22 Haziran 2012

tekomatik

tekomatik

duruyorum öyle. yapılacak onca işe rağmen, gerçek anlamda hiçbir şey yapmadan. durup düşünmüyorum bile, sadece duruyorum. duruyordum.. şimdi başladım düşünmeye.. aslında düşünüyor sayılmam. sadece şu an, durmamaya başladım. yazıyorum.. hiç olmazsa hala yazabiliyorum. onca zaman sonra. ama gerçekten düşünmüyorum. taramalı tüfek gibi kullanıyorum klavyeyi. her bir harf, ruhuma batan iğnelerin, geri çekilişi, ters açıdan.

hala ringdeyim. bir savaş vermediğimin farkındayım ama. bir savaş vermiyorum. bir savaşın içine istemeden dahil olduğum için, düşmanımın eskimiş silahını, (çünkü sürekli ekipman tazeliyor pezevenkler) ona karşı kullanıyorum. kullanmak zorundayım. savaş karşıtı değilim. barış yanlışı hiç olmadım. ama onların kendi aralarında düzenledikleri, anlaşmalı maçlara karşı oldum hep.

çünkü onlar anlaşıyorlardı, ya da anlaşamıyorlardı, paylaşıyor ya da paylaşamıyorlardı, ama hakem bile olamıyorduk. teknik direktörlüğe bile kabul edilmiyorduk, takımı sahadan çekeriz diye. sadece, seyirci ve oyuncuyduk, ve oyunu iyi oynamazsak, sakat kalmamızın hiç bir sakıncası yoktu.. sayımız, bir bölgede, tehlikeli bir boyutta azalıp çoğalmasın yeter.. gerçi bu sefer de, göç ettirilirdik, dengeyi sağlamak adına..

ne diyorum? farkında mısın? bir biz’den bahsetmiyorum, bir siz’den de bahsetmiyorum. birliğin dışındayım, ama tekil olamıyorum, iznim yok! odamdayım şu an.. hepsi bu.. duruyorum öyle.. yani saatlerdir duruyordum. beni dururken pek az görürsünüz, sürekli bir koşuşturmaca içerisindeyimdir, odanın içinde bile. bedensel veya zihinsel akışlara gebe, bir dramatizasyon bu. müzikli bi draje.

odamdaki gürültü, gün içindeki, zihnimi işgal eden gürültü kirliliğine karşı, bir tür filtre görevi görüyor. uzanıyorum. ne gündü ama. adımın sadece, "işçi" olarak tarif edildiği, ve altına imza atmak zorunda bırakıldığım, ve bunu ret ettiğim için, onlarca sorgudan geçirildiğim bir gün.

dedim ya, istemeden dahil edildiği bir savaşta, kendi ruhunu koruma ve kutsama görevini, kendi kendine verdiği kendi görevini, kayıpsız tamamlamak dışında, başka bir dert edinmeyen, bir adamın, ninnilerini dinliyorsunuz şu anda..

aslında okuyorsunuz ama dinliyor da olabilirdiniz, çünkü yazılarım sadece, içimden konuştuğum şeyleri, dil yerine parmak kullanarak, dışarı aks ettirdiğim, bir tür navigasyon. navigasyon mu? evet öyle! sağır mısın? ve ayrıca evet, ninniler.. hani çocuklara, uyumaları için, annelerinin okuduğu şeylerden.. ben uykudayım çünkü. uyanmış olan sizlersiniz.. sağa sola da, üzerinde "uyanın artık" yazan etiketler asan sizsiniz.

söz konusu mesele, kendisinin, kendi varlığının, bir etiket olarak asılması noktasına gelince, ismini vermekten bile kaçınan.. sürekli olarak toplu hareket halinde olan. topsuz alanda, formasının üzerindeki numarayı bile sökebilecek kadar, tedirgin, plakasız araçlar gibiyiz.. işyerinde her konuda itaatkarken, barda isyan ediyoruz her şeye..
dün danıştaydan aradılar beni.. yani annem öyle dedi.. “senin ne işin var ki danıştay da” dedi. ben de geçen gün biraz sert gittim yazarken galiba ve birileri birileri ile kulaktan kulağa oynadı diye düşünüp sevindim. yanılmışım. danıştay değil danışmaymış.. iş görüşmesi. danışma demişler. ne alakaysa?

annem “kim arıyordu” deyince, herif, işyerinde çalıştığı bölümün adını veriyor. telefona ben çıksaydım, başka bir yere bağlayacaktı belki.. ben de o kadar cahilim ki, biri şikayet edilirse, kim arar bilmiyorum.. danıştay ne ki?

"size bir konuda danışmak istiyoruz, acaba kürtajı çaktırmadan nasıl yasaklayabiliriz?"
"bi referandum yapın, porno sitelerinin yasal ve beleş olması gibi bir maddeyi, kürtajın yasaklanması ile aynı pakete dahil edin, maçın galibi sizsiniz"
"ama o zaman imajımız sarsılır girdo bey"
"ben düzerim, şey pardon, düzeltirim, imajınızı, yeni seçimlere ampul yerine çeşme amblemi ve başka bir isim altında tekrar gireriz"
"isim önerileriniz nedir acaba efendim?"
"asalet ve bandırma partisi olsun"
"bandırma nedir efendim?"
"balıkesirde bir yer, balıkesir bilinçaltımda derin acıların eşkenar merkezlerinden biri"
"ülkenin güvenini bilinçaltınıza teslim etmemiz sizce doğru mu efendim?"
"verdiğiniz kararları, zaten bilinçaltımızdakileri çözmek üzerine şekillendiriyorsunuz, sorun olmaz, işin içine bilinç katarsanız bitersiniz, o kelimeyi lügatınızdan silin, kimse hatırlamasın bile, sizin dışınızda kimsenin bilinci yerinde olmamalı"

sonra telefonu kapattık. işe alınmadım kısaca.. kısaca, işe alınmıyorum, işten atılmıyorum, ve her şey olağan hızıyla devam ediyor. ne bir artma ne de azalma, sabit, stabil.. sonra işe gidiyorum, pazar günü işi ektiğim için, bu arada bizim işyerinde hafta pazartesi değil pazardan başlar ve hafta tatili yoktur, ve kimsenin bu konuda şikayet ettiği de yoktur. siz insanlara yediyüz lira maaş verirseniz, ve onlara “günde onaltı saat çalışır mısınız” derseniz, hemen “evet” derler, ek para kazanacaklardır, ve para her şeydir. para her şeyi satın alamaz, ama herkesi satabilir, açık ve net mi? benim saatim 2buçuk küsur lira şu an.. kol saatim değil, bir günümün yirmidörtte biri. kol saatimin yirmibir yıllık geçmişi vardı kolumda, ta ki.. neyse, küfretmicem. devam edelim.

