23 Mart 2012

asistol

asistol

izliyorum sadece, duyuyor ve görüyorum, ağzımdan iplik parçaları sarkmakta. terzilerim sıkı çalışmış..

birinin işe yetişmesi gerekiyor, bir diğerinin okula.. çalan telefona bakma nezaketini göstermeyen biri, iptali tuşlayıp cebine atıyor. bir diğerinin, balkondaki çiçekleri sulaması gerekmekte. biri gazete dağıtıyor motorla, bir diğeri gözlerini açmakta zorlanırken sigarasını ateşliyor ama kibritle, yeniliğe açık değilim onun gibi ben de, yaşamımızı kolaylaştıracağı söylenen her şeye karşı itkisel bir tepki duyuyorum bitkisel hayatta olduğum sanılsa da. bir diğeri sevgilisinin ellerini tutmakta, bir diğeri boşandığı eşinden arda kalan çocuğunun elini, -tanıyorum mahallemdeki insanları, o yüzden bu alt bilgi- birinin düşlerimi gerçekleştirmesi gerekiyor -bu arada, biri odamı toplayabilir mi? bir diğeri, “acaba sevgilim beni aldatıyor mu” diye paranoyada, “mutsuzum ben” dedi, “aşığım ve mutsuzum”, ona “dikeni seven gülüne katlanmaz” dedim, “o ne demek ki” dedi, “bilmem” dedim, “katlanır mı?”
birkaç bin sene önceydi bu, ya da birkaç sene sonra. sahilde oturuyorduk, ben, zack, esçûmento ve kabil ile beraber. yapacağını yapmış, kardeşini öldürmüştü o sıralarda kabil, nedeni kıskançlıktı, ikiz kardeşine aşıktı o, ve değiş tokuşa canı sıkılmıştı, hikayeyi biliyorsunuz umarım, bu bilinmeyen kısmı, benden öğrenin istedim, her şeyi benden öğrenmiş olsaydınız cahil kalırdınız, çünkü ben, yaşanan hiçbir şeyden bir şey öğrenemeyecek kadar kalın kafalıyım. biri bana küçük gösteriyorsun dediğinde, ama sarhoşken ben, “büyük göstereceğim zamanlar da olur” diye iğrenç bir espri yapmıştım, romanın içinde ama, büyük roma imparatorluğu? anything, doing, was.

birinin gerçekten servise yetişmesi gerekmekte, koşuyor resmen, ben oturuyorum, yetiştirilmek istendiğim halde büyümeyi reddettiğim için terk edildiğim salıncakta, kendi başıma. iki tane anne ayakta dikilmiş dedikodu yapıyor iki tane çocuk kaydırakta kayarken. yoldan geçenlere bakıyorum sadece, ve gördüğümü naklediyorum kağıt üzerine. olan biten her şey bundan ibaret olsaydı, yazmazdım, ya da olan şeylerin biteceğini biri bana söyleseydi, yine yazmazdım. yazıyorum, çünkü yazınca antreye çıkmış gibi hissediyorum. aydınlatılmaya ihtiyacım var birkaç konuda. yüzüme tuttuğunuz fenerin, ardınızdaki karanlığı gizleyemeyeceğini biliyor olmalıydınız. birini bir şeylere karşı körleştirmeye çalışmakla, ona bazı şeyleri göremezmiş sanki gibi muamele yapmak arasında fark var, aradaki farkın negatif olduğu durumlarda küçük sayı mutlu olmak için, odasındaki duvarları mutlak değer çizgileri olarak düşünmek zorunda, negatif durumlarda renk körü bir bukalemunmuş gibi davranmak zorunda hissediyorum kendimi, kimsenin göz zevkini bozmak istemem, ama, bana, “hiçbir derinlik yok yazılarında” diyen lavuk da eline bir mikroskop alıp, teleskopuma bakmaktan vazgeçmek zorunda..

biri, ankaraya kalkan uçağa yetişmek için taksi çağırıyor, yirmi dakika sonra bir diğeri uçağı kaçırmak üzere olan flörtüne (tabir bu) mesaj atma telaşına giriyor. kimsenin beni tanımıyor olması, benim kimseyi tanımadığım anlamına gelmez. sizin beni görmüyor olmanız, benim sizi görmediğim anlamına da gelmez. mesaj atıyor, “özleyeceğim” diyor olabilir belki, ya da bir dakika, diğer tipine atıyor da olabilir mi?

