menü içerik felan falan
8 Eylül 2014
güncelleme bitti
bugüne kadar yazdığım her şeyi, (roman girişlerim, giriş yazılarım ve bir kaç parça kısa devre hariç) bloğa ekledim. bundan sonra önümüzdeki maçlara bakıcaz.. geriye dönük güncellemeler bitti efenim.
7 Eylül 2014
ceset
ceset
ne yapacağını bilmiyordu. ne
yapması gerektiğini de. sabah uyandığında annesini ölü bulmuştu ve kafası
karışıktı. hem annesinin ölümüne hem de sonrasında düşeceği duruma ağlıyordu
zack. adı zack değildi elbettea, bu ismi kendi kendisine, o koymuştu. ve
nihayet ortada kalmıştı işte. beklenen son, kaçınılmaz gerçeklik, her türlü
farklı olasılığı sollayan o tek ihtimal ne yazık ki en nihayetinde vuku
bulmuştu. ortada kalmıştı artık. işsiz, parasız ve evsiz kalmıştı.
ve, başta da dediğim gibi ne
yapacağımı bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini de. annem ölmüş, beni ortada
bırakmıştı. kardeşlerim vardı elbet, birkaç gün kalabileceğim kardeşlerim.
istemiyordum ama. ne kimseye yük olmak ne de yük olacağım kişilerin özgürlüğümü
kısıtlamasını istiyordum.
beklemeye başladı. saat sabahın
sekizinde uyanmış ve anneme seslenmiştim. her sabah tok karnına içeceğim ilacı
verecekti ona. yani bana. kendimi karıştırıyordum. şizofrenin belirtileri
atmış, artık ilaç fayda etmemeye başlamıştı. seslendim. seslendim seslendim.
annesine seslendi zack. kalkmıyordu. hareket belirtisi yoktu. bir kez daha
seslendim, anne sabah oldu, kahvaltı yapalım.
normalde hemen hareketlenir ve
onun için aceleyle kalkardı. ölmüştü ama. ilaca inanıyordu annem. ve muskalara.
ben ise her şeye karşı inancımı yitirmiştim. geçmişe inanıyordum sadece.
geçmişimin ve iyi zamanlarımın olduğu günlere.
aslında her şey kolumun kırıldığı
gün başlamıştı. 2 buçuk aylık rapor, aklımı oynatmama neden olmuş. en sonunda
istifa edip, ardından akıl hastanesine düşmüştüm. çıktığımda, hiçbir şeyin
eskisi gibi olamayacağı bir zaman dilimine uyandım. ama hikaye, gerçekte, çok daha gerilere
uzanıyordu. en başa. 1984 yılında peşimden koşan köpeğe kadar.
iki yaşındaydım o zamanlar.
peşimden koşan köpekten çok korkmuş, kendime eve zor atmış, ve bülbül gibi
konuşan çocuk kekeme olmuştu. yani ben. o günden sonrasını uzun uzun içimden
geçen her şeyin içimde kaldığı bir film şeriti takip etti. alaylar, gülmeler ve
dalga geçmelerde ekstrası oldu bu işin.
en sonunda bir gün, tamam
demiştim. alsancağa inip bir bira almış ve o bitince istediğim ikinci birada
kekelememiştim. ilk kez olmuştu bu. o güne kadar isteyeceğim her şey için,
bakkalları kekelemeliğimle oyalar, bunun karşılığında da ya sırıtışlara ya da
azarlara denk gelirdim. ilk kez o gün, bir şişe biranın etkisi ile kekelememiş,
ve daha sonra sürekli içmeye başlamıştım.
doktorlar bunu bilmiyor muydu?
reçetesine hap yerine bira yazamazlar mıydı? olabilirdi öyle değil mi? o güne kadar boşuna uğraştırmışlardı ailesini.
o hoca senin bu hoca benim, o hastane senin bu hastane benim, dolaştırmışlardı
onunla beraber ailesini. çözmüştü işte, en sonunda hastalığı yenmişti.
ardından bir psikoz geldi. yıl
2002 idi ve ilk defa olmuştu bu. çünkü öncesinde, tam iki sene boyunca,
aralıklı olarak, kullanmadığı hap içmediği cigara türü kalmamıştı. amfetamin
iyileştiriyordu onu, ve adını bile unuttuğu reçetesiz olarak eczaneden
alınabilen bir dolu kafa yapan hap.
ikinci psikoz 2009’da ve sonucusu
da annesi ölmeden üç ay önce gerçekleşmişti. ardından annesinin cesedini
bırakıp, mutfağa yöneldi. önce kahvaltı yapıp hapını içecekti, akinetondu adı
hapın. sonra verirdi komşulara ve akrabalara haber. mutfağa yöneldi. tam bu
sırada arka bahçeye açılan kapıdan çıkıp gelmişti annesi. olağandı. ama sorun
şu ki, artık iki annesi vardı. biri, hala koltukta yatan ceset, diğeri arka
bahçeye asılan çamaşırlarla işi bitip mutfağa dönen anne. ikisinden birisi halüsinasyondu
ve hangisi olduğunu bilmiyordu. kafası iyice karışmıştı ve o günden sonra, asla
hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamadı. olamadım. yani ben. akıl hastanesine
düşene kadar da, emin olduğum her şeyi çaldı haplar hafızamdan, akineton, seroqual
ve rixper.
7 eylül 2014
6 Eylül 2014
denek
denek
bir sigara yaktı. ardından bir sigara daha. ilkini kül
tablasında görünce fark etti, biri bitmeden diğerini yaktığını.
barda oturuyorlardı. evlerindeki barda. yani oturma
odasında. arkadaşlarıyla. bir mucizeyi bekliyor gibiydiler.
hava kararmıştı ve saat dokuza geliyordu. bir eylül gecesi.
evde. ölümüne sarhoş bir halde.
sabahın erken saatlerinde içmeye başlamış ve hiç ara
vermemişti henüz. dün de böyle geçmişti. ondan önceki de. ve şimdi kül
tablosunda kendisine ait üç sigara olmuştu. biri bitmeden diğeri, diğeri
bitmeden öteki. orospu, dedi, bu sigaralar çok orospu, kibrit de pezevenkleri.
ne anlama geldiğini bilmediği onlarca cümle kurup duruyordu.
televizyonu açın dedi ardından. televizyonu açalım adamım. sayısal oynamıştım
dün akşam.
buradan günün cumartesi olduğunu çıkartıyoruz. ve henüz kaç
kişi olduklarını bilmiyoruz. ben de bilmiyorum. henüz kurgulamadım bunu. belki
de asla kurgulayamıycam. çünkü sıkılıyorum.
sabahtı. sabahın erken saatleri. ve alkol almam yasaktı
çünkü ilaç kullanıyordum. psikolojik saçmalıklar. akineton, rixper, serequal,
çay veya kahve ve su ve sigara ve bi parça ekmek. sayısal oynamayı da
unutmuştum hem. evden çıkıp büfeye gitmeye de mecalim yoktu. uzaktı sayısalcı.
evde oturmuş, akineton kafasının geçmesini beklerken bir sigara yaktım.
ardından bir sigara daha, biri bitince diğeri.
yazamıyordum. farkındaydım. sıkılmıştım. hemen hemen her
şeyden. ölüme doğru bir hamle daha yapıp, çakmağa uzandım. kimse gelmeyecekti.
kimseyle görüşülmeyecekti. kimse görüşmeyecekti. kimseyle görüşmeyecektim. tümcelerde
ki yüklemin şahıs durumuna karar veremiyordum son zamanlarda. deneysel
takılıyordum.
sikerim işini deyip istifa ettiğimde başladı her şey. hatta
daha önce, kolum kırılıp da rapor aldığımda. en güzel zamanlarımı geçirdim
ardından gelicek en kötü zamanlarımı hesap etmeden.
ve şimdi burada durmuş, bir öykü çıkarmaya çalışıyorum.