sonra işe gidiyorum. pazar günü işi ektiğim için bana, cumartesi işe gitmemişim gibi, bir tutanak düzenleniyor. tarih cumartesiye ait. çakıyorum mevzuyu ama çaktırmıyorum.
“ben pazar gelmedim burda tarih yanlış” diyorum
“ne önemi var ya ha cumartesi ha pazar” diyorlar
“olsun” diyorum, “düzelttir imzalarım”
aracı eleman, “ya abi imzala geç, işim gücüm var daha” diyor
“imzalamam” diyorum, yukarı çağrılıyorum, yukarı, yani aynı miraç gibi, geçiyorum bir bir katları, tanrı katındayız, soruyor:
“senin sorunun ne?”
bu arada, arada kaynayan mevzuyu çaktınız mı? hata yapmadılar, pazar çalışmıyor onlar, resmi kağıtlar üzerinde.. çünkü haftanın yedi günü işe giden bir insana, adı batasıcalar cemiyetine mensup olan üst düzey düzenbazlar, yedinci gün için çift yevmiye gibi bir kıyak geçmişler, sağ olsunlar.. sağ olsunlar mı? yapılan hiç bir kıyak karşılıksız kalmaz! çeliştim gene.. onlar hiç çelişmezler, bir madde, başka bir maddenin sıvası olabilir bazen.. hepsi bu.. o yüzden adı anasaya olabilir. içerisinde iki olumsuz takı var, a ve na adında, anormal, namüsayit. a-na-yasa. kendilerini çifte korumaya almışlar, tanrı katında.

neden hep tanrı katında diyorum? çünkü onlara göre, şöyle bir algı var; ve bu algıyı, kendi kümelerine dahil ettikleri bazı civcivlere de kanıksatmışlar:
"bir işçi işten kaytarıyor ve ona söylenen günlük çalışma temposunu yerine getirmiyorsa, kazandığı para haramdır ve öte alemde sorgusu ağır olur"
"iyi ama, ben de hak ettiğimi kazanmıyorum ki" dersin, derim yani, benim dışımda başka bir enayi, böyle bir cümle kurmazdı. bunun gibi binlerce cümlem var. "sendika gelsin mi" sorusuna da "evet" diyen tek tük hıyardan biri de benimdir, koca işyerinde. ne güzel ne güzel, devam edelim. güzel bir sokağa çıkartıcam sizi. sağdan düz gidip, sonra sola dönücez, az ilerden gene sağa, falan filan, bakıcaz ki, ne yöne dönersek dönelim, hep aynı yola çıkmışız..

devam edelim. edelim mi? ben ediyorum. açmazlarınızı, kapamak zorunda kalarak üstelik. kağıdı çok iyi karmışlar, falım çıkmadı hiç. ama hep değişik yerde tıkandığımız algısı üzerine, çok güzel bir emprovize resim yutturmuşlar bize. gerçi arada resmi, revizyonist bir algıyla, açmazdan çıkmaza sokabilecekler de olur. olmadı değil; post-post-post-post anarkia. (ben ordayım, sen hala yüz yıl geride misin girdo?)

onbin yıl gerideyim amına koyayım. ve geriden gelmiyorum. orada kalmayı seçtim. durdum yani. hala hiçbir şey değişmedi. din yerine demokrasiyi transfer ettik insanlık olarak, hepsi bu. her şey hala aynı!

ne diyordum gonzales?
“ben de hak ettiğimi kazanmıyorum"
"ama sen anlaştın, adam sana maaş şu kadar dedi, kabul ettin"

o noktada, mavi ekran veren zihnimi deniz zannedip hülyalara dalıyorum. sonrasında, evet sonrasında:

saatlerdir hiçbir şey yapmadan duruyorum. düşünmüyorum bile. hiç düşünmedim. mantık, duygu barındırmadığı sürece, işinize yarar. duygularım, mantığı hesaba dahil etmediği için, işe yaramaz bir hale geldim. özet bu. devam edelim..

sonrasında, tanrı katına çıkıyorum işte, ara basamaklarda, imzayı ret edip. ve soru, aslında bin asrın sorusu olup, güneşin üzerine yazılmalıydı ki, her sabah hatırlayalım dünyaca: "senin sorunun ne?"

herkesin bir sorunu var. ve herkesin bir sorunu olduğunu, anca facebook ve twitter hayatımıza girince keşfettik. tek sorunumuz; "ben burdayım böyleyim ben de varım yaşıyorum beni fark edin halelo kız naber" demekmiş. ya da asıl sorunlarımızı unutmak adına suni gündemlere kapılıyoruzdur.

ister boyalı basın, ister alternatif basın üretsin, gündemler sunidir çünkü hiç değişmezler. sen haber paylaşmak veya takip etmek ve sonra sokağa çıkıp “holale devrim özgürlük halole” diye bağırmak ve arada birkaç banka camı kırıp biraz gaz solumak yerine, gidip ağaç kesen bir makineyi sabote etseydin, işe yarar bir eylem yapmış olurdun. anladın mı beni devrimci sülalenin en asil biladeri. tartışmaya kapalı bu bir konu benim açımdan, ALF-ELF ve bilimum benden yana olan primitivist yapılması gerekeni yapıyordur, nokta!

ne diyordum jessika?
yalnız olmaktan nefret eden, yalnız duramayan, insan ırkı. odamızdaki sessizliğin çözümünü bulunca, rahatladık.. ekrana bi kaç insan monte ediyoruz, işlem tamam.

"aa ama" diyor bana, "ihtiyaçlar yönlendiriyor teknolojiyi, günümüz dünyasında, değişen dünyada, modern dünyada, nasıl ki, cep telefonu gerekliydi, şartlar bunu mecbur kıldı, bugün işinden evine gelen ve yalnızlaştırılmış insanların nefes alma dertleşme konuşma ihtiyacını gideriyor sosyal paylaşım ve..." herif, sürekli evinde net üzerinde birileriyle konuşunca, nefes alıyormuş.. biyolojiye, onlinetasyon adında bir solunum sistemi ekleyelim.

odamdayım. hiçbir yerde olamıyorum. işyerinde işte değilim. evde, evde değilim. nette, nette değilim.  kimseyle konuşamıyorum. kendimle konuşuyorum. ona da kulak misafiri olan yok. bu durum, giderek, giderek, iç çarpımlarımının deklanşörüne daha seyrek basmama neden oluyor;  hiçbir şey görüp duymamaya, zamanla hiçbir şeyi algılayamamaya doğru gidiyorum. hani bazen keşfediyorsunuz ya, sizler, balta girmemiş ormanlarda ilkel topluluklar, ben de zihinsel devinimde ilkel sınıfına dahil edilebilirim yakında, onlar nasıl ki uçağa ok yolluyorsa yani.. ya da boyalı basının kamerasını anlamıyorsa kendi dünyalarında bir yere koyamıyorlarsa.. sa..

anlaşılamamaktan şikayetçi insanlık.. anlayamamaktan şikayetçi olması gerekirken..

sonra sen, üç yaşındaki çocuksun abi, elinde bir uçan balon, ve büyüyorsun ama balon hep elinde, bilmem kaç sene geçiyor, sana sürekli büyüdüğün hatırlatılıyor ama balon hep elinde yani, sımsıkı tutmuşsun, bırakmıyorsun, ama bırakıcaksın, sadece tek başına izlemek istemiyorsun onu uçarken, giderken, bir yerlere, gökyüzünde kaybolurken, sonra, sonra gelip, "a, gel beraber izleyelim" diyor biri.

bırakıyorsun balonu. aynı anda patlatıyor. daha ip elindeyken. ve elinde patlamış mısır var bu sahnede diğerinin. elindeki patlamış uçan balondan sapan yapıyorsun sonra işte. yok başka yapacak bir şey.. kayışı kopardın.. intiharı aştın. seri katil olma yolunda ilerliyorsun.


