30 Mart 2009

kum saati

seçimi kazanan partilerden bahsediyorlar televizyonda
“hepsi kazanmadı mı aslında?” demek istiyorum
sistem kazanmadı mı yani aslında?
insanlar yine gidip oy verdiler yani!
ve yine verdikleri oyun
bir işe yaramadığını gördüler
sonucun değişmediğini
üstün zekalı bir grup adamın
bize bir süre daha hükmedeceğini

insanlar oylarını verdiler
evlerine geldiler
ve televizyonlarındaki rakamlar
onları aslında sinir etti
yani birazını sinir etti demek istiyorum
o insanları anlatıyorum ben şiirimde
ve evet lan şiir bu, var mı itirazı olan?

düelloya tutuşabiliriz
kim daha hızlı bir dize yazabiliyor ölçebiliriz
ama şiir kişiseldir ve
ne kadar çok kişiye hitap ettiğin ile
ölçülmez kalitesi
hiç bir şeyin kalitesi ölçülmez aslında bu şekilde

çünkü karşımızda
üstün zekalı bir halk var
şanlı bir tarihi olan
düşmanı denizden atan bir halk
ve sen de anormal olarak
her an vatan haini ilan edilebileceğin bir konumda
denize yakın oturuyorken
hiç mırın gırın etme girdap
haritayı gördün
geliyorlar yavaş yavaş
yavaş yavaş geliyorlar
az kaldı sıfırlanmanıza
ve biraz da pis bir kumar var işin içinde
sen hayatında hiç oy vermemişsin
ve aptal bir korkuya kapılıp
diğerlerinden hiçbir farkı olmayan
ama hani yine de daha az korkunç olan bir filme
zorunlu bir figüran olabilmek adına
seneti imzalayanlar sarmış çevreni
katılmışlar yani demokrasi savaşına
ve senin gibi insanları
düşman ilan ettikten sonra
kafalarını kesmeseler bile
denize döker gibi
ülkeden gitmeye zorlayacaklar
hayır “git” demeyecekler sana
asla resmi bir işlem gerçekleştirmeyecekler
sadece ve sadece
boktan bir inat uğruna
hâlâ vatan demediğin sürece
gideceksin bu ülkeden
kendini gitmek zorunda hissedeceksin
gitmek zorunda hissettirecekler
yaşanmaz hale gelecek çünkü içine doğduğun sınırlar
yaşanmaz hale gelecek dünya
ama sen yine de
en azından ölene dek
hâlâ yaşanabilir bir kara parçası kaldı mı diye
merak edenlerle birlikte
kendini tıktığın kafeste esir alınmamak için…

için ne amına koyim?
niye yazıyorum ki?
her şey boşa akıyor nasılsa

bu bir kum saati ve
tersine çevrilmesi için
aşağı düşmesi gereken tane
biz ölene dek sona ermeyecek

30.mart.2009


kedi kız tekmeledi

bazen böyle
bir şeyler anlatırken
ortalık yere içini kusarken
acaba dinleyen var mı diyorsun
birilerinin de midesi bulanıyor mudur acaba diyorsun
yaşanan her şeyden!

çünkü benim midem bulanıyor
“hey orda biri var mı” bile diyemiyorsun oysa
haykıramıyorsun
yazıyorsun sadece
konuşuyorsun
hatta kimi zaman içinden konuşuyorsun
müzik yapıyorsun
film çekiyorsun
çeşitli boşluklar üretiyorsun kendine

ve sonra bir gün
ansızın
senin gibi düşünen
senin gibi yazıp çizdiğine inandığın
birini keşfediyor
ve “bi tek ben değilmişim lan” deyip
“bi tek sen” olarak kalmaya devam ediyorsun

yalnızlık kimi zaman iyi bir şey aslında
kimi zamansa
aniden ölüvermemek için
her şeyini sigaraya verdiğin
bir bekleme süreci
boş oda
boş duvarlar
boş şişe
dolu kül tablosu
ve dondurulmuş bir çift göz
dondurulmuş bir hayat
dondurulmuş bir beden

