25 Mayıs 2020

punk fleyers download

4000'den fazla #punk #flyers ve 160 kadar gif.. hayrını görün..
4089 nesne, 463,7 MiB
not: bazı dosyalar windows'ta hata verebilir indirirken. vermeyedebilir. kontrol etmedim tek tek. verir ise, o dosyanın adını download ederken değiştirin, sorun çözülür. linux dosya sisteminde, her türlü karakter kabul gördüğü için, windows dosya sistemi sapıtıyor bazen linux-win arası kopyalama taşıma işlerinde..

ay başında da eski server'ımı geri alıyorum. açık linkli ve torrent-slsk ile download etmeli, bişiler daha atabilirim o vakit. yandex disk (dört hesabımda da) ağzına kadar dolu. yeni bi hesap açmaktan sıkıldığımdan bekledim bunları upload için..

link, yandex serverlarını uzaylılar basana ya da serverlarına nükleer bomba düşüene kadar durur : ))



24 Mayıs 2020

kendi gelemeyenler hayaletler yollasın

bi gün bi barda içiyorum. etkinliğimiz sonrası. ya zine sergisi, ya da atölyesi. zaten etkinliğin başından beri içiyorum, gündüzden başlamışım. underground poetix fest'e zaten o dönem çulsuzum diye evinde kaldığım arkidişlerimin dolaptaki biralarına çöküp sabaha kadar içip sarhoş gitmiştim. başka türlü çekemiyorum etkinlik metkinlik. her neyse.

etkinlik bitti. millet dağıldı. ama benim kafam bir şeylere takıldı. bende kalsın. iç babam iç. o dönemki sevgilim de somurtup duruyor içişime. millet var. masalarda. ben tekli sandalyede oturmuş içiyorum. standı bile toplamamışımki, işporta tezgahımı sadece bezi alıp evime gittiğim de çoktur. neyse. sarhoşlukla da ilgisi yok bunun. 14 mart günü bi gram sarhoş değilken bırakıp hepsini sokağa geldim eve.

uykusuzum. feci halde. gece vardiyasından çıkmış hiç uyumadan mekana gelmiş, standı açmış, başlamışım içmeye. gece oldu.

sandalyeden düştüm. otururken. basit. sağlam düştüm ama. kendi kendime. birileri güldümü hatırlamıyorum. umrumda da değil. ama güldüler galiba.. kendimi rezil ettiğime dair hatunla atıştık sonra. olur öyle. ederim! daha öncekilerin hepsi ile de sorun oldu bu zaten. herkes bi Özlem olamıyor. neyse..

kulaklığımda bu şarkı vardı düştüğümde. mekanda çalanı dinlemiyordum evet. bunu açmama da izin vermezlerdi, o an için en azından..

sonra kayra'ya anlattım meseleyi. dikkat abi kendine dedi. hayatta kal. ("ayakta" demedi, hangi kelimeleri seçtiğiniz çok önemlidir biri ile konuşurken, hele ki böyle bir mevzuda. kelimelerinizden bilinç altınızı/üstünü/dışını/içini/ okurum, doğru söylüyorum. kelimeler önemlidir. zihnin dışa açılan bir kaç kapısından en önemlilerinden biridir. gerçi en önemlisi gözdür)

"sen de abi" dedim. "bu hayattaki en önemli dostlarımdan birisin benim için".

öyle.

bunu şimdi neden anlattım? şarkı çıktı. aklıma geldi o gün. o gece.. o ertesi sabah.

Farazi V Kayra - Mevsim Olmayan Mekanlar VI: Kar feat. Vinyl Obscura

yeni fanzin. disziplin

#New sıcak sıcak. bayram sabahına özel. tarifeli sefer. inferno yolcuları kalmasın.. Taxidermia Fanzine düet yer666diSStro: disziplin
ayrıca bu hesabı yeni açtık, bir sürü başka taratabildiğimiz veya digital hazırladığımız yayını da ekledik profile.. zine okuyanların çok olsun evladım.. afiyetle..
https://en.calameo.com/read/006292566dda2e8a5d003



diğer tüm gece uploadları için link şu:
https://en.calameo.com/accounts/6292566

23 Mayıs 2020

yorumlu re-post: sansüranze gemiyenge geçmişange

dün, sansürlenmeye çalışılıp izin vermediğim bir dalgadan bahsetmiştim bir dergi-şahıs hakkında. twitter ve fakebook'ta ve instada. gerçi kapadım insta ve twiti. face'i de kapıcam. ama bak bunu becerdi kısaltmayı başka bir arkadaş. yayınlamak istedi. hatır gönül ilişkisi olur dedik. ikinci bölümünün basılmadığını ve bu konuda dergide bir açıklama da olmadığını dergi basılınca öğrendim. ki bariz ters akıyor ikinci bölüm. bu ülkenin yayıncılık sektöründen gına geldi de, kendi işimi kendim görüyom, kafam rahat. bi allahın kulu da şikayet etmedi bastığım işlerinden.. jazztral hariç, o ev arkadaşım, adını yannış yazıyordum. kasten değil ama. iki z yerine iki l tek z.. la yoksa tek z iki l mi. gene mi yannış yazdım : )

not: 11 sene sonrasında elbette çok anlamsız gelicek okuyana bu metin ama bir zamanlar günlük tekil 1000 hiti olan bir e-zine sahibi idim. sokakedebiyati nokta net adresinde. deli gibi eleştiri geliyor idi o ayrı da, süper yazarlarımız şairlerimiz çizerlerimiz senaristlerimiz görsel sanatçılarımız fotoğrafçılarımız vardı. bir kısmını şu an kendi kitaplarından işleriden vs tanıyorsunuz. isim vermicem. bir şeyler üretmeyi bırakanlar da gemisini başka yollardan, iş memurluk akademi yurtdışı vs kurtardı zaten. sonra da sen hala devam mı ediyon diye dalga geçer gibi ara ara soruyorlar..

o dönem sitedeki yazılardan en az 15 kitap çıkardı. içine ettim hepsinin.. 2014'te de ettim. pinero tükkan menvzusunda da.. aşk ilişkilerimde de, dostluk ilişkilerimde de.. neyse, bir şeyler yolunda gidince, elim kolum rahat durmuyor.. o yarısı yayınlanan bölünen iş şu:



tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…

1.
tanıştık
birileriyle
bir şekilde
ve sonra başka bir şekilde,
benim yazdığımı
ve fanzinler çıkardığımı öğrendiler
ve dediler ki;
“hey ben de yazıyorum”,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor”,
“senin gibi yazmak istiyorum”,
“yazımı okudun mu?”
“tavsiyelerine ihtiyacım var”,
“seninle tanışmak istiyorum”,
“seni tanımak istiyorum”,
“seni tanıdığıma sevindim”,
“görüşebilir miyiz?”,
“dergimizde yazmak ister misin?”,
“yazım hakkında ne düşünüyorsun”,

ve ben de onlara,
çok kaba davranmak zorunda kaldım,
gerçekten çok kaba,
onlara dedim ki;