özlemek, çoğu zaman, kalbin asistol durumuna geçmesine benziyor, iki kalp atışı arasındaki boşluğun aperiyodik seyretmesi, sizin kardiyolojiye gitmeniz gerektiği anlamına geliyor, ama siz dört ya da beş ya da altı -hipnotik yemini etmiş- doktoru duymazdan gelip sigaranıza fondip yapmaya devam ediyorsunuz, sonra dandik bir iş için onsekizyüzbin tane rapor almanız isteniyor, istenen raporlar kafi gelmediği için, bir de böyle bir işte çalışıp çalışamayacağınıza dair bir kardiyolog izin vermeli deniyor, kardiyolog üzerinize kalp ritimlerinizi kaydeden bir cihaz bağlıyor ve 24 saat sonra görüşürüz diyor, siz o yirmi dört saat içinde yirmi dört değişik türde beste yapıyorsunuz alete. kalbim iyi bir müzisyen olabilirdi, eğer sesini duymak için kulağınızı dayasaydınız. kalpler gözlerin aynasıdır, diye yazıyorsunuz sonra, sigaranızın üzerine, çünkü o an meşale olabilecek başka bir kağıt parçası yok yanınızda, parkta oturuyorsunuz yani, aklınıza bu geliyor bunu yazıyorsunuz, hayır o başka bir gün, şu an kağıt var sigara yok, eskiden olmayan çoğu şeyin şimdi olduğu veya eskiden olan her şeyin hâlâ olmaya devam ettiği gibi, yığınlar, üst üste biriken tek düzelik, seni seviyorum, hayır sen yarattığım illüzyonu seviyorsun, sihirbazın numarası açığa çıkınca bilet satışları azalır. “gerçek, gerçekte olmadığı kadar can sıkıcı” dedi bana bir şair bozuntusu, yeni şiirinin ilk dizesiymiş bu, “devamı” dedim, “henüz yazmadım” dedi, “yeni başladım”, kesinlikle ruhunda ritim bozukluğu yok herifin, bir duyguyu, on günde, parçalar halinde düzebiliyor, ya da? her neyse.. susalım.. bana, “öykülerinde duygu yok” diyen herife, aynı şeyi, helikopter resmi göstererek de anlatabilirdim, ki benim de ruhumda bir ritim bozukluğu yok, üç bin yıldır aynı teraneyi farklı günlerde geveliyorum..