hiçbir şey görme
hiç bir şey duyma

* başlık özver yılmaz’ın bir şarkısından alınmıştır


30.mart.2009

22 Mart 2009

tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…

tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…

1.
tanıştık
birileriyle
bir şekilde
ve sonra başka bir şekilde,
benim yazdığımı
ve fanzinler çıkardığımı öğrendiler
ve dediler ki;
“hey ben de yazıyorum”,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor”,
“senin gibi yazmak istiyorum”,
“yazımı okudun mu?”
“tavsiyelerine ihtiyacım var”,
“seninle tanışmak istiyorum”,
“seni tanımak istiyorum”,
“seni tanıdığıma sevindim”,
“görüşebilir miyiz?”,
“dergimizde yazmak ister misin?”,
“yazım hakkında ne düşünüyorsun”,

ve ben de onlara,
çok kaba davranmak zorunda kaldım,
gerçekten çok kaba,
onlara dedim ki;

“herkes yazıyor”, dedim,
“hey ben de yazıyorum”, diyene,

“benim gibi yazmak marifet değil” dedim,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor” denildiğinde,

nasıl yazdığımı bilmediğimi söyledim,
“senin gibi yazmak istiyorum”, dediklerinde,

ve “yazımı okudun mu?” dediklerinde
okuyamamıştım henüz
ve belki de hiç okuyamayacaktım ama
“okuyacağım” dedim yine de,
çünkü okumak istiyordum
ama okuyamıyordum,

ve “tavsiyelerine ihtiyacım var” dedi biri,
“tavsiyelere hep ihtiyacım olmuştur” dedim ben de ona,

“seni tanımak istiyorum” dedi,
“kendimi tanımak istiyorum” dedim,
“kim olduğumu bile bilmiyorum moruk”.

böyle alakasız, ucube, yetersiz, kaba,
kimine göre kendini beğenmiş,
ama bence ironik ve tutarlı
cevaplar da verdim yani,

ve sonra bana,
“seninle tanışmak istiyorum” dediklerinde,
susup kaldım çünkü,
çünkü bir anlamı yok bunun,
tanışmanın,
arkadaş olmanın,
hayatında yeni insanların var olmasının,
falan filan falan filan,

“seni tanıdığıma sevindim” dedi,
“nerde görüştük hatırlayamadım” dedim,
“hayır yani yazılarından”
“duvarlarımı aşamazsın” dedim ona,

“görüşebilir miyiz?”,
“hava sisli görünüyor”

“dergimizde yazmak ister misin?”,
“nerde satılıyor, alayım bi’ ara, boş taraflarını karalarım kurşun kalemle”,

“yazım hakkında ne düşünüyorsun?”,
“yazlar sıcak ve kurak geçer burada”,

“seni seviyorum”
“eyvallah”.

## yayınlanmayan kısım şu ##


2.
sonra zaman geçti, hep vermek istediğim cevapları içimde tutarak geçti zaman, incelikli davranmak gerekmiyordu belki de, ama ben de incelikli davranmaya çalışmıyordum zaten, incelikleri olan bir heriftim ben, öyle demişlerdi, yalan söylüyorlardı, yalan söylüyorlardı çünkü her zaman için son söylenen kelime kayda değerdi, hayatınızı kimsesiz çocuklara adamış olabilirdiniz, ve ölmeden birkaç gün önce 8 yaşındaki bir kıza tecavüz edip, imajınızı yerle bir edebilirdiniz, kesintisiz bir düzeyde mükemmel kalmak imkansızdı, tutarsızlıkları vardı insanların, kararsızdılar, her konuda kararsızdılar ve kendilerini düşünmek dışında da bir şey yapmıyorlardı, daima kendileri, aynen benim gibi, kendi üzerine yazmak gibi, yaşamı kendi üzerine kurmak gibi, kendi hayatın üzerinden yola çıkarak düşüncelerini anlatmak gibi, devam ettim ben de, ettim ve gelen okları yanıtlamaya çalıştım, kibarca, sabit kalıp sussam ıskalamış olacaklardı, yapmadım ama, yıllarca bunu yapmadım ve kaybettim, daha fazla insan geldi, daha fazla insan, daha fazla baskı, çünkü insanların ortak zaafı, karşılarında susup dinleyen birini bulunca kesintisiz konuşmak, konuş dur amına koyayım, kim tutar seni, “dün başıma şu geldi Aysu”, “geçen yıl Tunç diye bi herifle beraberdim”, falan filan falan filan, kendi duvarlarınız aşınmaya başladıkça da zihninizin önünde başka bir duvar inşa edilmeye başlanıyordu, “çok saygısız bir kişilik girdo”, “çok küstahsın girdo”, “girdo burnun çok havada”, evet evet evet, hayır hayır hayır, bir saniye, n’oluyoruz, karar vermekte zorlanıyor muyum? karar verme anımda etki altında mı kalıyorum? kimseyi kırmamak? incitmeyeceğim seni güzelim, kapım hep açık sana, herkese kapım açık anasını satayım, kapım bile yok hatta, sonra, daha sonra, odada tek başına, odada tek başına… yok gelen giden, kendi kendini becer girdo..