“herkes yazıyor”, dedim,
“hey ben de yazıyorum”, diyene,

“benim gibi yazmak marifet değil” dedim,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor” denildiğinde,

nasıl yazdığımı bilmediğimi söyledim,
“senin gibi yazmak istiyorum”, dediklerinde,

ve “yazımı okudun mu?” dediklerinde
okuyamamıştım henüz
ve belki de hiç okuyamayacaktım ama
“okuyacağım” dedim yine de,
çünkü okumak istiyordum
ama okuyamıyordum,

ve “tavsiyelerine ihtiyacım var” dedi biri,
“tavsiyelere hep ihtiyacım olmuştur” dedim ben de ona,

“seni tanımak istiyorum” dedi,
“kendimi tanımak istiyorum” dedim,
“kim olduğumu bile bilmiyorum moruk”.

böyle alakasız, ucube, yetersiz, kaba,
kimine göre kendini beğenmiş,
ama bence ironik ve tutarlı
cevaplar da verdim yani,

ve sonra bana,
“seninle tanışmak istiyorum” dediklerinde,
susup kaldım çünkü,
çünkü bir anlamı yok bunun,
tanışmanın,
arkadaş olmanın,
hayatında yeni insanların var olmasının,
falan filan falan filan,

“seni tanıdığıma sevindim” dedi,
“nerde görüştük hatırlayamadım” dedim,
“hayır yani yazılarından”
“duvarlarımı aşamazsın” dedim ona,

“görüşebilir miyiz?”,
“hava sisli görünüyor”

“dergimizde yazmak ister misin?”,
“nerde satılıyor, alayım bi’ ara, boş taraflarını karalarım kurşun kalemle”,

“yazım hakkında ne düşünüyorsun?”,
“yazlar sıcak ve kurak geçer burada”,

“seni seviyorum”
“eyvallah”.

## yayınlanmayan kısım şu ##


2.
sonra zaman geçti, hep vermek istediğim cevapları içimde tutarak geçti zaman, incelikli davranmak gerekmiyordu belki de, ama ben de incelikli davranmaya çalışmıyordum zaten, incelikleri olan bir heriftim ben, öyle demişlerdi, yalan söylüyorlardı, yalan söylüyorlardı çünkü her zaman için son söylenen kelime kayda değerdi, hayatınızı kimsesiz çocuklara adamış olabilirdiniz, ve ölmeden birkaç gün önce 8 yaşındaki bir kıza tecavüz edip, imajınızı yerle bir edebilirdiniz, kesintisiz bir düzeyde mükemmel kalmak imkansızdı, tutarsızlıkları vardı insanların, kararsızdılar, her konuda kararsızdılar ve kendilerini düşünmek dışında da bir şey yapmıyorlardı, daima kendileri, aynen benim gibi, kendi üzerine yazmak gibi, yaşamı kendi üzerine kurmak gibi, kendi hayatın üzerinden yola çıkarak düşüncelerini anlatmak gibi, devam ettim ben de, ettim ve gelen okları yanıtlamaya çalıştım, kibarca, sabit kalıp sussam ıskalamış olacaklardı, yapmadım ama, yıllarca bunu yapmadım ve kaybettim, daha fazla insan geldi, daha fazla insan, daha fazla baskı, çünkü insanların ortak zaafı, karşılarında susup dinleyen birini bulunca kesintisiz konuşmak, konuş dur amına koyayım, kim tutar seni, “dün başıma şu geldi Aysu”, “geçen yıl Tunç diye bi herifle beraberdim”, falan filan falan filan, kendi duvarlarınız aşınmaya başladıkça da zihninizin önünde başka bir duvar inşa edilmeye başlanıyordu, “çok saygısız bir kişilik girdo”, “çok küstahsın girdo”, “girdo burnun çok havada”, evet evet evet, hayır hayır hayır, bir saniye, n’oluyoruz, karar vermekte zorlanıyor muyum? karar verme anımda etki altında mı kalıyorum? kimseyi kırmamak? incitmeyeceğim seni güzelim, kapım hep açık sana, herkese kapım açık anasını satayım, kapım bile yok hatta, sonra, daha sonra, odada tek başına, odada tek başına… yok gelen giden, kendi kendini becer girdo..

sonra, sonra zamanla kendine değer vermeye başlar insan. insan sosyal bir varlıktır derler, ben kısmen asosyal bir herifim, kısmen aseksüel oluşum gibi yani, ve kısmen anormal.. her şey kısmen var olmakta. olabilmekte ya da. dengede demek daha doğru aslında, kısmen yerine dengede. denge hali. iyi ve kötünün arasında. tao. yin yang. akış. zihinsel akışa kapılıp giden yaşamsal akış. sonra?

sonra insanlar gelmeye devam etti. ve ben bir karar aldım. hayatımı sıfırlamaya bakacağım. kendim olmaya. kendin olmak, olabilmek, hiçbir toplumsal ve duygusal baskı altında kalmadan doğruyu, sadece doğruyu söyleyeceğinize dair yemin eder misiniz? kim edebilir? ben etmek istiyorum tanrısını satayım? n’apıcaz şimdi? bilmem… bilemem yani. hiç bir şeyi bilemem.. öğrenmek istemediğim şeyler de var bunun yanı sıra. mesela araba. araba nasıl çalışır? ne bileyim nasıl çalışır oğlum. otobüs şoförü bilsin onu. sonra? mesela post-modernite ne demek? ne bileyim ne demek? ama öğrenmek isterdim lan bunu. öğretilmek değil, öğrenmek.. kitap? evet, evet kitap.. ideal bir öğrenme şeklidir, insanın öğrenmek istediklerini kendi kendine öğrenebilmesi. geçelim efendim.. ne diyorduk? şunu;

incelikli davranmaya çalışmak, hayatınızı cehenneme çeviren bir fiyasko ile sonuçlanabilir, daha sonra bir boy aynasına baktığınızda arkanızda büyük bir topluluk görürsünüz, pençelerini size geçirmiş insan kalabalığı, ve hışımla arkanızı dönüp bir bakarsınız ki, hiç kimse yok, bu kez aynada sırtınız görünüyordur aynaya sırt çevirdiğiniz için, ama siz görmezsiniz onu, bir adım geri atar, aynaya yaslanırsınız, kendi sırtınıza yaslanırsınız bir anlamda, ve dersiniz ki; “hepimiz aslında berbat yazan tipleriz, bırakalım bu mesele üzerinde atıp tutmayı”.

