düzenliyor, peşi sıra da, girdo karataştaki karargah adı verilen yuvaya geri dönüp, üç ay sonrasında, 13 gün kapalı kaldığı bekleme odasından çıkınca, her şey kayboluyor, her şey ve herkes…
ardından girdo bey, yine de yılmadan bir takım duyurular, seslenişler ile geriye dönme ve insanları da döndürme çabasına girişse de, sonuç alamıyor ancak bu esnada eski dost, paslı tenekeden cafer karaçıban, yeni adı ile mehmet ali bakunin adıyla 11 yıl aradan sonra, aramıza geri dönüyor ve 2015 yılında 3. uluslarası fanzin festivalimize efe, baku ve girdo birlikte gidiyor, orada, bize tekrar enerji kazandıracak etrafi ile tanışıyoruz. istanbul çıkartamamızdan bir süre sonra, etrafi de şehrine, şehrimize, izmir’e geri dönüyor ve girdo&etrafi çetesi kuruluyor. akabinde, 2016 ocak ayında pinero tükkan’ın temelleri atılıyor ve esnada tiryaki kedi ve dolayısıyla, bize çok büyük destek sunan esin yılmazer ile tanışılıyor. dükkanımızda tiryaki kedi’nin bir yanında ki minicik dükkan idi zaten. dükkan maceramız malesef beş ay sürse de, işporta maceramız 20 yıldır olduğu gibi devam ediyor ve işlerimizin suratına pek kimse bakmadığı, bir kısım kıskanç ve bencil iftiracı depolitik andavalların da tekme atma istenci içerisine girdiği için, etrafi ile, izmir’in her yerine bir takım yapıştırmalar, boyamalar ve uyarı levhaları ile donatıyoruz. bu şehir bizim der gibicesine.. sonrasında, yıl 2018 yazına vurunca, etrafi’de girdo’nun 2009 ortası yaptığı gibi bir istirata çekiliyor ancak bunun öncesinde girdo’ya iki yıldır verdiği enerjinin tavan yapması neticesinde, bir süredir, uzun bir süredir, 2014 ortasında girdo’nun bilinçaltındaki karışıklıkların neden olduğu vites yavaşlatma nedeni ile ağır aksak ilerleyen işler, 2019 başında tekrar alev almaya ve en nihayetinde, şu aralar, eski günlerine geri dönüyor. ama girdo tekken. tekken, mortal kombat ve street fighter’i yapay zekaya karşı oynamak zevkli değil biliyon mu hacı? jeton vereyim mi size?

ve evet.. her şey yıllar önce, alsancakta, çimlerde içen birkaç deli arasında, sarhoş kafalarda patlak verdi, ve başka birkaç deli tarafından yapılan toplantılar ile somutlaşıyor. ve bloğa giren, görüş belirten, mail atan, face denen zırtapozluğu açtığımda selam, işler ne durumda, yapabileceğim bişi var mı? diye soran, bir çok insan, harikulade bir ruh, ve 20 yılın sonucu olarak, artık asla kapanmayacak bir girdo, geri adım atmayacak bir oluşum ve hiç bi vuruş karşısında yıkılmayacak bir duruş var.. ve bu arada sizlere kısaca özet geçtiğim şu süreç, o sıkıntılar, sinir krizleri, maddi olarak çok büyük bir kayıp, ve manevi olarak büyük acılar, boşa değilmiş diyebilmek, en azından kendi adıma, beni iyi hissettiriyor.. oluşumumuza destek olan ve adı burada geçen veya geçmeyen, ama bir şekilde sıkıntımızın bir ucundan tutup, çekip çıkarmaya çalışan, tüm o insanlara, (tek tek saymak gereksiz) teşekkür ediyor ve diğer bir konuya geçiyorum.

mesele nedir?
sokak edebiyatı, bakıldığında çok basit duran, kolay hazmedilir, herkesin anlayabileceği basit ama sade bir dil ile yazılan edebi ürünlere yer veren, bir e-zine ve fanzin olmasına rağmen, aslında, arka planında çok daha derin ve yıkılmaz bir değer taşıyan, bir oluşum, ve belki de tek mutluluğumuzdur, -genellikle iç sıkıntımızı yansıtmasına rağmen..-

ve şu an bu oluşuma destek veren, yazan, çizen, içen ve biraz kafadan sakat insanlar  bizi hiçbir yayın bu şekilde kabul etmeyecek anlaşılan diyerek, kendi kendilerine bir infoshop açma hazırlığı içerisindeler.. daha sonra, eğer bu işi sürdürelebilir bir maddi geri dönüşüm elde ederlerse, yola devam edicekler, çünkü  “csns yayınları”nın tek bir problemi vardır, o da maddidir.. çoğumuz, işsiz güçsüz, yada üç kuruş için günde 10-12 saat çalışıp, veya öğrenci olup gereksiz bilgilerle kafası şişirilen insanlarız.. buna rağmen, izmiryer6 distro’nun ticari bir kaygısı bulunmamaktadır. paranızı sokağa atın. çocuklarınıza birşey kalsın..