sonra, sonra zamanla kendine değer vermeye başlar insan. insan sosyal bir varlıktır derler, ben kısmen asosyal bir herifim, kısmen aseksüel oluşum gibi yani, ve kısmen anormal.. her şey kısmen var olmakta. olabilmekte ya da. dengede demek daha doğru aslında, kısmen yerine dengede. denge hali. iyi ve kötünün arasında. tao. yin yang. akış. zihinsel akışa kapılıp giden yaşamsal akış. sonra?

sonra insanlar gelmeye devam etti. ve ben bir karar aldım. hayatımı sıfırlamaya bakacağım. kendim olmaya. kendin olmak, olabilmek, hiçbir toplumsal ve duygusal baskı altında kalmadan doğruyu, sadece doğruyu söyleyeceğinize dair yemin eder misiniz? kim edebilir? ben etmek istiyorum tanrısını satayım? n’apıcaz şimdi? bilmem… bilemem yani. hiç bir şeyi bilemem.. öğrenmek istemediğim şeyler de var bunun yanı sıra. mesela araba. araba nasıl çalışır? ne bileyim nasıl çalışır oğlum. otobüs şoförü bilsin onu. sonra? mesela post-modernite ne demek? ne bileyim ne demek? ama öğrenmek isterdim lan bunu. öğretilmek değil, öğrenmek.. kitap? evet, evet kitap.. ideal bir öğrenme şeklidir, insanın öğrenmek istediklerini kendi kendine öğrenebilmesi. geçelim efendim.. ne diyorduk? şunu;

incelikli davranmaya çalışmak, hayatınızı cehenneme çeviren bir fiyasko ile sonuçlanabilir, daha sonra bir boy aynasına baktığınızda arkanızda büyük bir topluluk görürsünüz, pençelerini size geçirmiş insan kalabalığı, ve hışımla arkanızı dönüp bir bakarsınız ki, hiç kimse yok, bu kez aynada sırtınız görünüyordur aynaya sırt çevirdiğiniz için, ama siz görmezsiniz onu, bir adım geri atar, aynaya yaslanırsınız, kendi sırtınıza yaslanırsınız bir anlamda, ve dersiniz ki; “hepimiz aslında berbat yazan tipleriz, bırakalım bu mesele üzerinde atıp tutmayı”.

ordan biri çıkıp der ki; “harikulade yazıyorsun moruk”,

“eyvallah” dersin ona, hoşuna gider çünkü bu, insanın hoşuna gider beğenilmek, kimsenin bu konuda bir itirazı olmasın, sol tarafımda yarı otomatiğe alınmış, şarjör ağzı bozuk bir mp5 var, onu kullanmayı zorla öğrettiler bana ve çok iyi kullanabilirim gerekirse, ne diyordum?

