4 Kasım 2007

deneme 1-2

1.
“32 yaşında, kadın, bankacı, maddi durumu iyi, sevgilisi aldatıyo bunu, kavga etmişler, bankta oturuyo, öğlen arası”

evet.. burada bir haksızlık var.. size de öyle gelmiyor mu? neden mi bahsediyorum? bakın şimdi, sevgilimle bir iddiaya girdik, bir betimleme yapacaktık, bir karakteri betimlicektik, ama karaktere odaklanamıyorum.. bi defa karakteri neden o seçiyor? bir ikincisi, 3. tekil yazamayan biriyim ben, bunu bilmiyor mu? neden kadın bir karakteri betimliyoruz? evet evet, feminist damarlar.. aklı sıra beni, kendi ağzımdan bir kadını betimlemek zorunda bırakarak intikamını alacak… ama hiç önemli değil.. o düşünsün dursun.. ben başarabilirim. evet yapabilirim… başlıyoruz..  hazırmısınız?

2.
bi saniye. bi saniye.. yanlış fon. evet yanlış fon. babes in toyland’ı seçmeliydim..

kadın. 32 yaşında. aldatılmış.. öfkeli.. intikam planları yapmakta. bunu en iyi kat’in sesi iter beynime.. evet. pekala.. her şey hazır mı.. ah. sigara. sigara olmalı. evet kadının ağzında sigara var.. pekala. zorla. zorla. girdap ve kadın göz göze geliyor. ha siktir. kendini çıkar öyküden.. kadını anlatıyorsun kendini değil.. aptal… her şeyin içine etme.. kendini sıfırla ve kadına odaklanan.. kat.. evet.. kat ve kadın… bu da olmadı. öyküyü başa sar. çekim iki sahne beş.. motor.

3.
32 yaşında.. ve aldatılmış.. düşünüp duruyor. elinde sigara. hiçbir şey umurunda değil.. önünden bir sürü herif geçiyor.. koşu yolu burası.. sahilden bir sürü genç yakışıklı sportmen herif geçiyor. atlet şort. çok seksi görünüyorlar. ama görmüyor.. kadına odaklanmış. kendi yerine tercih edilen kadına. kıskançlık krizi..

canı sıkkın.. öfke. hırs. eziklik hissi. yalnızlık hissi. kendini değersiz hissetme hissi. (eleştirmenlerim buraya takılıp başıma atmak için taş aramaya gidebilir, sadık okuyucularım parantez içlerini es geçsin bundan sonra)

ne diyorduk. pekala.. başa sar.. çekim iki sahne altı..

4.
32 yaşında. ve aldatılmış.. düşünüp duruyor.. bir sürü erkek geçiyor önünden. ama can sıkıntısı seksi aklına getirmiyor.. iş kıyafetini o gün değiştirmeyi unutmuş bankadan çıkarken. bir etek, gömlek, güzel bir makyaj, parfüm, ve hesap makinesi… hesap makinesi? bir saniye burada düşünmem lazım. bankada elinin altında bilgisayar var. hesap makinesi mazide kaldı. hah, hatırladım eksik ruhu: ben her öyküme, zaman ve mekan tasviri ile başlarım. stop. çekip iki sahne yedi..

5.
2005 yılı.. şehir ve bölge bilinmiyor. bir sahil. bankta oturan genç güzel ve aldatılmış bir kadın. bankta oturuyor.. burası aynı zamanda önünden koşu parkurunun geçtiği bir bölge. ama kadın görmüyor o genç yakışıklı seksi erkekleri. kadın aldatılmış. ezik. değersiz. aslında öyle değil, hiçbir insan, gerçekte, ezik ve değersiz değildir. sadece öyle hissederler… pekala pekala.. elinde simit olsun. evet. simidini yiyen bir kadın, aklından kocasına ilk aşık olduğu gün geçiyor.. ve şimdiki zaman. aldatılmak nedir? aldatma fili. kökeni. lanet olsun, yazı yazarken ihtiyacım olan bilgileri yazıyı kesip araştıramam. şimdi sırası değil. (“daha çok kitap okumalısın girdap, romanları siktir et, araştırma oku, teknik bilgileri kavra”)

kadın kendi kendine konuşmaya başlar….