22.haz.2012 – 06:30

18 Haziran 2012

zackeva

zackeva

demokrasi adı verilen son derece totaliter bir sistem var. burada insanlar 4 yılda bir oy vererek kendilerini yönetecek insanı seçtiklerini düşünüyorlar, oysa bir pusulaya mühür vurmak dışında, yaptıkları hiçbirşey yok, sayılıp sayılmadıklarını bile bilmiyorlar, her şey olanca hızıyla belirsizliğini ve buna rağmen kesinliğini koruyor. burada adına pastacı denilen, ve her ne olursa olsun olanlardan bi haber ve memnun bir kitle var. en çok onların üzerine oynanıyor, çünkü en çabuk onlar kendini eleveriyor, hiçbirşey umurlarında değilmiş gibi bi halleri yok, kendileri dışında hiçbirşey umurlarında değil, kapana kıstırılmamışlar, kendi kendilerine girmişler o kapana, memnuniyetle, ve çıkmak da istemiyorlar, huzurlu değiller orada ama düşünmeleri gereken büyük büyük sorunlarla yüzleşmiyorlar, küçük dertler, ülkenin gidişatıyla bağlantısızmış izlenimi verilen kişisel tantuniler..

onu öldürmeliydim diyor zack, ilk anda yapmalıydım bunu, o zaman bunlar gelmezdi başımıza. kimi diye soruyorum, atatürkü elbette diyor, yo hayır, muhammedi öldürmeliydim, karar veremiyorum, peygamber ve süfyan arasındaki bu savaşta, bir kazanan ve kaybeden olmaması ne acı. ölenler var sadece. insanlar hâlâ ölmeye devam ediyor bir şeyler için, ama bu hiçbirşeyi değiştirmiyor. verilen üstünlük savaşı, alçaklar arasında bir çatışmadan ibaret.


hikayenin çok ama çok eskilere dayandığını söyledi bana. miladdan öncesine. hatta miladdan öncesinden de öncesine. ne kadar oldu diye sordum ona, ademden de önceydi dedi, ya da şeytandan sonra başladı, bilemiyorum, bir yerde bir şey rayından çıktı işte, pardon, rayına oturdu demek daha doğru. sonra? sonra olanca hızıyla gelişti her şey, ve şimdi buradayız. bir tek, somut demir parmaklıkları eksik olan ama yine de insanların kendilerini son derece özgür sandıkları bir ülkede, dünyada hatta. kendini özgür sanıyorsun, çünkü dileyebileceğin her şey, sistemin izin verdiği sınırlardan ötesine geçemiyor. zihnin öylesine yönlendirilmiş ki, hem özgür olduğunu düşünüyor hem de sistemin çizdiği sınırlar dışında herhangi bir şey düşleyemiyorsun. düşlemesine düşlersin ama, hayal gücün bu kadarına yetiyor. bu, tıpkı, avcı toplayıcı bir insanın interneti hâyal bile edemeyeceği bir zamanda, dilediği ağaçta dilediği kadar meyve yiyebiliyor olmasını özgürlük sanmasına benziyor, ama onun ki, gerçekten bir özgürlük, senin ki ise; verili komut sistemi dışında bir alana çıktığında, kendini bile suçlu hissettirebilecek kadar, derin bilinçaltı mesajlarıyla, kafeslenmiş bir şuurdan ibaret. vatanın için kılını bile kıpırdatmayan sen, vatanının haini olduğu söylenen birini, kolayca linç etmeye hazır konumdasın; görevini yapmışsın çünkü, seçmişsin, gerisi onların işi, senin değil, diğerlerinin de. onların, seçilmişlerin yani. seçenler ise, bir tur daha beklemek zorundalar, pas demiş olsalar bile, bekleyecekler. olay bundan ibaretti, bundan ibaret kalmaya da devam ediyor, aradan geçen 13 sene sonunda. size bunları, geleceğinizden naklediyor olmam, sorununuza ışık tutmayacak, inanmayacaksanız çünkü, inanmayacak ve mücadele ediceksiniz, ve etmelisiniz de bana kalırsa, ama sonunda, sonucunda, kaybedeceğinizi bile bile, girdiğiniz bu savaşta, kazanın da olmadığını, görebiliyor olmanız. her iki şekilde de, sistem, error verdiği tarafları tamir ederek, yeni bir sürüm yayınlayacak, upgrade edicek kendini, her olası isyanda, bir yama yayınlayacak. ve medeniyetin dişlileri, giderek daha sık yağlanırken, pas tutan yanlarınızı, tek kişi kalana kadar, canavara benzetmeyecek. 18 haziran 2012

see nothing

see nothing                      
onu aradım. evet yaptım bunu. yıllar önce de aramıştım. yıllar boyu. hayat boyu. arayış değildi, kelime, aramak da değildi abi aslında, sadece, tam olarak, beklemek, bu noktada, daha doğru bir tanımlama olurdu abi, aslına bakarsan. aslında aslına bakarsan.. güzel oldu lan.. aslında aslına bakarsan.. ha abi? neden olmasın ki? kötü bir kopyasına baktığını anlayana kadar, neden güzel olmasın?

bilmem dedim, sustum ben, dinliyorum, devam et oğlum, beni sen çağırdın, sen anlat

onu bekledim abi. evet yaptım bunu. yıllar boyu. öylece. sesimi çıkarmadan. kafamı bile kaldırmadan. belki görürüm diye bakınmadan sağa sola. yoldan geçenlere ya da yoluma dönmeye çabalayanlara aldırış etmeden. öylece durdum. çekimser bir dilenci gibi belki. neresinin sakat olduğunu haykırmayan, acıyan tarafını açık etmeyen, arkanızdan bir dua sözü vermeyen, ve hiçbirşey de istemeyen bir dilenci gibi.. tanır dedim. dilenci olmadığımı anlar. orada o şekilde, duruyor olmamın, aslında sadece bir duruş olmadığını anlar. ya da herşeye karşı gözümü kapatabiliyor oluşumun, göz yummak değil, görmezden gelmek değil, gözünü kapamak sadece, bir kaçış olmadığını, anlar. herhangi bir noktada, herhangi birşey için, her hangi bir flama bile açmamam gerektiğini, bilir. tanır o beni. hepsi bu abi.

sonra dedim, geldi mi? buldu mu seni? tanıdı mı?

sonra abi. gerçek anlamda, telefonun tuşlarına dokunarak, ezbere bir şekilde, pat pat pat, tuşlayarak onları, sanki 112'yi tuşlarcasına, basarak o tuşlara, aradım. her sarhoş halimde, evimin yönünü veya anahtar deliğini, veya anahtarlarımı çantanın neresine gömdüğümü, ezbere buluşum gibi.. çaldı. ve sadece çalmış oldu. arkadaşım geldi sonra, bira almaya gitmişti, geldi, "neler karıştırıyorsun gene" diyerek, geldi ve oturdu ve saatten haberim yoktu. içiyordum sadece. hiçbirşeyden haberim yoktu abi.. sigara ve bira ve... sigara ve şarap ve.. sigara ve oksijen.. ve sigara ve sigara.. yanında birşeyler olsun veya olmasın, yanımda birşeyler olsun veya olmasın. o ve ben, bütünleşmiş gibiydik, sigaradan bahsediyorum abi, ondan değil. bütünleşmiştik, onun için bırakmıştım abi biliyor musun?

aptalmısın oğlum sen, sigara bırakılır mı dedim, ee ardından?  telefonunu açmadı mı yani?

açmadı abi. duymadığını dile getirdiği ve nasılsın diye sorduğu bir mesaj attı bir gün sonra.. sonra. hmm. sonra eve geldim. oturdum. bi şarap daha açıp o-damda gizlice, uyuyacağım demişken valideye kapatıp tüm kapıları ve ışıkları ve dünyanın kepengini indirip varolan herşeyin üzerine oturdum abi. odamda bir başıma. sokakta bir başıma. orda veya burda. oturdum sadece. beklemeden de herhangi birşeyin geçip gitmesini veya dönmesini birşeyin etrafında, bekledim

geçip gitti mi?

kim abi?

kimden bahsediyordun ki oğlum? ıyice kafam karıştı..

hatırlamıyorum, çok karışık.. uyandım sonra. ve bi sevgilisi olduğunu gördüm. bu kadar çabuk? bi ayda abi, bi ayda, hepsi bi ayda buluyor..

ne hissettin dedim, gözlerinin içine bakarak, fena içiyorduk, o ve ben, tek başımıza, iki başımıza, iki başlı canavarcasına, şarabı, yudumyudum, şakır şakır

ne mi hissettim? ne mi? hiç. şaşırdım abi. hepsi bu.