öykümden kendimi çıkarıp yazmayı. baştan başlayak mı?
bir sigara yaktı. ardından bir sigara daha yakamayacağının
bilincinde olarak. bitmişti sigara. ve para yoktu. ve bakkal artık yazmıyordu.
bekledi. ta ki lanet telefon peş peşe iki kez çalana dek. günlerden cumaydı ve
sayısala umut bağlamışsa, bitti demekti. ruhen ve bedenen bitik. her iki
telefon çalması da bankalardan geliyordu ve açmıyordu telefonları.
bir iş bulmalıyım dedi. ama önce beni sarhoş eden haplardan
kurtulunulmalı. barda oturuyorlardı. alsancak’ta ki barda.
kimseye hiçbir şey anlatmadan eve geldi. intihara göz kırıp,
ocağa açtı. sigara ile yakarak. bir şeyler yemeli dedi. sarhoş olamayacak kadar içebiliyordu, belki
bir bira. günlerden cumartesiydi ve rakamlara inanmıyordu, sözel loto gibi bir
şey olsa, öykülerini sürerdi sahaya. yapmadı. bekledi. ta ki, hapın getirdiği
uyku, bedenini bir süreliğine teslim alana kadar. sigara üstüne sigara, fiyasko
üstüne fiyasko. dedi ve uyudu.
6.eylül.2014 – 12:12
31 Ağustos 2014
başlangıç
başlangıç.
her şeyin sona erdiğini söyledi tuncay. kulağıma fısıldadı
bunu. usulca. sessizlik içinde yürütmeliyiz dedi, işlerimizi sessizlik içinde
yürütmeliyiz.
yanıbaşıma oturup konuşmuyordu. görüntü yoktu, koku yoktu,
bana dokunmuyordu. ses vardı sadece. görünmez kahramanımdı kendisi. zor
zamanlarda açığa çıkan bir enerji gibi. kendi içimden konuşuyordum kendisi ile.
bir ses sadece, vızıldayıp duran. yıllar içinde farklı iç seslere gebe
kalmıştım. doğmuyorlardı da. gerçeğe intikal etmediler hiçbir zaman. yıllar
önce dağılıp gitmiş bir müzik grubunu dinlemek gibiydi. bu bir band kaydı. ama
her çalışında farklı şarkıları duyduğun bir kaset gibi. sürekli sürekli
sürekli, beni itekleyen seçil.
sarı ve dalgalıydı saçları seçilin. gözleri çökmüştü yıllar
içinde. aşırı uyuşturucu tüketimi sanmıştım. ama hayır, uyuşturucu
kullanmıyordu artık. doktoru gibi
yaşayan refik’le görüşmüyorlardı artık. benimle görüşüyordu her biri,
ama birbirlerini benimle beraber görmüyorlardı. geriye dönüşler’in adı, ileriye
ayrılışlar olarak değişmişti.
this empty flow açtım sabah sabah. ve yazmaya başladım.
devlet eliyle uyuşturucu kullanıyordum hem üstelik artık. akineton kafası
güzeldi. üzerine bir bardak çayla iyi gidiyordu akineton. açıyordu kafamı. ya da kendi üzerine
kapatıyordu. seçil geldi ve…
seçil geldi ve, elimden hızlıca alıverdi bilgisayarı. biraz
da ben yazayım dedim. kendi üzerine yazıp durmaktan vaz geç dedi. kimseye
hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin dedi. ve tam bu sırada girdi araya jori,
şarkıdan arkadaşım jori, veya şarktan… yeterince doğuya giderseniz, en sonunda
garba varırsınız.
jori garbın şarkıcısı dedi seçil. yolu uzattım dedim ona. ve
tam bu sırada tekrar araya girdi jori, see nothing, i see nothing. diyerek.
bekliyordum. hiçbir şey yapmak zorunda değilsin dedi seçil.
otur oturduğun yerde. relax adamım. ve tam bu sırada geldi iç sessizliğim: her
şey sona erdi. ölüsün sen dedim tuncay’a. hayır adamım dedi. her şey sona erdi
ve baştan başlaması için çok erken. araftasın. ara bölgedesin. bekle. her şeyin
seni düzmesine izin verme. düzen dedi, yani eski düzenin, geçmişinde olan biten
her şeyin, seni yeterince düzmesi ile, anısal anı tahribatının şiddedini
yeterince artırınca, geri gelecek. bekle şimdi. hiçbir şey yapmadan. seçil
haklı dedi, senin dışında herkesin haklı olduğunu düşündüğün bir zaman dilimi
yap kendine ve onu atlat. ancak bu şekilde, döngüsel bir deformdan kurtulup,
eski gerçeğine varabilirsin. gittiler sonra. gelirler gene. geriye gelirler.
geriye dönerler. geriye dönüşlerler… evet dönüşlerler.
jori’ye kulak verdim tekrar. tekrar etmeye devam ediyordu,
şarkılarını, son oniki yıldır yaptıkları gibi. Distress [version 0.2] başladı
ardından. ruhuma elektroşok uyguluyorlarmış gibi hissettim. hiç olmazsa bir şey
hissediyorsun dedi sanki özlem. beni öldürdüğünden beri dedi, yalnızsın. o
yüzden lütfen sesini kes, gömdüğün yerde rahat uyuyayım. bir daha çağırma
bizi..
sustum. öylece. artık gelmeyeceklerini söylerken, görünmez
kahramanlarım.
