18 Mart 2007

uçan balon

-uçan balon-
1.
“beni it” diyordu mary, “hadi” diyordu, “başarabilirsin, it beni, öldür, lütfen öldür, lütfen, at şu otobana beni, yalvarıyorum sana, bir araba çarpacaktır mutlaka, hadi, yap şu boku”

otobanda falan değildik oysa, evdeydik, ağlıyordu mary, aşırı şekilde uyuşturucu ve alkol ile yüklü beyni, algı dünyasını kaydırmıştı. ve bizleri görmüyordu, bir yastığa sarılmış, koltukta oturuyor ve karşısında biri varmışçasına konuşuyordu, boşluğa doğru. onu izliyorduk, napabileceğimizi bilmiyor ve izliyorduk sadece, geçmesini bekliyorduk, kendine gelmesini, “hadi lan” diyordu, “itsene”

2.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary.. kimse ne kadar içerde olduğumuzu görmüyor, ne kadar derinde olduğumuzu, bir şeyler sallayıp duruyorlar yine, oy veriyorlar, bir şeyler değişecek çünkü, değişecekmiş, değiştireceklermiş, ve sonrasında sonuçları bekliyorlar, bir şeyleri değiştirecek birileri, yeni bir yönetici yeni bir hayat verecek bize, bekliyorlar, ve sonuç değişmiyor, hiç değişmedi, âdem’den beri değişmedi, bi gram bile oynamadı terazinin dengesi.. bir illüzyona emanet edilen arzular.. alâeddin’in sihirli lambasını arıyorum ben sadece, hepsi bu

3.
uyuşturucuya bulanmış ve uyuşturucuyla bulanmış bir beyin kadar tehlikeli hiç bir şey yoktur, inanın bana. ufak bir tablet her şeyi değiştirir, isa’dan önce isa’dan sonra gibi, milat, hayatınızın miladı. nerede durmanız gerektiğini bilmiyorsanız, dönemeçlerin sonunda sizi neyin beklediğini, ve durmanız gereken noktaları, gördüğünüz levhaların ne anlama geldiğini, bilinç altındaki/dışındaki hangi kapının nereye çıktığını, bilmiyorsanız, sonrasında o sizin dünyanızı değiştirmekle kalmayıp, o dünyaya bir çok sınır çizgisi koyacaktır. başlangıçta, bu dünyanın oluşturduğu sınır çizgileri kalkacak, sonrasında oluşan yeni özgürlük alanında yeni sınırlar belirlenecektir. iğne zamanları

4.
aferin kullandığını öğreniyorum bir şekilde, seviyorum herifi, ve “daha ileri gitme” diyorum ona, “nasıl kullanacağını bile bilmiyorsun” diyorum, “benim yıllarım geçti o şekilde” diyorum, “biraz kulak as bana” diyorum, “midenin ve beynin amına koyacaksın en sonunda, daha ileri gitme”

dinlemiyor beni tom, hoşuna gittiğini söylüyor bu hayatın, bir adım ileriyi görüyor, sonra bir adım daha, sonra kollarda iğne izlerini görüyorum, aradan sadece 6 ay geçmiş oluyor, ve sonra bir 3 ay daha, ben askere gidiyorum, sonra bir 15 ay daha geçiyor, geri dönüyorum, “tom’a” noldu diyorum, “uzaklara uçtu” diyorlar, anlıyorum meseleyi, istanbul’daydı diyorlar, sonra haberini aldık. bu işler böyle yürüyor, kendinizi kontrol edemiyorsanız, o sizi hiç kontrol edemez.

5.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary. kimse ne kadar içeri girdiğimizi görmüyor, bu dünyanın bize borcu var mary. tanrı da bize bir özür borçlu.

6.
“bugünkü gençlerin en büyük sorunu: uyuşturucu” yazıyor eski bir gazetede, şirketteyim, paspas çekiyorum odalara, daha sonra kuruyana kadar batmasın diye gazete kağıdı koyucam yere, ve eski bir gazetede dikkatimi çekiyor bu başlık, okuyorum, nedenler, ailevi nedenler, arkadaş ortamları, cahillik, özenmek. büyük bir palavra dönüyor burada! tamam mı? bir gram acid için yapamayacağın hiçbir şey kalmadığında, o zaman tekrar görüşelim bu meseleyi, olur mu çok saygı değer köşe yazarı, -burnundan bir kar tanesi bile geçmeden yazdığın metinler hakkında- o zaman tekrar görüşelim

7.
“ben bir balonum” diyor mary, yanaklarını şişiriyor önce, nefesini tutup içinde, ve sonra gözleri gülümsüyor, bana bakıyor ve “ben bir balonum” diyor, “uçan balonum ben", sonra tekrar nefesini tutuyor ve şişiriyor yanaklarını, kendini balon zannediyor, tamamen bilinçaltı, uçmak istiyor çünkü.

hatırlıyorum. birkaç gün önce. gökyüzünde kaybolan bir balonu izliyoruz. balon istiyor öncelikle benden, uçan bir balon, “tamam” diyorum, “alıcam”, çocuk gibi seviniyor, “onu gökyüzüne bırakıp izlemek istiyorum” diyor, öyle yapıyoruz, kordonda, çimlerde, gündüz, bırakıyoruz balonu, havalanıyor, “nereye gidiyor sence” diyor, “bilmiyorum tatlım” diyorum, “uzaklara gidiyor”

“ben de uçan balon olmak istiyorum” diyor bana, “nereye gittiğini bilmiyor” diyor, “ne güzel! uçuyor. ve sonra gözden kaybolacak. ne güzel! ve sonra patlayacak.. ne güzel! kimse görmeyecek patladığını ama, herkes yükselip kaybolduğunu sanacak, uzaklara, çok uzaklara uçtuğunu.. kimse bilmeyecek yok olduğunu, patladığını, havasının onu sonsuza dek taşımaya yetmediğini, öldüğünü bilmeyecek kimse, herkes uzaklara uçtu diyecek. öldüğümü bilmiyor kimse, biz çoktan öldük ve kimse görmüyor”

ona bakıyorum sadece, çok mutlu balonu uçtuğu için, ve kafasını gökyüzünde kaybolan balondan bana çeviriyor, gözlerime bakıyor kaygıyla “ne durumda” diyor çantamdaki tabletleri işaret ederek
“iki gün idare eder bizi” diyorum
“ya para”
“kalmadı”
“yarın gene tezgah açacaz o zaman, bu gece bi kaç yeni kolye yapayım ben, boncuk var mı evde?”
“yürütürüz dönüşte”
“boncukçu açık mıdır? bugün pazar”
“açıyorlar onlar pazarları da”
“peki”

8.
ne yapılabilir? hadi onlara yardımcı olalım. ne yapabiliriz? öyle diyor adam, çözüm önerisi sunmaya çalışıyor falan, çözmeye, yok etmeye bu illeti, illet diyor, uyuşturucu illeti, gençlerimizi koruyalım, hadi, öncelikle aileler çocuklarına arkadaş gibi olmalı diyor, sonra da toplum olarak uyuşturucu satan insanları gördüğümüzde, duyduğumuzda polise bildirmeliymişiz.

