isimsiz – 2
orta okuldaydım. 3.
sınıfta. kimseyle konuşmuyordum, çünkü konuşmaya çalıştığım zaman harfler
boğazıma takılıp kalır, ne dediğim anlaşılmaz ve karşımdaki insan genellikle
gülerdi buna, ya da sorduğu soruyu geri alırdı, bazılarının cümlelerimi
tamamladığı da oluyordu, en nefret ettiğim şey de, “istersen yaz” denilmesiydi,
“istersen yaz denilmesinden nefret ediyorum” demek isterdim ama çıkmazdı işte
harfler. kekemeydim ve bu nedenle de susuyordum hep. o zamanlar çok
düşünüyordum insanların benim hakkımda ne düşündüğünü, hatta davranışlarımı
bile bunun belirlediğini söyleyebilirim – sadece o dönemler için. yok hayır,
öfkelendiğim zaman başka, o zaman kelimeler ardı ardına dökülürdü ve bu da
insanların beni inandırıcı bulmamasına yol açardı. sözlüye kaldırılmıyordum
mesela, hem zaten böyle bir risk ile karşı karşıya olduğum zamanlar okulu
ekiyordum. o zamanlar, bir icat çıkmıştı başıma, bir hoca, sanırım sosyal
bilgisi dersiydi, hoca bizi beşerli gruplara böldü ve her hafta bir grup verilen
konuya hazırlanıp geliyor, konuyu hoca yerine o grup sırayla anlatıyordu. benim
grubumdaki en çalışkan olan tip bana bir konu verdi, ve ben, anlatma sırası bizim
gruba geldiğinde dersi ektim, ilk devamsızlığımı da o gün yapmış oldum, ve
sonrası da devam işte, hatta peşpeşe okulu ektiğim zamanlar oldu, lisede bazı
zamanlar 1 hafta boyunca okula gitmediğim olurdu ve ertesi hafta tüm
arkadaşlarıma ayrı ayrı cevap verirdim, “merak ettik seni” derlerdi, “hasta
mıydın?”. Ortadan kaybolmak gibisi yoktu. hala bazı zamanlar ortadan
kaybolurum… ve eğer gene intihar etmeyi başaramamışsam, aynı soruları duyarım,
“merak ettik seni”. Neden merak edilirki bir insan. kimseye yaşadığımı
ispatlamak ve nasıl olduğumu açıklamak zorunda değilim, bunu kafanıza sokun!
telefon kapalı ise ve çalan zil sonucunda açılmıyorsa kapı, üstelik perdeler örtük ve hatta ev telefonunun
kablosu sökükse, sadece bekleyin, gürültü çıkarmadan, eğer hayatta isem,
mutlaka geri döner ve size “merhaba” derim. ama çoğu zaman hayatta olmamayı yeğliyorum…
Orta okulun son
senesinde, bir hatun, yan sınıftan biri ile çıkmaya başladı. bütün okul
biliyordu bunu, müdüre kadar herkes derya ile ilhan’ın sevgili olduğunu
öğrendi, 14 yaşındaydı derya, ilhan ise 13. ikisi de orta 3’te idi, ve teneffüste
elele geziyorlar, hatta okul çıkışı birbirlerini bekliyorlardı. bir gün, veli
toplantısından sonra annem eve geldi ve bana bunu anlattı, sınıf öğretmenimiz,
toplantıda bunu söylemişti alenen, kızlarınıza dikkat edin diye de bitirmişti
lafını, etek boylarına dikkat edin. henüz orta üçteydik ve meraklıydık diz
altınıza bile! oysa yan sırada oturan canan dizinden yukarısını da gösteriyordu
bize, bunu bilerek yaptığını sanmıyorum, ama sıra arkadaşım hasan dürtüyordu
beni bazen, ve kafamı çevirince, merak ediyordum daha yukarlarını… herkes böyle
zamanlardan sonra evde napıldığını bilir, utanılıcak bir şey değil bu…
saklamayın artık.