ordan biri çıkıp der ki; “harikulade yazıyorsun moruk”,

“eyvallah” dersin ona, hoşuna gider çünkü bu, insanın hoşuna gider beğenilmek, kimsenin bu konuda bir itirazı olmasın, sol tarafımda yarı otomatiğe alınmış, şarjör ağzı bozuk bir mp5 var, onu kullanmayı zorla öğrettiler bana ve çok iyi kullanabilirim gerekirse, ne diyordum?

şiddet kullanmak zorunda kalabilir insanlar. pasifist değilim ben. anarşist de değilim, ama olsaydım eğer aktivistlerin tarafında yer alırdım. çok saçma bir şey iyilik meleği isa’nın “sol yanağını çevir” demesi. çevirebilirsin de aslında zaman zaman, ama bu kime-niçin-neden çevirdiğine göre değişebilir, yiğenim ağzıma sıçsa, “al tuvalet kağıdı” der uzatırım ona mesela, ama bunu sen yapamazsın bana mesela. anlatabiliyor muyum? ne diyordum?

bir hatun der ki; “yazılarına bayıldım adamım”,
“eyvallah” dersin ona, çünkü hoşuna giden bir şeydir bu. herkesin hoşuna gider. ve aradan geçen birkaç gün sonrasında, sorular beğenilen yazılardan sana yazılmaya kayar. duralım burada bir beş dakika.. ben bir sigara yakayım. siz kafanızı toparlayın..

evet, ne diyorduk? sıkıldım ben bu yazıdan..

“sokak edebiyatı nasıl bir isim lan?”

“maskeli bar taburesi” gibi bir isim işte, ne önemi var…

kendi ile dalga geçebilen insanları sinirlendirmek zormuş gibime gelmekte bu arada..

“susam sokağı.. sokak edebiyatı... sokam edebiyatı.. sokam edebiyata.. susam edebiyatı.. sokam susamı.. sokam susama.. sokam sus ama!” 7 eylül 2002 – girdolap.

eleştirilecek adamı iyi tanımak, eleştiriyi kabul edilir bir forma sokabilir. ve ayrıca açık verdiği noktaların farkında olan biri de, kendisiyle dalga geçip, bazı şeyleri ekarte edebilir.. bilmem anlatabildim mi? aynen devam, ama son bir hatırlatma, kafam atarsa, çok sert bir oku kınımdan çekebilirim, ve o zaman hakkımda yazdıklarınızın hayatta kalma şansı sıfırın altına düşer.. herkes kendi dalgasına baksa iyi olur kısaca… ha bu arada, aranızda ode to joy’u gören var mı?
22 mart 2009




tanrı bunun neresinde? pardon şeytan mı deniyordu? karıştırmışım..

"disziplin" yeni zine. yarın sabah bayram namazını müteakip, ekranlarınıza konuk olacak. bir Taxidermia Fanzine feat izmiryer666 diSStro bestesidir.... : ) hazır bir iki rötüş kaldı sadece de, sabah sabah şeker yemeye filan evinize gönderelim diyoz çocuğu.. : )

do you understand you?

bazen, kurduğunuz bazı cümleleriniz, aslında gerçekte düşündüğünüz ve söyleyemediğiniz şeylerin haberini verir bana.niyet değil bi-Linç/altı okumasıdır. siz her ne kadar kabul etmeseniz de, okumasanız da, ve bir yazarla konuştuğunuzun farkında olmasanız da o an, duvarlarınızı aşmam zor olmadı hiçbir zaman.

üzücü şeyler vardı hep, orada, kendinizin de görmek istemeyeceğiniz şeyler.. görmek istemezsiniz, kendiniz bile kendinizi..

ben görüyorum ama. sonra evden çıkamazsın işte,virüsten önce de çıkmıyorsundurki zaten.. mümkün oldukça, ya da mümkün olmadıkça, ya da mülkün. ne biliim. kafamın içinin karmakarışık bir sandeviçten farkı yok ve ben soğansız ve yeşilliksiz demiştim, unutmuş siparişimi ileten tanıdıklarım, ayıklamaya gücüm yok, bu şekilde yersen de midem bulanıyor, kusuyorum.. şu an olduğu gibi.. /07/04/20-zabahüstü.

not: evet: yersen de, "yersem de" değil. yanlış yazarsam söylerim. iyelik ve zamir eklerinde hata yapmam. bozduğumu söylediğiniz türkçeyi de sizden daha iyi biliyorum. ve inadına "ve" ile cümleye başlayıp, inadına kafama göre, eğer dilersem "ve" bağlacından sonra virgül koyacam. onuncu kitabımı da kendim basacak olsam da. banane!

kendimden ve yaptığım işten ve duruşumdan ve söylemimden emin olduğum kadar hiçbir şeyden emin olmadım. yersen..

öyle.

23/5/2020-öğlen


18 Mayıs 2020

what is the heaven

Trainspotting Update: Buy life. Buy a job. Buy a career. Buy a family. Buy a fucking big telephone, Buy washing machines, cars, compact disc players, and electrical tin openers. Buy bad health. Buy your friends. Choose leisure wear and matching luggage.

FUCK, DIY and wondering who i are on a everyday. 

Buy your future. Buy life... But why would you want to do a thing like that? ... 

Geriye Dönüşler Update: bütün gün uzanıp gözlerin kapalı, uyumadan, müziği duyarak, ruhuma denk şarkılar çalan bir radyodan gelen seslerle, yerine getirmek zorunda olduğun hiçbir şey olmadan, tek başına.. cennet tanımım bu kadar basit, bu dünyadaki gelecek hayalim de.. hayatım boyunca en çok yaptığım şeyin bu olması da bu yüzden.. giderek de daha çok yapıyorum.. galiba bir gün tüm hayatım bundan ibaret olucak, tek yaptığı arada bir frekansı ya da listeyi değiştirmek olan bir insan; yemek su tuvalet ve bulaşıklara ayrılan zaman dışında. kafasının içindeki halüsinasyonlarla başbaşa.. bir şeyler için verilen mücadele ne kadar göze boş gözükürse, bu eylemin süresi de o kadar artıyor.. quelle est la révolution pour vous? qu'en est-il de l'utopie?  paradis?  révolte.  et pour quoi?