şiddet kullanmak zorunda kalabilir insanlar. pasifist değilim ben. anarşist de değilim, ama olsaydım eğer aktivistlerin tarafında yer alırdım. çok saçma bir şey iyilik meleği isa’nın “sol yanağını çevir” demesi. çevirebilirsin de aslında zaman zaman, ama bu kime-niçin-neden çevirdiğine göre değişebilir, yiğenim ağzıma sıçsa, “al tuvalet kağıdı” der uzatırım ona mesela, ama bunu sen yapamazsın bana mesela. anlatabiliyor muyum? ne diyordum?

bir hatun der ki; “yazılarına bayıldım adamım”,
“eyvallah” dersin ona, çünkü hoşuna giden bir şeydir bu. herkesin hoşuna gider. ve aradan geçen birkaç gün sonrasında, sorular beğenilen yazılardan sana yazılmaya kayar. duralım burada bir beş dakika.. ben bir sigara yakayım. siz kafanızı toparlayın..

evet, ne diyorduk? sıkıldım ben bu yazıdan..

“sokak edebiyatı nasıl bir isim lan?”

“maskeli bar taburesi” gibi bir isim işte, ne önemi var…

kendi ile dalga geçebilen insanları sinirlendirmek zormuş gibime gelmekte bu arada..

“susam sokağı.. sokak edebiyatı... sokam edebiyatı.. sokam edebiyata.. susam edebiyatı.. sokam susamı.. sokam susama.. sokam sus ama!” 7 eylül 2002 – girdolap.

eleştirilecek adamı iyi tanımak, eleştiriyi kabul edilir bir forma sokabilir. ve ayrıca açık verdiği noktaların farkında olan biri de, kendisiyle dalga geçip, bazı şeyleri ekarte edebilir.. bilmem anlatabildim mi? aynen devam, ama son bir hatırlatma, kafam atarsa, çok sert bir oku kınımdan çekebilirim, ve o zaman hakkımda yazdıklarınızın hayatta kalma şansı sıfırın altına düşer.. herkes kendi dalgasına baksa iyi olur kısaca… ha bu arada, aranızda ode to joy’u gören var mı?
22 mart 2009


aptallara karşı bir aptal

şimdi ben burada oturmuş
hiç bir şey yapmadan bekliyorum
insanlar gereksiz işlerde çalışmaya devam ederken
ben sıramı savdım
oturdum ve bekliyorum
sıranın tekrar bana gelmesini
uyumayı
uyanmayı
ve işe gitmeyi
ve eve gelmeyi
ve sıranın tekrar bana gelmesini
böylece devam ediyor bu oyun