uzaktan taş atmanın anlamı yok çok saygıdeğer joe, bak sana ne anlatıcam:

3 yıl önceydi, fena halde harman kalmıştım ve 24 saat devriye gezilen bir noktadan karşılayabilirdim sadece ihtiyacım olanı, ve gittim elemana, “hacı naber” dedim, “eyvallah baba” dedi, “zarbolar etrafta, dikkatli ol dönüşte”
“pekala” dedim
“sana bişi olmaz da paranı alırlar baba” dedi “ve malını”
“anladım. el mahkum göt gardiyan durumu desene”
“aynen öyle baba”

parayı verdim, ufak bir poşet aldım, attım cebime, cebim delik ve pantolonun altındaki şortun cebine girdi zabazingo. sonra geri dönüş yolculuğu, üç üniforma, köşeye çektiler, “seni gördük” dediler, “üzerinde ne olduğunu biliyoruz” dediler, “nası ya” dedim
“onu bize vereceksin” dendi.

açık açık konuşuyorlardı, çünkü tüm güç onlardaydı, eğer insanlara taşıyamayacağı sorumluluk ve görevler verip üzerlerini de epey yüksek yetkilerle donatırsanız, hiçbir şeyi çözümleyemezsiniz, bu da öyle bir şeydi işte.

“tamam” dedim, “ama sorun ney? çakozlayamadım da mevzuyu”,
“cebinde ne olduğunu biliyoruz evlat” dedi, “bizi zorlama”

sonra üstüm arandı, -arama kararı olmadan ceplerinize elllerini sokamazlar- sonra bulunamadı, ama ben çıkarıp vermek zorunda kaldım, mecburdum. her konuda sınırsız mecburiyetlerle donatılmışız yarattığımız yaşam tarzında, ve hepimiz nefret ediyoruz bunlardan, yaşamak için gerekli zorunluluklar, faturalar, "hadi faturanızı sizin yerinize bankanız ödesin" otomatik ödeme talimatı, yakın bir zamanda otomatik oy verme talimatı da icat edilecek, çünkü hiç kimse fatura kuyruğunda beklemek istemediği gibi, hiç kimse oy vermek de istemiyor artık. oy verenlerle vermeyenlerin oranı neden gözümüzün içine sokulmuyor, toplam oy oranı, oy vermeme oranı, gözümün içine sokulmalı bence tüm bunlar, sonra birde uyuşturucu kullanma ve kullanmama oranları, her neyse, verdim üç üniformaya dalgayı, onlar da geri dönüp benim zavallı kanalıma geri sattılar, bu işler böyle yürüyor, her işte bir pislik dönüyor, (sonradan edit: izlediğiniz çukur salak bir kurmaca senaryo-gerçek çukurlarda çocukluğum geçti, görüyoruz algı karartma gecelerini) ve daha önce de dediğim gibi, en son kimin üzerine bulaştı ise pislik, o çekiyor tüm cezayı. aradaki tüm kurumlar ak. o yüzden, uyuşturucu, sizin tabirinize göre, gençler arasında hızla yayılan bir hastalık falan değil, sizin yarattığınız boktan dünyanızdan uzaklaşmak için bir araç, hepsi bu, ve sınır çizgilerini göremeyenlerin geriye dönemediği bir yol, kabul ediyorum, ama “uyuşturucuya hayır” demektense, “uyuşturucu sayesinde kaçılabilen dünyaya hayır” denmeli bence, içinde bulunduğumuz bu dünyaya yani, bu daha iyi bir tespit, o zaman uyuşturucuyu yok etme savaşında bizim gibiler de size yardımcı olacaktır, çünkü memnun değiliz bizler de..
nedenler. başlama nedenlerine dair tespitleriniz yanlış, çekim gücü yanlış, belirlenen faktörler yanlış, bu kadar

9.
“mary” diyorum
“hııı” diyor, kafasını kaldıramıyor
“mary”
“hıı”

sonra onu yatağa taşıyor ve üzerini örtüyorum. o durumdaki bir hatuna dilediğiniz her şeyi yapabilirsiniz, mary bana güvendiği için bir tek benimle uyuşturucu kullanıyor, beni kaybedince bırakırmış kullanmayı, eğer ben bir gün onu terk eder veya ölürsem o da artık hap atmazmış, tek suçlu oluyorum, kendini yok etmeye devam etmesinin tek nedeni benim, gülüyor sonra, yaşama devam etmesinin tek nedeni olduğumu biliyorum, bu işin kesin çözüm yöntemini kullanıp intihar etmemesinin tek nedeni olduğumu. üst dünyada yaşama devam etmenin tek yolu, kendinize bir yada birkaç suç ortağı edinmektir

10.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary, hem de herkes, biz de dahil herkez.. (evet biliyorum, “herkes” ve “herkez” kelimelerinden hangisinin yazımının doğru olduğunu, kıllık yapmak için peşöpeşe iki kez farklı şekilde yazdım, resmin bütününü küçük detaylarda aramaya devam edin ama siz yine de)

11.
uyuşturucuya karşı olanlar bir tarafta saf tutmuşlar, yanlış noktalardan saldırıyorlar, kendilerine iyi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar, yardımsever insanlar bunlar, öyle olmalılar, sadece neye karşı olduklarının farkında bile değiller, hepsi bu. kendinize tanımadığınız bir düşman edinmeyin, yanlış kişileri öldürebilirsiniz. bir de, hayatlarında, örneğin deniz kenarında güneşlenirken yanlışlıkla bile olsa burunlarından iki gram kum tanesi kaçmamış olanlar var, övünen kesim, kullanıyoruz diye övünen kesim, asıl tehlikede olanlar onlar, biz değiliz. bu övünme, bir süre sonra denemeye, üçüncü aşamada ise iğne izlerine dönüşüyor. biz, burada, neyi nasıl yapmamız gerektiğini biliyoruz, ne zaman kaçmamız gerektiğini, nerede duracağımızı, hangi yöne ve ne zaman koşulacağını. o yüzden, bize yanaşmayın. o sizin yaşama savaşınız, bu da bizim

mary bir uçan balon, ben de uçan balonunun ipinden sımsıkı tutan çocuğum, anlaştık mı? bize bir şey olmayacak!

