13 Kasım 2016

geriye dönüşler 2 – bölüm 9 - highest of the angels

“bunu yapma” dedi özlem
“neyi yapmayayım” dedim
“gidiyorum diye ağlaman gerekmez”
“ağlamıyorum” dedim, “ağlayacak değilim”

günümüzden 15 sene öncesiydi. 2001 yılı sonbaharı. karşıyaka’da bir evdeydik. o’nun evinde. yeşil halılı olan. sabahın beşinde uyanmıştık. uyanmıştık çünkü uçağı vardı. bristol’e gidecekti. aktarmalı. önce istanbul’a. sonra da. sonra. her neyse.

uyandık. ben hiç uyumamıştım gerçi. o arkasını dönmüştü. ben ona arkasından sarılmıştım. arkasından sarılıp ağlamıştım. o uyumuştu. aşırı sarhoştu çünkü. ben de sarhoştum ama onun kadar değil. sızmıştı o, demek daha doğru olucak. ardından alarma uyanmış -bir çalar saat- ve arkasını dönüp gözlerimi yaşlı görünce ağlaman gerekmez demişti, yapma bunu. neyi yapmayayım.

“tekrar gelicem” dedi ve bunu beni avutmak için söylediğini sanıyordum. şimdiyse ilk kitaptaki, hikayedeki açıkları kapatmaya çalışıyorum. anlatarak daha çok açık verileceği ise gerçek, kendin hakkında açıklar. öyle demişti seçil, ilk okuduğunda o lise defterinin arkasına çiziktirdiklerimi, “kendin hakkında çok açık vermişsin.”

“biz bir yere gitmiyoruz”
“gene geliriz”
“hiçbir yere gittiğimiz yok moruk”

özlem’in gidişinin ardından birer birer göndermiştim onları, seçil refik ve tuncay’ı.  bunu ben yapmıştım. yapmıştım çünkü artık yalnız kalmak istemiyordum. çelişkili görünebilir son dediğim, ama halüsinasyondan arkadaşları hesaba katarsak bu çelişki ortadan kalkar. sonra, yani ardından, birer birer gerçek insanlar gelmeye başladı, ne kadar çok gerçek insan gelirse, o kadar çok yaklaştım halüsinasyonlara. gerçeklerden kaçmak bir güçsüzlük belirtisi ya da korkaklık değildir. kabul etmediğin, edemeyeceğin gerçeklerle başa çıkmak yerine, yerine hayaletleri koymak.. yer değiştirmek. masallara ihtiyaç duymak. hatta yetişkinlerin yanındayken masalara ihtiyaç duymak altına saklanmak için, bir çocuk gibi, dediğim gibi, bir güçsüzlük belirtisi değildir. gerçek dünya alabildiğine saçma ve mantıksızlıklarla örülüdür çünkü. çalışmak zorunda olmak gibi aptal bir zorunluluğu barındırır mesela. ve bunun gibi daha başka bir sürü aptal zorunluluğu ifa eder. hatta sigara ve alkolün dışında ki tüm icatlar, buluşlar aptalcadır. bana kalırsa hiç çıkmamalıydık sudan. evrim basamak atlamamalıydı. bunları bana tuncay anlattı, ben de size anlatıyorum. tuncay’ı ben yarattım, diğerlerine de. ama şimdi, artık, beni gerçeğe demirden zincirlerle sıkı sıkıya bağlı tutan ilacım sayesinde, onlardan uzaklaşıyorum.

2pac “ümitsizim, beni bebekken öldürmeleri gerekirdi” diyor. ben de aynı fikirde olduğumu ilan ediyorum durmadan, son zamanlarda. ardından daha iyi zamanlara ait birkaç dilim aklıma gelmiyor, şimdi niye öyle değil diyorum, masalların olmayışına hayıflanıyorum biraz, ve gün boyu, hemen hemen hiçbir şey yapmadan uzanıyorum. yemek işemek ve sigara içmek dışında yaptığım nerdeyse hiçbir şey olmadan uzanmak. bir de iş ilanlarına bakmak var tabii. olmayan iş ilanları. bir zorunluluk olan çalışmak. olmayan para. bir zorunluluk olan para. olmayan ve zorunluluk olan daha başka bir çok şey. ve ardından ilacı bıraksam mı acabaya, doğru evrilen düşünce. ama bırakamam. çünkü tekrar, ıssız bölgelere uçabilir zihin. ıssız çünkü, orada seni kimse anlamaz. anlayamaz çünkü gerçeklikle bağını koparmışsındır ve bunu anlattığında herkesin hoşuna gider, bi eremedim o kafaya derler, ne içtiysem olmadı. sanki çok güzel bir bokmuş gibi. sadece endişe ve korku olan o ıssız bölge. ve orası, o gerçek dışılık, diğer kendi oluşturduğum gerçek dışılıktan, yani masallarımdan kilometrelerce ters açıda kalır. o yüzden her şeyi boş verip masallara dönelim. nerde kalmıştık.