Ben de 13
yaşındaydım o zamanlar ve henüz kimseye aşık olmamıştım, bu aniden gelişti.
neyse, bir gün matematik dersinde, hoca bir soru sordu ve ekledi, “bilenin
sözlü notu beş olucak”, bize anlatmadığı bir konudandı soru ve pekala mantığımı
kullanarak çözebilirdim, çözdüm de zaten. ama bunu turgay dışında kimseye
söylemedim, çünkü matematik hocası şöyle bir şey de eklemişti sorunun ardından,
“sözlüden beş vermem için, tahtaya çıkıp, yaptığınız işlemi anlatıcaksınız”,
anlatmak mı, ben mi? Bu halimle üstelik, ve üstüne üstlük 50 kişinin
karşısında… hoca şöyle bir şey söyledi beş dakika sonra, “1 dakika daha size”,
ve 1 dakika sonra kimseden ses çıkmayınca, işlemi tahtada yaptı kendi,
defterime baktım, az önce karaladığım şey ile hocanın tahtada karaladığı şey
aynıydı, sınıfta benden başka kaçık var mıydı bilmiyorum ama ben sözlüden beş
almayı ıskalamış ve orta ile geçmiştim o dersten. bazen süküt altın değildir…
Arka sırada derya
otuyordu, bazen konuşmaya çalışıyordu benimle ama ben hiç bir sorusunu
cevaplayamıyordum, ve bir gün bütün okul çalkalandı, derya ile ilhan
ayrılmıştı… herkes bunu konuşuyordu, gerçek miydi değil miydi? Artık teneffüslerde
yanyana gelmiyorlar, okul çıkışı hemen eve gidiyorlardı tek başlarına. bu
olaydan 2 hafta sonra, tenefüste, ben canan’ın bacaklarına bakarken, hasan
geldi ve kulağıma şunu dedi, “derya seninle çıkmak istiyormuş, ne diyorsun?”,
kızlardan korkuyordum, bunu net olarak itiraf ediyorum işte, nedenini bilmiyordum,
ama korkuyordum, bu korku bir vampirin yada kurtadamın verdiği korkuya
benzemiyordu, beni korkutan şey kekeme oluşum, yani konuşamıyor olmamdı… ve
hasan’a tek kelime söyledim, “bilmiyorum” ve bunu o kadar hızlı söyledim ki,
hastalığım gafil avlandı ve hiç takılmadım. hasan arkaya giderek, derya ile
konuşmaya başladı. bende ön sıradaki muhabbeti dinlemeye başladım, dün gece ki
maçı tartışıyordu iki tip, ofsayt mıydı değil miydi? Ya da gerçekten ofsayttın
ne demek olduğunu biliyorlar mıydı… her gün top alırdım, 4 kişi ile paramı
birleştirip. ve hergün de patlardı top ve her teneffüs derse geç kalırdık,
minyatür kale maç yapıyorduk, ve o gün, “bilmiyorum” cevabımdan sonra hasan
tekrar geldi yanıma, “derya kesin bir cevap söylemeni istiyor” dedi, ve ben net
olarak “hayır” dedim, oysa o gün, gerçekten evet demek istediğimi biliyordum,
hatta şarkı söylemek istiyordum bazen, müzik dersine kaçık bir adam giriyor ve
sırayla herkese şarkı söyletiyordu, 40 dakikada, en az 10 kişi şarkı
söylüyordu, solo olarak… ve ben bu solo bokunu hiç deneyemedim, sıra bana
gelince, hasan kalktı ve, “hocam, arkadaş konuşurken…” diye girdi söze,
durumumu anlattı, ve hoca tamam dedi, ön sıradan devam etti olay. ve bir gün,
beden dersinden sonra sınıfa girerken, canan beni kenara çekti ve dedi ki,
“bence sen rol yapıyorsun, kekeme falan değilsin sen, sözlü olmamak için rol
kesiyorsun”, o an, arkamdaki bina üzerime yıkıldı, donup kaldım öylece, tek bir
harf çıkmadı cevap olarak, ağlamak istedim, bunu bile beceremedim! kaçıp
saklanmalıydım hemen. ama gidebileceğim bir yer yoktu, tüm okul tanıyordu beni,
okulun futbol takımında sağ bek oynuyordum ben, tüm okul biliyordu beni, maç
yaparken kekelemiyordum, “pas ver”, “sola kaç”, “orta yap”, “adama bas”, hepsi
takır takır çıkıyordu ağzımdan, hem de onca seyirciye rağmen… rol kesmiyordum,
bunu defalarca söylemek istedim ona, “tamam bacaklarına bakıyorum ama herkes 13
yaşında bacaklara bakar, ama rol kesmiyorum!”, oysa tüm sınıf çoktan binaya
girmiş ve beden hocası, ve aynı zamanda okul takımına beni alan tip seslendi,
“sınıfta yoklama alıp serbest bırakıcam” dedi bana ve gene yoklama da benim
adımı söylemedi, beni tanıyan hocalar zaten yoklama esnasında adımı
okumazlardı, listede sıra bana gelince kafalarını kaldırıp sınıfta mıyım diye
bakıyorlardı. ‘burda’ bile diyemiyordum çünkü!