biri size, “sen çok iyi bir insansın” dediğinde, siz de ona, “sen de çok iyi bir insansın” deyip geçin, “iyi değilim ya” deyip, gerçekten iyi hissetmediğinizi anlatmaya çalışmanız, ölümcül sonuçlar doğurabilir.. “kimse beni anlamıyor” dedi bana biri, “ben, kimsenin anlamadığı şeyler yazıyorum, hangisi daha kötü ki” dedim, romanın içinde ama, gerçekte değil, eskimiş roman imparatorluğu, kuruçay orası, izmir’de bir çingene gettosu, konuyu değiştirmemek için kaçındığınız kelimeler işe yaramaz, biri sizi dinlemek istemiyorsa istemiyordur,  ne kadar pis bir kum torbasıyım diye tabela taşımaktan vazgeçin.. acı, herkes için geçerli bir olgu. (duygu demedim) mutsuzluk, acıyı kanıksayamadığınız (sindirmek demedim) anlarda faaliyetine başlar. mutlu olmaya çalışmaktan vazgeçen biri, kendini, herkese güllük gülistanlık olarak takdim edebilir, evine girince g harfini k harfi ile takas eder.  aslına bakarsanız, (bakmayın) size “ben de iyi değilim abi” diyen birinin, yanınızda olmaya çalıştığı gerçeğini göz ardı edip, telefonu yüzüne kapatmak gerekir, çünkü sizi hafife alıyor ve “dışarı çıkıp bizim gibi hayata katılman gerekiyor” demek istiyordur, “bırak bu mavrayı yani, herkesin başına gelebilecek şeyler senin de başına geliyor, hiç kimseden bir farkın yok, mutlu olmayı öğren.” ona, kendinizi mutsuz hissetmediğinizi, farklı hissetmediğinizi, daha da büyüğü, demokrasiye inanmadığınızı, herkesin başına gelen şeyin sizin de başınıza gelebiliyor olmasının, sizin de onlar gibi davranmak zorunda olduğunuz anlamına gelmediğini, yani on kişiden dokuzunun başına düşen taşa ağlamıyor olması, sizin o taşı sahibinin kafasına çelenk olarak takdim etme arzunuzu bastırmaya heveslendirmeyeceğini, anlatmak, boşa bir çabadır. yüzüne kapatın gitsin.. neden yüzüme kapattın? şarjım bitti demeniz bile gerekmez bu esnada, bi daha şarj etmezsiniz olur biter.. sizi öldü sanıp arayıp sormazlar, olur biter. yani, her şey olup biter, bu şekilde yaşarsınız, olup bitmesi bir şeyin, sizin yaşama devam etmeniz için zorunlu bir koşul değil, koşullu bir zorunluluktur, anlatabiliyor muyum? sistol ve diyastol arasındaki sirkülasyonunuzu devam ettirmeniz için, “oldu ve bitti” dersiniz siz, sonra bu dönüp dolaşıp, her nasılsa, (bilmiyorum, biliyor olsaydım yazıyor olmazdım), dönüp dolaşıp, her nasılsa, ‘oldu da bitti maşallah’a döner, nakaratınız budur zaten daima, asistol hali görmezden gelirsiniz daima, birinin aniden ölüvermesi, sizin için ölüvermesi anlamına gelmeyebilir, sizin için ölüverebileceğini söylemiş olması bile, size, ölü görmenizi istediğiniz bir tanığınızın cesedini doğum gününüzde hediye olarak verebileceği şeklinde bir anlamı işgal edebilir, “kardiyak arrest lan bu hâl” desem, tutup o ne demek diye aranıp taranmazsınız da, ben salıncakta sallanır vaziyette kağıda harflerden ‘üçüncü dünya’ savaşının (afrikadaki açlar arasında yapılacak) resmini çizerken, içinizden biri gelip “bilâder, buraya aileler geliyor” der, haklısınızdır, “haklısın abi” denmesini bekliyorsunuzdur size, “hiç haklı olmadım, haklandım daha çok” demek isterim, ama zihnimin daima sonraki diyaloğu konuştuğunu ve “bu nerden çıktı” tepkisini alacağımı bildiğimden, susarım..

evdeyim şimdi. balkonda. yoldan geçen insanları izlemeye devam ediyorum. terzilerim gerçekten sıkı çalışmış. konuşamıyorum. içe kapaklanan anlamlar, bilinç dışı bir senkronizasyonun hezeyanı sadece.. heyecanı mı demeliydim burada? bir editörüm olsaydı, buna cevap verirdi, hatta benim yerime baş harfleri büyük yapıp, ayrılması gereken da’ları ayırır, vedaları ova ve yayla gibi göstertirdi okuyucu adını takacağı insanlara. böylece, gelgitler sonucu gelip giden görüntü sayesinde düşen reyting patlamasını engellemiş olur, sonuç olarak, yerime atacağı imzalar için, maskemi takmak zorunda kalabilirdi, isra günlerinde.  (bkz: süre 17 ayet 1)

evdeyim. balkonumda. kağıda, harflerden, asla son bulmayan dünya savaşının resmini çiziyorum. ben hepiniz, siz tek - siz ben, hepimiz tek. asla, doğru kelimeleri tarif etme inceliğimi kaybedemiyorum, soldan sağa dönüp yukarıdan aşağıya inerseniz, ve bunu durmadan tekrar ederseniz, kendinize açtığınız açmazda, zırvalamaya devam edebilirsiniz.. (nasıl yazabilirim, diyen teyzeye cevaben)

“senin gibi yazmak isterdim” dedi bana biri, ben de ona “ben de senin gibi yazmamak isterdim” dedim, yani o yazamıyor değil yazmıyordu, ben de aynen onun gibi, yazmamış olmayı istiyordum, söyleyecek hiçbir şeyimin olmamasını, iplikleriniz canımı yakıyor artık gerçekten. bazen insanlar, ağzınızdaki baklayı sakız sanabilir. bazen insanlar gerçekten her şeyi sadece “sanıyor” olabileceklerini unutarak, sizi, emin olduğunuz şeylerden şüphe etmek zorunda bırakabilir.