18.mart.2007

13 Mart 2007

fondip hayat..

fondip hayat..

paketimden bir sigara çıkarıyor, ve ateşliyorum, ve hiç ağzımdan çıkarmadan, yani dumanını hiç dışarı vermeden, içime ne kadar çekebilirim diye deniyorum, sigaranın yarısına kadar gelmişken bi öksürük ile beraber dumanlar özgür kalıyor, öksürüyor ve tükürüyorum, gülüyorum bir de. diyorum ki: “bi gün sigaraya fondip yapıcam, ciğerlerimi sikmek hoşuma gidiyor”

“kes şu saçmalığı” diyor doktor
“hala hayattayız” diyorum ona “bu güzel mi?”
“neden burada olduğunu biliyor musun?” diyor
“bi deneme daha yapmama izin ver” diyorum ve bir sigara daha çıkartıyorum paketten, ateşliyorum onu
“şu saçmalığa bir son vermelisin” diyor doktor
“yazabilir miyim” diyorum “size bütün olanları yazayım, bana bi kalem ve kâğıt verin, bi kâğıt değil, hayır, bir defter”
“tamam olur” diyor doktorum, ve bende yazmaya başlıyorum.. paketimden bir sigara çıkarıyor, ve ateşliyorum onu..


pekala.. bu saçmalığa bir son verip, doktoruma ve size neler olduğunu anlatıcam.. şu an bir akıl hastanesindeyim, lanet olası birkaç “normal” insan, beni buraya kapattı, evet, pekâlâ, tam olarak zamanını hatırlamıyorum, ama bir gün, evden çıktım ve otobüs durağına doğru yürümeye başladım, bi sigara yaktım, yol üzerinden bir bakkala uğradım ve şarap sordum, bi kaç şey gösterdi, tanımadığım markalar, “şirince veya horoz karası var mı?” dedim, “yok” dedi, “tamam o halde” dedim “kalsın”. ve çıktım bakkaldan, durağa geldim, durdum, bekliyordum, bi sigara yaktım, önceki biter bitmez bi tane daha.. sonra başım dönmeye başladı, 2 gündür uyumuyordum, uyuyamıyordum, ve başım dönüyordu ve sigara bitince bi tane daha yakmayı tasarladım kafamda, ama gücüm yoktu, başım dönüyordu, etrafım karardı, karardı, karardı, ve sonra kendimi yerde buldum, bi anda, pat diye düştüm, nasıl oldu bilmiyorum, arada bir yerde film koptu, bi an ayaktaydım, bi an yerde, arada noldu veya ne kadar zaman geçti bilmiyorum, hayatımın kesintiye uğradığı ve kendimi ansızın nasıl geldiğimi bilmediğim zamanlarda ve mekanlarda bulabiliyorum, ve arada ne kadar zaman geçtiğini veya o esnada neler olduğunu hatırlamıyorum, buna benziyordu, ama sadece düşmüştüm. çenem yarılmış, bi adam gelip kolumdan tuttu ve kaldırıma oturmama yardımcı oldu. etrafıma bi çok kişi toplandı, “noldu”, “nasılsın”, “iyi misin”, “daha önce hiç oldu mu bu” gibi bi ton şey soruyorlardı, kalabalıktan nefret ederim, bunu biliyorsunuz zaten, ama meraklı kalabalıktan iki kat nefret ederim, “kesin be şunu” diye bağırdım o şokla, ve sustular, beni yerden kaldıran adam bi pet şişe verdi, su, o su nasıl geldi hatırlamıyorum, arkamda bakkal vardı, kim ne zaman nasıl aldı, görmedim, bilmiyorum, çenem kanıyordu, elime kan bulaşmıştı, “hey”, dedim, “bir şeyim yok, evim yakında, gidebilirim”
“eczaneye gidelim bi abim” dedi adam
“ne eczanesi” dedim “ciddi bir şey yok”

hala başım dönüyordu, dönen şey başım değildi aslında, dünya gözlerimin etrafında bir ileri bir geri gidiyordu. bakın aklıma ne geldi, siz hiç zamanda slalom yaptınız mı, kayak gibi, slalom, zamanda, bir ileri bir geri, bi geçmiş bi gelecek, ama asla şimdiki zaman değil, şimdiki zamanda yaşayamadığınız bi hayat biçimi, hayaller hayaller hayaller, benim öyle bi dönemim oldu, sürekli kokain amfetamin esrar ve alkol alıyordum, ve sigara sigara sigara, ve müzik ve müzik ve müzik, ve keder, bol acılı keder, heey, bi ketçap reklamı yapıcam, hatun garsona “bol acılı keder” diyecek, “ne” diyecek garson, “bol acılı keder de koyun sosise”, sonra başını iki yana hızla sallayacak birkaç kez, ve o hüzünlü gözlerini hızla birkaç kez açıp kapadıktan sonra, “bol acılı ketçap” diyecek, ne kadar harikuladeyim bugün, öyle değil mi? ama işe yaramıyor harikulade olmak, herkes harikulade bi herifsin diyor ama bu işe yaramıyor, bana işe yarar bir şeyler söyleyin, öl deyin mesela, belki bu işe yarar.. iyice dağıttım konuyu öyle değil mi? biraz kurgu yazalım derken içine ettik.. ama siz de, benim geleceğimle ilgili kurguladığım şeylerin içine ediyorsunuz, herşey karşılıklı, ödeşiyoruz bu şekilde, ne diyordum, yerdeydim, kan vardı, çenemde ve elimde, ve herif, ve eczaneye götürdü, buraları hızlı geçmek istiyorum, sonra hastaneye götürüldüm, sigortam yoktu, askerden yeni gelmiştim, falan filan falan filan, eczanedeki herif yarılmış çenemi ve kanı gördüğü halde ilk sorduğu şey, “sigortan var mı” oldu, ve hastanede sigortam olmadığı için 2 saat abimin iş yerinden izin alıp para getirmesini bekledim ben, dikiş atmadılar, sigortam yoktu, ve param da öyle, “hepinizin amına koyayım” diye bağırmak istedim ama annem vardı yanımda, tek başıma olsaydım o hastanenin amına koyacaktım, daha önce bir üniversitede öğrenci işlerinin amına koydum birkaç kez, bi kaç kez barlarda, bi kaç kez hastanelerde, bi kaç kez orda bi kaç kez burda, deliyim çünkü, aniden sinir krizi geçirip sağa sola bağırabiliyorum, ve insanların tek söylediği şey, “sarhoş” oluyor, hey hey, bunun sarhoşlukla falan alakası yok, bu doğrudan sizinle ilgili, sizin siktiri boktan hayat tarzınızdan dolayı sinir krizi geçiriyorum, çünkü o çembere dahil olmak işime gelmiyor, ama çekiyorsunuz, kısır döngü, çalış çabala, çalış çabala, sabah yedide kalk, işe git, çalış, çabala, hubala hübele.. o da mı ne? çeneme dönelim, eve geldim, dört dikiş 25 milyon artı kadeve..