uyandı özledim. henüz ayılmamıştı. uçağı vardı. önce istanbul’a sonra berlin’e ardından bristol’e gidecekti. orada birine aşık olduğunu söylemişti ve bunun benim ondan uzaklaşmam için söylenen bir yalan olduğunu anlamam, yani öğrenmem uzun zaman alıcaktı. hayatı boyunca bana sadık kalıcaktı. sadece, sadece artık, hayatımı mahvettiğini düşündüğü ve bunu yapmak istemediği için gidiyordu. okuyacaktı orada. öyle demişti. ve uyandı.

“iki başlı ejderha hikayesini bilir misin” dedi bana.
“hayır” dedim. “kesin sen uydurmuşsundur.”
“hayır” dedi, “ben uydurmadım, bak şimdi, zamanın tekinde iki başlı dört ayaklı ve dört kollu bir ejderha varmış, iki kuyruklu iki kalpli falan, ve kafalardan biri dişi diğeri erkekmiş. ama bu şekilde hayatları daha zor geçiyormuş, her şeyi daima beraber yapmak zorunda kalmak bazen sıkıcı ve zorlayıcı olabiliyormuş. işte bilirsin aynı anda uyumak, aynı anda uçmak falan filan. ve dişi olan bir büyücüden bahsetmiş ona, bizi ayırabilir demiş, erkek olan pek hoşlanmamış bu fikirden, tüm zorlayıcı etkenlere rağmen memnunmuş bu halden çünkü onu kaybetmekten korkuyormuş. söz vermiş dişi olan onu asla bırakmayacağına dair. sadece bazen yalnız kalmak istiyorum demiştim. bu kötü bir şey değil. inan bana değil. çaresiz kabul etmiş erkek olan ejderha. ve ayrılmışlar. dişi ejderha bunlar ayrılır ayrılmaz uzaklara uçmuş. ve yıllarca geri dönmemiş.”

 hikayenin kalanını dönünce anlatıcam, dedi özlem. merak ettim, dedim. yaşayıp göreceksin, dedi. iki başlı ejderha olmak istediğini biliyorum ama bence biraz ağzından ateş yerine duman çıksın. dönücem. ama bu uzun zaman alıcak.

iki sigara sardı. birini bana attı. “bu bana son sigara sarışın sanırım” dedim.
“hayır değil” dedi gülümseyerek. “havaalanında da içeriz diye değil ama, gerçekten değil.”

evden çıktık. o zamanlar izban yoktu. otobüste tam havaalanına girmezdi. gerçi servis vardı ama o da epey pahalıydı. yani bize göre pahalı. her neyse.

bir saniye, anlatmayı  unuttum. biz evden çıkmadan önce, kapı çaldı, bir gün önce gece, seçil, sabah gelirim, o zaman vedalaşırız, demişti. oydu gelen. sımsıkı sarıldılar özlem’le. ve evden çıktık. üçümüz. otobüs yolculuğu. ardından bir sigara daha sardı özlem. uçağa bindi. ve bir sihirbazlık gösterisi gibi ortadan kayboldu. tam 20 yıl boyunca da, arada birkaç kez gelişi dışında ortalıkta gözükmedi. arada bir telefonda konuştuk, hepsi bu. dönüşte, seçil’e iki başlı ejderha hikayesini bilip bilmediğini sordum. “biliyorum ama senin bilmemen gerekiyor” dedi. ne kadar ısrar etsem de anlatmadı. ben hala içimde ufacık bir umut kırıntısı arıyordum. bu hikayenin devamında saklı olabilirdi.

her neyse, ardından, yani bir hafta sonrasında, seçil’i, ve daha sonra, refik ile tuncay’ı yolcu edip, hayatımdan çıkardım. ve nerdeyse 12 sene, arada bir kez refik’in gelişi dışında, onlarla görüşmedim. gerçek alabildiğine sıkıcı ve ikiyüzlüydü. ve şimdilerde tekrar, o gerçeklikle mücadele etmek zorundaydım. ama içimden gelmiyor. hayaletlerim de gelmiyor. ejderha hikayesinin devamını başka bir gün anlatırım. yoruldum.

13 kasım 2016


* başlık this empty flow’un bir şarkısının adıdır.