28 Ağustos 2014
kendimden feragat - part 911
kendimden feragat - part 911
uyanıyorum. ve uyanır uyanmaz bir
sigara yakıyorum. öksürükle beraber çıkıyor ilk duman. birileri ölüceğimi
söylerken, sigara içmemem gerektiğini bildirirken, bir doktora görünmem
gerektiğini tavsiye ederken, ben bir aldanışa adanmayı tercih ediyorum, sigara
dışında sarılabileceğim hiçbir şeyin kalmadığı yanılgısına.
zihnimin gerçeklikle bağlarını
kestiği günden beri, yani 20 yılı aşkın süredir, düşlerle yaşıyorum. karanlık
düşlerle, hayaletlerle. karartılı, gri bulutlarla kaplı gelecek görüngüleri..
kafamın üzerine çekiyorum
çarşafı, çünkü sadece uyurken yalnız kalabiliyorum, uyku ruhumu teslim alınca yani…
zor zamanlar geçirdiğimi söylüyor
insanlar, atladıkları kısım, zamanın giderek zorlaştığı, üstelik herkes için bu böyle... geçip gitti
sanıyorlar bazen, yenileri gelmiyormuş gibi. her gelen yeni gün, bir öncekinden daha
can sıkıcı. karanlık günlerin geride kaldığını sanmıştık oysa, bir zamanlar, demiştik ki, zack ile beraber, aynaya bakarken, geçip gitti moruk
demiştik, kendi kendimize. çoklu kişilik bozukluğu olabilir bende, oysa
çoğu insanda çok kişiliksiz bir bozukluk var.
kimseyle görüşmek istemiyor
oluşumun nedeni bazı zamanlar, çekip gitme isteği, kendinden bile uzağa, bazen, kendi iç sesime bile tahammülümün olmayışı, br de üzerine hayaletler var, vızır vızır konuşan.
sadece bazen. her şey, sadece bazen iyi olabilir. bunu unuttum, es geçtim bunu, gerçeği görmekten vazgeçip, bir hayale adandım.
sadece bazen. her şey, sadece bazen iyi olabilir. bunu unuttum, es geçtim bunu, gerçeği görmekten vazgeçip, bir hayale adandım.
hiçbir şey eskisi gibi olamaz
dediğimde, "geçicek" şeklinde vuku bulan dileklerinizi duyuyorum. "zorunda kalmadıkça içimden gelmeyen hiçbir şey yapmam dedim ona" cümlesinden, istediğim hiçbir şeye zaman ayıramayacak bir zamana gidiyorum, sadece biraz nefes alıp, biraz sigara içip, biraz müzik dinleyebilmek için. ama çoğunluk bunu çoktan çözmüş olmalı, geriye de başka bir sorunları kalmamış zaten. kafam tam ters işliyor, sondan başlayıp başa dönüyorum sürekli, ve bir bakıyorum, başladığım yere varmışım. çember?
anılar, rengarenk bir gökkuşağı
bombası halinde flaşlarla patlıyor zihnimde. hatırlamak istemediğim her şey,
kendini hatırlatmakta çok ısrarcı yaklaşıyor.
yakında ölücem ve bu konuda
yanılmıyorum… yakında hepimiz ölücez. şu an yeni doğan biri bile, şansı yaver giderse, bir yüz yıl sonra ölücek. ama istemiyorum bu konuda şans ya da zaman. her an ölebilirim ve bu kendi adıma zerre umrumda olmaz, sevdiklerimin ölücek olması daha çok, korkutur beni ama, biraz şizofren bir itki ile inandığım öte taraf teskin ediyor ve burada bir cennet-cehennem paradoksu yaşamıyor algı kapılarım. "ya varsa" gibi bir olasılıktan bağımsızım, size belirsiz olarak görülen her konuda.
tek isteğim, toprak yerine kara gömülmek, ama izmire kar yağmaz ben başka bir yere çıkamam. iki önemli sorun var burada.. biri turayla diğeri yazıyla ilgili. havada dönüp dolaşıyor tercihimi belirleyecek olan para, uçarak yere düşüyor, ve tura da yazı da aynı şıkka çıkıyor. paranın benim insityatifimin dışında biri tarafından hava atılması sonrasında, yere düşmemesi, yer çekimini yenip uçması halinde, içime sinen tercih çıkacak sonuç şıkkında.
yani her şey, fazlasıyla zor dostlar. arzu edilen her şeyin çehresi, kara bir düşle kaplı. dumanlar, sisler, rüzgar, gri bulutlar, mehtaplı geceler, hava almayan ağaçlar, boşluğa açılan balkonlar, katledilmiş aşklar silsilesi. 'this empty flow’un ismini, this empty low olarak değiştiriyorum en sonunda. müzik hiç kesilmiyor odada… hiç ama. dışarıdayken de hiç kesilmiyor. uyurken de. bir saniye bile. müzik susarsa, nefes alamayacakmışım gibi endişe kapılabiliyorum da üstelik yalnızken. film izlerken bile alttan çalan bir şey oluyor, sözsüz, ağırdan.
tek isteğim, toprak yerine kara gömülmek, ama izmire kar yağmaz ben başka bir yere çıkamam. iki önemli sorun var burada.. biri turayla diğeri yazıyla ilgili. havada dönüp dolaşıyor tercihimi belirleyecek olan para, uçarak yere düşüyor, ve tura da yazı da aynı şıkka çıkıyor. paranın benim insityatifimin dışında biri tarafından hava atılması sonrasında, yere düşmemesi, yer çekimini yenip uçması halinde, içime sinen tercih çıkacak sonuç şıkkında.
yani her şey, fazlasıyla zor dostlar. arzu edilen her şeyin çehresi, kara bir düşle kaplı. dumanlar, sisler, rüzgar, gri bulutlar, mehtaplı geceler, hava almayan ağaçlar, boşluğa açılan balkonlar, katledilmiş aşklar silsilesi. 'this empty flow’un ismini, this empty low olarak değiştiriyorum en sonunda. müzik hiç kesilmiyor odada… hiç ama. dışarıdayken de hiç kesilmiyor. uyurken de. bir saniye bile. müzik susarsa, nefes alamayacakmışım gibi endişe kapılabiliyorum da üstelik yalnızken. film izlerken bile alttan çalan bir şey oluyor, sözsüz, ağırdan.
yakında ölücem ve hiçbir şeyden
bu kadar emin olmadım bugüne kadar. siz de emin olmazsanız iyi ederseniz. vücudum artık olan biteni sargılamak için
kullandıklarımı kaldırmıyor. iç organlar küfür kıyamet gidiyor her sabah. üst üste
içilen hissizlik korosu. bir artı birin sıfır ettiği zaman dilimleri. simetrik
rakamlar ve mutlak değer çizgisinin yokluğu…
hiçbir şey anlaşılmasın diye
şifreli konuştuğumu söylemişti biri, haklı olabilir kendince. kehanetler üretip parayı vursaydım keşke. ya da son model bir polisikiye aşk romanı yazıp.
son söyleyeceğim şu, zihin ve beden arasındaki koordinasyonu sağlayan ruhun giderek rot balans ayarı bozuluyor. güç kaybı yaşanmadı. aşırı yüklenme sonrası şalter attı sadece. ve hiç kimse de gidip şalteri kaldırabilecek kadar şanslı değil. bilinçaltıma kurduğum yığınla bubi tuzağını geçip, ışıkları yakamaz kimse.
son söyleyeceğim şu, zihin ve beden arasındaki koordinasyonu sağlayan ruhun giderek rot balans ayarı bozuluyor. güç kaybı yaşanmadı. aşırı yüklenme sonrası şalter attı sadece. ve hiç kimse de gidip şalteri kaldırabilecek kadar şanslı değil. bilinçaltıma kurduğum yığınla bubi tuzağını geçip, ışıkları yakamaz kimse.
bitiriyorum. bi gün hepimiz ölücez. bu kesin. ama var daha zamanı. telaşa mahal yok. en azından benim, biraz daha var.