10 gün sonra dikişleri aldırmam söylenmişti, ama bi gün dikiş yeri kanadı ve kabuk bağladı ve sakallarım iyice uzadı, dikiş görünmüyordu, annemle birlikte sağlık ocağına gittim, bu arada annemle birlikte demişken, annem olmasa ölürdüm, bakkola… bakkola ne lan? “balkonlu bakkal dükkanı” böyle bişi olabilir ya da yanlış yazdım, evet doğru, yanlış yazdım, balkona diyicektim, balkona! balkona çıkınca annem peşimden gelip terlik getiriyor, “betona yalınayak basma” der, ve terlikleri giyerim, geceleri içip içip sızıp kaldığımda üstümü örter, yemek yemeyi unuttuğum zamanlarda bana hatırlatır, yaşamaya ara verdiğimde benim yerime telefona çıkıp evde olmadığımı veya kimseyle görüşmek istemediğimi söyler, falan filan falan filan, annem benim en büyük yardımcımdır, birde sağlık ocağına gittik onunla, bi hemşire vardı, 27-30 yaşlarında, evlidir belki diye düşündüm, kızıl saçlı, harika bir şeydi, harikulade, ona aşık oldum galiba, ki sonrasında akıl hastanesine kapatılmama kadar giden o sürece girdim. şöyle ki;

hatun çeneme dokundu, oturuyordum, “ya bu böyle olmucak” dedi, “boynun tutulucak, uzan istersen”
“peki” dedim, sedyeye uzandım, gözlerine baktım, gözlerini kaçırdı, bi kez denk geldik, bir daha bakmadı o gün gözlerime, sonrasında çeneme dokundu, ve dudaklarıma, dikişlerimi alıyordu
“canın yanabilir” dedi
“önemli değil” dedim
“sakallardan görünmüyor, bir de kabuk bağlamış, kabuğu soyucam, canını acıtmamaya ve iz bırakmamaya çalışıyorum, ama canın acırsa söyle”
“rahat ol” dedim, “fiziksel acıyı önemsemiyorum”. epey bi uğraştı.. dört dikiş vardı, dört küçük dikiş, ve sakal, ve kabuk bağlamıştı ve kanadı
“hay aksi, çok özür dilerim” dedi “kanattım”

konuşamıyordum, çünkü o esnada hala operasyona devam ediyordu, “hı hı” diyebildim sadece, ardından çenemi sildi, dikişlerin hepsini aldı, temizledi, ve “tamam bitti” dedi, ayağa kalktım, ve
“sağolun” dedim “borcum ne? ne kadar”
“önemli değil” dedi
“karşı odada buraya ödeyeceğimiz söylendi” dedim
“önemli değil” dedi tekrar.. “bi kaç gün sonra yine gel, sakallarını kesip, bi kontrol edelim, kalmış mı bişi diye, şu an sakaldan belli olmuyor”
“tamam gelirim” dedim, “çok teşekkür ederim”
“adını ve soyadını kaydetmeliyim” dedi, adımı ve soyadımı söyledim ona..
“kaç yaşındasın?”
25”
“tamam gidebilirsin”
“tekrar çok teşekkür ederim”
“görevim bu”


birkaç gün sonra tekrar gittim, kontrole, sakallarımı kesmiş ve yenilenmiştim, içeride hasta vardı, bi müddet bekledim, daha sonra içerisi boşalınca kapıyı çaldım ve açtım ve girdim içeri
“meraba ben, ımmm, geçen gün”
“tamam tamam, hatırladım, geç otur şöyle”.. gülümsüyordu bunu söylerken, tatlı bir gülümseyişti. fazlasıyla ürkek ve çekingendim o an. bir şeylerle oyalandı biraz, sonra beni yeniden kayıt etti, isim soyad yaş. sonra “annen gelmedi mi bu kez” dedi
“tek geldim” dedim, pek konuşmadık, çeneme baktı, dokundu yine, sonra,
“tamam geçmiş, iplik de kalmamış, bi daha gelmene gerek kalmadı”
“keşke kalsaydı”
“anlamadım”
“yok bi şey, teşekkürler, kolay gelsin”
“sağol”

çıktım, ve yol boyunca bi daha gitmeme neden olabilecek bir şey düşündüm, bi yerimi kesmeliydim, dikiş atmalıydı bana, saplantı haline gelmişti bu konu bende, bi hafta sonra gündüz evde oturmuş iddaa programını incelerken, aniden kalktım, banyoya gittim, bi jilet aldım, ve kolumu kestim, sonrada acı acı bağırdım, masuscuktan, beni fiziksel acı öyle feryat ettirmez aslında, genelde ruhumu acıtan şeylere karşı çığlık atmak geliyor içimden, onu da ben beceremiyorum, sessizce kabullenip kendi köşeme çekiliyor ve içiyor, içiyor, içiyorum, her neyse, annem beni aynı yere götürdü, aynı hatun vardı, acilen içeri aldılar beni, anneme “sen dışarıda kal bunu görmeni istemem” dedim, aynen filmlerdeki gibi. o da laf dinledi ki çoğu zaman dinlemez, zorlar beni, “üstüne bir şey giy üşüyeceksin”, “az iç şunu”, “yemek ye”, sakallarını kes”, “uyumalısın artık” vs vs vs, ama o gün söz dinledi ve hatunla baş başa kaldık

“nasıl oldu bu” dedi, bi eliyle elimi havada tutuyor, diğer eliyle kanayan yeri siliyordu “intihara benzemiyor”
“intihar için daha güzel yöntemler biliyorum, canım istedi kestim”
“neden canın istedi”
“bunu henüz söylemek istemiyorum”
“pekâlâ, dikiş atmamız gerekiyor”
“at o zaman”

gözlerine bakıyordum daima, yüzüne, dudaklarına, ama o hiç bakmıyordu bana, çekiniyordu, utanıyordu, bense çok rahattım, “kesin yay burcusun” dedim sessizce
“ney” dedi
“kendi kendime konuşuyordum, boş ver” dedim
“biraz uyuşturacağım” dedi, bi iğne vurdu kesiğin yakınına bi yere
“biraz bekleyelim, uyuşsun” dedi
“kumanda sende, nasıl istersen”
“çok garip konuşuyorsun”
“hiç konuşmamaktan iyidir”
“yok, hayır, kötü anlamda söylemedim, hoşuma gidiyor sözcüklerin”
“herkes benimle konuşmaya can atar, demek ki bu yüzdenmiş, ben kendimden nefret ediyorum gerçi”
“neyse, uyuşmuş olmalı, başlıyorum”
“hı hı başla”. dikişe başladı, 3 dikiş, ufak
“iz bırakmamaya çalışıyorum” dedi, “ama derin kesmişsin, canın çok yanmış olmalı”
“fiziksel acı, ruhani acımı dindirmeye yarıyor” dedim
“bu yüzden mi kestin?”
“hayır” dedim “bu kez başka bi nedenle kestim”. kesin hızlı net bir hayır!

dikiş bitti, borcumu sordum, önemli değil, dedi, tamam, dedim..

her neyse, bi hafta sonra gelip dikişlerimi aldırmamı söyledi, bu arada her gün pansumana gitmeliymişim, bunu sevdim, her gün görebilecektim onu, her gün saat’in iki olmasını bekliyordum, randevu bu, her gün saat ikide, saat iki olmuyordu bir türlü, o’nu istiyordum, o’nun hikâyesini merak ediyordum, ama konuşmuyordu hiç, hep havadan sudan konuşuyor, sorularımı geçiştiriyordu, pansumanın üçüncü gününde ona, “bende seni kaydedicem” deyip cebimden ufak bi not defteri ile kalem çıkardım.