şaşkınlığını gizleyebildin mi diye sordum, sonrasını önceden anlatmasını istercesine, olayın nasıl sonuçlandığını, tekrar arayıp aramadığını veya başka birşey işte..

bilmem diye karşılık verdi. ne mi hissettim? bak anlatayım, herife acıdım tamam mı? sevgilisine yani. gerçekten acıdım. kendimi düşündüm ve acıdım.

neden acıdın? bir kıskançlık ya da öfke nöbeti ya da onun gibi birşey geçmedi mi içinden..

içimden geçmiyor hiçbirşey benim abi dedi, takılıp kalıyor, geçemiyor, filtreli bi ruhum var, zehri kalıyor..

siktiret şimdi edebiyat yapma dedim, herife neden acıdın?

acıdım işte. ve haklı çıktım sonra..

sonra derken?

çünkü üç gün geçti aradan abi, anlıyor musun? sadece üç gün, başka bir sevgilisi oldu.

nası yani oğlum, ben sen, o, biz siz kim onlar gibi bir şey mi?

o ne ki abi dedi, sigara aldın mı sen?

yani anlamadım oğlum dedim, hangi zamandan bahsediyordun ki

üç gün sonra başka bir sevgilisi daha oldu abi işte

ona da acıdın mı diye sordum

hayır dedi, ben kendime de acımam

ama ilkine acımıştın

üçüncüsünü görünce, ona da acımaktan vazgeçtim. güldüm sadece, abi, kendime, ona, diğerine, alayına güldüm. bu kadar salak olamazdık, yani, anlıyorsun değil mi? bu kadar salak olunmaz amına koyiim

kendini aptal gibi hissediyor olmalısın dedim

kendimi salak gibi hissediyorum dedi

aynı şey

aynı şey değil abi, aynı şey değil, hiçbirşey tamamen birbirinin aynısı değildir, benzer öğeler bizi birbirimize yakınlaştırır, tamam mı? benzer öğeler, aynı tarz müzik belki, sevdiğin bir filmi senden önce sevmiş olabilmesi anlıyor musun? bunlar bizi yakınlaştırır, ama sen o siktiğiminin kitabını okuduğunda, siktiğiminin adamı, siktiğiminin romanında, açlıktan bahsediyorsa, sabah ne yiyeceğini bilemediğinden ve ertesi gün napacağını kara kara düşünüyor olduğundan bahsediyorsa ve sen onu okurken eğer, annene sorduğun çay var mı sorusuna var ama şeker kalmamış paramız yok yanıtını alıyorsan ve dolabı açtığında görebildiğin tek şey, soğuması için buzluğa konmuş içi su dolu kola şişeleri ise, kolayı geçtim bir sineği odandan içeri girmeye ikna edebilecek kadar bile imkanlara sahip değilsen, anlıyorsun değil mi abi ne demek istediğimi , eve nasıl dönücez abi ya, son otobüs kaçtı, para yok

siktiret evi, yürürüz, yatarız, şu bu, ee o romanı okurken sen..

ya işte abi, ben o romanı okurken eğer, son akşam yemeğimi dün sabah  yediysem, peynir değil, peynir değil bak abi, lor ekmek yiyorsam, daha ucuz diye, arabesk yapmıyorum bak, yanlış taraflara gidicekse keselim,

yoo arabesk de güzeldir oğlum, neden takılıyorsun, konuş sen, dinlerim

güzel filan değil abi, güzel olan hiçbirşey yok

sarhoşuz oğlum

alakası yok abi, sarhoşum ama onla ilgili değil mesele bak, anlatayım, sen eğer, o kitabı almak için, çalmaktan bile korktuğundan ama, anlıyor musun? korkak itin tekisin çalamıyorsun değil ama, annen üzülür diye abi, yakalanırsan, annen üzülür diye, çalamadığından, para biriktirmek için okula yayan gidiyorsan, ki o herifler annelerini hiçe sayarlar, uyumsuz bir genç olma adına harcarlar bazı iyi şeyleri de yaşamlarında, ki her anne iyi olmayadabilir, ama sikik burjuva yaşantısının bunalımından sıkıldıkları için değiştirmeye çalıştıkları dünyalarından bile vıcık gibi konfor akar anlıyor musun abi?

anlıyorum dedim, neden anlamayayım, sen romana dön bi bakayım, orası yarım kaldı, hangi roman bu?

ne önemi var ki abi dedi, roman işte, knut hamsun açlık diyelim mesela, ne önemi var, roman olmasın da kuram olsun, ne önemi var, kuran olsun isterse, hiç önemi yok bence, olay şu abi, sen o herifin anlattığı hali yaşıyorsan zaten, ve o herifler sırf hiçbirşeyler yanlışlıkla siklerine takılmasın diye, öyle bir algı oluşturmasınlar diye, dışarda ve evde dinledikleri müzikler bile farklıyken, yani anlıyor musun bilmiyorum da abi, para kaldı mı ya eve nasıl gidicez biz

gitmeyi veririz dedim, siktiret

sabahlar mısın burda benle yani?

kendimle çok sabahlıyorum ben dedim, akşamlıyorum da, hep kendi kendimeyim, kendi kendimden başkasıyla konuşmayı beceremem ben

anlatayım abi ben o zaman, anlatayım da, ne anlatıyordum amına koyayım

roman diyorduk, çayım vardı ama şekerim yoktu

he abi tamam dedi, montumun yakasını düzelti, montunun yakasını düzeltti, montumuzun yakasını düzelttik, bak dedi, sigara kaldı mı ya?