28.ağustos.2014 – 09:11
26 Ağustos 2014
arabölge
geçmişi çok özlüyorum
ama biliyorum
eskisi gibi olamaz hicbir şey
bir tekrardan ibaret her şey
tarihim sona erdi
akıyor zaman
başa sarmak için
geleceği
(26.8.14-arabölge)
ama biliyorum
eskisi gibi olamaz hicbir şey
bir tekrardan ibaret her şey
tarihim sona erdi
akıyor zaman
başa sarmak için
geleceği
(26.8.14-arabölge)
17 Ağustos 2014
nolaki
paralel evrenlerin adını, "simetrik ve asimetrik evrenler" olarak değişsek ya, üste yeni bir kaç galaksi hediye ederiz, tecrübeyle sabit..
15 Ağustos 2014
s.e 24 giriş yazısı
bazen olmaz. inatla çıkmaya çalışırsın kendine kazıdığın
kuyudan. bir toplu iğnenin ucu ile dokunur ruhuna bi çok şey aynı anda ve aynı
hızda. ve bu sırada seni hayatın içinde tutmak için, seslenir eşlenik
karmaşanın senfonik kuyumcuları diğer boyutlarından kulağına: “r. t. s. ö” (ve bu arada farazi&kayra adlı gruba
sağolun varolun diyeyim, ne güzel yapmışlar adamlar herbişeyi öyle)
bazen olmaz işte. 24’de “tamam” demek zorunda bırakılırsın.
kalmazsın, bırakılırsın, evet aynen böyle. üzerine alınan alınsın, korkunun
bedele faydası yok. hem 24 iyidir, saat gibi yani, yirmi dördüncü sayımız,
saatimiz. kol saatimi de 24 yıl taşımıştım ben çaldırmadan önce. hey gidi deh
dehlemeler..
bu son saat. yok la pardon, bu son sayı diyecektim.. bundan
sonra nolur bilinmez ama, ki ben biliyorum, ben her şeyi önceden biliyorum
zaten, ama buna kimseyi inandıramadığım için, değiştiremiyorum olacakları ve
ölecekleri. “gelin” diye bağırıyorum sokağın ortasında, “tayfa bi dakka
dinleyin” diye bağırıyorum, duyan yok. bu, bi çok kez oldu. en içindekine, “dur
la bi o öyle değil, yanlış yapıyorsun, ilacın ben de, hem de ne kimyasal ne de
bitkisel, kelimesel, masal gibi bi hayat yaşıyorum ben gelsene” diyorsun,
burnunun dikine gitmekle suçlanmana ramak kalıyor sonra herkes tarafından.
bu son sayı çünkü olmuyor abi. sızlanmayın “e ama daha ben
yazı göndercektim” diye. bundan sonra “csns yayınları” adlı illegal hurafe,
yazı-çizi-çiçek-kuşbörtüböcek-c4 patlayıcı ve bilimum çengelli iğne ile çingeneliğe
kapatılmıştır. çingeneliği kötü anlamda kullanmadım, onlar büyüttü beni,
belirteyim, delirtmeyin, çözerim yoksa yanlış anlayıp alınganlaşanı.. cuvara
bitti mi la?
ne diyorduk mary? şunu; bitti efenim. filmin sonu. bundan
sonra ki süreçte, yeni bir sprey serisine başlanır mı bilemiyorum ama olucak
gibi görünüyor ufukta başka bir yeni fotokopiksel ışık kumanyası, adı “2yüzlü”
olacak, yanında da “yüzsüz” adında bir ek vericez, ve dahası efenim. evet, yazı
mazı göndermeyin, ben istersem söylerim söylemeden alırım hatta, hepinizi
takipteyim orden burden, telaş etmeyin, gözlerim üzerinizde, tayfa-ı mahçube..
14 yıldır süregelen devinimsiz fırtına bir kasırgaya dönüştü
mü bilemiyorum ama bu arada evimiz ocağımız taşındı kendi kendine, artık “csns
karargah” oldu sana “csns akademi” ve yeri buca’da, ve dahası efenim, aynı
zamanda bir de “csns bar” açtık, buca korku parkı istasyonunda.. gelen gelir,
gelmeyen sağlar sizindir. bir de “!Y6 işporta” aççez alsancak kilise sokağında,
(kilişe sokağı?), ben tuncay refik özlem ve seçil ile beraber aççez, tamamdır
işte. daha ne.. zack de benden uzak durursa, pastamızda ki mumu bile üflerim.
bundan sonra ki her türlü nevrotik biyorganizma
güdülenmesini eski yayın organlarımızdan değil, şurden dikilizleyebiliyorsunuz:
unthatow.blogspot.com
hadi kalın sağlıcakla.. eyvalla..
girdap zack unthatow
a.k.a sallapati demlik kaşığı
10.tem.2014
10:55
9 Temmuz 2014
geriye dönemeyişler kumpanyası
geriye dönemeyişler
kumpanyası
her şey, izmir sevgi yoluna eski kitap tezgahı açmaya
gidişimle başladı. belki daha da öncedir, ama ben başlangıcı, 2000 yılı eylül
ayı olarak alacağım.. yolumuz uzun ve belki de, 14 yılın çetelesini
çıkartırken, 32 yılı da sığdırırım, flashbacklerle, geriye dönüşlerle.. dön
baba dönelim gibi ya da. her neyse..
her şey, izmir boğaziçinde, peşimden bir köpeğin koşmasıyla
başladı. eve zor atmıştım kendimi ve o vakitler tarihin amortisi dördü
gösteriyordu, seksendört, bindokuzyüz. 2 yaşındaydım ve napacağımı bilemeden
koşmaya başlamıştım. eve zor attım kendimi. sonrası kekemelik. sonrası uçurum.
atlayacak mısın? ama herkes güler dostum kekerlersen. susalım o halde.
içimizden konuşalım, içimizden koşalım. yo hayır, bu da olmadı. çekimi başa al.
çekim 2 sahne yedi.
o zamanlar bir yayınevi kurmaya ve dergi ve kitap çıkarmaya
çalışıyordum. yıl ikibin dokuz. istanbulda düzenlediğim toplantıya 33,
ankaradakine 5 kişi gelmişti. izmirdekini hatırlamıyorum, çok diyelim. sonrası,
peş peşe gerçekleşen ruhsal trafik kazaları sayesinde, zihnim gerçekliğin
dışına taştı kendini korumak adına benden habersiz. yo hayır, bunu da sevmedim.
şöyle yapalım: off, yapmayalım. bir romana nasıl başlanır ki lan? okuyup
okumamanız veya basılıp basılmaması umrumda bile değil moruk, sadece yazmak
istiyorum, kendime yazılmak, hepsi bu. ister inan ister inanma, yoksunuz hem
zaten, ben gerçeğim, gözlerini kaç paraya aldın aslı? ya benimkileri? yine her
şeyi birbirine karıştırdım. baştan alalım.
her şey ondokuz mayıs akşamı, O’nun kapıdan içeri girmesiyle
başladı. arkadaşımın arkadaşının, kapıdan içeri girmesiyle. ki yazmıştım ben
bunları, daha önce, neden tekrar zorluyorum ki kendimi, kendime anlatmak için?
biliyorum nedenini ve zorlamıyorum aslında. bu sadece, kendimi ve olan biteni
anlamak için kendime uyguladığım bir terapi sadece. yazmak terapi. kendi
kendimin psikoloğu olarak, ruh halini iyileştirip gülümsetemediğim kimse olmadı
bugüne kadar, O hariç. isteseydi olurdu ama.