“aslında, düşünüyorum da, beni kızdıran ney acaba? o şırfıntıyı gördüm. onu kocamla öpüşürken gördüm. kocam onun üzerindeyken onları gördüm. kocam boşalırken, “bu hayatımda yaşadığım en iyi şey” derken onları izliyordum. evet.. ama beni kızdıran ney.. düşün lanet olası… daha önce de kocan başkalarını düzdü. senden önce. senden yıllar önce de düzdü o başkalarını. onlar neden seni bu kadar yaralamadı. şimdi sorun ne. aslında, yani bana göre, o kadınla kocamı beraber gördüğümde, hiç bişi hissetmedim. ama kocamı aradım.. ve telefonu kapattı. denemek istedim. ve telefonu açıp, “aşkım çok meşgulüm, toplantım bitince seni arıcam” deseydi, bu kadar kızmazdım.. bana dönüp, “çok meşgulüm, toplantım bitince seni arıcam” dedi.. lanet olsun.. lanet olsun.. sonra o kadına dönüp, ben bir hiçmişim gibi, askerlik arkadaşının onu yemeğe davet ettiğini söyledi. lanet olsun. beni aldatmıyor. kadını aldatıyor.. beni kadın öğrenirse kadını kaybedebilir. bu yüzden beni de aldatıyor. kendini de aldatıyor. lanet olsun”

4 kasım 2007


1 Kasım 2007

multifonksiyonel eleman

multifonksiyonel eleman

1.
bir sandalyede oturmuşum. önümde iki duvar, odada bir köşe, ve ben biraz geriye dönüp, pencereden sokağa bakıyorum. gökyüzüne bakıyorum. önümdeki cama bakıyorum. ve niye burdayım diye düşünüyorum. lanet olsun lanet olsun lanet olsun. niye burdayım.
insan kendine “niye çalışıyorum” diye sorduğunda, ardından gelicek cevaplar, kendi için olan herhangi birşeyi kapsamıyorsa, fedakarlık ediyor demektir, buna hayatın boyunca devam ediyorsan, bu kendini feda etmek anlamını taşır. fedakarlık süresi uzarsa feda edilirsin. ve insan kendi hayatını feda ederekte pek tabii mutlu yaşayabilir.. kızım için. aşkım için. daha doğmamış torunlarımın geleceği için. milletim için. dinim için. ölümden sonraki hayatım için. dünya barışı…. bir dakika, bir dakika, sikmişim dünya barışını..
zihnim bana oyun oynamayı sürdürüyor.. çünkü ben niye burdayım diye sorduğumda kast ettiğim şey, niye bu köşeye yerleştirildiğim idi. bekliyorum. bekliyorum. bir köşedeyim. çünkü patronum benim iş dışında herşeyle uğraştığımı düşündüğünden dolayı bilgisayarımın yerini değiştirdi, önüm duvar arkam duvar, sobe oyunu geliyor aklıma nedense.
hey bakın ben bir şey yapmıyordum, ve cezalandırıldım.
insan herhangi bir suç işlemediği için cezalandırılınca kendini gerçekten kötü hissediyor, çünkü gerçekte zaten herhangi bir suç işleyince de cezalandırıldığınızda kendinizi kötü hissedersiniz. çünkü toplumdan uzun veya kısa bir süre atılmışsınızdır. ve toplum huzuruna aykırı bir şey yaptığınıza, veya bir bireyin veya kurumun, yaşamına veya mülküne veya kişiliğine tecavüz ederseniz, yani kısaca bir takım maddeleştirilmiş yaşama şekli sınırlarının dışına çıktığınızda, önceden hazırlanmış kurallar bütününe göre, kısa veya uzun bir süre toplum hayatının dışına atılırsınız, veya maddi para cezası ödersiniz. bu cezaların en komiği hakaret nedeni ile açılan tazminat davası olmasına rağmen konuyu değiştirmek istemiyorum.
beni aşağıla. parasını ödemen yeter.
hepimiz bunu yapıyoruz. hepimiz birileri tarafından aşağılanıyor ve bedel ödeniyoruz.maaşımı öde, dilediğin saatte dilediğin yerde olucam, dilediğin işi yapacağım, maaşımı öde, ki benim gibi maaşı ödenenlerin ürettiği şeyleri satın alabileyim. yaşama devam edebilmek için kendimizi hiçe sayıyoruz.
feda ediş. kurban. tören.
haftaiçlerini satarak hafta sonlarını kazanmak
12 saatini satarak, yıllar sonra senin yaşlı buruşuk yüzüne tükürücek oğluna bir gelecek hazırlamak
yaşamanını kaybederek, vatanını korumak.
aslında hepimiz bir şekilde hem kurban hem katiliz.
gelenekselleştirilmiş ve toplumsallaştırılmış değer yargılarına göre yaşam biçimimizin sorgulanması
pencereden bakıyorum çünkü gökyüzü güzel görünüyor
pencereden bakıyorum çünkü bilgisayarı iş dışında kullanmam yasak
pencereden bakıyorum çünkü patronum her an arkamdan gelip benim onun internetini kullanıp kullanmadığımı denetleyebilir
pencereden bakıyorum çünkü o an orada olmamam gerekiyor. dışarıda olmalıyım. istediğim yerde olmalı, istediğim şeyi istediğim yerde yapmalıyım.
özgür olmalıyım. özgür olmalıyım. özgür olmalıyım.
ama değilim.
hiç birimiz özgür değiliz.
salındığımız boşlukta, zincirimizin uzunluğu kadar yol alabilir, prangalarımızın izin verdiği ölçüde hareket edebiliriz. ve sesimiz filtrelenmiştir.
duvarlar duvarlar duvarlar
pencereden bakıyorum
ve ben küçük bir şirkettin kontrol altında tutmakta zorlandığı, bu yüzdende sürekli takip edip sorguya çektiği bir elemanıyım. beni işte sadece kan bağı tutuyor. yaptığım işi yapmanız için ya aptal olmanız gerekir, yada fedakarlık etmeniz. ve ben bunu bir adım ileri taşıyıp kendimi feda etmek istemiyorum.