bulurum ben şimdi dedim, kalktım, birkaç ağaç ilerdeki çiften bi sigara dilendim, döndüm, oturdum, yaktık iki sigarayı, bi sigarayı, ve devam etti sonra, akıl almaz bir hızda konuşarak, kendi kendimle:

bak abi dedi, olay ne biliyor musun? sen o siktiğiminin herifinin yazdığı şeyi okumadan önce önsözü okursun, lan herif hep öyle yaşamıştır bir de anlıyor musun? hayatı boyu. güneşinin gücünü biraz daha zayıflatır bunu biliyor olmak, kendinle kıyaslarsın herşeyi amına koyayım, birşeyden kurtulmaya çalışmıyor-sundur, o herifler kendilerinden kurtulma savaşı verirken, ait oldukları yaşantı-dan, benliklerinden, kurtulma savaşı verirken, sen birşeylerden kurtulmaya de-ğil kendini birşeylerden kurtarmaya çalışıyorsundur, anladın mı beni, sonra abi, aynı kitabı düşün, o adam lüks bir kahvaltıdan sonra okur ve tanrım der herife, sürekli anlatırlar okudukları herşeyi herkese, herkes tanrıları oluverir bir anda, tanrıları sürekli değişir, idolleri, dölleri, iyi de abi tanrıyı bi düşünsene, tanrı ate-iste ne diyor abi? o yazdığı kitaplarda, ne diyor.. dinsel metinlerden söz ediyo-rum. bu herif, sonra, aynı şeylerden bahsettiği şeyler yazıyor, okuduğu ya da gördüğü ya da dinlediği şeyleri anlatıyor tamam mı? bi yerden duyuyor, ex ça-kıyor, sırf kulaktan dolma herşey, ve sonra anlatıyor da anlatıyor, empati yapı-yor yani, patik bile öremez oysa, neyin empatisi, havaalanı ile ilgili roman yazı-cam deyip havaalanının bekleme salonunda takılıyor bir ay, gözlem mözlem, lan dal yarak, insene aprona, yukarıdan aşağısı nasıl görünüyor bilmiyorum ama a-şağıdan bakıyormuşçasına yazıyor bu herifler yukarısını anladın mı? ama onlar-da yukarda yaşıyor aslında.. ki önemli de değil aslında, aşağısı yukarısı abi, me-sele o değil yani, mesele parada kitlenmiyor, parada çözülmüyor da, para değil mesele, başka bir şey...

hatuna dönelim mi?

ne dönmesi abi, allah insanı terazi burcunun şerrinden korusun

öyle değil be yavrum, konu dağıldı çok diyorum dedim, sen iyice karıştırdın meseleyi, hani en başta bekliyordun falan, birini
kimseyi beklediğim yok benim be abi, ne lan bu, balıkçı mıyız biz? oltamıza deniz kızımı takılacak? iyice saçmaladım ben orada, en iyiler yalnızken güçlüdür demiyor mu amca

ya iyi de, o amca öyle diyor, sen en iyiyim mi diyorsun şimdi yani?

ha ne abi, nası, orası gelmedi hiç aklıma

e öyle tabi oğlum, yalnızlık filan hikaye, kimse yalnız değildir, en fazla yastığa sarılırsın, en fazla gider çoktan ölmüş şarkıcılarla konuşursun, ölmüş yazarlarla, en fazla tanrıyla konuşursun oğlum, o sana cevap vermese bile yaparsın bunu, dua edersin lan, hem de var ya, ağlayarak edersin böyle, bi arkadaşım anlatmıştı ordan biliyorum

ne duası abi, ben hiç dua etmem, tanrı var mı sence?

var veya yok, ben işin orasını bilmem, herif giriyor bi gece yatağa, ağlamaya başlıyor, allahım bana bir eş yaratmadın mı diyor ağlarken, hem dua hem isyan ediyor anladın mı hem istek hem sitem.. ağlamış ama baya..

sonra abi, kabul olmuş mu duası

yok oğlum, tanrı kandırmış bunu, dalga geçmiş

yapma be abi, sonra, nası kandırmış ya anlamadım

hemen ertesi gün, göndermiş bi hatun buna

oha ertesi gün?

ya da diğer günlerde, gelmiş ama biri, böyle peri kızı gibi birşeymiş, prenses  gibi, ama kraliçesi kayıp, kralı kötü bir prenses, kraliçe olmak istemiyormuş anlayacağın

e bizim hikaye işte abi, zengin aile bunalmış delikanlı modu

yok yok, öyle değil, harbiden istemiyormuş

abi kim kraliçe olmak istemezki, tanrı neden kandırmışki herifi, o kadar da ağlamış

oğlum, tanrı işte, ne diyebilirsinki, iplerimiz onda sonuçta, karşı çıksan kodese, boyun eğsen kafese sokuyor..

yok be abi, o kadar da kötü değildir bence tanrı, ama üzüldüm herife, umutlanmıştır
hem de nasıl oğlum, bana anlatırken bile ağlıyordu herif, o gün hem sitem etmiş hem dua, yastığa sarılmış, uyumuş filan, sonra gelmiş hatun işte, çocuk bile düşlemişler iyi mi, o derece yani..

neden ayrılmışlar abi, nası anlamış tanrının onu kandırdığını

he şeyimi diyorsun, bana eş yaratmadın mı modu

evet abi, nerde patlamış teker?

herif arada kızı kırıyormuş ama, gönlünü almak için de bazen günlerce belki bi gram uyumadan mektuplar filan yazıyormuş, herşeyini verebilirmiş ona, hani şey oğlum, bana dedi ki, alaadinin sihirli lambasını bulsam hiç dilek dilemeden direkt ona götürürdüm dedi

o da aptallık be abi, biri için kendini hiçe sayarsan o kişi de kendi için seni hiçe sayabilir

e öyle tabii, biraz, ama kızın bencil tavırları bunaltmış adamı en sonunda, elinde verebileceği bir tek sessizliği kalmış herifin, hatun da çok dayanamamış sessizliğine, hemen başkalarını bulmuş.. parası bitmiş herifin, borcu artmış, o yüzden nefret ettiği işinden bile ayrılamıyor şu an da, hergün bir işkence günü olarak başlıyor, bi küfürle açıyor gözlerini, bi kez ben de kaldı, içtik filan böle, sabah uyanırken, ben hâlâ pinekliyordum, o işe gidicek diye erken yattı falan, abi bi uyandı, işi de ekti o gün ama, öğlene kadar kendine gelemedi, güne başlayamıyor bir türlü, aslında gün bitsin de istemiyormuş artık, öyle sabit kalsın, bi vakitte, mesela imkanı olsa zamanı durduracak, insanları dünyanın dönüşünü, güneşi ayı, herşeyi, tanrıyı bile, kendi dışında herşeyi

nedenki abi, orayı anlamadım

kendi kendine durup, "of ülen çok yalnızım" demekle, sade bir şekilde, ama yine kendi kendine "sensizim" demek arasında dağlar kadar fark var moruk, o hesap bu işler.. kimse yalnız değildir dememle ne demek istediğimi anladın mı şimdi, en fazla tanrıyla konuşursun falan, kendi kendine ya da belki ha?

kendi kendime konuşmaktan sıkıldım abi ben, kendimi dinlemiyorum artık, duymuyorum yani dinlemiyorum derken, ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor gibi değil, sustuğumda iç sesim devreye girmiyor artık abi..

uzun zamandır düşünmüyorum oğlum ben de, sürekli bi koşuşturmacadayım  o fanzin senin bu kolaj benim, ordan oraya, dön baba dönelim, sürekli zihnimi meşgul edicek birşeyler bulmam lazım, kitap okumak filan değil ama, okumuyorum kitap, anlamıyorum da artık okuduğumu, yazdığımı bile anlamıyorum ben, sen anlıyor musun?

boşver abi dedi, sigara bulsana gene bana, para kaldı mı, bira noldu bizim, bitane daha vardı, eve nasıl gidicez biz? eve dönüş yolunu hatırlıyor musun?

yolu çoktan kaybettik oğlum dedim, ev çok uzakta kaldı artık, yıkmışlardır belki, içerde kimse oturmuyor diye, siktiret, gel bi sigara bulalım..