11 Mayıs 2020

dostluklar ve alışkanlıklar üzerine (retro zine-sunuş yazısı)

alışkanlıklar ve dostluklar üzerine
metin dosyasını aç. sayfa boyutunu A5’e getir. sonra sayfanın ekrandaki görüntü çözünürlüğünü %160’a çıkart. ardından kenar boşluklarını 1mm olarak ufalt. sonra font olarak verdanayı seç. sonra, paragraf arası boşlukları 0nk olarak düzelt. sonra paragraf başı girdi boşluğunu, 0,5mm yap.

aa pardon, zaten artık, yıllar içinde öğrendiğin ve metne başlarken ezbere yaptığın bu işlemleri, yapmıyordun değil mi? çünkü bunların “default” olarak ayarlanabildiğini öğrenmiştin. hatta zaman içinde MS’in office’inden vazgeçiledebileceğini, yani aslında bir alışkanlıktan vazgeçilebilip, aynı hatta bazen çok daha iyi veya daha kötü olsa da, içine politikası veya bakış açısı veya yaşam anlayışı veya üretim ya da tüketilim biçimi, ya da bir şeyin ses tonu, ya da demlediği çayın güzelliğinden ziyade mekanı patronculuk değil de dost kazanmacılık oynamak için açan bir yeri, farzı misal ya da sırf kendi kendine endüstri dışında var olmaya çalıştığı için üretenini, bir çantayı, tercih edebildin.  

ama hiç bitmeyip de, tüm ilişki biçimi de, kendiliğinden veya doğuştan default olarak kurulan dostluklar da oldu. hatta o dostluklar sana bazı alışkanlıklardan bile vazgeçirebildi zaman içinde. çünkü kendine ya da başkasına zarar verdiğin veya verebileceğin bir alışkanlık olduğunun farkına varmanı da sağladı. üstelik, bunu, “uyarmacı” “ikazcı” “nasihatçı” bir dil ile veya kendilerine battığı rahatsız ettiği için yapmadığından dolayı dostlar, farkına varınıldı... yoksa inat ederdin öyle değil mi? burnunun dikine gitmek de özellikle de inat ile, üzerine yoktu çünkü. 

hoş hala yok. ve bu yüzden de, kendiliğinden default olarak gelen o ilişki biçimi sayesinde sürdürülen dostlukların sayısı da azaldı. çünkü insanlar yaşlandıkça, o ayarlar üzerinde oynama ihtiyacı hissetti, çeşitli haklı veya haksız, sana doğru veya yanlış gelen, “önlemler” veya “kaygılar” nedeni ile. 

sonra, geriye dönüp baktığında, yani bu “geriye” kısmı, kimileri için aşağıya kimileri için de yukarıya bakmak gibi olan ama senin için aynaya bakmaktan farkı olmayan “geriye” kısmında, değişenin sadece bir takım çok da önemli olmayan alışkanlıklar olduğunu gördün. bir de fiziksel yıpranma payının faturaları. daha çok zihinsel olarak aks etti sende gerçi. akıl geriliğinden ziyade, akıl dışılığa doğru bir evrilme. -bilinç dışı gibi alabilirsiniz pek tabii bunu ama ben bilinçten bahsetmiyorum ve neyi kast ettiğimi de gayet iyi biliyorum-

zaten “mantık” hiç barınmamıştı, yaşam koşulları üzerine bir gelecek hesaplaşmasında. (hesaplama demedim) 

sonra zaman geçti. çok sevdiğin ve senden zannedersen bir beş altı yedi sekiz yıl zamanın ilerisinde, dünya yolculuğuna başlamış olan, yine ilişki biçimin “default” ayarlı gelen bir dostun, sana yirmi yıl hatta 24 yıl önceni hatırlamana neden olan bir graffiti fotoğrafına denk gelmene aracı oldu. laf lafı açınca, kendi iç aleminde de, balkonunda, daha da geriye giderken, 

“susmak” ve “konuşmamak” belki de “küsmek” temalı bir görsel anlatıya da, başka bir dostun sayesinde denk gelince, zihinsel bocalaman aynı gün içinde, ikiye katlandı. Sonra geri durdun bu hatırlama safhasından, önce, sonra bıraktın ama kendini müzik ile birlikte çıkılan zaman yolculuğuna. 

çünkü anılar tehlikelidir. (nostalji demedim ki o da az farkla öyledir.) sizin default ayarlarınızla özellikle oynamaya iten, tabribatları da (“yanlış yol”- milis'in digital dünyada olmayan bir albümüdür, bu yazının fonudur da) tetikleme riski taşırlar. bir kaç kez de başarmışlardır bunu. “olmaz” dediğin her an, o, “olmayacak” hissiyatına evrilir.  her ikisi de kesinlik barındırsa da, ikincisi, vazgeçmenin baskısını biraz daha perçinler. 

buradaki, “olmayanın” ne olduğu, herkese göre değişse veya adeti çoğalıp azalsa da, benimki beni bağlar ve tektir. 

hayatım boyunca, tüm bu anlarımda, kaçtığım, tek bir dost oldu. 2001 yılından beri. işte bu fanzinin adı o yüzden retro. çünkü, 

çünkü, ilk kayışı kopardığımda, yani, zihnim bir savunma sistemi geliştirip kendisinin gerçeklikle bağlarını kestiğinde, pac sweet’imi, bol pantolonumu, şapkamı giyip, aslında bir diğer dostu aramak için, yola çıkıp, yine de o dükkandan içeri girmiştim. o diğer dost hayatımda yok artık. olmasını isterdim ama. bir çok, artık ilişkimizin, kendi istekleri sonucu değiştiği dost gibi. benim isteklerim doğrultusunda değişenler de oldu tabii ama yine yukarıdaki, “yaşamsal kaygı değişimi” ve “uyarıcı telkin” seslenişi mevzusuna dönülür, bunun nedenlerine girilirse, bu yazının o konusu o değil. 

bazı insanların kendi hayatları ile ilgili bazı miladları vardır. yani vardır herhalde bilmiyorum, benim var çünkü. biri o bahsettiğim, dükkandan, gerçeklik algımın kopuk ve peşinde beş halüsinasyonla, yani bildiğin lsd aldığınız da görebileceğiniz kadar net ama hiçbir uyarıcı kimyasal alınılmadan ortaya çıkıp peşimden gelenlerle, o dükkandan içeri girdiğim gündür. 