dediğim gibi, bir sandalyede oturmuş ve dışarıyı izliyorum.
işteyim, çalışmıyorum.
işteyim, sokağa bakıyorum.
işteyim, ama işi bıraktım.
patron arkamdan geliyor ve “napıyorsun” diyor,
tepenizdeki oteritenin üzerinizdeki ilizyonu kaybolunca, yani onun elinden yırtınca, yani size ufak elma şekerleri sunarak özgürlüğünüzü kısıtlama gücünü kaybedince, gerçekten çok sinirlenir, ve eğer siz bunun üstüne onun bu sinirli halini sikinize takmazsanız, oteriteyi fena halde korkutursunuz, ve bu paranoyak ruh sizi yok eder, çünkü işine yaramıyorsunuzdur, çünkü bütün devletler paranoyaktır, çünkü bütün şirketler aslında ufak birer devlettir, ve oterite sizin bulaşıcı bir hastalık gibi diğer ruhlara bulaşmanızı engellemek için sizin sesinizi kısar, yada size maskeler takar, “vatan haini” maskesi en kolay giyilebilen ama en çok dışlanmanızı sağlayan maskelerden biri olmalı.
hiçbir iş yaptıramayacağını anlıyor bana patronum. aslına bakarsanız ona niye hala patronum dediğimi bile bilmiyorum. ağız alışkanlığı.
oterite üzerinizde, bebekliğinizden ölümünüze kadar sizi terketmeyecek kalıcı alışkanlıklar yaratır.