Derya’ya, o ilhanla
çıkarken, ondan öncesinde de, onu ret ettiğim dönemde de aşıktım. yani o
yaşlarda aşk nasıl bişi ise, öyleydi bu his. ve bazen de şunu düşünüyordum,
acaba sadece ilhanı kıskandırmak için mi bana çıkma teklif etti, ya da bu da
hasan’ın bir şakası mıydı, ya da gerçekten derya da beni….” Hasan benimle dalga
geçerdi bazen, şaka olarak, ve beni öfkelendirdiği zamanlarda olmuyor değildi,
ama ilk o iletişim kurmuştu benimle, ve bana adımı sorduğunda ve ben bunu
söyleyemediğimde, en ufak bir sırıtış bile yoktu yüzünde. içi dışı birdi, ve bu
nedenle bazen bana kızardı, “ne biçim adamsın oğlum sen” derdi, “içinden ne
geliyorsa onu söyle, bunu söylemen 10 dakika bile sürse, bırak karşındaki ne
düşünürse düşünsün”. Oysa, lise 2’e kadar bunu başaramadım, ta ki, kafasındaki
her şeyi tüm dünyaya haykıran, üstüne de, “fuck the world” adında bir şarkı
yapan adamı duyana kadar. ve tabi daha sonra “Fuck All Y'all” da dedi.
Sınıf öğretmenimiz
olan kadın, beşli grup anlatımından sonra yeni bir icat daha geliştirdi, yıl
başında herkes bir kura çekicekti ve öncelikle herkesin adı küçük kağıtlara
yazılmalıydı, yazıldı da ve kurayı çektim, bana kimin çıktığını kimseye
söylememeliydim, bu önemli değil, ama sorun şu ki, sıran gelince tahtaya çıkıp
sana kimin çıktığını söylemeli, sonrada hediyeni vermeliydin. kuraların
üzerinden iki hafta geçti, ve yıl başından 2 gün önce, rehberlik dersine herkes
hediyeleri ile geldi, derya tahtaya çıktı ve adımı söyledi, şok olmuştum, ve
üstelik millet birbirine hediye verirken dikkatimi çeken şey de şuydu, erkekler
erkeklere hediye verirken, ya da kızlar kızlara, yanaklarından öpüyorlardı
birbirlerini, oysa bir kız bir erkeğe, ya da bir erkek bir kız hediye verirken
sadece tokalaşıyorlardı. bana ferat çıkmıştı ve ben bunu ona söylemiştim daha
önce, kuralı bozmuştum ama buna mecburdum, sınıftaki herkesin gözü üzerimdeyken
tahtaya çıkıp da, “bana”, ferat”, “çıktı” evet bu üç kelime, söylemesi o kadar
zor ki. ya o gün okulu ekicek, ya da önceden ferata durumu izah edip, bana sıra
gelince hemen tahtaya çıkmasını sağlayacaktım, öyle de oldu ve bunun için her
ikimiz de hocadan azar işittik. en çokta ben, sonuçta hata bendeydi. aslına
bakarsanız, bir çok kişi zaten kime kimin çıktığını öğrenmişti bile, çünkü
çocuklar sır saklamasını pek beceremezler, oysa hasan ve derya şu sırrı uzun
bir süre sakladı. hasan’a ben çıkmıştım ve onlar değişmişlerdi kuralarını,
derya tahtaya çıktı ve adımı söyledi, ve hediyesini verdi, üstelikte beni
yanaklarımdan öptü. tüm sınıf alkışladı bunu, bizim dışımızda diğer tüm