her şey olabilir. yani olabilirdi. sizi o an hastaneye de kaldırabilirlerdi. ama yaşanmadı bu. sonrasında da, o “default” ayar neymiş öğrenmiş oldunuz. herkesin şirazesi bozulabilir zaman zaman. ki bozuldu da bazı kişilerin. ama kalıcı olaraktı onlarınki. bu süreçte, senin de çok bozuldu, yani senin derken kendimi kast ediyorum, toparlamayı öğretmeselerdi, toparlayamazdın. çünkü bazen birinin sana çıkış kapısını göstermesi gerekir ve bunu yaparken kelimeleri kullanmaz. ne demek istediğimi şekil çizerek de anlatabilirim ama şimdi accık matematik bilgimle değişik yöntemler kullanıp kümeler konusu üzerinden gitmicem daha önce bir kaç kez yaptığım gibi, çünkü o yolda çıkmaza battığımı söyleyip duruyor seçil, kavga ediyoruz kendisi ile sonra. 

hem bir de, sonra, bir şeyi daha öğrenmiş oluyorsun bu süreçte. o da, aslında bir çıkış kapısına da ihtiyacın olmadığını. çünkü öyle bir kapının var olmadığını. çünkü kapana kısılmadığını. böyle hissediyor oluşunun sadece algısal bir tuzağa düşmekten ibaret olduğunu. öğreniyorsun yani gene öğretiliyorsun aslında başka başka durumlarda. başka başka kişilerin hayatından göre göre. kelimelere ihtiyaç duyulmuyor gene ve o başka başka kişi kişi kişiler de sana böyle bir şey anlatayım ihtiyacı içinde de olmuyorlar. yani aslında farkında bile değiller, ben öyle kendime pay çıkarıyorum. deliyim çünkü, farazi olan sayısız vakam var benim. ama bu farazilik dünyası içinde, bir giriş veya çıkış kapısına gerek olmadığını, çünkü aslında herkes için kendince ne ise, aldığı ve algıladığı, ondan ibaret bir yolculuk içinde ilerlediğimizin, idrakine varıp, böylece zihinsel ve yaşamsal bağımsızlık bildirgemizi kendi adıma kendim için imzalayı veriyorum. bunun da tahmini olarak, farkına varılıp, imzalanma süreci, 2007 yılı muğla akyaya’ya filan tekabül ediyor. biraz geç algılıyorum çünkü. geriden geliyorum. ama son düzlükte atağa kalkıcam. çoğunluk yarışı birinci bitirmek için koşarken, start noktasına doğru geriye koşmak için. şimdilik duruyorum, geriden geldiğimde yok aslında. bir kaç insan daha var işte, belki bir çok var muhakkak var,  ama ben bir kaç tane tanıdım. benim bu bahsettiğim noktada doğuştan, veya sonradan, -benimki sonradan- durmaya başlayan. çemberin içimi dışımı, kesişim kümesi neresi, biz nerde birleşiyoruz, kiminleyiz, hade el ele verek, düşman kim, o bununla anlaşamıyor biz de kıl kapak, dostumun hedesi benim de hedemdir, düşmanımın dostu hedesi medesinden azade.

 “elinden geldiğince herkesle iyi geçinmeye çalışan” değil, geçinmek gibi bir kelimenin doğduğu yani icad edildiği andan önceki çağda kalan ilişki biçimi ile, temassız gibi aralardan sıyrılarak geçebilen ama çok büyük bir temas noktasının “elim sende” veya “kulaktan kulağa” gibi bir dağılım frekansı ile var olduğunun bilincinde olarak. 

o yüzden kitle dediğin şeyin, “bir milyon satış adedi” veya bu çağ için konuşursak  “10K” takipçi olmadığının farkında olarak, bir kişide tutmak. hedefini. hatta hedef bile gözetmeden var olmak. kendini hedef almakta doğru bir yöntem olabilir bak. 

o yüzden. 2004 yılında, şu hala ürettiğim kağıttan uçakları “sadece” retro adlı dükkana bırakmaya karar vermiştim. çünkü diğer yerlerde zaten kimse almıyordu. retro’da da almıyordu. bir tek emin aga okuyordu. gerçekten ama. şaka yapmıyorum. “bir tek” okuyan var derken, başka kimsenin okumadığının ne kadar farkında olduğumu bilerek ve kendimden emin olarak söylüyorum bunu, çünkü edinmek başka bir şeydi. ki edinenin olmaması daha da trajikleştirirken bunu, trajikomik hale ulaştırıp en sonunda komikleştirip kendi zihnimizde, kendi hayatımız için ekstra dram yaratmama ama bunun yanında da gülme efekti de barındırmadan iplememeyi öğrenebildik galiba, o dükkan sayesinde. yoksa devam edemezdik. çoğul konuşuyorum, çünkü öbür kardeşleri de iç alemimdeki, var sayıyorum. 

var sayılmak önemli bir hissiyattı çünkü. bir zamanlar. yoklama gibi düşünün. hoca sorar. parmağınızı kaldırır ve “burdayım” dersiniz. bi çizik atar adınızın yanına. ama sesinizi çıkaramadığınız için, sizi duymaz ve orada olduğunuz halde yok sayılırsınız. bu başınıza geldi mi? okuldan bahsetmiyorum burada!

o yüzden biz hep, konuşarak var olma çabası güttük. ses çıkartarak yani. ses benim içinde çok önemli, ama bunu sadece insan sesi olarak, daha doğrusu “anlam barındıran sesler” olarak almıyorum. ama daima bir anlam çabası peşinde koşunca, kendimize de anlam yüklemeye başlayabiliyoruz. mesela bir iş yaptığınızda, değer görmek olabilir bu. veya o işin ünvanını edinebilmek. bu payeyi size kimse vermiyorsa, siz kendi kendinize kendinize kondurmaya başlıyorsunuz peşi sıra. 