kimine göre yaşamın
şu anki formuna göre
sürebilmesi için
herkes çalışmak zorunda
çünkü ihtiyaçlarımızı üretmek zorundayız
çünkü paraya ihtiyacımız var
çünkü o parayla
bizim gibi paraya ihtiyacı olanların ürettiği
giysiler yiyecekler canavarlar satın almamız gerekiyor
çünkü o parayla faturalarımızı ödemek zorundayız
çünkü bizim gibi çalışan insanların
bizim satın aldığımız şeylerden gelecek olan paraya ihtiyacı var
yani olay tamamı ile bir ihtiyaç meselesi
karşılıklı yardım ve dayanışma
hep beraber üreticez
hep beraber tüketicez
olay bu kadar basit yani
yaşamaya ihtiyacımız yok
nefes almaya ihtiyacımız yok
şöyle keyfimizce oturup
“evet lan karşımdaki duvarda sonsuzluğu gördüm” diyemeyiz
çünkü sürekli hareket halinde olmamız gerekiyor
bir yere gitmemiz - bir yerden gelmemiz
telefonumuzun çalması
ve çalınan hayatlarımızı umursamamamız gerekiyor
çünkü bir çıkış yolu kalmadığında
içine sokulduğun kafesi görmezden gelirsin
kendini aptal yerine koymak için
ve ben kendimi aptal yerine koymadan nefes alamıyorum
ama bu aptallık rolünden de
hiç hazzetmiyorum
yani her şey normal aslında
normal olmayan benim
her şey aslında sadece bana ters geliyormuş diye düşünüyorum
aslında ben de sizler gibi
“aa evet adam haklı personel eksikliği var” demeliyim
aslında ben de sizler gibi
“ekonomik kriz var adamlar haklı” demeliyim
sonra gözlerimi kapatıp
bana sunulan yaşam şeklini
gayet doğalmış gibi kabul etmeliyim
başka bir yaşam şekli olamazmış gibi yani
sonra işe gidip eve gelmeli
hatta iyice kafeslenmek için evlenip
bir çocuk dünyaya getirmeliyim
pardon 3 çocuk istemiştiniz öyle değil mi?
sonra ne vardı?
emekli olucam da nolucak ki
ben dünyaya çalışmak için geldim
üretmeliyiz ki tüketebilelim
herkesin bir işe ihtiyacı var
herkesin paraya ihtiyacı var
yani olay sadece
yaşamın sürmesi için
günde birkaç saatini satmak
hafta içini satarak
hafta sonunu kazanmak
ben işe gitmeliyim ki misal
siz yolculuk yapabilesiniz
yoksa bagajlarınızı kim taşırdı
mesela bir başkası da
son derece moderen bir restoranda
“buyurun ne alırdınız” demeli
sonra bir başkası
girdiğiniz bir sinemada siz yer göstermeli
birileri bir film çekmeli
biz de işte ne bileyim
zaman geçsin ya da
kız arkadaşımızı götürelim diye
onu sinemaya götürmeliyiz
sonra birileri bu işten para kazanmalı
o kazandıkları para ile uçağa binmeli ki
biz de para kazanalım
yani olay karşılıklı alışveriş
her şey olabilecek
en normal halinde yani
giderek de olağanlaşıyor her şey
yani kabul edilir bir şekle falan giriyor
ve birileri bundan hiç hoşlanmasa da
onların da paraya ihtiyacı var
onlar da çalışmak zorunda
ama emin olun ki
kafaları çok ani atar
ve geleceği düşünmezler
ve siz onlara böyle ukalaca
“geleceksin işe, izin yok” derseniz
bir de bakmışsınız ki
yeni bir işe yerleşmiş
sonra başka yeni bir işe
sonra başka yeni bir iş
yani aslında o da çalışıyor
ama sürekli çalışmaktan kaçıyor
oradan oraya oradan oraya
orta oyunu geldi aklıma
birde orta dünya
birde ortalık orospusu
bunlar öyle rastgele
bir anlık çıkıveren
çağrışımlar sadece
bir anlamı yoksa bile
hoş bir akış sağlıyor
ve açıkçası hepiniz aptalsınız
ve açık olan şu ki ben de aptalım
ve biz bu dünyanın en aptal türü olarak
zeki falan olduğumuzu zannediyoruz
dünyanın tek zeki varlığı biziz
ve zannediyorum ki
örneğin kuşlar
bizden nefret ediyor
sonra balinalar
onlar da bizden nefret etmekte
ayılar bize gülüyor mesela
ve sonra biri
böyle işte ne bileyim
abuk sabuk dizeler yazıp
onları boşluğa fırlatıyor
ve sadece sadece sadece
şöyle bir on sekizinci dünya savaşından sonra
geriye kalan on sekiz bin insanın
çok daha güzel bir dünyada
fazla üremeden yaşayabileceğini düşünüyor
ama bir insanı öldürmek suç olduğu için şimdilik
kalabildiği kadar dışında kalmaya çalışıyor aptallık dehanızın
bu abuk sabuk yaşam anlayışınızın
evden dışarı çıkmak istemiyor mesela
ve eğer bir gün başarırsa
hiç evden çıkmadan
sadece yazarak
ve sizi aptal yerine koyarak
ama harikulade olduğunuzu sandırarak
yazmaya devam edecek
ve gülecek insanlara
ve her ne kadar huzurlu olmasa da
biraz nefes alacak dört duvar arasında
kendiyle baş başa
ve çok küstahça bu
evet evet çok küstahça