“isim soyad yaş”
“ne” dedi şaşırarak
“isim soyad yaş”
“sen kim olduğunu sanıyorsun, hemen çık buradan” dedi
“heey” dedim, “sakin ol, adını merak ediyorum ve sormaya çekiniyorum, güleceğini sanıyordum bu hareketime” sonra gülmeye başladı
“sinirden mi gülüyorsun” dedim
“hayır” dedi “delisin sen, ismimi ve yaşımı söylemeyeceğim sana, merak et, delir, kudur, söylemeyeceğim”
“yay’sın” dedim ona, “de mi?”
“bildiğin şeyleri niye soruyorsun ve nerden biliyorsun”
“tahmin ediyorum ve sormamın nedeni doğru tahmin edip etmediğimi anlamak”
“öyleyim”
“biliyordum”
“bunun ne önemi var”
“hiç” dedim “koleksiyoncuyum”
“ne koleksiyonu”
“adını söylemezsen, bende bunu söylemem” o esnada pansuman bitti ve “çıkabilirsin” dedi, bende kolay gelsin dedim teşekkür ettim ve çıktım..

2 gün sonra pansuman için gittiğimde, gözlük vardı gözünde, siyah güneş gözlüğü, kapalı bir alanda
“gözlük neden” dedim
“boş ver” dedi
“tamam” dedim, “kocan var mı?”
“bunu neden sordun”
“kocanın şu gözlükle alakası olabilir de o yüzden”
“sana ne bundan”
“seni dövüyor öyle değil mi, şu an o gözlükle bir morluğu gizliyorsun, ama ruhundaki morluğu ilk andan itibaren görebiliyordum ben”
“kapa çeneni, tamam dikişleri aldım, bi daha gelmene gerek yok”
“sen öyle san” deyip çıktım, eve gittim, 2 saat sonra yeniden dispanserdeydim, bi yerimi daha kesmiştim.

“delisin” dedi “kendine zarar vermek hoşuna gidiyor galiba?”
“hoşuma giden sensin, bu da seni görmek istememe yol açıyor, bu yüzden kendimi gene kestim”
“evliyim ve 4 yaşında bir çocuğum var, 27 yaşındayım, senden büyüğüm, üstelik evliyim ben”
“kocanı artık sevmiyorsun ama”
“sana ne bundan”
“senin evli olmandan bana ne, sen niye söylüyorsun”
“benden hoşlandığını söyledin”
“olabilir, bunun evli olmanla ne gibi bi bağlantısı var da evli olduğunu vurgulamana yol açıyor bu bağlantı?”
“çok zekisin öyle değil mi, kelime oyunlarıyla köşeye sıkıştırıyorsun insanları, insanlara seni cevaplayacak bir alan bırakmıyor galip çıkıyorsun”
“bu onların suçu, ben hep öyleydim”
“seninle uğraşamayacağım, kolunu uzat”
“boş ver” dedim “kan kaybından ölmek istiyorum, ben ölene kadar konuşalım senle, hadi, hangi okulda okudun, nasıl doktor oldun, çocuğun erkek mi kız mı, anlatsana”
“sus ve kolunu uzat yoksa çenende öyle bi kesip açacağım ki elimdeki jiletle, bi daha dikiş tutmayacak, sen de konuşamayacaksın”
“hayatta da dikiş tutturamadım ben, sorun olmaz çene”
“elini uzat” gülüyordu, deli bi gülüş, zorla elimi aldı avucuna, bu kez diğer elim, sildi güzelce, kanı sildi ve bi iğne yaptı, uyuşturdu, bekledi, hiç konuşmuyorduk, sonra da dikmeye başladı
“benimle evlenir miydin” dedim ona
“beni tanımıyorsun bile” dedi
“sen öyle san” dedim “asıl sen beni tanımıyorsun”
“aksini iddia etmedim, ben seni tanımıyorum, ama sen beni nasıl tanıdığını iddia ediyorsun”
“ön sezilerim var, bir de gizli güçlerim”
“şimdi de metafiziğe mi merak sardın, altıncı his ha?”
“ya da on bin yedi yüz doksan beşinci his olsun, ne önemi var, his histir, hisli bi adamım ben”
“aptalın tekisin bence”
“dik hadi, senin karşında ölmek istemiyorum”

dikti.. ve bu olay bir süre devam etti.. bi yerlerimi kestim sürekli, bacak, el, göğüs, yüzüme dokunmadım bi tek, beni beğenmeyebilirdi, bi gün pansuman için gittiğimde, aradan 1,5 ay geçmişti, ilk dikişlerimi aldığı günün üzerinden 1,5 ay demek istiyorum, bi gün pansuman için gittiğimde bi psikolog vardı, ailemle görüşmüş dikişlerimi alan hatun, ailem de psikologa görünmemi söylüyordu zaten daima, ve psikologla biraz konuştuk, bana bi tanı koymaya çalıştı ama işe yaramadı.. bende sürekli bi yerlerimi kesmeye devam ettim, onunla dışarıda buluşamazdım, yani o hatunla, evliydi ve kocası sürekli izliyordu onu, hareketlerini kontrol ediyordu, kıskanıyordu, ve çocuğu vardı üstelik, bende sürekli dispansere gidiyordum, sonra da kendimi burada buldum, akıl hastanesi. benim delirdiğime kim karar veriyor? o hatun istemedi gitmemi, ama kendimi kesmemi de istemiyordu, bi gün yanlış bi damara denk gelicek ve öleceksin, diyordu, “ben ölümsüzüm” deyip gülüyordum, sonra bir gün, ona boşanmasını ve benimle evlenmesini teklif ettim, olmaz dedi..

işte hikâye bu. sonra da buraya kapatılmayı kabul ettim, ondan uzak durmamı istedi diye, ondan uzak durabilmek için, sırf bu nedenle buradayım. 2 aydır bir yerlerimi kesmiyorum, çünkü buna gerek duymuyorum. Evet, doktor, sonunda hikâyemi öğrendin, iki aydır buna çabalıyorsun, ben deli değilim, başından beri deli değildim, şimdi bana iyileşmişsin deme o yüzden, ama buradan çıkmak istemiyorum, dışarısı ürkütücü geliyor, burada benim gibi tuhaf insanlarla birlikteyim.. burası iyi.. dışarıda normal olduklarını düşünen bi sürü çıldırmış insan var, sabahtan akşama kadar çalışıyor, asla ihtiyacı olmayan eşyalar satın alıyor, oy veriyor, oy vererek yönetimde söz hakkı olduklarına inanıyor, vatanlarını seviyor, askere gidiyor, ve savaş istiyorlar, normal olan onlarınkisi ise, ben deli olarak tımarhanede kalıcam.. hayır, uzun süredir bi yerimi kesesim gelmiyor.. ama şu, sigarada fondip olayına kafam takıldı.. bi deneme daha yapıcam..