o yüzden şair sevmiyorum ben abi. tanıdığım tüm şairler, şiirlerini okuma meraklısı çünkü, bir ikisi hariç. iki dakka okuma da sohbet edek be abi. talep gelirse oku. başkası sana ne olduğunu söylesin. sen de kabul et veya onaylama. ama “ben öyle biri değilim” derken de bunu sevimsiz bir içinde kibir barındıran alçak gönülülükle de yapma. çünkü o zaman, benim kendi kafamdaki arkadaşlık ilişkisinin bile (dostluk demedim) kendimce olan default gelen ayarları bozuluyor. ha bu çok umrumda da olmuyor tabii.. ama oradan bakınca bu alan güzel görünüyorsa gözüne, bulaşmayıp kendi haline de bıraksan mesela diye çığlık atasın geliyor bazen. atınca da, suçlu oluyorsun. 

o yüzden yüce tuşder hazretleri ile aramızdaki şeyhlik muritlik ilişkisi gereği (murit olan benim, yaşasın tuşderizm) mesela, temaslar ve temaşalar neticesinde, tee en yukarıda daha yazının girişinde bahsettiğim, bazı alışkanlıklardan da bazı göze daha güzel gelen alışkanlıklar neticesinde vazgeçiyorsun işte. o noktada ne kimseye “hakkını verelim” gibi bir kendinden üstün görme ve yaltaklanmaya kapılmıyorsan ne de “ben yaptım” veya “ben oldum” gibi bir sonuca varmıyorsan, (daima “oluş” halindeyizdir ölene kadar sonu yoktur bunun çünkü) karşılıklı düzenekte dengeyi bozmadan bozulmasın diye de hassas bir çaba sarf etmeden, (terazi değil bu düzenek, tahtirevalli bu arada) o ilişki biçimin devam ediyor işte.

ve bu fanzin de, işte bunu yakalayabildiğime inandığım, en azından kendi görüş mesafemden öyle hissettiğim arkidişlerimin dostlarımın işini basıp, veya basılabilir değil de “dinlenir-izlenir-gezilir-görülür-sohbet edilir-çayı içilir-çok güzel okey dönülür-eyleme çıkılır-beraber banka bile soyarız moruk ama sonra alkolik oluruz boşver” minvalli işlerine yer vereceğim.

çoğunu tek başıma hazırlayıp, bir kısmını da çalıp çırpıyorum.. en büyük hırkız fanzinci benim. sonra sağdan soldan almış fanzin yapmış diyorsunuz komik oluyo ama. napacaktık? vahiy de geliyo bana öbür alemim de, tarihteki kendini ilk deccal ilan eden kişi olarak ortaya mı çıkam istiyonuz? bozmayak psikolojiyi, uslu uslu kendi halimizde takılak. hem zaten virüs de var, bence yok da, herkes eve kapanınca daha güzel oluyormuş alsancak, bi gidip spreyle dalasım vardı, sprey yoktu, marker ile bucaya dadandık o da bitti. çalarız sonra yenisini. 

“haber verseydin gelirdik?” 

tek takılmayı seviyom ben eylem biçimlerimde. Yatakta da tek başıma uyumayı sevdiğim gibi çooğ uzun süredir. 

sözün özü, şu fanzine de, tüm daha önceki işler gibi, yapılası herhangi bir kasti müdahale (eleştiri demek istiyor çocuğum-seçil) kamusal alandan özel alana girilmiş 36 küsüratlı haraketten biri olarak kabul edilip, teknik faul olarak değerlendirilecek ve serbest atış hakkı doğacaktır. 

o yüzden ücretli oluşuna denirse ki fanzin beleş olur, beleş fanzin isteyen beleş dağıtsın pdf’sini göndereyim, renkli kısımları da renkli bassın dağıtsın. minnattar kalırım. Başkalarının beleş dağıtılmasını istediklerini ben cebimden basıp beleş dağıtıyorum çünkü karın ağrısı yaratmayıp.

şarap parası için tezgah açıyor diyen, evet aynen öyle yapıyorum. fanzin benim, tezgah benim, davayı sattım ben. üç yaşındayken yanlışlıkla, eniştemin sek rakısını su sanıp içtiğimde satmıştım hatta. yeni değil yani, satışım..

en çok yapılan faule sebep hareketlerin yapılmadan frikiğini kullandığımıza göre. yolum açık olsun. 

röportajlarımı yapamadım abi. elektrikler kesildi. pardon virüs çıktı. Yok yok karnım ağrıodu. yok işin doğrusu bütün gün müzik açık uzanıp düşler tarlasında, görüntüler yetiştirmek hoşuma gitti. sonra yaparız. hazır zaten onlar, sözler alınmış.

sonraki sayıya içerik faslı için de e-posta şu ama keyfime amedeus o yayınlama kısmı: girdap@riseup.net    sosyal medya dm’den içerik atmayın, sevmiyom. yakın arkadaşsak ayrı. onlara sövmem için atabilirler inatla. marsilyadan aşklar, bronx’tan öfkeler ile, gazamız mübarek ola. kazağımızdan sakınıla. (gazabımızdan değil orası da evet)  -”şu parantezlerden illallah geldi, kurtar kendini moruk iç açıklamalardan”-seçil 

tümünü seç, tüm harfleri küçük olarak değiştir. Dosyayı kaydet. Çıkış yap. Üç ayrı yerde yedekle. (becerilemedi sonra tüm harfler küçültülecek diye not al)

‪<bugün çok çalışıldı diye iki sayfa yazıyı gözünde büyüt aylaklığı boşlama>‬

zackeva..    

9 Mayıs 2020

retro (street zine) haftaya çıkıyor efenim..

Emin Aga'ya ithafen hazırladığım ve kendisinin her sayıda bir playlist ile açılışını yapacağı, aksamaz ise, 9haftada1 periyodlu olan, italyan fanzin mafyası nüfus memurluğuna, RETRO street zine & Zebelliyat ismi ile kayıtlı fanzin için içeriklerinizi, zokağa çıkmama yasağı bitene değin, yani dilediğiniz zaman girdap@riseup.net adresinden gönderebilirsiniz.. ancak "adım adım zokağa çekme yasağı" bitene değin, yani pazar gece 00:00'a kadar iletmeniz halinde, ptesi zabahından alacağım çıktılar sonrası elde kes biçlerime takviye olacağından, ilk sayıda yayınlanma şansı elde edebilirler. edemeyedelirler tabii. yayın politik A'ma uymaz ise basamam.. 

içerikle; yazı çizi, abaküs takvimine bağıl fonksiyonlu gündemden bağımsız her türlü ivme, müzikal sinemasal veyahut herhangi bir sanatsal akım veya insan/topluluk üzerine güzelleme/röportaj/izlenim olabileceği gibi, bizzat bu güzellemelerin digital kayıtlarından da (mp3/avi/mkv vs) olabilir. elde nakış tekniği ile hazırladığınız işleri, iyi çözünürlükte tarama şansınız yok ise, posta adresimi isteyip (ki blog'da yazıyor), gönderebilme şansına sahipsiniz.. soru görüş ve önerileriniz için, DM ihbar hattını kullanabilirsiniz.. baskı parasına destek olanların kulakları ölene değin dert görmesin. amin. 