“girdo çok matrak bi herifsin ha” demişti bana bi keresinde
bi hatun, eskiden yani, sevgilim değildi, olmak istiyordu, ama ben o zamanlar
kendimi her türlü can alıcı işveye kapamış ve yedi buçuk yıl boyunca kimseyle
sevişememiştim. aynı yatakta yatıp sarılmaktan bahsetmiyorum burada,
derinlemesine göz teması, sözünü ettiğim kıstas.
neden neden neden diye sorduğumu hatırlıyorum kendime, bir
nehrin içinden geçerken boğulmamaya çalışmadım ben yüzme bilmediğim halde. zor
soru ha? ne dersiniz.. zack, bu duruma, “sikimde bile değilsin moruk” derdi ve
girdo öldü zaten, cevap veremez. onun yerine mikrofonu esçûmento’ya uzatıyoruz
ve bize ispanyolca olduğunu zannettiğimiz bir türkü tutturuyor: la kolsa
manalida van turkiez sanaviya. ankara latincesi dedi bana, ardından. he tamam
dedim, öyledir. seçil geldi sonra, laptopomun üzerine elindeki şarabı döküp,
şalteri de bunun öncesinde indirip, evin şalterini benim değil, benim ki çoktan
indi zaten, yıllar yıllar öbce, neyse, geldi seçil, baktı bana ve hey adamım
dedi, yanlış yapıyorsun, baştan başla.. her şeye.. bununla o hayatı kast
ediyordu, ben yazmayı kast etmesini istiyordum. peki o halde.. devam edelim..
yazdığın hiçbir şeyi silemezsin, akış bunu gerekli kıldığı
için değil, yaşamın içersinde de bunu yapamazsın. yazmak ve yaşamak, her ne
kadar varoluşun iki ayrı boyutu da olsa, benim gibi biri için, birbirine
eşlenik düzeyde olmadığı sürece, bir anlam ifade etmezler. gerçek, gerçektir,
ve bunu değiştirmeye hiçbir dış kuvvetin gücü yetmez, sen kafayı yiyip
gerçeklik algını kaybetmediğin ve halüsinasyonlara bulanmadığın sürece,
gerçekte olan bitenler öyle kalır ve unutmamak için yazıyorum ben, kimisinin
derdi hatırlamaktır, kimisi de hatırlasınlar ister, kimisi de hatırlanmak,
benim derdim kendimle, kendi ruhsal gelgitlerimi dinginleştirmekten başka
amacım yok. hiç olmadı. dengemi kaybettim, terazinin dengesi bozuldu ve
düşüyorum. du bakalım.
adım artık tuncay. hoşgeldim.
09.temmuz.14
6 Temmuz 2014
karınca duası
karınca duası
bir halısı bile olmayan, bomboş bir evde, oturmuş
bekliyorum. bankanın tekinden çekmeyi başardığım yüksek meblağlı bir kredi
sonucu almıştım bu arsayı, 2 ayda bitti inşaat.. ardından da, on dört yıldır
çalıştığım işimden istifa ettim ve eve geldiğimde yaptığım ilk şey camları
tuzla buz etmek oldu. sonra kapılara giriştim. banyo ve tuvalet ardından.
sonra, tavan. ve tabii ki zemin. evin her yerini kırıp geçmek istiyordum ve beş
kuruş param yoktu ve yaşım otuz altıydı. ardından, sağ bıraktığım tek odanın
ahşap olan parkelerine baktım, çömelip. bir karınca, yürüyor, yürüyor,
yürüyordu. izledim onu. diğer odaya geçti. oradan mutfağa. duvara tırmandı.
pencereden çıkıp, ön balkona indi. oradan bahçeye. sonra sokağa. peşinden
gittim onun ve bu sırada birkaç araba ve birkaç insan tarafından ezilmesin diye
verdim mücadelemi. ne için yaşamıştım bunca zaman? öldürdüğüm onca insanın
ardından, bir karıncaya, evine ya da her nereye gidiyorsa, oraya kadar refakat
etmem, günahlarıma karşılık gelen bir iyilik sayılır mıydı? ama hayır.. sonra..
sonrasında, düşününce, karıncanın gidecek bir yerinin olmadığını fark ettim. evimde,
arkadaşları ile beraber yaşıyorlardı diye düşündüm. ben o arsayı satın alıp, keyfime
uygun bir şekilde tasarlattığım sırada, onları yurtlarından çıkarmıştım. istifa
ederek, öldürmeyi ve dahası, başka bir takım insanları yerinden ve yurdundan
etmeyi ret ettiğim gün, eve gelip, hayatımdaki hiçbir şeyi değiştiremediğimi
fark ettim. ve O’nun gözleri çok güzeldi.
o kadar çok ölü göz görmüştüm ki, ve o kadar çok feryat, acı
dolu haykırışlar, tahammül edemeyecek duruma gelmiştim artık. bir köye gidiyor
ve orayı yerle bir ediyorduk. evlerini yakıyor, köyün kadınlarından istifade
ediyor, ardından karakola dönüp, maskelerimizi çıkarıyor ve haberleri
izliyorduk. “terör örgütü, bir köye daha saldırdı.” dünyadaki tüm devletler,
kapsamlı ve son derece mekanize birer terör örgütüydü. bunu zaman içerisinde
fark ettim ve şimdi sizden af dilenecek de değilim. günah çıkarmıyorum. aksine,
son derece konformist bir şekilde yaşamaya devam etmeme de ramak kalmıştı. kapı
çaldı sonra, kargo şirketi. karıncayı avcuma alıp, eve gelmiştim. onu bir
etipuf kutusuna hapsetmiş, yanına da birkaç ekmek kırıntısı atmıştım ki, kapı
çaldı. bir ay önce siparişini verdiğim, özel yapım eşyalarım gelmişti. teslim
aldığıma dair belgeyi imzalayıp, taşıma şirketinin çalışanları ile beraber
eşyaları bahçeye indirdim. eskiden olsa, elimi bile sürmezdim, bırakırdım
taşısınlar. insan bazen, parayla satın aldığı hizmetler sonucu, kendisini, dar
bir çevrenin tanrısı ilan edebiliyor. O’nu unutabilir miyim acaba?
ardından, yakınlardaki bir benzin istasyona gidip, benzin
aldım. klişe ha? ne dersiniz. ne fark eder. bir konuda karar verirken, daha
önce ne kadar çok kişinin aynı şeyi tekrar ettiğini ve ne gibi sonuçlar elde
ettiklerini pek düşünmezsiniz, bunu ancak devletlerin ya da son derece
kurumsallaşmış şirketlerin, vicdanları kurum bağlamış olan üst düzey
çalışanları yapar. karar mekanizmaları, sadece kâr-zarar-kayıp-kazanç
ilişkisine odaklanmıştır. ve O’nu öldürdüğümde henüz on dört yaşındaydı.
