27 Ocak 2007

yokuş

yokuş

her şeyin ters gittiği zamanlardan biri, bir pansiyonda kalıyordum o sıralar, ve evet, hala izmir! yıl 1878’di, yada 1978, yada 2078 olsun, ne fark ederki? her şey ters gidiyordu işte, bahisler, iş görüşmeleri, yazı ve hatunlar. henüz her şeyi yitirmemiştim, ama umut yoktu, daha kaybetmiş olmasam da tükenmiştim, herkez bana yokuş yapıyor gibi geliyordu, bir barın önünde durdum,  “bira 3 milyon” gibi bişi yazıyordu, barın camlarından birinde, bozuk bir yazı. canlı müzik, ve evet dedim, yarısı su olsada verdikleri biranın, denemeye değer, biraz müzik.. o nefret ettiğim rock barlardan biriydi işte, ama bir hatuna salça olur ve evine giderdim belki, şanşlıysam, yada barda biraz oynaşırdık, seks her şeye rağmen hayata devam etmeni sağlayan tek bahanen oluyordu böylesi zamanlarda. para yoktur, ve işinde, ve alkol yoktur, ve kadının. ve ilham kesilmiş, sihir bitmiştir. yatağa girer ve intihar etmek yerine, o gün gündüz otobüste gördüğün hatunu düşler, o’nun ofisinde ona kaydığını hayal edip otuzbir çekerdin, ve epey enerjini harcamana neden olurdu boşalmak, yorgun düşer, intihar ve her şeyi boşverip uyurdun, sabah yeni bir gün başlayacaktı nasıl olsa, bir gün daha çalmış olurdun tanrıdan.

içeri doğru yöneldim, kapının önündeki eleman eli ile itti beni, “noluyor” dedim, “giremezsin” dedi, “neden” dedim,
“2 hafta önce bu barda çıkardığın kavgayı unuttuğumuzu sanmıyorsun herhalde”
“ben hatırlamıyorum zaten” dedim “unuttuğunuzu sansam ne yazar”. adama biraz kene verip girebilirdim içeri, ama yoktu fazla param, ve değmezdi, geri döndüm, bornova sokağının önünden geçip travestilerin bakışlarına aldırmadım, sonra kordon, çankaya, ve basmane.. kaldığım pansiyona gelip girişteki tipten anahtarımı aldım, “gündüz bi hatun gelip seni sordu” dedi bana, “siktiret” dedim, “bi süre kadınlardan uzak durucam” yalandı oysa, uzak duramazdınız, siz bunu isteseniz bile yapışırlardı, suyunuzu sıkana kadar, herneyse.. odama girdim, ufak bir oda işte, üzerimdekiler dışında giysim yoktu, iç çamaşırları hariç tabii, ve çorap.. -ve ruh’da diyebilseydim keşke şu an. bir kaçtane ruhum olsaydı kolay olurdu yaşamak, iş yerinde onların istediği gibi davranır maaşımı alırdım, barda bardakilerin istediği gibi davranır canlı müzik dinler bira adını verdikleri suyu içerdim, sonra bir hatunum olurdu, onun yanındada onun istediği gibi davranırdım ve muhteşem bir aşk yaşamış olurduk. çok severdi beni, hiç terk etmezdi, kişiliksiz ve yalaka insanları herkes sever. (ben sevmem, ama ben bir ‘toplumdışı’ymışım zaten, öyle diorlar, o halde “herkes” beni kapsamıyor olmalı) oyunu ortamına göre oynayan, bulunduğu mekanların kurallarına uyan insanları, yüzdeyüz haklıyım, çünkü tanrılarımdan biride böyle düşünüyor, ve tanrılar yanılmaz..  “oyunu kuralına göre oyna” der tanrım, “oyunun kuralları sana kazandıracak, günden güne” d