“ciğerlerini patlatmaya mı çalışıyorsun şimdi de, ne zaman vazgeçeceksin bu intihar takıntından” demiştin bana, bu takıntı değil doktor, bu doğal süreç, istemediğim bi yere fırlatılmışım, dünyaya, çıkmak istiyorum.. beni buradan çıkarın.. bu hayattan.. herşey çok saçma ve depresyonda falan değilim.. sikmişim depresyonu.. tüm psikolojik tanımlamalarınızı kendinize saklayın, tamam mı? deli falan değilim, bütün dünya delirmiş zaten, ama çoğunluğun yaptığı normal karşılandığı için bizim gibilerin deli olduğu söyleniyor, hayır hayır hayır, deli olan sizsiniz, izninle, bi sigara içmeliyim, ve bu şey bitti, şimdi evinize gidip bi yerlerinizi kestiğinizi hayal edin.. bana özenin.. beni sevin ve koruyun. neslimiz tükeniyor! eyvallah..


13.mart.2007 – 06:14

7 Mart 2007

delilere ve kaçıklara

yavaş hareket ediyordu esra, murat’ın kucağında, kanepedeydiler, bi sigara yakmalıyım” dedi.
“ne sigarası kancık” dedi murat.
“tadını çıkara çıkara düzüşmek istiyorum seninle” dedi esra, “rahat ol, sabaha kadar seninim, paranı hak edeceksin.”

kucağından indi murat’ın. o koca aleti içinden çıkarması uzun sürdü. ve montunu aramaya başladı evin içinde, hangi lanet olası köşeye attığını hatırlayamıyordu. esra’yı izliyordu murat, evinde. kendi evine bir fahişe getirmişti, pahalıya patlamıştı bu o’na. karısı, kayınvalidesinin yanına tatile gitmişti, kızı kalmıştı sadece sorun olabilecek, 17 yaşında, lise sonda olan kızı, babasının bir telefon konuşmasına kulak misafiri olmuştu;

“evet dostum karımın gitmesi iyi oldu, kızımı da postalayabilirsem sözünü ettiğin orospuyu eve getireceğim, ya da dediğin gibi otelde denerim o zaman, anlattığın gibi çıkmazsa parasını sen ödüyorsun, anlaşmamız bu.”

fırsatı değerlendirmişti kızı,
“babacığım bu gece selin’lerde kalabilir miyim? ders çalışacağım, ösys yaklaştı biliyorsun”,
“tabii kızım, kal, ama unutma sadece böylesi hassas bir konuda izin veriyorum sana, ders, yaramazlık yok”,
“bana güvenmiyorsan gitmem baba” dedi kızı, kinayeli bir şekilde,
“git kızım” dedi babası, gülerek, “şaka yapıyordum”,

normal şartlarda asla izin vermezdi buna, ama çüküydü söz konusu olan, ve kızı da düzüşmeye gidecekti aslında, ve karısı da düzüşmeye gitmişti “annemlere gidiyorum” diyerek, hepsi düzüşüyordu kısacası, bütün dünya düzüşüyordu, düzüşme ve savaştan ibaretti dünya tarihi, hep böyle olmuştu ve hep böyle olacaktı, bir deliğe satılmıştı koca imparatorluklar, dev şirketler, kadınlar şekillendirmişti dünyayı, erkekler değil, arka planda hep bir dişi vardı, düğmeye basmıyorlardı belki, ama bastırıyorlardı, ve esra’yı izliyordu murat, “ne kancık ama” diye düşünüyordu, “iliğimi kurutacak, ona fazladan bahşiş vermeliyim.”

sigarayı buldu esra, bi tek çıkarıp yaktı, “sana yok” dedi murat’a, “ben içicem sadece”, paketi murat’la seviştiği kanepenin üzerine atıp “dokunma sakın pakete” dedi, kararlı bir ses tonu vardı, kendinden emin bakışlarla ilerledi murat’ın üzerine, çömeldi ve ağzına aldı tekrar, “sönmüş bu” dedi, “şişirmek gerek”, sigaradan bir duman alıp murat’ın aletine üfledi, sonra yeniden ağzına aldı, işini iyi yapıyordu, ardından bir nefes daha, “kıvama geldin” dedi murat’a, “yeniden üzerine oturabilirim”, ve yavaş yavaş gidip gelmesini sağladı yeniden murat’ın, sigarayı içiyor, külünü murat’ın saçına atıyordu, bir tane daha yaktı eğilip paketi alarak, çakmağı söndürmedi, murat’ın göğüs kıllarına tutuyordu, bir şey diyemiyordu murat, canı yanıyor ama bir şey diyemiyordu, etkilenmişti, bir düşteydi sanki, karısı soracaktı, göğsün nasıl yandı, diye, asla yanmayacak bir bölge, “nasıl yandı burası” diyecekti, önemsemedi murat bunu, “bir daha sevişmeyeceğim karımla” dedi, “karımı boşayacağım, bana böyle bir muamele yapmadı o hiç.”
“hah ne bi şey mi diyorsun” dedi gülerek esra, duymuştu o’nu, konuştuğunun farkında bile değildi murat, “yok bir şey sürtük” dedi, “devam et sen işine.”
“sürtük anandır” dedi esra, ısırdı onu, dudaklarını ve boynunu, bağırdı murat, izi kalacaktı mutlaka, bu esnada kapı yavaşça açıldı dışardan, içeri bir hırsız girdi, çok değerli şeyler vardı evde, tarihi eserler, epey zengindi anlayacağınız murat, şirketleri, parası ve ünü vardı, ve şimdi her şeyi yitirmesine ramak kalmıştı, bir delik uğruna, diğerlerinden hiç bi farkı olmayan bir delik, neydi bizi çeken, daima farklı hissederiz her kadında, oysa aynıdırlar, daima aynı, hepsi, 2 göğüs, bir göbek, iki delik, bacaklar, kimisi ufak kimisi büyük, şişman, zayıf, sarışın, esmer, ama hepsi aynı, biçimsel ve sonuç olarak, orada, o odada, “hayatımın düzüşü bu” diye düşünürken murat, her şeyini kaybediyordu, tüm servetini, telefonda ona “çok iyi muamele çeken bir fahişe tanıyorum” diyen arkadaşıydı eve giren hırsız, planlanmıştı her şey, karısının gitmesi ve kızının da o konuşmaya kulak misafiri olması fırsat vermişti bu planın işlemesine, ve şimdi, murat’ın karısı, murat da bulamadığı ruh ve ışığa doymak için, başka bir adamın koynunda ucuz şarabı yudumluyordu ölümsüz bir ayyaşla, çok çok eskilerden kalma sevgilisi ile, bir zamanlar terk ettiği, parası ve işi olmadığı için terk ettiği eski sevgilisi ile birkaç güzel gün geçirirken, ve murat’ın kızı da, annesi gibi ve ananesinin de kızının yaşındayken yaptığını yapıp, babasına söylediği bir yalanla yanına kaçtı başka yalanlar söylemek için sevgilisine, ve aynı yatakta hayal kuruyorlardı şu an, düzüş sonrası.