sonra gece oldu işte. beklersin ve güneş batar. beklersin ve
güneş doğmak bilmez. gece yarısı, benzini, bahçedeki tüm eşyalarıma ve evin her
köşesine boca ettim. ve güneş doğana kadar bekledim ki, yangın yan evlere
sıçrarsa, birkaç kişinin daha, üstelik yanarak ölmesine sebebiyet vermeyeyim. ilk
kez birini öldürdüğümde, yaşım yirmi beşti. yolun yarısını çoktan aşmış, sona
yaklaştığımı hissetmiştim, birinin son duasını bile etmesine izin vermediğimde.
ama gerçekten, o küçük kız, gözlerime baktığında, bunun son cinayetim olduğunu
biliyordum. gerçekten bu hale gelmemek için yapmam gereken şey ise, ilk
intikalimizde, timimdeki herkesi öldürmek, ardından da, onların terörist değil
kendi askeriniz olduğunu, ifşa etmekti. imkansız artı imkansız olan şey yani. ve
O öldüğünde ise, elinde ne bir taş, ne de bana zarar verebileceği bir eşya
vardı.
doksanlarda, terör adını verdiğimiz şey, daha etikti oysa. şimdi
şartlar eşitlendi. her iki tarafta, aynı derecede kirliliğe erişince, özgürlük
adına verildiği söylenen mücadele, iktidar kavgasına dönüştü. ve iktidar, kanın
en saf haline enjekte edilen panzehirsiz bir virüstür, mülkiyet aşkının
ışıklarını yakan bir tutkudur ve otoritesiz hiçbir şekilde uzun ömürlü olmaz.
bunları yeni yeni anlıyor değilim. kendimi satmaktan vazgeçtiğim için, artık
böyle düşünüyorum. yani doğru olduğunu bildiğimiz şeyleri, bazen düşünmek
istemeyiz öyle değil mi, çıkarlarımızla örtüşmedikleri için olmalı bu. ve
inanın bana, o kız gibi binlercesi, dünyanın çeşitli yerlerinde, öldü ve
ölecek, her an, her saniye, duymuyor ve görmüyor olmanız, bu durumu
engellemiyor. güneş doğmak üzere. birazdan bu yazdıklarımı, telefonum
sayesinde, internette paylaşıp, ardından bahçemi yanan bir meşaleye
dönüştürücem. sonrası, sabah paramparça ettiğim evime girmek olucak. yan
babylon yan. bir sigara yakıcam. ve boom. çünkü akşamüstü bir tüp aldım ve
karıncamı bulduğum odada beni bekliyor O. umarım öbür taraf diye bir yer vardır
ve orada O’nunla karşılaşırım.
6.temmuz.14
24 Haziran 2014
tertium non datur
azar azar da olsa, kaybettiğinin bilincinde olarak, devam edersin oynamaya. riske girersin, az birazını saklayarak güneşinin, kalanını sahaya sürersin, karanlığın içine. ter içinde ve nefes nefese kalmışken bir sigara daha yakarsın mesela, öksürük krizlerinin ardı arkası kesilmez ve sen yine de, bir inatla, bağırırsın avazın çıktığı kadar, “ölmeyeceğim ulan” diye.. çoktan öldüğünü söylerken birileri, kimseyi ruhen veya bedenen öldürmeden verirsin mücadeleni.
mücadele mi dedim? hiç sanmıyorum.. isteyerek verdiğin bir savaş değildir bu. içine sokulmuşsundur, çıkamıyorsundur, yapman gerekenlerin ne olduğunu bile bilmeden, önüne düşen toplara, amaçsızca ve rastgele vurursun, ve yine de, saha kenarında ki teknik adam, oyundan almaz seni.
biraz dinlenmeye ihtiyacın vardır oysa. biraz nefes almaya. bi sigara daha içmeye. biraz daha sevişmeye belki, bir kediyi kucağına alıp okşamaya, bir köpeğin peşinden koşmaya. çöpten beslenmeye bile razıyken sen, çalışman gerektiğini söyler durur insanlar sana. avcı-toplayıcılığın ilk kelimesini çıkarıp, sadece ağaçtan beslenebileceğini söyleyebilirsin ama, kahkahalar denk düşer, kurduğun her cümlenin sonuna.
ciddiye alınmazsın, hayatın boyunca ciddiye alınmamışsındır, birkaç kişi dışında yanında durabilecek kimse yoktur ama herkes arkanda olduğunu söyler durur, güvenip geriye bir adım atacak olsan ileri doğru itekleneceğini biliyorsundur oysa.
“bir adım daha atarsam düşücem, uçurumdayım” dersin, “uçmayı öğrenmenin zamanı geldi” derler, alaycı bir sırıtışla. ve ardından, geldiğin noktada, hayatında ki üç beş kişi dışında kimseyi siklemediğin için, bencil ve vurdumduymaz olarak yaftalanırsın..
ve bir an gelir, sadece bir an, sağır ve kör taklidi yapmaya başladığın hayatınının bundan sonra ki döneminde, mottonun, “hiçbir şey duyma, hiç birşey görme” olacağı, o saf an, gelir.. konuş ve yaz. hareket halinde ol. tek kişilik bir tiyatro, reji de üç dört güvenilir adam.
tek bir seyirci bile yoktur oysa, yıllardır. ve bir anda, belirir, o. sana, yıllardır aranan kanı taşımak için gelmiştir, farkında olmadan.. bitti, dediğin noktada reset tuşuna basman için, oradadır. ikinci perdeye çıkman için, sana birkaç numara gösterecektir.
dediğim gibi, azar azar da olsa, kaybettiğinin bilincindesindir. ama riske girersin yine de, hayatın boyunca, kendin olarak kalabilmek için verdiğin mücadele, devleti bile geçip, var olduğuna bütünüyle -aksi ispatlanamayacak şekilde- ve tüm kalbinle ve ruhunla ve içten bir his ile inandığın tanrıya bile kafa tutmana yol açar.
uzaylılar gelse, herkes kaçarken, sen orada elini uzatabilirsin, diğer elin olmayan bıçağını çekmek için belinde..
feyk tehditlere aldanan insanoğlu, ölmek veya acı çekme olasılığından ödü kopan insanoğlu. hileli yaşamlar, hileli ruhlar, hileli karakterler, dolambaçlı cümlelerle örülü kendini anlatma çabaları, netsizlik ve belirsizliklerle örülü yüzler.
anteninin ayarları ile oynama çocuk, sorun alıcılarından kaynaklanmıyor, görmezden gelmeye başlamalısın.. nokta.
kötü gelen kağıtlar, elinde kalan fişlerinin bir miktarını daha ortaya koymana engel olmaz. hileli zarlar, iyi karılmamış iskambil, satın alınmış hakem, kazanmaya odaklı bencil türbülans.. beraberliği linç eden hırs.