dediğim gibi, bir sandalyede oturmuş ve dışarıyı izliyorum. patronum arkamdan geliyor ve “napıyorsun” diyor,
“hiiiç” diyorum, “düşünüyorum”.
“neyi” diyor hıyar oğlu hıyar,
“yazacağım romanın adını” diyorum hıyar oğlu hıyara, ve adamın babası da gerçekten tam bi hıyar, oğluda öyle, hıyar sülalesi… hıyargiller familyası
“yazacağım romanın” adını diyorum, “sence multifonksiyonel eleman güzel bir isim değil mi? beni anlatıyor” öfkeleniyor ve “bunu sonra konuşalım” diyerek geri dönüyor, amacı içerideki misafirine ve ona çay götürüp götüremeyeceğimi sormak, ama oterite size bir iş yaptıramayacağını anlayınca, sizden talepte bulunmaz, oterite küçük düşmemelidir…. geriye dönüyor patronum. bende camdan bakmayı, cama bakmayı, camdaki lekeleri silmem gerektiğini ama işi bıraktığımı anımsıyorum…. orada sadece, başka bir kurbanın bir süre azad edilmesi için yerine bakma işini yapıyorum. işim bu. fedakarlık. ama asla feda edilemem.
hayatınızı feda edicekseniz, karşılığında daha değerli bir şey almanız gerekir.
bir insanın kendi hayatından daha değerli olan nedir?
sevdiği bir insanın hayatı – aşk – çocuk – aile – anne
sevdiği bir imgenin hayatı – ülke – millet – ideoloji -
yada cennette yaşayacağı sonsuzluk  - din – allah – iman
sistem bize hep bu oyunu oynuyor
size, kendi genlerinizden olma bir varlık ürettiyor, sonra onun için fedakarlık yapmaya başlarken, kendinizi feda ediyorsunuz.

ben
multifonksiyonel eleman
hiçbir şeye inanma. kendine inan
herşey olucağına varır
ve aslında hiç bir şey olmaz
yaşar ve ölürsünüz
herşey bu kadar basit


2.
yerimden kalkmak zor geliyor, biten sigara paketinin son sigarasını yakarken sigara paketini küllük yapıyorum, dediğim gibi, yerimden kalkmak zor geliyor ve küllük uzakta…

zorunlu kalmadıkça hiç bir şey yapmam dediğimi anımsıyorum…

kendi hayatım söz konusu olduğunda, hayatım için yapmam gerekenleri göz ardı ediyor, üşengeçlik ediyor, aylaklık ediyor, ve sallamıyorum, herşey olucağına varır, yani bu tamamen herşeyi ama herşeyi kendi eyleminin doğuracağı bir sonuç dışındaki akışına bırakmak, çünkü dış müdehale çok fazla, naparsan yap olmuyor işte, olmuyor, o halde hiç bir şey yapma diyorum ve o zamanlar 22 yaşında olmalıydım, yani bu tamamen herşey olucağına varır dediğim zamanlardan biri, kendini umursamamak… fedakarlık etmek ile kendini feda etmek arasında bir uçurum vardır. ve ben herşeye rağmen aşırı bencil bir insanım. abimin ben işi bıraktıktan sonra, iş yerinde ne bok yiyeceğini düşünmek istemiyorum. bu yüzden uykuya dalana kadar, hızlı ritmik vuruşlar ve taşak vokallerle zihin akışımı başka noktalara kanalize edicek punk şarkıları dinliyorum. geçmişe gidiyorum biraz.. en başa. hikayenin başlangıcına..

1 kasım 2007          

sincap - giriş yazısı

şimdi okumaya başladığın fanzin, tao ve anarşi hakkında, ve kendini mutlu etme hakkında, ufak bir hikayedir. anlatmaya başlamadan önce, sana biraz ön bilgi vermem gerekiyor. anlatmaya başlamadan önce, çok sert bir punk grubunu, bana şiddet aşılaması için fon olarak seçtiğimi bilmen gerekiyor. yazmaya başlamadan önce, bilgisayarın yavaşlaması ve yazma hızım, düşünme hızım ve bilgisayarın hızı arasındaki dengesizliği artırmak için, bir dvd çekmeye başlayarak, bilgisayarımı yavaşlattığımı bilmen gerekiyor. birkaç ön bilgi daha vermem gerekiyor. kül tablası almaya üşendiğim için, bir kağıt parçasını küllük yaptığımı ve sigaramı onun üzerine koyduğumu, böylece dikkatimi dağıttığımı, yazıdan çok, yazarken peş peşe yaktığım sigaralarımın kağıdı tutuşturup tutuşturmadığını kontrol etmem gerektiğini bilmelisin. ayrıca kulağımdaki kulaklıklardan birini çıkarmam gerektiğini de bilmelisin, çünkü babam hasta ve bana seslenebilir, onu duymayabilirim. ayrıca şu an saat sabaha karşı beş ve intihar tutkunu geç kızın uyuyup uyumadığından, yatmadan önce bi’ kaç hap atıp atmadığından emin değilim.