18.06.2012 – 03:30

14 Haziran 2012

kukuleta..

kukuleta..

ardından bir sigara yaktım. ardından, bir sigara daha.  ve hemen ardından. böylece devam etti. ne kadar bilmiyorum. sigara üstüne sigara. hemen hemen aralıksız diyebileceğimiz bir hızda. peş peşe. ardından. yani, sigaranın ardından sigara derken, aynı zamanda, ilk sigarada, bir şeyin ardındandı.

ardından sigara yaktım. belki de, verilmiş bir sözü bozmak, sözünde durmamış olmak, söylenilmiş olan yalanlardan, inanılmış olan yalanlardan, inandırılmış olan yalanlardan, intikam almak içindi.

ciğerlerine yazık ediyorsun dedi, seçil. az önce dedi bunu. bikaç saat kadar önce. ben size anlatmaya başlamadan önce, o günü ve o geceyi, ve onun öncesini, ve sonrasını, anlatmaya, başlamadan, bi kaç saat önce. geldi. pencereyi çaldı. yerinden söktü camı. alıp götürdü. geliyorum diyerek.. ve beş ya da oniki salise içinde, tekrar belirdi. bu kez odanın içinde.

naptın sen dedim. bu soruda zaman eksik diye verdi karşılığı. neyin zamanı anlamadım dedim. soruda zaman eksik dedi, ben de anlamadım, ve daha bir kaç şey daha.. ne zaman naptım, neyi naptım, belirsiz ifadelerden hazetmem bilirsin, biraz gerizekalıyımdır ben.

böyle bir durumda, genellikle, karşı tarafın sözü, estrafurullah olurdu, ama benim, hiçbir zaman, nezaketen dahi olsa, uydurulmuş laflarla, işim olmadı galiba. boşver dedim, hepimiz zaman zaman gerizekalı olmak zorundayız, başka türlü, kaldıramazdık, onca yükü. camıma naptın?

senin cama ihtiyacın yok dedi, dışardan gelen sesleri, zaten duyamayacak kadar sağırsın, ve dışarıdan kimsenin de odana bakıyor olma ihtimalinden rahatsızlık duymayacak kadar körsün, napıcaksın cam ve perdeyi..

peki ya soğuk dedim, soğuk hava dalgasının oluşturduğu etkenler?

onu da geç diye karşılık verdi, sen üşüyor olma halinden hoşlanırsın.

peki dedim, sen bilirsin. neden burdasın?

bunu biliyorsun dedi, zaman zaman çağırıyorsun bizi, özlem öldü, tuncay öldü, refik kayboldu, geriye bıraka bıraka en işe yaramaz  heteronym kaldı. ben.

özlem ölmemiş dedim ona, abisi yalan söylemiş.

ha ha ha şeklinde güldü, gülmedi, dalga geçerçesine yapmacık bir gülüş koydu ortaya, kendini kandırma oğlum dedi, sen de en az benim kadar iyi biliyorsun ki, yaşadığın gerçekliği ortadan kaldırabilmek için, oyun oynuyorsun kendi kafanın içinde, siktiret özlem'i, başka bir isim de başka bir şey olur ya da, onu da siktiret, beni de, herşeyi, gördüğün tüm yanılsamaları veya gözardı etmekten yorulduğun gerçekliği, siktiret! açık ve net, kelime bu: sik.tir.et!

si ile başlayan bir kelime duyunca sigara içme isteği duyuyorum dedim

yak o zaman bitane dedi

elimdeki yanıyor zaten

bitane daha yak, biri bitmeden diğerini ateşle, on parmağında on sigara olsun, buna ne dersin? on parmağında on marifet gibi ha?

sekiz parmak arası boşluğunda sekiz zehir dedim, bu daha iyi değil mi?

neyi değiştirir?

bu soruda bi çok şey eksik diye karşılık verdim, anlamadım.

bok anlamadın dedi, domuz gibi biliyorsun neyden bahsettiğimi

onu ilk kez bu kadar sert görüyordum, yo hayır, onu geçmişte bir çok kez, sert, öfkeli, kendinden emin bir öfke halinde, yalın, dolaysız ve yalpalamadan konuşur şekillerde görmüştüm, ama konuştuğu kişi, bu koşullarda, daima refikti, ve ilk kez, bana karşı, bu kadar öfke dolu, ve acımasızlık içeren gözlerle bakıyordu. o gözler bana aitti, ona değil. kendi gözlerimden kendime bakıyor, az önce bakkaldan aldığım, yani az önce derken, yine bir kaç saat öncesi demek istiyorum, salise diye geçtiğim zaman dilimi de, size göre saat olabilir, ve sadece gerçeklik değil, zamansal anlamda da, algımı yitirdiğim için, günler ve haftaları, farklı alanlarda değerlendiriyorum.. aynı zamanda, benim birkaç yıl önce dediğim şeye, siz gayet pek tabii, iki saat sonra olacak birşeymiş ya da hiç olmamış veya olmayacak birşeymiş gibi düşünebilirsiniz, anlatırken, anlamlandırırken, demek istiyorum.

sürekli olarak, "yani, demek istediğim" deme ihtiyacı hissediyorsanız, ve bununla bağlayarak anlatmak istediğinizi tekrar açıklıyorsanız, ve tekrar, sonrasında, "aslında şöyle dersek" diyerek, tekrar, siz anlaşılamamak noktasında, derin bir kaygı içersindesinizdir, demektir bu. anlatabiliyor muyum?

ben, bunu çok sık kullanırım bu arada, "anlatabiliyor muyum?", "anlıyorsun ya?", "anlatabildim mi?". ve gelen cevap, hayır ise, ki genellikle "hayırdır", es geçiyorum, "boşver" gibi, "neyse siktiret" gibi. çünkü biliyorumki, zihnimdeki fotoğrafı, hangi açıdan çekersem çekeyim, var olan akış, gayet net aksayacak, aksanıma. ilk izleyişinde anlamadığın için, tekrar izleme ihtiyacı hissedeceğin, ve bu şekilde farklı keşiflerle, zihnini doyurabileceğin, boktan bir film değil bu. işte tam da bu yüzden moruk, eğer anlamıyorsan, kendini zorlama, zihnine kapalı olabilir, içinde bulunduğun koridorumun, tüm odaları. göremezsin, görmek istemediğin için değil, ben görmeni istemediğim için. devam edelim.

seçil geldi. pencereyi çaldı, söktü. gitti. tekrar geldi. bana, bir konferans, ardından bir zılgıt çekip, sonra koltuğa oturdu.

anlat..

ben de anlatmaya başladım sonra. odada kendi kendine konuşan, ya da sarıldığı yastığa, uyuması için, yastığın büründürüldüğü karakterin uyuması için, masal anlatan, anlatırken uyuyakalan, bir adam düşünün. mesele gayet basit, öyle değil mi? do you understand me?


ardından bir sigara yaktım işte, senin ardından, hemen o gece, senin eve sabahın köründe geldiğin, ve geldiğin evde benim olmadığım, hiç olmadığım, ve hiç bir zaman senin de olmadığın kendi evimde, bir sigara yaktım. hayır işte değildim. hayır evde de değildim. cehennemin dibindeydim. bu ne demek biliyor musun? cehennemin dibi?

bırak şimdi oğlum dedi seçil, seni duymaz, duymuyor, duymayacak, benimle konuşur musun?