“gidelim buralardan” dediğinde sen, “tamam” deyip tek başına yürümene neden olan karınca kostümlü ağustos böcekleri..
ihtimaller tükenirken, ölümü es geçersin. bir sigara, ardından bir sigara daha. riske attığın şey, sadece hayatındır oysa, varlığını asla heba edemezsin, zihnini, benliğini, bilincini ya da.
kaybolmamak için verdiğin mücadele ile toprağın altına girmek arasında ki keskin ayrımı görmezden gelenler, sadece bedensel sağlığın için endişe ederler, zihninin içindeki solucanları es geçerek..
ikinci perdeye çıkarsın ardından. reji sağlam çalışıyordur ve artık aralarına aynı anda birkaç işi birden yapabilen bir multifonksiyonel kadın katılmıştır. rejin sağlamdır, ve kadro tamamlanmıştır, ışık-gölge-ses-mimik-motive- daha bir çok alanda, kadrajını ortalayacaklardır sana. doğaçlamaya hazır hissedersin kendini. cebindeki 1 kuruşu, daima orada tutarak, kağıt üzerinde yazılı borç adlı birimlerle, yasal tefeciler boğazına binmişken, istifanı verirsin. içindeki öfkene sadık kalmak dışında hiçbir planın yoktur. plan geliştirmezsin. kalan son fişlerini sürmüşsündür masaya. “ya hep ya hiçten” öte bir durumdur bu. “ya hiç, ya ben” dersin, içinden. kağıtlar karılır, dağıtılır, ve eline gelen kağıtlara bile bakmadan, rölans demeden, kavın çok çok çok altında bir miktarla dahil edildiğin masada, ganyota göz koyup, rest dersin.
yoldasındır artık. yeniden. mola vermişken yoldan çıktığın bir noktada, ikinci bir yola girmişsindir, ve çift dokulu sarmal yapı, tamamlanmıştır artık. üçüncü yol yoktur.
24.haz.2014 14:30
14 Haziran 2014
latin anadolu
latin anadolu
belki de haklıydı
ricardo edmundo
karısını ve kızını öldürdüğünde
tarihsel süreci
dillendirmiyorum
şiir uzamasın
sola kırmak istedi sadece
ama gerçekten istedi
olmadı
bir anlık refleks karmaşası
bilinçaltının hayatına
attığı çelme
gerçekte biz kimiz
diye sordu
içgüdüsel olanı ne belirler
bir hafta önceydi
sadece yedi gün önce yani
yeni günün başlangıcı
bu arada şiire
kafiye katmak için
değil bu yedinileme
ve üçerli dizeler
akışını bir yerde
bozmak gerekliydi
konuya geri dönelim
itkisel olanla istendik davranış
arasındaki çatışma
içindeki kaosu başlattı
toplum ve doğa arasındaki
arbedede ölen
balık ağaçı
sevgilisi, yani eşi
onu sarhoş bir halde
gördüğü adamla basınca
aklı karıştı mary’nin
ve garcia
yani yaygaracı
olayı gören diğer kişi
tüm mahalleyi ayağa kaldırdı
tam olarak ne söyledi
hatırlamıyorum
ama ricardo ve
mary için
bir cehenneme dönüşünce
doğup büyüdükleri yer
bir hafta içinde
gitmek dışında
bir seçenek kalmamıştı
“istenmediğim yerde durmam” gibi
bir tepkiden daha çok
“istediğim alanda barınamıyorum” türü
bir küsmeydi onunkisi
yola çıktı
eşi ve kızıyla beraber
ve aklından bir an bile geçmedi
mary ve luis arasında
herhangi bir duygusal
ya da cinsel temasın
olabileceği
gerçek olan da buydu
olmamıştı
olabilirdi belki ama
o gün değil
otuzbeş yıldır tanıyordu mary’yi
yaşı otuzyediydi mary’nin öldüğünde
ricardo ise otuz dokuz
kızları yedi
ama dediğim gibi dostlar
tarihsel sürece girersek
şiiri bitiremeyiz
garcia aşıktı ricardo’ya
olayı da
algılamak istediği biçimde anlattı
olamazdı böyle bir şey
anadolunun ücra bir kasabasında
yola çıktılar
başka bir şehir başka bir hayat
kör bir toplumun dilini kesmek gerekir
sadece kulaklarının sesini dinleyip
ait oldukları yapay doğa ve
ahlaki travmadan
sıyrılabilirlerse
yola gelebilirler belki
bu tüm dünya insanları için böyle
arap ya da japon ya da viking veya zenci olman
kabul edilir bir fark içermez
yaptıklarını yapma nedeninin için
içinde bulunduğun koşulları
öne sürdüğün esnada
isyan etme hakkını
zihninde saklı tuttuğun sürece
savunmaya geçemezsin
aldırış edilmez
ve dediğim gibi
belki de haklıydı
ricardo edmundo
karısı ve kızı öldüğünde
mahkemeye kendini sunarken
aklanmaya çalışmayıp
“ait olduğumuz toplumsal norm
ve kurumsal bağnazlık
atar damarımızı kesiyor”
dediğinde
karşıdan gelen kamyoncunun hikayesini de
başka bir zaman anlatırım
dediğim gibi
şiir uzar ve
beni bekleyen bir
durum söz konusu
bulaşıklar ve hayat
eyvallah
14.haziran.2014
10 Haziran 2014
DEVleTanrı
DEVleTanrı
devletle ilişiğimi kesiyorum
ama o bana ilişmekten vazgeçmiyor
çok ikiyüzlü
ve aynı zamanda da yüzsüz
herkes için her türlü şekle
girebilecek kadar esnek
ve işine geldiği durumlarda katı
çarparsan üzerinde bir kesik açılır
atsan atılmaz, satsan satılmaz bir şey
yani aslında ortada yok
gizlenme konusunda usta
ve suçu başkalarına yıkmakta aceleci
onun için iş gören melekleri var
cebrail, medya mesela
polis azrail
israfil olan ordusu var
ve mikail sermaye
tanrı gibi bir şey işte
ama tanrı kadar cool değil
çok kasıyor herhangi bir noktada
açık vermemek için
açıklarını açıklarsan ortadan kaldırıyor
sihirbaz gibi de yani aynı zamanda
çok fonksiyonlu bir bilmece devlet
duruma göre her türlü şekle girebilir
ve din de ona ait
dinsizlik de
ve hepsinin aralarında
tümünün
bütün devletlerin
gizli bir antlaşma var
kaplamışlar
tüm kara parçalarını
ve denizleri de hatta
gökyüzünü
kaçılabilecek yerlerde bile
peşinden geliyorlar
bir hapishane dünya
isyan edip
duvarları yıkmaktan başka
seçeneğimiz yok
ama siz yine de
yeni bir iktidarın
yeni bir ideolojinin
yeni bir sistemin
peşinden gidin
değişim umudu ile.
çıkış yok
a-narchía’dan
başka
10.haz.2014 – 16:35
9 Haziran 2014
ara bölge ve türbülans
ara bölge ve
türbülans
bir şey var
kimseye anlatmadığım
anlatamam
inanmazlar çünkü,
daha önce inanmadılar
hiç inanmıcaklar
rahatsız ediliyorum
göremediğim varlıklar tarafından
deli miyim?