daha giriş metninde, seni yeterince sıkmak istediğimi ve bir an önce defolup gitmeni sağlamaya çalıştığımı anlamış olmalısın. eğer anlamadı isen ve hâlâ okuyorsan, az önce sigarayı elimle söndürdüğümü ve canımın çok yandığını bil.. bunu, düşünmek zorunda bırakıldığım bir çok konuyu göz ardı etmek için yaptım.

eğer 16 yaşında isen şansını boşuna zorlama, geleceğe dair tüm planların altüst olacak, şu an kendin için yaşamaya başlasan iyi edersin.

eğer 16 yaşında isen ve üniversite sınavlarına hazırlanıyorsan, tüm hayatını kökünden etkileyecek seçimlerin konusunda bencil düşünmen gerektiğini öğrendiğinde, iş işten geçmiş olacak ve nefret ettiğin bir işte para kazanarak, emekli olacaksın, hatta olamayadabilirsin.

eğer 50 yaşında isen ve günün birinde fransa’dan geri dönerek, girdap’a  “50 yaşındayım ve çok pişmanım, her şeyden nefret ediyorum” diyorsan, sana  hâlâ zamanın var, dediğimi anımsa...

önüne birkaç seçenek sunulup, istediğini seçebilirsin, denildiğinde, sana seçme hakkı verilmediğini, özgürlüğünün kısıtlandığını bilmelisin. eğer hâlâ dünyada olup bitenleri boyalı basından takip ediyorsan, sana yalan söylediklerini bilmelisin.

eğer hâlâ anlatacağım hikayemi okumak istiyorsan, elin bir tetiğe yakın bulunsun, birini öldürmek isteyebilirsin...

bunu da kayıtlara geçin; sincap sistemle açıktan savaşmaktadır.

eğer fanzini okumaya sondan başlamış ve her şeyin sonunda bu yazıyı okuyorsan, benim hiçbir konuda suçlu olmadığımı bilmeni isterdim.

eğer fanzini beğenmedi isen, bana bir nefret maili yazmaman gerektiğini, eğer beğendi isen, teşekkürü yazarak değil, bir fanzin çıkararak yapman gerektiğini bilmelisin..

az önce sigaramın kağıdı yaktığını ve odanın koktuğunu biliyor musun?

az önce bir askerin 6-8 nöbetine kaldırıldığını bilmelisin.

birkaç gün önce, tüm suçları bu ülkede doğmuş olmak olan birkaç gencin, ellerine zorla silah verilerek güneydoğu’ya gönderilip, orada başka birkaç ahmak tarafından esir alındığını, sonra serbest kalıp bırakılıp kendi ülkelerine gönderildiklerinde de, niye şehit olmayıp da teslim olduklarını sorgulamak üzere esir alındıklarını, ve mahkum olabilme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını bilmelisin.

sana öğretilen her şeyin, kendini feda etmen için öğretildiği bilmelisin… ve benim kadar bencil olsaydın, hayatını, sadece özgürlüğünün bi gram bile kısıtlanmaması için feda etmen gerektiğini bilirdin.

kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardan sistemin korktuğunu biliyor musun?

ölümden korkmayan insanlardan sistemin korktuğunu..

öldükten sonra bir hayata inanmayan insanlardan korktuğunu…

ölmeden önceki hayatını, sadece ‘kendi’ inançları doğrultusunda yaşamak isteyen insanlardan korktuğunu…

boyalı basının, asla görmemenizin istendiği şeylerin önünde, bir set oluşturmakla görevlendirildiğini…

bildiğin her şeyin, sana neden öğretildiğinin farkına varman gerekiyor.

sen bir kuklasın. yaşamıyor, yaşatılıyorsun..

boyalı basın, göz boyar..

hayata siyah-beyaz olarak bakmayı öğrenmelisin. onlar beyaz bayrak çekip, teslim almışlar fikirlerimizi, siyah bir bayrak ile isyanı simgelediğimizi bil.. ve şimdi siyah-beyaz ve kayıt dışı bir yayını okumaya başla. sessiz-sakin-içinden.. şimdilik içinden.

ama bu fanzin ikimiz arasında bir sır olarak kalmamalı. kulaktan kulağa oynamamalıyız.. avazın çıktığı kadar bağır!


1kasım2007