fanzinin içeriği; müzik/sinema ve zebelliyat (edebiyat değil abi) ile, bir takım ulvi olma derdi peşinde koşmayan görsel işlerden oluşmaktadır. yanında dvd vermemiz olasılık dahilindedir.. gönderilen işler redaksiyona/edit'e tabii tutulmaz ancak aşırı harf hatalı, göndermeden bir kez bile okunmamış baştan savma işleri, cildi bozar.. asayişi bozsa keşke. 

buraya kadar okuma zahmetine katlananların, e-posta adreslerine, fanzinin "degital" versiyonunu talep etmeleri halinde, pdf olarak ışınlanması düşünülecektir.. açık link pdf vermiyorum, nedenlerim de karakutumda muhafıza edilmiyor, açık ve net yani. 

cuma namazını, (görünmez) maskeli kılmanın güzel vatanımıza ihanet olmadığını ancak dinimizde riyanın en büyük günahlardan biri olduğunu hatırlatır, görünmez maskelerin corona bitimi de, öncesinde de olduğu gibi takılmaya devam edeceğinin bilincinde olduğumuzu bilmenizi isterken, "evde kalın" çığırtkanlarından uzak durmanızı salık veririz.. selametle. 

bu iş ile birlikte, bir çok başka iş de çıkacak.. olley. 

müzik dinleyek o halde: 

‪Camera Silens - Comme Hier https://youtu.be/8n38hgmT8oI ‬




işportal faaliyetler yeni dönem

işportamızın ara verip tekrar başlayacağımız (virüsmanik dönem bitmese de başlayacağımız, başka bölgede açmaya başladı zaten yan tezgah arkadaşlarım) yeni döneminde, tezgahımızda yıllar yıllar yıllar önce de olduğu gibi kaset/cd bulanacak.. bir fark ile: çooğ eskiden olduğu gibi korsan değil. orjinal direkt.. kanal bulduk bu konuda geçen hafta.. üstelik orjinal (zaten hiç korsan kitap işinen girmedim de) kitaplar için de kanal bulduk, elimdeki tüm kitapları kışın satmıştım, grubu ya da üç kağıt tezgahımızı yerinden takip edenlerin bileceği üzre.. 

eğer, verimli geri dönüş alırsak. yani kaptan köşkümüzdeki şarabımız eksik olmaz da üzerine de para arttırabilirsek, seneye ve öteki daha öteki senelerde de kaset/cd işi devam eder.. ve hatta tr'de müziklerini "fiziksel kopya" ile dağıtan müzisyenlerin de, her zaman olduğu gibi sokakta, parasal geri dönüşlü dağıtımcılığını sürdürürüz. pek kalmadı gerçi öyle müzisyen. olsun.. 

durmak yok, yoldan çıkmaya ve çıkarmaya devam.. 

he plak soranlar oluyor iki senedir. o işe girmiyom, yüküm ağır oluyo zaten.. bir de tezgahta plak satamam abi.. zorlar. taşıma sonrası heba olmasın çantada pahalı pahalı plaklar. zarar etmeyek yok yere.. çantamı bırakabileceğim güvenilir ve alma/bırakma saat sorunu yapmayan yer bulursam olursa belki.. bırakmam için mekanı gece yarısı kapatan yer lazım. bir de bırakırken yüzünü somurtmucak mekan sahibi.. yoksa yer çok.. başıma gelenlerden sonra, saçma minnet duygusu beklentisi ve almak isterken girilen tripleri kaldırmıyo bünyem😔


degitalizm

2007 sonlarında, zaten inciğine cıncığına kadar bildiğim bir konuda sertifika almak için, kursa yazıldım, havadan bir para girince eve. 

bugün biraz, aşı konusundaki, tutarlı ve bilime, araştırmaya dayalı bir kaç makale ve video ile oyalanırken, araya kaynayan "saçma" komplo teorilerine de denk gelince ki severim komplo, ciddiye alınacak minik bir kısmı dışında çöpe atabiliyorsan geri kalanını, eğlenceli oluyo. ama aklıma o kurstaki öğretmenim geldi bir kaç komplocu eblek zihnin teorisi sonrası.. doğal olarak konu gates'e dayandırılınca ki kendisi işin vizyon yüzü zaten, tıpkı bir çok politikacı ve liderin de vizyon yüzü olduğu, dünyayı yöneten güç denilenlerin de arkasında reptilianların olduğu gibi. şaka şaka, tek gerçek reptilianlar bir müzik grubu olan Reptilians From Andromeda benim için de. ; )

öğretmen ve kurs ne alaka, şu: 

kurs php ile ilgili. o dönem öncesi, yıl boyunca, içine javascript de ajax da gömüp, grafik tasarımını da kendim yapıp hazırladığım taslaklarla iş arıyoz, bulamıyoz. bildiğimiz şeyi bildiğimizi kanıtlamamız için resmi belge isteyen iş görüşmeleri ile muhatabız, gittik kursa.. 

öğretmen feci microsoft fanı çıktı sayılır. tam olarak fanı değil de, tarafı "açık kaynak kodlu" yazılımlar değil. benim tarafım belli. viva linux.

söylediği şu oldu: "bu linux'u kapitalist yazılımcılar çıkardı. hindistan gibi bölgelerdeki yazılımcıları, açık kaynak kodlu yazılımlara yöneltip, onların yazdığı ürettiği veya icad ettiği orjinal fikirleri kodları beleşe çalıp kullanıyorlar" 

bir şey demedim tabii üzerine artık, koca sınıfta, on kişiyiz, yankı yapmasın haklı gerekçelerimiz diye, sustuk es geçtik.. ciddiye almadık, ama diğer her konuda yetenekli ve bir öğretmen olarak anlatım becerisi güçlü idi, hakkını da yemeyek, bildiğimiz şeyi bildiğimizi ispat eden belgeyi aldık yani sonuçta; )) 

kısaca, eğer yeni dünya düzeni ile planlarla ilgili de, şu an günümüzde medyada (ailem izlio bazen denk geliom bu ara tv'de akıl sır ermeyen teoriler çok) ve çok aboneli kanallarda uzman kesilen "milli değerci" teorisyenler de, o benim 12 sene önceki öğretmen gibi, "bilgi" konusunda daha donanımlı olabilirler.. 