bilim adamı olsaydım, sistol ve diyastol arasında bir mola vermeyi sağlayan cihaz icat ederdim. bilim adamı olsaydım, bir mühendis ya da, profesör, filozof, peygamber, uçan kaplumbağa ya da, yada onlar gibi bir şeyler, iğneden iplik geçirme makinesi icat ederdim, perdeleri otomatik takan makine, bağcığı çözülmeyen ayakkabı (bağcıksız değil), kanı kurumayan insan yaratırdım tanrı olsaydım, ilk darbede ölsün keratalar. tanrı olsaydım, hiçbir şey yaratmazdım. bazıları insan olduğu için tanrıyı yarattıklarını zannediyorlar, bazıları sadece zannettikleri şeyler üzerinden yaşıyorlar, bazıları da sadece zannettikleri şeyler yüzünden ölmekte, bazıları her şeyden emin olduğu halde hiçbir şey bilmiyormuş numarasına yatmayı tercih ediyor, bu, kendi için değil diğerlerinin huzuru kaçmasın diye, bazıları bazılarının bu tercihini fark edemeyip, aptal ve çakal oyununu oynamayı sürdürüyor, bazıları yoldan geçmeye devam etmekte, tek bir kare yüzden on metrekarelik fotoğraf çekiyorum zihnimde, herif önünde yürüyen hatunun bacaklarına bakıyor ben herifin yüzüne, beni fark edince telaşa kapılıp hatunun yanından geçiveriyor hızlı adımlarla, sokağın başından beri ritimleri aynıydı, annem çağırıyor, uyu işe gideceksin diyerek, sokakta bir çocuk bisikleti ile yokuş çıkıyor, bir diğer çocuk bisikleti taşıyor yokuş yukarı, bir çocuğum olsaydı ona çalışmak zorunda kalmayacağı bir hayat verebilmek isterdim diye düşünüyorum, kalp ritmim tekleme riskini elden bırakmadan melodisine devam ediyor, halüsinasyonetik biri de iteklemeyle çalışan bisikletini elden bırakıp düşüyor. saçmalıyorum sadece yok bir anlamı hiçbir şeyin her şekilde, böyle düşünmek herkesin ruh sağlığı için, en doğru seçim deyip, uyanıyorum. uyuyunca işe gider, uyanıp eve gelirim. servisten her inişinde bir karakterimin söylediği gibi: biraz da yaşayalım. terzilerim gerçekten ama gerçekten sıkı çalışmış.
23.mart.2012




asistol adlı yazıma ithafen
bazen
zordur
içinizden geçeni
dışınıza taşımak
zordur sadece

canınız acırdı
söyleyebilseydiniz
ve söylediğiniz kişinin
canı acımasın diye
susarsınız
susarsınız
susarsınız
ta ki
içinizdeki ormanın
kuşları
ağaçlarınızı
kemirene dek

ve çöle dönen tabloda
gördüğünüzü söyledikleri
seraplar
aslında başkalarının
gördüğü tüm hayaller içinde
tek gerçeklerdir

ve o gerçekler
sizi
paranoyada kalmaya zorlayan
tüm dünya tarafından
yalanlanır
yalanlanır
yalanlanır

ta ki
realitik sanrılarınızın
karın ağrılarınıza
deva olamayacağı
ana dek

ardından
işte böyle
asistol adlı
yazı gibi
asıl anlaması gerekenlerin
“çok iyi yazmışsın “dediği
ama aslında
tam üzerlerine göre olan elbiseleri
kelimeleri ya da
terzileri
çıplak bırakabildikleri
vurdum duymazlıklarına
devam edecekleri
yazılar yazarsın

çünkü
gerçekte olan biteni
olduğu gibi anlattığında da
gördükleri kendilerini
ürettiğin bir masal kahramanı sanıp
hayran oldular

yüzlerine sövüp
haksız çıkarıldın

kapıdan kovup
bacayı tıkayınca
dışarda buldun kendini
evini çaldılar
zihninden

deli olduğunu söylediğinde
iyileştirmeye çalıştılar
iyiyim dediğindeyse
koydukları tanı
olanın aksineydi

olduğun gibi göründün
göründüğün gibi çıkmadığın söylendi

gördüğün gibi konuştun
hayal görüyorsun dendi

hayallerini anlattın
fazla idealist bulundun

hayal kurmuyorum dedin
depresyondasın ondandır

bir şeyler kurmaya çalışıyorum
kurulu olanı bozma

bugünlük saat kurmasak olur mu?
işe geç kalırsın

bi iş peşindeyim
arkandayız girdo

arkamı dönemiyorum
sağın solun sobe

13aralık2012