birbirine çıkan kız ve erkekler tokalaşmakla yetindi. cesur bi kızdı zaten o,
ama bana göre değildi, bunu daha sonra fark edebildim. genelde, eğer yüzeysel
bir aşk yaşıyorsanız, kendinizi budarsınız, karşınızdakini de. ve sonuçta her
iki tarafta, aşık oldukları yüze, istedikleri ruhu giydirip öyle evlenirler. bu nedenle, kısa bir süre öncesine kadar, son
dönemde bir hayli yaygın olan sanal aşklara, ve onların evlilikle bitmesine
olumlu bakıyordum. oysa bir gün maillerime bakmak için nete girdim, ve sikik
yahoo açılana kadar yan masadaki elemanı kestim… inbox’unda, tam 5 adet farklı
hatundan, (en azından farklı hatun isimlerinden) mail olduğunu gördüm. izledim
onu, ben herkesi izlerim, çünkü yazar olmaya çalışıyorum, bazıları yazar
oldular bile ve şimdi daha çok zengin olmak için kapandıkları köşklerinde hiç
bi sik yazamıyorlar… tip, yani yan masada ki, maillerini cevaplıyordu, bir tek
yahoo açıktı ekranında, ve size yemin edebilirim, 3 saat sürdü beş adet maili
cevaplaması. şöyle oldu, ben yarım saat nete girdim, kendi maillerimi
cevapladım ve çıktım, bu esnada tip ilk maili cevaplamakla meşguldü, uzun
yazmıyordu, alt tarafı yaptığı şey şuydu, hatun demiştiki, “merhaba, naber?
Okuyup okumadığımı sormuşsun, ben adana da okuyorum, haftaya açılıyor okul,
yarın ankaradan adanaya gitmek için yola çıkıcam, umarım iyisindir, kendine iyi
bak”, ve tip bunun karşılığında, “meraba, ben adanaya da gelebilirim aslında”
diye başlayan ve 2 cümle sonrasında, “görüşmek üzere” ile biten bir mail
yazıyordu, toplam 3 cümle. abartmıyorum, gerçekten 3 saat. yarım saat sonra,
tip hala ilk mailine çeki düzen vermekle meşgulken, netten çıkıp, 2 saat sonra
bana gelen 2 çağrı nedeni ile tekrar nete girdim, ve aynı masaya gittim, tip hala
ordaydı ve 4. maile kısa bir cevap yazmakla meşguldü, yazıyor, siliyor, tekrar
yazıyor, tekrar siliyor ve bir türlü emin olamıyordu hangi kelimelerin karşı
tarafı etkileyebileceğinden. ince eleyip sık dokumak bana göre değil, işte orta
3teki ben ile üniversiteden şutlanmış ben arasındaki en belirgin fark. bu
arada, üniversitedeki ilk yılımda, hocaya karşılık verdiğim için, sanırım 4 kez
dersten atılmıştım… artık her zaman her yerde, eğer konuşmak istiyorsam,
konuşurum. bir diğer farkta, evet canan’ın bacakları güzeldi, ama artık
çırılçıplak da gelseniz üzerime, etkileyebileceğinizi sanmıyorum… bu nedenle,
lütfen başka bir yol dene! (İşte bazen böyle tek bir kişiye ithafen kurduğum
bir cümle ile de bitirebiliyorum öyküyü, çok tuhaf, ama üstüne alınan birileri
olmalı) [ 22.10.2004 – 02:15 ]