bu sırada ellerini kollarını gözlerime, göz izama, baktığım kör noktaya, denk getirmek için çaba sarferek sallarken, "heey sana diyorum" diyordu. bağırıyordu gerçekten ve onu bi tek ben duyabiliyordum, anlayabiliyor musunuz? şöyle anlatayım: ah! kendimle çelişkiye düştüm. anlatıyorum. evin içindeki hiç kimsenin, kendisini öldürseniz, ve bu esnada imdat diye, avazının çıktığı kadar ve sesi kısılana kadar, bağırmasına izin verecek olsanız dahi, sizin dışınızda hiç kimsenin, çığlıklarını duyamayacak olması. çünkü, o andan, bir kaç an öncesinde, ben, eczaneye gidip geldim. hepsi bu. kadın vardı bitane, orada, tezgahın arkasında, ona bana içersinde iyi bir miktarda bir takım şeyler bulunan, bazı ufak haplar satıp satamayacağını sordum. bu şekilde değil ama. ona, hangi hastalığa iyi geldiğini bile söyleyebileceğim kadar, iyi bildiğim, bir hapın, adını ve soyadını söyleyerek, bir kutu istedim. hepsi bu. reçetesiz. aynı novalgin gibi, ya da panalgin. ya da aspirin. ya da başka sikriboktan bir şey gibi. ve bence, yani bana kalırsa, bu arada hiçbirşey bana kalmaz, kalsaydı kararsız kalıp size zaman kaybettirmez, hemen ne yapmanız gerektiğini söylerdim, net olarak ve duraksamadan, ama karar anında daima görmezden gelindiği halde tüm kararlardan en çok etkilenen bir karakter olarak, genellikle hiçbirşey bana kalmaz. bana kalsa,  ne diyordum amına koyayım? diyeceğim şeyi unuttum. herneyse.. seçil?

anlat!

sert, tavizsiz, ve aynen tipik bir sorgu memuru kıvamında, konuşuyordu. anlatmazsan ölüceksin der gibiydi ama, bunu da "seni öldürürüm" şeklinde bir tehditle yanıstmıyordu, bu, daha çok, nefes alıp vermekle ilgiliydi: nefes vermezsen ölürsün, anlatmazsan ölürsün, aynı şey.

aşırı şekilde yemek yiyip, sürekli olarak da kusan biri, kilo almaz. bunun gibi: anlat yoksa, ruhuna karışıp seni zehirleyebilir. kus yoksa, sindirip kanına karıştırıcaksın o maddeyi.

'susayım yoksa ölürüm'e zorlarlar oysa bizi, daima. ve burada ki, "ölürüm" de, az önceki "ölürsün"den tamamen tümleşik yapıda tersi bir anlama sahip. anlamıyorsanız, anlamsız kalsın. herşeyi anlamlandırmak zorunda değiliz ve aslına bakarsanız, "beni kimse anlamıyor" diyen insan, öznelde, kendini anlamıyordur. anlatamıyor demiyorum, anlamıyordur. ve kendini anlayamayan insanlardan, uzak durmaya çalıştığımı, anlatabilmek için, net olmayan insanlardan, kuracağı bir cümle için otuz sefer düşünen insanlardan, çekimser insanlardan, kararsız insanlardan, müşkülpesent insanlardan, hazetmediğimi, edemediğimi, ve yeni biriyle tanıştırılmanın bana o kadar da ilgi çekici gelmediğini, izah etmek için, kurduğum kırk farklı denklemde de, 'bilinilmek istemeyen' olarak anılan, x, gene karşıma çıkardı. y eşittir x ise.. ve birbirlerine çarpılmalarının sonucu da, x ve y'ye eşit değerdeyse, yani bir bütünlük varsa aralarında, bunları birbirinden çıkarıp sıfırlanmaya ya da toplayarak ayrılık yaratmaya, zorlamanın, gereği yok diye düşünüyorum. ama mutlaka, o x eşittir y denklemindeki, x'in iki yanında bulunan mutlak değer çizgilerini, görmezden geliyorum. ve yıkılan duvarlar sonrasında, toplamlar da, çıkarımlar da, çarpımlar da, çarpılmalar da, bölünmeler de, mutasyona uğrayarak,  beni irrasyonel anılara, geri götürüyor..

birinin karışık şekilde konuşuyor olması, kafasının karışık olduğu anlamına gelebilir mi dedi seçil. hayır, bunu ona ben söylettim, ve ekledim ardından:

kafamın karışık olduğu falan yok güzelim, ayrıca kafası karışık insanlardan da hazetmiyorum. birşey yapıyorsan, yapmışsındır, yapmadan önce tasarlanan ve her türlü "neden yaptım" sorusunu kapsayacak olan o kılıflar, yapılanı görmezden gelmemizi, veya es geçmemizi sağlamaz. en azından benim için, bu böyledir. olası, gerçekleşme ihtimali olan, her türlü hamleyi, gerçekleştirmeyi düşlediğin anda, olay bitmiştir. sonrasında, buna engel olan, her türlü "ama" itkisi, karşılıklı güveni zamanla zehirleyecek olan, maddeyi, solumanıza neden olur. birinin sana güvenmesi için, senin kendine güvenmen gerekir. ve bu bile, kendine güvenmeyen birinin, sana güvenmesi için, önkoşul olmaktan çıkabilir, çünkü günün birinde, zayıf düşerek, teslim olarak, gerçekleştirebilme ihtimali olduğunu bildiği her türlü hamleye karşılık, şimdilik kendisini frenleyebildiği düşüncesi, ona, "günün birinde..." şüphesine bağıl şekilde bir savunma mekanizması armağan eder. daha fazla devam edemicem buna. geçelim. yumuşatalım.

bi sigara daha yaksana dedi seçil, elindeki ölü.

tamam dedim, öyle yaparım. sen napıyorsun?

görüyorsun naptığımı, ister misin?

kaşığla çakmağı uzattı bana, sanki başka bir çıkış kapısı kalmamış gibi bakıyordu yüzüme, "özlem öldü, tuncay öldü, refik de kayıp, tamam mı? anladın mı? ve sen de tartarus'dan kaçmaya bile yeltenmiyorsun..

ama biliyorsun dedim ona, eurydice...

sikmişim eurydice'i dedi. onlar başaramadı tamam mı.. onbin yıl önceydi o. bitti gitti. gerçekliğinden bile insanların artık şüphe ettiği zamanlar üzerine, kurgulanmış, binlerce olasılık.. şuan.biz.burdayız. ya bir tünel kaz, ya da tüm kolanları havaya uçur, içerdeyken. kirişler onarılamayacak durumda zaten, bir üst kata, yeni bir kat, çıkamazsın, taşımaz seni, aşağıda olup bitenler.

aynı fikirde olduğumu söyledim ona.

aynı fikirde falan değilsin dedi, amcık gibi konuşmayı bırak, sen burda oturmuş, sigara üstüne sigara yakıyor, uyuşturucuya dönmenin eşiğinde, hergün alkol alıp, bekliyorsun.. hala beklediğine inanamıyorum.. garip kuramlarını, kimsenin anlamak için çaba sarfetmeyeği, saçma matematik argümanlarınla besliyorsun. biri sana, "beni kimse anlamıyor" dediğinde, itici buluyorsun, ama senin durumun daha vahim bana kalırsa, çünkü sen kendin dışında kimseyi anlamıyorsun. ve kendini onaylıyor olman, onandığın anlamına gelmiyor, hatta tam tersine, onaylamadığın herşey, çoktan onanmış, onere edilmiş, onarılmış, paketlenmiş, ve kullanıma hazır formatta, servise sunulmuş, satılıyor herkese..

yalnız değilim dedim ona, yanlıyım ben. yanılım. yalınım. bu kez ben de, sert bir ifadeye bürünmüştüm. kendimden yanayım!

bana kalırsa yana yatıyorsun artık, batmana az kaldı, hu huu, gemi devriliyor..

uyuz oluyordum gerçekten, ama karşı koyamıyordum iğnelemelerine, haklılık payı da olabileceği için değil, beni kurtarmaya çalışmadığı, aksine, tamamen dibe iticek şekilde, karanlığı yaktığı için..

umrumda bile değil dedim ona, burda bu şekilde ölmeye razıyım

ama ölmüyorsun canım dedi, tatlı bir sırıtışla birlikte, yaşama ihtimalin de kalmadı, yaşam destek cihazını fişten çekmemi ister misin?

bununla ne kast ettiğini biliyordum. haklıydı, domuz gibi anlıyordum onu, ve kendimi bile anlamazdan gelmekten başka, yapabileceğim bir şey kalmamıştı, bu odadan çıkmak ya da zemini çökertmemek için. yere sağlam basmamak adına, özen gösteriyordum adeta, çünkü aksi durumda, altımdaki boşluğun farkına varıcak ve yere kapaklanıcaktım.

cambaz ipinde dengede durmaya çalışıyorsun ama ben ip falan göremiyorum ortada, nabeeer? dedi.