HARBİ Mİ?
peki beni etiketleme hakkını
size kim verdi?
ya sizseniz asıl
norma uymayan
pardon yanlış yazdım
doğaya diyecektim
doğala, tanrısala
“norm” kelimesi sizin uydurmanız
ben sevmem
zil çaldı ve
teneffüs edildi
ruhun rejimi
9haziran2014-karataş’ta bir sabah..a
3 Haziran 2014
gitmeyen yakup
gitmeyen yakup
“kötü bir gece ve kötü bir sabah” dedi zack
bunu kendine üç kez söyledi
mutfağa geçti, kendisinin yanından ayrılıp
öperek kendini, seni, hayatının kadınını
onla kendi arasında
herhangi bir fark gözetmiyordu
geçti, mutfağa
bir sigara sararken müzik açtı
cure tabii ki
the funeral party
sardı, özenle, şarkıyla sigarayı iç içe
çıktı balkona
kötü bir şey olacağı hissi ile
hayır, hisleri kuvvetli değildi
ezberlemişti sadece
birbirlerinin eşleniği günlerin
ardı arkası kesilmeyen görecesizliğini
cold çalıyordu bu kez
yine the cure
ve sigara
yarıya bile inmemişken
durdu müzik
şarjı bitiyordu telefonunun
bu muydu olacak olan kötü şey
sanmıyordu
bilmiyordu ama değildi
değil gibiydi
değil gibi yapmak zordu
bitirdi sigarayı
hızlıca
onu içeride bekleyen
bebeğini daha fazla
tek bırakmamak için
sarıldı
öptü
şarja taktı şarkısını
kağıt ve kalem aldı
düşündü, yazarken
belki de
dün gece planladıkları gibi
sabah otostopla
gitmelilerdi
nereye olursa
olmazdı
mektup yazmıştı ona
ikinci mektubunu
gece, cep telefonuna
kalkınca mektubu
bilgisayara aktardı ve
pinero’yu 2009. kez
tekrar izlerken kaldı uyuya
uyandı
öptü kendini
diğer yatağa taşıdı
geniş ve ferah olana
sarıldı asla bırakmamacasına
ve bu arada bir türlü
kurbağalar batmaktan gelemiyordu
denge, demişti mektupta
bugün günlerden ‘denge’
gerçekte var olanın
asla açığa çıkmamış enerjisi
dengede olmakla sabitlenebilirdi
ve o’na eğer
bir şey olursa
ağlarsa mesela
dünya hapı yutabilirdi
o kadar emindi kendinden
kendinden ve içinde çıktığı nehrinden
büyük konuştuğu söylendi
büyük susuşları sonrası
büyük oynuyordu oysa
her şeyimi verip
hiçbir şeyinizi istemiyorken
bir şeylerinizi çalmaya
mecbur etmeyin beni
dedi
siz orada seslice
karmakarışıklığınıza sabitlenebilirsiniz
sessizliğimize kulak kesilmeyin yeter
dedi zack
içinden dilediği bir serzeniş gibi
iyiydi
nihayet
iyileşmişti
şimdi iyiydi ve
gece iyileşmişti
bir saatin boşluklarla akan
tik taklarına alışmış
korktuğu karanlıkta yatışabilmişti
kötü bir gün mü, demişti
yanılmıştı
her gün kötüydü
daha kötü ne olabilsindi
bir hiç uğruna ölen onlarca işçi
ne yaptığını anlamadan dövülen kadınlar
en yakınları tarafından iğdiş edilen çocuk
düşen borsadan daha önemli olamazdı tüm bunlar
olmamıştı hiç
bekledi
aynada kendisi ile yüzleşerek zack
zamanı gelmişti zamansızlığın
bugün günlerden denge
kaosun göbek adı anarşi
motor sesleri
silah sesleri
uçaklar bombalar ağaçlar
dünyanın bütün hezeyanları
birleşin!
derin bir nefes alıp
öptü o’nu
hayatının tek kadınını
uyurken o
uyumuyor
uyanıyordu
biri dinlenirken
diğeri okunuyordu
“sarmal doku çetesi”
koydu adlarını
iki kişilikli tekil
terör örgütlerinin
kimseyi öldürmezlerdi ama
devlet bu
kendi şiddeti dışında
her şeyi yasadışılaştıran devlet
kendi sergüzeştleri dışında
herkes terörist
kendi kendileri dışında
herkes hiç
devlet bu
yalanlarını doğrulatmak için
gerekirse kan kullanır şerbet niyetine
devlet adı
soyadı her zaman ve koşula adapte bir değişkenlikte
paranoyak devlet
paranoyak devletler
herbiri
aralarında hiçbir fark gözetmeksizin
herbiri
şirketler
medyalar
ordular
polisler
çoğu bilim adamları
çoğu mühendis
hemen hemen birkaç kötü adam
illuminati
difüzyonun nosyonu
normların paralelliği
her bir ülke sınırı için ayrı ayrı
paralel eğriler
pasaportlar ve kan basıncı
beynimi didikleyen acı
beyninizi didikleyen açık çekler
para para para
hayır hayır hayır
bi saniye
lütfen bi saniye dedi zack
kurbağalara bakmaya gitmeyecekti
onlar gelsinlerdi
eğer isterlerse
prensliğin veya prensesliğin
arzusunu dışlayıp
gelsinlerdi eğer gelebiliyorlarsa
gitmedi
gitmeyecekti
bunu kendine hiç söylemedi.
dedi lethe: “dur bi
sakin adamım
çay koy sigara sarıcam”
“hay hay” dedi zack
güldü
ağladı
dünyada o kadar haksızlık varken
hangi birine karşı çıkabilirlerdi
denemeye değiyor muymuşdu ki
olabilir miymiş di ki?
mümkün müymüş dü ki değişsin dünya
hiç dert değil dedi zack
ben dünyayı değiştirmekten ziyade
kendimi değiştirmemek için veriyorum
mücadelemi
döndü lethe’sine
sarıldı ve bekledi
birbirlerine “durma” bile
demiyorlarken hiç
durmalarını diledikleri
olaylar karşısında
alkış tutup tempoyu ayarlayan
polisin gözlerinin içine
bakarak geçtiler elele yoldan
yiyosa bir şey desinlerdi
korkaktı polisler
askerler korkaktı
politikacılar
patronlar
işçiler
sendikalar
solcular ve sağcılar ve yolsuzlar
alayı ödlek bir tutkuyla bağlıyken
iktidar olmaya
senkronize bir sessizliğe gömülmeli
kendi canları yanmasın diye
canların yanmasına
göz yumabilirlerdi
ellerinde tuzaktan kumanda
beyinlerinde porno endüstrisi
durdu
gerçekten durdu zack
hiçbir şey demedi
demeyecekti
anlamasınlardı
anlamayacaklardı
bunu kendine hiç söyledi
kurbağalar dilsizdi
çağırsalardı da gitmezdi
“hiçbir şey görme” dedi
kendi kendine zack
“hiçbir şey duyma
dilini yutmadığın sürece
sorun yok nigga”
3.haz.14
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)