“evet” dedi ali, hırsız olan ali, “bizim balık oltaya gelmiş, güzel”, ve mutfağa gidip kasayı açtı, biliyordu, her şeyi önceden biliyordu, bir çok kez gidip gelmişti bu eve, ve şimdi bu, son gelişiydi, ertesi gün, murat’ın koynuna attığı karısı ile birlikte, çaldığı tüm parayı da yanına alıp, dünyanın bir ucuna uçmanın hayalini kuruyordu, -saçma mı geldi? para kazanmalıyım, o yüzden bu kadar saçma yazıyorum artık, bunu istiyorlar bizden, bu kadar dolambaçlı şeyler yazmamızı istiyorlar, basit yazmamamızı istiyorlar, iyi gibi görünen, karmaşık gibi duran, ama kolay hazmedilir senaryolar, onların istedikleri, aslında hiçbir şey anlatmayan, sadece “ali buraya gitti, oradan şunu aldı, derken araya giren murat’a bir el ateş etti, olayı gören bir fahişe çığlık attı, sonra ali fahişeyi de öldürüp kaçmaya başladı, hey hey bi saniye, burada buna bir son verip, izninizle yine kendime, ve boktan ve muhteşem ve salak ruhuma dönmek istiyorum, bir sigara yakmama izin verin öncelikle, bi saniye, devam edicem..

..

evet, geldim. ne diyordum? hey bakın size ne anlatıcam, 4 gün önce noldu biliyor musunuz, evden çıktım ve çıkar çıkmaz bir sigara yaktım, son sigaramı, gazete almaya gidiyordum, ve de sigara, yolda bir adam gördüm, pijamalı, öğlenin biriydi saat, ve bizim muhitten değildi pijamalı adam, yabancıydı, onu ilk kez görüyordum, mahalleden olsa tanırdım, evi buralarda bi yerde olsa pijamayla çıkması pek de tuhaf gelmezdi-her ne kadar yine de tuhaf gelecekse de öğlenin birinde, ki ben de çıkarım öyle, eğer üzerime giyecek başka bişi bulamazsam tabii, neden çekineyim, bakışlardan mı, ne önemi var, insanların kendimiz hakkında ne düşündüğünü neden bu kadar çok takıyoruz, başkalarının hakkımızda düşüneceği şeyler hayatımızın içine ediyor, bizi yönlendiriyor ve şekillendiriyor, ve nasıl yaşayacağımızı, nerede nasıl davranacağımızı, kiminle birlikte olacağımızı, kimi ret edeceğimizi ve çocuğumuzun nasıl biri olması gerektiğini belirliyorlar, ve ama her neyse, biz yine de şu pijamalı adama dönelim;

 “bi sigara versene” dedi elimdeki sigaraya bakarak, “valla başka sigaram yok abi” dedim, ve gerçekti, yoktu, alacaktım ama, geçip gittim önünden, durmadım, durup sormak istedim ama, “moruk, konuşalım biraz, hikayen ne senin, neden pijamayla geziyorsun, boktan ve kirli bir pijamayla, saç sakal birbirine karışık bi halde. seni kim çıldırttı?”
“siktir et” diyecekti muhtemelen, “canın sağolsun, başkasından bulurum sigara, eyvallah”

nezaketen denmiş olmayacaktı bunlar, içten, içerden gelen sözcükler olacaktı, ama rencide edebilirdi onu, kırabilirdi tüm bunları sormam, yürüyüp geçtim ve “keşke” dedim kendi kendime, “elindeki yarıya inmiş sigarayı verseydin, aptal, aklına neden gelmedi bu.”
gazetemi ve sigaramı aldım, bakkaldan çıkar çıkmaz paketi açıp bi sigara yaktım, yürümeyi sürdürdüm, ve yine aynı adam, göz göze geldik, bi sigara verdim adama, param olsaydı, paketi de verirdim, ama işsizdim, askerden yeni gelmiştim, beş kuruş param yoktu ve günde 40 sigara ile 2 şişe şarap ya da 7 kutu bira, ve bir bardak su içmem, ve de bir dilim ekmek yemem gerekiyordu, yaşama devam edebilmek için, ve sigarayı uzattım adama, “abi valla demin yoktu, şimdi aldım, ateşin var mı?”
elindeki yanan sigarayı işaret etti, birkaç furt içilmiş olan bir sigara, kim verdi, nasıl, bilmiyorum, tek söz etmedim, ama bi tek o ve ben değiliz dedim sadece içimden, o da tek söz etmedi, sigarayı işaret etti, verdiğim sigarayı aldı, ve orada kaldı o, caddede karşıdan karşıya geçiyordu bazen, kaldırıma oturuyordu, ve arada bir gelip geçen tiplere “bi sigara versene” diyordu, iyi biri olduğu su götürmez bi gerçekti, 40 yıllık veya 400 milyonluk bi şarap içecek parası yoktu belki, elinde çok şey bildiğini kanıtlayacak bir diploması da yoktu, ya da onu hayatta tutacak bi karısı –kesin bi çok kadın tarafından terkedilmiş ve sonuncusu çok koymuştu ona.. çocuğu var mıydı acaba, diye düşündüm, parası yoktu, işi yoktu, karısı yoktu, hiçbir şeyi yoktu, elle tutulur hiçbir şeyi, günümüz toplumunda kabul görülebilecek, getirisi olabilecek hiç bişi, tıpkı benim gibi, getirisi olan öyküler yazmak istemiyorum jori, anlıyor musun, sadece, günün birinde, senin o hüzünlü sesini dinleyip, sigaramı ve biramı içerken, aşık olduğum kadın, -eğer olacaksa bi kadın-, kendine sarılmış halde uyurken o, gecenin bi yarısı bi baş ağrısı ile, ve ölümüne susamış bi şekilde uyanıp, yarı sarhoş uyanıp, bi sigara yakarak, toplumun dışında öyküler yazmak istiyorum,
“ben toplum dışı değilim aslında, toplum benim dışımda zaten” demişti bi arkadaşım,
“heey” demiştim ona, “bu sıkı bir laf, bi sigarayı hak ettin”