üff hatırlatıp durma şunu dedim, biliyorum ben kendimi.. bira alıp geleyim dolaptan, ister misin?

yedinci biran.

birşeyleri sayıp durma olur mu? sigarayı, birayı, saati, günleri, yaşı, parayı, yolumdan geçen karıncaları, sayıp durmaktan vazgeç..

ben hatırlatıyorum sadece, unutma diye yani, şu ipi boynuna dolayalım mı?

tavan taşımaz beni.

yere çakılırsın, zemin de çürük hem, biliyorsun. bir alt katta, aradığın. yukardakiler taşınmış..

en tepedekini sikeyim.

kim o? başbakan mı?

tanrı

başın belaya girebilir

tanrının görmezden geldiği insanları, ona inananlar ciddiye almaz..

dürülülü.. mantık hatası! onlar kendileri dışında hiçbirşeye inanmıyorlar yavrum..

onlar, bu hikayede, bizi kabil, kendilerini de habil sanıyorlar. oysa onlar onan, bizde er'iz. tanrı her iki gruptan da nefret ediyor dedim.

konuyu değiştirme dedi, anlat, dinliyorum.

"ardından bir sigara yaktım işte" dedim ona.  hepsi bu.

toprak'a noldu?

hiç doğmadı o. hayal kurduk sadece.

hayal kurmakla hayat kurmak arasında kalın bir çizgi vardır, çocuk değilsin

biliyorum dedim ona, siktiret, uyuyalım mı artık?

bi sigara daha içmiycekmisin?

bitti

yoksa uyumazdın.

uyumuyorum ben, yatıyorum öyle, ölü gibi.

e öl o zaman işte, uyanmazsın bir daha..

üstkattan birilerinin düşmesini bekliyorum ben.

ben de, bir alt katı denemelisin diyorum..

birinci kattayım yahu, ne altı..

toprak?

yuh artık seçil, kendi başına intihar edemiyorsun diye, yanına arkadaş arıyorsun resmen, uyuyalım mı?

ölelim! çantasından bir paket sigara çıkardı, bunu söylerken. ve paketi açarken, gülümsüyordu, kapalı paket, jeletini açtı, kutuyu açtı, ve "ta tam" dedi, "süpriz".

içi boştu paketin. "anladın mı" dedi, herşey bu noktada kitli, senin umrunda değil mavran da böyle birşey işte, işine gelmeyince, uyucam ben deyip, susuyorsun. ama tek yaptığın, karanlıkta, sırt üstü uzanıp, tavanı dikizlemek.

kes artık dedim ona, oyun oynama benle, olur mu?  birileri takmış, "ben de emir kuluyum abi" lafına, herkes emir kulu anasını satayım, herkes masum, herkes yapmak zorunda kaldığı şeyleri itiraf edip af dilenme peşinde. biri de çıkıp, zorunluluk dediğiniz boklar, tercih edilebilir daha zor bir şeye götünüz yemediği için, seçtiğiniz bir şık sadece, diyemiyor. ışık görmüyorum ben, hiçbir şey de hiç bir şekilde; o yüzden sigarayı fener yaptım, yolumu aydınlatsın diye değil üstelik, gözümü karartıyor sadece, ki gözüme tuttuğunuz fenerin etkisini hiçe sayabileyim.

"büyük konuşma" dedi bana

sikmişim tevazuyu dedim. ben haklıyım tamam mı? daldan dala atlayan maymunların ağaçlarından biri olmayı ret etmeye de devam edeceğim, bir üst kata çıkmıyorum, bir alt kata itilmiyorum, hiç kimsenin de hiçbir yere itildiği, sürüklendiği, yol aldığı veya yapmak zorunda olduğu hiçbir şey yok.. kılıfların içine girip, çalacak zurnaya değil çalan kişiye göre, delikten çıkan yılanı oynamaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. önem verdiğimiz hiçbir şey yok, kendimiz dışında. ve bu yüzden iş yerinde, kullandığım vantilatörü, biri istedi ve isteyen kişi hatun diye, "oğlum hatuna yamanma" diyorlar, "ne veriyorsun salak mısın" diyorlar, ve ben hatuna onu verirken, birer saat dönüşümlü kullanak diyorum, çünkü o da sıcaktan bunalmış, ve hepimizin zorunda bırakıldığı tek şey çalışmak belkide çünkü toplu ve eşlenik düzeyde bir isyanı sürdürebilecek bağıl fonksiyonları mekanize edicek frekanslarımız sansürleniyor. ve bir vantilatörü bile paylaşmaktan uzak olan bencil kimyamız nedeniyle, kendi kazdığımız çukura gömülüp duruyoruz sürekli..

"hatuna noldu" dedi, söylediğim şeylerin hepsini heba edercesine

"bilmiyorum seçil" dedim, ardından bi' sigara yaktığımı söylemiştim

"sen her şeyin ardından bir sigara yakıyorsun zaten canım"

öncesinden de yakıyorum, kendimi sağlama alıyorum, sigara dumanından mütevellit sisim içinde kamufle ediyorum kendimi. anladın mı baağyan?

gülüyordu, gülüyordum. alıngan değildik. hiçbir konuda hiçbir şekilde hiçbirşeye.. kimsenin bize aldırış etmiyor oluşu, kendimize aldırmamıza yol açmıştı, ve seçil'in bana, oniki sene önce, bir takı tezgahında söylediği, şey geldi aklıma, kendinden vazgeçtiğin anda, sistemin olursun, ve dahası kendin dışında hiçbirşeyi önemsemediğin zaman da sisteme uygun açıklar bulursun, ihanetlerini, açıklayabilmek için, bir vicdan rahatlatması değildir bu, iyi görünme çabasından öteye geçen hiçbirşey değildir. ve herkes yeterince iyi görünmeye, iyileşmeye, birşeyleri de iyileştirmeye çabalar. oysa, birşeylerin, iyiye veya kötüye gittiği yanılgısını, herşeyin yerinde saydığı ve bundan hoşnut oldukları gerçeğini örtbas etmek için dizerler önümüze..

hatun noldu diye sordu tekrar seçil..

bi sigara içelim dedim ben de..

sigara bitti dedi..

küllahtan sigara yapalım mı dedim

kukuleta yapalım dedi. hala beni hayatta tutmaya çalıştığını biliyordum. hepsi bu.. sonra pencereyi yerine takıp, sıkıcı kapadı.. gitti. gelir gene..


14.06.2012 – 01:35
x