herkez bana yokuş yapıyordu. eski sevgililerim, iş verenler, barmenler, orospular, orospu olmayanlar, ve herkez yazar olmuştu, haftada 50 yeni kitap 35de  yeni yazar üretiyordu ülke, ve ben yazamıyordum artık, bitmişti her şey. düşündüm, ve “sikerim do it yourself’i” dedim bi an için, tanıdığım benim gibi birkaç yazan, yani gerçekte yazabilen ayyaş ile bir dergi hazırlıcaktım, her şeyi bana ait olacaktı, kapak, tasarım, dizgi, vs, ve efes pilsen veya tuborg’a sunucaktım birer kopya, sponsor olmalarını isteyecektim, kesin kabul ediceklerdi, 3000den fazla okuyucum vardı ve tek bir kitabım yoktu henüz ortalıkta, reklamım yoktu, menajerim yoktu, ağzımda puro bile yoktu, henüz patlamamış bir bombaydım ben, sponsora ihityacım vardı, pohpohlanmaya değil.. 700 milyon diyicektim, 1000 kopya, siyah-beyaz, maliyeti karşılayın yeter, evet diyiceklerdi, evet evet evet. ve sonra o sikik yayınevlerinin tekliflerini birbirirleri ile çarpıştıracaktım, açık arttırma; dağıtım size ait, sponsorum var, maaş vericeksiniz bana sadece, ve arkadaşlarıma, reklam gelirleri sizin olsun, reklam giderleride size ait.. “imla hatalarını düzelticez” deyip oynayacaklardı kalemimle, daha önceleri yaptıkları gibi, bu kez ses çıkarmayacaktım ama, satıcaktım kendmi, iyi para ederdim.. sonra biramı yudumlarken sağ kolumdaki dövmeyi gördüm, “fuck copyright” yazıyordu, biraz yukarsında “d.i.y or die” sol kolumda “no future” ve sağ işaret parmağımda thug life..

değiş dedim kendime, ölmek üzeresin, kaldığın yere bak, farelerle maç yapıyorsun her gece, karafatmalar ile poker oynuyorsun , tahta kuruları ile de.. hayvanlar bile sana yokuş yapıyor evlat, sik anasını, paranın amına koy, öyküleri sat o amcık yönetmene, bırak nasıl çekerse çeksin, tırmanmaya başla artık, ölüceksin.. telefonum çaldı sonra, gökçe.. kıyak bi hatundu, dosttuk,
“kaostayım” dedi, “sana baktım, kilise sokağında, logosda ve çimlerde yoktun”
“evdeyim” dedim,
“kimin evinde”
“kendi”. güldü, alaycı bir gülüş değildi ama, oraya hala evmi diyorsun der gibiydi, ve sevimli bir gülüştü..
“gelicekmisin” dedi,
“hı hı”
“gelince çaldır”
“telefonu kaltağın tekine fırlattım dün”
“ee”
“eesi eğildi kaltak, duvarda patladı bana aldığın 250 kontur”
“teşekkür ederim” dedi
“rica ederim” dedim, güldük
“neyse kaostan al o zaman beni deli” dedi
“onun önündeki lavuğu öldürebilirsem içeri girerim” dedim
“ne lavuğu?” dedi,
“bir garson” dedim, “geçen hafta bi tartışma sonucu kavga çıkmıştı”,
“içerden çağırt o zaman”
“peki” çıktım evden..

ve evet gökçe ile buluştuk.. biraz sohbet, biraz alkol, ona planlarımdan bahsettim, efes veya tuborg, sponsorlar, lumuzin, pipo, imza günleri, gösteriş, şan şeref hürriyet..
“yazamazsın” dedi, “o zaman bir daha asla şimdiki gibi yazamazsın”
“ne fark ederki?” dedim, “şimdide yazamıyorum zaten, ilham perim bile bana yokuş yapıyor”
“seni seviyorum” dedi bana, “öyle bir şey yaparsan yine sevmeye devam ederim, ve anlarım seni, ama herkes anlamaz, okuyucuların terk edicek, seni o zaman, sadık okuyucuların, çünkü anlamayacaklar”
“açlıktan ölürsem kahraman olurum ama”
“evet”



herneyse işte buradayım.. hayatın ortasında.. ve gecenin.. ve viski kola yaptım, ilham demek bu, viski hediye, bir hatundan.. kargo geldi bu sabah.. ardeşen ilçe jandarma komutanlığı.. ve isim soyad..  kapım açık değil size, ama viskiye hayır diyemem.. nöbette yazılan öyküler.. saçmalıyormuyum? o halde biri bana yardım etsin, 77 gün sonra ne yapacağımı söylesin.. ve birde şarkı.. evet biri bana “no pain no gain’i” söylese iyi eder.. bana bunu söyleyen bi hatuna denk gelirsem, ona aşık olucam, çünkü hayatta kalmak için bu gece hem aşka hem mike ness’in bana “her şey çok güzel” olucak demesine ihtiyacım var..

 ve bir gün yeniden hayatta olucam.. gökçeye “en iyi dostumsun” diyicem, o da bana tuzluk fırlatıp gece özür mesajı çekicek, cevap alamayıncada arıcak, açmıcam, ve bir mesaj daha, “hattınıza 250 kontur yüklendi” falan filan.. bir mesaj daha, “belki konturun yoktur, ve benle konuşmaya cesaretin de, lanet olası ses çıkar” ve bir çağrı yaparım bende..