22.mart.2009

17 Mart 2009

flash

“böyle hayatın amına koyayım” dedim ona
tehlike anında bağırdığım şey bu dedim ona
tehlike anında ve çığlık çığlığa

beni duymadı
beni duymadı ama dinledi
beni görmedi
hissetmedi
yanından gelip geçtim sadece
arkamı dönmedim
peşimden geldi ve üzgünüm dedi
peşinden gitmek istemedim
yürüdük yürüdük yürüdük

birini istiyorum demiştim yıllar önce
bağrış çağrış ve sarmaş dolaş olabileceğim birini
bir küs bir barışık
ama asla kırılmayacağım
ve asla kırılmayacak birini
kedi olabilirdi
kadın olabilirdi
ola ola müzik oldu hayatımda

hayır mutsuz değilim
hayır pişman değilim
ama iyi de değilim
iki arada bir derede yaşayıp gidiyorum sadece
bir dereceye kadar görebiliyorum her şeyi
sonra flash patlıyor
gözlerimi kapatıyorum
açıyorum
elime tutuşturulan resimdeki adam ben değilim

hayır sen beni yanlış anlamadın
sen beni anlamadın bile
sen beni tanımadın
hayır sen beni tanıdın
ama benimle beraber batmak istemedin
kimsenin benimle beraber batmasını istemiyordum zaten
ama ben batıyordum ve
kimse yoktu o an yanımda
kimse yoktu ve sigara vardı
kimse yoktu
müzik yoktu

istiklal caddesinde oturdum
istiklal caddesinde oturdum ve yoldan geçenleri izledim
tek başımaydım ve yoldan geçenleri izledim
hayır ağlamadım
hayır isyan etmedim
bir şey kaybetmedim
bir şey kazanmadım
orada öylece oturdum ve yoldan geçenleri izledim
böyle hayatın amına koyayım dedim
böyle bir hayat benim amıma koydu

sonra ayağa kalktım
dik durmaya çalıştım
ve yürüdüm sonra
yürüdüm
geri döndüm
yürüdüm ve geri döndüm
volta attım istiklalde
eskiden yaptığım gibi
yanında birinin olmasına gerek yok dedim
böyle iyisin sen dedim
iyisin lan sen
kendindesin
kendininsin

yatağa girdim ve canım mastürbasyon yapmak istedi
kimi düşünebilirdim?
sevişmek isteyebileceğim herkes içimdeki aşkı öldürmüştü
aşık olmadığım biriyle sevişemeyecek kadar aptaldım
aleti elime aldım
ve siki tuttun dedim tavana bakıp
kalkıp ışığı yaktım
geri dönüp sırtüstü yattım yatağa

sigara
ardından bir sigara daha
sonra bir sigara daha
sigara sigara sigara
fiyasko
sen büyük bir fiyaskosun girdap dedim
sonra geri gelip diğer odaya
müziği açtım
keşke bedenimi de açabilsem diye düşündüm
bir tünel kazsam kafamın tam arkasına
ve oradan dışarı çıksa ruhum
hayır intihar değil
sadece oradan dışarı çıksam
uçsam
bir yerlere gitsem
ve insanları izlesem
onlar beni görmese
ve izlesem
napıyor lan bunca insan
ben bilmiyorum
ben bir kara kutuyum
yazıyorum sadece
ama yaşamıyorum
yaşadığıma inanmıyorum
öldüğüme inanmıyorum
hayır öldürülmüyorum da
kimsenin kastı yok canıma
hiç kimsenin hatası yok
hayat akıyor sadece
insanlar bir şeyler yapıyor
sonra yaptıklarından pişman oluyor
ben hiç bir şey yapmıyorum ve
buna rağmen olan bitenden dolayı
kendimi suçlu hissediyorum

pac
“dünyaya huzursuz olduğum için
suçlu hissettiğimi söyle” diyor
ben de dünyaya teğet geçmek istediğimi söylüyorum

dünya beni ilgilendirmiyor
ben seni ilgilendirmiyorum
sonra bir şey oluyor
sonra başka bir şey oluyor
bir şeyler olmaya devam ediyor
ben havaalanın önünde beklemeye devam ediyorum
etrafa bakıyorum tanıdık bir yüz var mı diye
yerime oturuyorum
ve uçak kalkıyor
ve havadayız
ve yerdeyiz
ve evdeyim

e noldu şimdi diyorum
koca bir duvarda “her şey hâlâ aynı” yazıyor
öyleyse sorun yok moruk deyip
bir sigara yakıyorum