ancak, önemli olan eldeki (zihindeki) malzelerle ortaya ne koyduğun, kısaca bakış açının yönünden ziyade görüş açının kaç megapiksel olduğudur. 

zannediyorum o yüzden, yan tezgahımdaki okuma yazma bilmeyen işportacı kardeşim, çok daha iyi görüyor olan biteni.. 

diyceklerim bu kadar efenim. bilgi önemlidir, ama şu aşağıdaki alıntım ile süslersem, kast ettiğim daha net anlaşılıp, bilgi fetişizminin değil, eylem (ki aktivistlik aslı) ve söylem uyumunun daha saygı duyulası olduğunu ifade ettiğim anlaşılır. 

bunu neden yazdığıma gelirsek, bi yerde gene sscb güzellemesine karşı üç cümle kurup yanlış yerlere taşınınca mevzu, kendimi de savunmasız bulunca, yazasım geldi. Tuşder biliyor detayını zaten, ben ölünce anılarımı yazıp parayı vuracak kendisi.. ; )) 

coronaydı, aşıydı, gatesti, windowstu, komplo teorisiydi derken olay soğuk savaş yıllarına kadar uzuyor, kaynakça kaynakçayı link linki getirince karşına vs vs.. biraz da kodlama merakın varsa gates dolaylı başka linkler çıkıyor karşına dönen diğer mevzular hakkında. (android/ios/sosyal medya/bilgilerimizi konumlarınızı verilemizi saklıyorlar paylaşıyorlar "artık" diye, daha önce yokmuş da yeni çıkmış gibi) 

teori/bilim/felsefe/sanat vs vs bağımsız veya kendi ideolojisini/devletini/kültürünü ya da savunduğu hedeyi futbol takımı gibi bir fanatizm ile tutan bir kafadan çıkmıyorsa iyidir elbet ve resmi tarih resmi gündem resmi kurum resmi örgüt resmi medya resmi BELGE ise benim için değersizdir vs vs  bunun yerine yaşanan deneyimlere ve o yaşayış tarzlarının/bölgelerin/canlılığın gördüğü zararlar üzerine deneyimsel ifadeleri kaale alıyor olmak, öncelikli tercihim çünkü.. sonra bunu düzenleyip, meramımı uzun bir metne dökçem.. fanzin için. çala kalemden çıkarıp. tutarlılıklı.. verili merili.. 

ne sscb imiş.. üzerine de ne google/apple imiş başka kafalarda arkadaş, bi kurtulamadık övülmesinden, hiçbir yanlışını dile getiremicez, dövüyolar: )) 

.. 

alıntı değil, kendi cümlen (veya ifaden/düşüncen, deneyimin de denilebilir)

düşüncelerini
sürekli olarak
bir alıntıyla dile getiren insanlar
aslında
hiçbir şey anlatmıyorlardır

çünkü
öğrenilen bilgi
yeni bir fikir oluşturmak yerine
tekrarları geçerli kılmıştır

ve bu durum
annenizin anlattığı
tarife göre
yemek pişiremeyip
misafirlerinize
hazır çorba ikram etmenize
benzer

16.nisan.2009


4 Mayıs 2020

buy THAT life


BUY THE SELF

buy the empty

buy the own

buy THENothing

ölü
adamın parmakları 
boşluk 
artı boşluk 
boşluk yutacak boşluğu 
arda kalan hiçbir şey yok 
hiçlik dışında 
ve son zamanlarda dostlar 
balkonumdan ya da ekranımdan  
geçip giden akışı  
izlemek dışında 
yapabileceğim 
hiçbir şey yok 
arda kalan zaman 
koca bir sıfır 
zihnimin içinde 
sessizliğin korosu 
son yeni hitini fısıldamakta 
eksi bir desibelde 
hâlâ ölmedin derken seçil 
bunu 
çoktan ölmem gerektiği için mi 
yoksa 
hâla ölmediğimin farkında olayım diye mi 
söylediğini 
bilmiyorum 
evet ölmedim 
ne yazık ki 
ya da iyi ki de 
ama ölmedim ve 
hayatta kalmak için yerine getirilmesi gereken 
fiziki şartlar dışında 
hemen hemen hiçbir şey 
yapmıyorum 
balkona çık-odana dönl 
nefes al-nefes ver 
arada bir yemek ye 
su 
uyu ve uyan ve uyu ve uyan 
terle ve duş al 
tırnaklarını kes 
traş ol 
tamam tamam pekala 
son üçünü yapmadan da 
yaşayabilirsiniz ama 
hakkınızda pek iyi şeyler 
söylemeyecektir sessiziğinizi 
tek duyabilen 
ev arkadaşlarınız 
aileniz? 
öyle de denilebilir bir bakıma 
ki pek kötü şeyler işitmedin de sen 
bugüne kadar 
onlardan ya da şunlardan 
ama iyi şeyler işitmediğin de aşikar 
hatta gerçekleri işitip işetemediğin bile 
şüpheliyken 
kafandaki durağanlığı 
üç beş dizeyle 
anlatamazsın 
anlayamayacakları için değil 
bir anlamı olmadığı için 
bunun ya da 
herhangi bir şeyin 
her şekilde 
her çıkmaz sokağın bir girişi vardır 
mühim olan 
arkanı dönebilme cesaretini 
ortaya koyabilmek 
vazgeçebilmek yani 
çıkılamayadabileceğini 
kabullenebilmek ve 
başka bir yol aramak 
herhangi birisini 
olası ufacık bir ihtimali 
farklı bir yol dene 
şarap yerine meyve suyu mesela 
ya da tuz yerine eroin 
arap kağıdı yerine jilet 
uhu yerine idam ipi 
başka bir şey 
ya da çalışmak yerine dilencilik yapmak 
fanzin yerine domino taşı 
edebiyat yerine dedikodu 
karınca yerine ağustos böceği 
ya da ağustos böceği yerine karınca 
aşk yerine haset 
anlayış yerine ambargo 
bugüne kadar ne yaptıysan tersini 
herhangi başka bir şey değil yani 
ölmeden önce son kez 
gülümseyebilme çabası bu 
içten bir şekilde 
içinde zihnimin var olmadığı 
her koşula olasıyım 
hepsi bu 
son zamanlarda 
epey uzun bi 
son

görseller reklam değildir 

bilinçli yerleştirilmiştir metne 





image