kendime bi sigara alıp, paketi masaya atmıştım sonra, ortaya. paketi ortaya atmak çok şey ifade eder, siz anlamazsınız, pek çoğunuz anlamaz, pek çoğunuz pijamalı adam ile benim aramdaki farkı da anlamaz, ve bana hayran olur, oysa yoktur farkımız, ben sadece yazmışımdır başıma gelenleri, içimi dökebilmiş kendimi ifade edebilmişimdir, bu yüzdendir delirmeyişim, ki bu da hiç delirmeyeceğimin garantisini vermiyor bana, güvende hissetmiyorum kendimi, asla güvende hissetmedim, kıçımı sağlam bir duvara yaslayıp, “evet, biz kazandık, bitti”, diyemedim asla, “kimse bunu diyemiyor” mu dediniz? yalan.. “ayağı yere sağlam basan” olmak istemiyor musunuz siz? bu yüzden değil mi onca çaba, lise, dershane, üniversite, staj, lisans, vs vs, bu yüzden değil mi sağlam bir kadını kafalama telaşı, ve sonrasında, iyi bi işte çalışıp, karınız evinizde çocuklarınız ile otururken, arabanızda güzel bir manzaraya karşı suni sorunlarla içişi bazılarının, eğer içtikten sonra, ertesi güne gülerek başlıyorsanız, suni sorunlara içmişsinizdir, bundan emin olun, 10 yıllık profesyonel bir içiciyim ben, ve yolun başındayım daha, bi 10, hatta 20 yıl daha içmem gerekiyor, meseleyi çözmem için, ama çözdüğüm kadarıyla, size rahatlıkla ve yüzde yüz emin olarak söyleyebilirim ki, akşamdan kalmalık olduğunuz o sabahlarda, sadece fiziksel olarak kötü durumda olmanın, mide ve baş ağrısının yarattığı fizyolojik baskının altında, gülerek başlıyorsanız güne, suni sorunlara içmişsinizdir, boşadır yani litrelerce alkol -ki litrelerce de içemezsiniz zaten suni şeylere, alkolün ruhu bunu hisseder, bu kokuşmuşluğu anlar o, ve kabul etmez, kusturur sizi, ve allah belamı versin ki her akşamdan kalmalık olduğum sabah, bin bir küfürle açıyorum gözlerimi, olduğumdan daha beter bi halde, ruhsal olarak bin beter bi halde uyanıyorum, ve “devam” diyorum yine de, içmeye, acıya ve ölmeye devam, ve hafif gelebilirim size, gidin öyleyse, nobelli yazarınızı okuyun, ama unutmayın ki, biz burada bin bir türlü pisliğin ve çamurun içinde, bizi neyin öldüreceğini düşünerek ve önemsemeyerek bunu, yaşamaya devam ediyoruz, ve emin olun, birileri, o üç kağıtçı faşist köpeklerden birisi, günün birinde, bizden birine “kendine dikkat etsin” derse eğer, tehdit ederse, öldürdükleri birinin ardından mahkeme çıkışı “seni de öldürücem, kendine dikkat et” diye, emin olun kaçmayız başka bir ülkeye, çünkü ölüme muhtacız biz, ama gelmiyor lanet olası, orgazmı geciktiriyor piç kurusu, ve hey jori, biraz daha ağlayabilirsin dostum, üzgünüm ama tekrar edecek bu şarkı, tekrar tekrar bana “angels playground’u söyleyeceksin bu gece, çünkü canım öyle istiyor, çünkü binbir olumsuzluğun ve kederin içinde içiyor, içiyor ve ölmüyorum, ve tüm bunları size, bir “bana yardım edin” çığlığı eşliğinde yazmıyorum, kendim için yazıyorum, düşünmemek için, başka boktan şeylerin içine ve kendi içime düşmemek için, ve hey, lafın sonuna geliyoruz, kısacası dostlarım, o pijamalı adam ile benim aramda, hiçbir fark yok, eğer bir sokakta arkadaş grubunuzla içerken, yanınıza gelen şarapçıyı kovuyorsanız, o halde defolun sayfalarımdan, siktir olup gidin, siz beni anlayamazsınız, ben de sizi anlayamam, ve sahte övgülerle pohpohlanmaya ihtiyacımız yok, çünkü ardından ne geleceğini biliyorum, “iyi yazıyorsun, muhteşem yazıyorsun, siten muhteşem”, ve birkaç gün sonra, “benim yazım neden kabul edilmedi, o sitede olmayı çok istiyordum, hak ediyordum bunu”, ve daha sonraki birkaç gün içinde, “iğrençsin, kendini beğenmiş bir ahmaksın.” ahah! oysa bebeğim, ne ilk söylediğin sevgi sözcüklerini ne de son söylediğin nefret sözcüklerini aklımda tutabilirim, hepsini bana yazdığın e-postadan kopyaladım, silmemişim, bunu gördüm bir de, ve sildim, çünkü bizim gibi insanlar, hayatı korkaklardan daha iyi deşifre etmiştir -korkak olanın biz olduğu söylense de ve biz de bunu kabullenmiş “korkağın tekiyiz” demiş olsak bile- yıllar yılı gözleri yumulu bir şekilde şarabı diklerken kafalarına, çözmüşlerdir hayatın şifresini şarapçılar, ve bu yüzden içerler, şifreyi çözdüklerinde anladıkları şey için, hayat; öncekilerinden kopya edilmiş ve boktan ve izlemeye katlanılmayacak milyar dolarlık bir filmden daha kötü, daha iğrenç, ve daha katlanılamaz bir şeydir.. ve o yüzden bilirler, bir insan yanlarına yaklaştığında amacının ney olduğunu, arkasından nelerin geleceğini.. tahmin edemedikleri tek şey, yanlarına bi yudum şarap ve biraz sohbet için yaklaştıkları o gençlerin onlara ne tepki vereceği, bunu da kafalarının yüksek oluşuna bağışlayın, ve dediğim gibi, lafın sonuna geldik, merak ediyor musunuz murat’a, ali’ye, o fahişeye, murat’ın kızına ve karısına ne olduğunu? o halde bir kitapevine gidip o tarz bir kitap edinin, çok var, çoklar, çok varlar.. ukalayız, ve bir o kadar da tevazulu, iğrenç ve muhteşemiz, karma, yine de, kaçmayacak ve çok satan olmayacağız, satmıyoruz çünkü, anlayabiliyor musunuz? satılık değiliz.. “çok satanlar” satılık olanlar için bir listedir.. dipteyiz ve gurur duyuyoruz dipte olmaktan, ve sizin bukowski’yi dilinize pelesenk etmenizden, en az o’nun kendisi kadar nefret ediyoruz, ve siyahı popülerleştirmenizden, ve fanzinleri de, ve daha bi çok şey.. miyav miyav miyav.. lafın sonu bu.. miyav miyav! ben şimdi izninizle, jori’nin hüznünde boğulacağım. siz dilerseniz, ve buraya kadar dayanabildiyseniz bana, ve çükünüzü kaldırmayı başarabildiysem öykünün başlangıcında, ya da içinizi gıcıkladıysam, bir karşı cinsinizle vuruşabilir, ya da otuzbir çekebilirsiniz, ama lütfen beni rahat bırakın, bize gelip, “mükemmelsin” demeyin, değiliz çünkü, hiçbirimiz mükemmel değiliz, ve asla olamadık, o yüzden burada, cebimiz delik bir şekilde içiyor, ve defalarca bıçaklanıyoruz, ama sorun değil, öyle değil mi jori, sorun değil, hadi bi sigara yakalım jori, sen bana şarkı söylemeye devam et, ve üzerimizde gezinenlerin verdiği açıklara, onların ahmaklıklarına gülelim, biri bizi öldüre dek -buradayız, ve kaçanlar da, öldürücem diyenler kadar suçlu, kalıp ölenler sadece, kazanacak, ya da bir pijama ile sokağa fırlayıp, kafayı yiyicez hepimiz, ama şimdilik buradayız, müzik ve alkol tükenene dek.. kendinize dikkat edin, ve dikkatli olun, tuzaklara karşı, sizi seviyorum, hepinizi, eyvallah..


07.mart.2007