hey herkes bana yokuş yapıyor son günlerde, anlıyormusunuz? tabiyki hayır..  o halde size biraz sokak kültürü ve argo dersi vermek gerek! ancak ondan sonra sokakedebiyatı yapıyorum bende deyip, bu isimde ve sadece uzantısı değişik bir site açıp beni davet edebilirsiniz.. sokakedebiyatı.org’muş.. uzak durun benden. lütfen.. çünkü bayım, ben bu işi 10 yıldır yapıyorum, ve sizin yardımınızla 10 bin hite, 1250 kullanıcıya, ve üne ihtiyacım yok.. herhangi bir sponsorada.. paraya ihtiyacım var sadece, kendini satmadan.. paraya aşka ve no pain no gain’i dinlemeye, sonsuza dek..

not: öykü spontane çıkmıştır, nöbette, o yüzden sonu böyle oldu, sokakedebiyati.org adında bir siteden aldığım davet üzerine sanırım, bana daha çok hit ve editör kazandıracaklarını vaad ediyorlardı çünkü benim hedefim, isteyipte yapamadığım bir şeymiş gibi sanki bunlar.. ayrıca öyküde geçen, “o halde biri bana yardım etsin, 77 gün sonra ne yapacağımı söylesin..”  yerindeki 77 gün, askerliğin bitmesine kalan zamandır. ama şu an 27 gün var. hadin eyvallah [girdap]


27 ocak 2007

girdo ve halüsinasyonetik arkadaşları:

girdo ve halüsinasyonetik arkadaşları:
2000 yılı sonbaharındayız. hava oldukça soğuk ve hafiften yağmur çiseliyor. yer, alsancak izmir. çimlerde bağdaş kurmuş, bir daire oluşturmuş, içiyor ve tartışıyoruz. beş kişiyiz. tuncay, refik, seçil, özlem ve ben. her şeye karşı yabancıyız. kendimizi yalnız ve yabancı hissediyoruz. ve çaresiz.. tuncay’ın üç adet kitabı var. hazır. bitmiş. kimse basmıyor ama. birçok yayınevi ile görüşmüş, reddedilmiş. kötü bulunmuş. şu. bu.

“olmayacak bu iş” diyor bize, “artık yazmıcam”,
“hayır” diyorum, “okuduğum en iyi şeyleri yazıyorsun moruk, fikirlerin harika, sadece alışkın değil insanlar bu kadar çıplak bırakılmaya, hepsi bu. tüm safsatalarını, gerzek yaşam biçimlerini yüzlerine vuruyorsun, ve korkuyorlar” diyorum.
“hayır” diyor, “kötü yazıyorum. beş para etmeyen bir hiçim ben.”

hepimiz bir şekilde, bir şeyler yazan, bir şeyler üretebilen insanlarız.. dünyayı havaya uçurabilicek kadar tehlikeli fikirleri var tuncay ve refik’in. ve beş yıldır beraber yaşayan iki sıkı dostlar, her ikisi de uyuşturucu bağımlısı. her ikisi de güç belâ yaşama devam ediyor. seçil, aile kavramını ve burdan yola çıkarak tüm toplumsal değerleri yerle bir edebilicek bir deneyime ve birikime sahip.. özlem, sadece bireysel dışavurumlar ile içindeki acıyı kağıda döküyor.. ben bi bok parçası olarak yanlarında değer görmüşüm. hiç bi sikim yazabildiğim söylenemez, kayda değer
.
“tamam” diyor seçil.. “sikmişim yayınevlerini, kendi kendimizi basıcaz.” [kendimiz, kendi 'kendi'mizi basıcaz-lilith noir] gülüyor tuncay, ama alaycı bir gülüş değil bu, çaresizlik ve umutsuzluk dolu bir gülüş.
“tüm paramızı sarhoş kalmamızı sağlamak için harcarken, nasıl yapıcaz bunu canım?” diyor özlem.
“bilmiyorum” diyor seçil, “ama başka şansımız var mı?”
“zor” diyor, refik, “çok zor, resmi kurumlar, devlet daireleri, biraz resmiyet, ıvır zıvır”

tartışmanın başından beri susan ben, “abi denemek lâzım” diyorum, “olur belki ha?” ben onlardan epey küçüğüm, eğitiliyorum o sıralar, yanlarında pek konuşmuyor, sürekli onları dinliyorum, ve bana çok büyük bir saygı duyuyorlar, hak etmediğim kadar çok, ben anlam veremiyorum buna, ben kimim ki diyorum, ne yapabilirim, onlara inanıyorum, onlara tutunuyorum, hepsi bu..

27 ocak 2007