17 mart 2009

16 Mart 2009

hiçbir şey görme – hiç birşey duyma

şimdi
birkaç fotoğrafa göz atıyorum da
bazı kareler canlanıyor gözümün önünde
hayır fotoğraflar yeni
canlanan kareler eski sadece

yeni fotoğraftaki yeni tiplerin
yanındaki eski birinin
yanımda olduğu günlere ait
bazı anı kırıntıları

sarhoş olunan geceler
tüm o uzun telefon konuşmaları
kahkaha
aşk
delilik ve düşler ve sihir
silinmeye yüz tutmuş olan her şeyin
bir anda renk kazanması zihninde
ve tekrardan her şeyi
bir çırpıda başa saran
yeni birkaç fotoğraf işte
sözünü ettiğim

birileri eğleniyor
ellerinde sigara var
müzik
alkol
kadınlar ve erkekler
ve böylesi partilere
ayak uyduramayan biri olarak
evde oturmuş
aptal şiirler uyduruyorum
zihnim bana oyun oynamayı sürdürürken

her şeyin sonrasını biliyorum
tüm gecelerin sonrasını mesela
herkes dağıldıktan sonra
kimin kiminle ne yaptığını

ve mahkum olmadığımı da biliyorum
bir odada tek başına
aptal düşler eşliğinde
aptal müziklerle
saatlerimi öldürmeye
şu an buradan çıkıp
sabahın beşinde dahi olsa
bir kadın bulabilirim
telefonu açar
ve alo derim mesela
ve evlerine alırlar
herhangi birisi olabilir bu
düşünmeye bile gerek duymam hatta
seçmek için

ama şıklar arasında
herhangi bir fark göremiyorsan
kestirmeden gidersin
ve ben de öyle yapıyorum galiba
orada veya burada
tek başına ya da kadınlarla
değişen bir şey olmayacak diyorum


sonuç olarak
anlatmak istediğim
yalnız olmaktan sıkıldığım
ama yeniden biriyle
bir dakikalığına bile olsaydım
kendimi tekrar burada
yenilmiş
emilmiş
ve kendi zihnimin içine
hapsedilmiş olarak bulacaktım
ileriye doğru
bir adım atmak
hiçbir şeyi değiştirmeyecek
ama belki
bu duraklama döneminde
geçmişte olanların
tekerrürü ile aramdaki
farkı iyice açıp
bir daha asla
aynı şeyleri yeni baştan
ve tekrar yeni baştan
defalarca yeni baştan
yaşamak zorunda kalmam

ara duraklardaki
ufak umut parçalarını toplamak
bizi gerçek aşka ulaştırmaz
gerçeklerden uzaklaştırır sadece
ve daha sonra
en nihayetinde
tekrar aynı odada
başka yeni resimlere bakarken
başka eski kareleri
canlandırmak zorunda kalabilirsin zihninde

o yüzden yapman gereken
sesini çıkarmadan
sessizce bekleyip
eğlenmelerini izlemek
dans etmelerini
öpüşmelerini
sevişmelerini hatta

görebildiğin kadarından
anlayabildiğin gidişata
müdahale şansın yok girdap

bırak kim ne bok yerse yesin
ve sen burada öylece bekleyip
eskiden sana sarılıp ağlayanların
şimdi başkalarıyla gülebiliyor olmasına
şaşırma

senin için
içinde bulunduğun durum
hiçbir zaman iyileşmeyecek
geçici lale devirleriyle
mutluluk oyunlarının
bir anlamı yok

her şey en nihayetinde
en başa saracak
ve sen yine burada
aynı boktan sigarayı içine çekerken
aynı boktan melodi yankılanacak odanda

hiçbir şey görme - hiçbir şey duyma

ve hiç kimse de
bu ânını
bir resimden görüp
senin için bir şiir yazmayacak

sen herkes için
üzerine düşeni yaptın
şimdi kendi üzerine düşeni
kaldırmaya çabalama sakın
ezil altında
bağırıp çağırma
hiç sesini çıkarma
yazma bile hatta


birinin de gelip
enkazından arda kalanı
koruma altına almasını
bekleme asla


16.mart.2009