mesele bu kadar basitken, olayı bir takım güven üzerine sözler vererek uzatmanın anlamı yok. 20 yıldır hayatını hacılatan girdo, bi 200 yıl yaşasa, gene bu konuda cepten yemeye devam eder.. sokak edebiyatı 20 yıldır buradadır.. 20 yıldır “do it yourself” (yada ‘do it killself’) demekte, ve hiçbir ticari kaygı ile aptalca işlere bulaşmamaktadır! sokak edebiyatının tek derdi, içinizdeki sıkıntıyı, üzerine ikinci bir kalem değmeden açığa çıkarmak, ve “sözü olduğu gibi söylemek”tir.. kapımız, yayın formatımıza uyan her türlü öykü, şiir, düz yazı, deneme, çizim, fotoğraf, musiki, film, silah, patlayıcı, çiçek, böcek, kamblumbağa vs vs açıktır.. yeterki, samimi, açık, anlaşılır, ve kendinden emin bir uslubu olsun. evet, kendinden emin..

biz burdayız.. ister uzaktan izler, ve “çok zor olm, yapamazsınız lan, çok zor bir şeye kalkışıyorsunuz” deyip bizi hafife alır, ve kendi içinizde kapana kısılarak bir takım üzerinizde kalem oynatıcak dergilere, yayıncılara bel bağlar, ya da bizimle birlikte, sokaktaki insanın, en yalın hali ile resmediliği bir ifade tarzı ile; küfrün, sarhoşluğun, aşkın, duvarları tekmelemenin, bi yerlerini kanatmanın, intiharın, odada tek başına oturup saatlerce müzik dinleyip sessizce ağlamanın çok doğal karşılandığı, ve üzerinizde de tek bir hafife almanın barınmadığı bir ortamın içinde olursunuz.. biz 20 yıldır burdaydık, bi 20 bin yıl daha ortadan kaybolmaya niyetimiz yok.. çünkü bizden önce, bizim gibiler  daima vardı, ve bizden sonra da olucak..

izmiryer6 distro tayfası adına;
girdap.. (yada siz her ne derseniz işte.. ismin bi önemi yok..)
not: lilith noir’e, metne yaptığı düzeltmeler ve katkılardan dolayı teşekkür ederim.

zebelliyat no 30 (final) içerik özeti

#spoiler zebelliyat no 30 (final) içerik özeti

genel yayımcı cerrahı: dr. donete | Son dOkumacı: sanchez
dizen: esçûmênto | muhalif kişilik bozguncusu: Upon Zack
Yılan (hayvan adı değil): Girdo | tek eşlilik algıcısı: özlem
ekmek arası çorba: seçil | toz amfetamin çizicisi: tuncay
dj işleri: refik | içki servis: idil | açık seçik webcam şowcu: rüya
bir nevi şowmen: virtual cosmos be rodrigo
eş dost takipçiyi haberdar etme : la Espiridion Del Pueblo
baskı: baskın basanındır fotokopicilik ltd şti agz mlz şrt
dağıtırım burayı: izmiryer6 diSSosman | telif: yörü git işine..
İçErik:
- giriş/sunuş yazısı: Girdo
- vasiyet: Esat Cavit Başak
- Kolaj 1: Tuğba Karaduman
- köpek-mudu'dan ayrı düşmek -Batuğ Evcimen
- perşembe - Batuğ Evcimen
- Bana Binaen - Altuğ Orgun
- aşk - Ersoy Albayrak
- Yolculuk - İbrahim Şimşek
- Örnek Bükrek - Ömür Özçetin
- Gerilemiş Dört - Kemal Gökçay
- Fiyasko Mahkumluk - Abdul Can İnal
- tabuttaki sik - Girdo
- # No-name'in de bi lezzeti var - Tuğba Karaduman
- çeviri: "iskeletsel geçmiş - mark lanegan" - Efe Tuşder
- çizim 1: Deniz Pelin Wilson - Oludeniz
- çünkü bu ben değil - Eren Burhan
- çizim 2 - Efe Tuşder
- kafeye kastırılmıştır adına - @duygu veritas
- küçük kurallar evreni - üç kural - Damla Koruk
- birinci süre - eren burhan
- oygu - eren burhan
- çizim 3 - eren burhan
- MalAklar Topluluğu – ön hazırlık - The Zack
- son söz - virtual cosmos be rodrigo
bitti.. tekrarı yok..
ZONKSAL KETYA ADRESLERİMİZ
not: Takibe takip atılmazsa darılmayın. Minimal bir zonksal ketya algımız var.