26 Nisan 2018

körebe

körebe

sana mektuplar yazıyorum
asla okumayacağın
tahrif edilmiş bir haritayı tarif ediyorum sana
yönümü sen tanımla diye
görmüyorsun
bak bu böyle olmaz diyorum
gitmez yani
gitmeyecek
gitmemeli
hemen yanı başımda bitmeyeceksin hiçbir zaman
biliyorum

aranıyorum yine meskun mahallerde
ihtiyacın olan her şeyle geliyorum
bir ben eksiğim içinde
ben hiç olmadım
ben yokum
senin için hiçbir zaman özümle olamadım diyorum

bak bu böyle gitmez
saklamalısın beni
olur olmaz her yerde anlatmamalısın hiç kimseye
bu bir sır anlıyor musun
ben küçük bir sır olmak istiyorum
keşfedilmek istemiyorum
yalnız sana kalayım istiyorum

parçalarımın yerini değiştirebilirsin
istediğin kılığa sokabilirsin beni
ama kafamdaki görünmeyen kukuletama dokunma diyorum
o beni mutlu gösteriyor
kendime

kendime görünmemek için çaba harcıyorum mütemadiyen
ama sana görünmek isterdim diyorum
duymuyorsun
hiç duymadın
gördün ama aldırmadın
kovdun beni bir keresinde
hatırlıyor olmalısın
hatırlamıyor olamazsın

gidiyorum ben artık
olmamaya doğru yelken açtım
hayır intihar değil bebeğim
intihar etmeyeceğim
bunu hiç düşündüm
bunu hep düşünmedim
kelimelerimin yerlerini değiştirerek anla beni
kafam karışık
hata yapabiliyorum
kafamı karıştırıyorsun

ama artık yeter dediğim bir nokta oldu
ve bu sondu
afili bir final bekliyordu bizi
hayır hiç konuşmayalım
bu konu hakkında konuşmak istemiyorum
hiçbir konu hakkında konuşmak istemiyorum
konuşmaya istekli değilim
seninle
miyavlayabilirim ama
havlayadabilirim
dilediğin ne kadar hayvan sesi varsa
taklit edebilirim sana
ama insanın olmak istemiyorum
artık yani
her şey bir yere kadar sevgilim
her şeyi bir yere kadardı sevgilin
kaldırımda oturmuş yoldan geçenlere ıslık çalıyorum
kimse dönüp bakmıyor bana
fanzin var diye bağırasım geliyor
kendimi tutuyorum
fanzin yok aslında
hiç olmadı
olsaydı onca kişiden biri
geri dönüp laflardı
azı döndü geri
afili dönüşleri oldu
geriye dönemeyişler festivali düzenlemek istiyorum
geriye dönemeyen benim

gelecek peşimden geliyor
ben zamandan hızlıyım
olacakları önceden biliyorum
ben bir süperkahramanım
zamanı durdurabilen
az önce durdurdum mesalem
duvarları izledim sonra
sadece duvarları izledim
arkasına bir duvar daha çizdim onun
sonra bir duvar daha
gizledim kendimi
senin içinde de gizlenmiştim
sonra o kadar öyle bir derine saklandım ki
beni ararken kaybedersin kendini diye korkup çıktım içinden
kaybetme kendini
beni bul
istedim sadece
sadece istedim
istemiyorum artık
görünmez olucam yine
böyle iyiyim
saklanmayan ebe


21 Nisan 2018

arabölge ve türbülans

"arabölge" isimli übersonic depresif fanzinim bir hafta içinde sınırlı sayıda basılıyor.. ankara istanbul semalarında görüştüğüm arkadaşlara ve izmirdeki dostlara elden teslim ile dağıtılacak..

arabölge adlı fanzin olamayan fanzinimin giriş yazısı

elinizde tuttuğunuz bu fanzini oluşturan metinler, aslen dördüncü kitabımın içinde bir bölüm olup, paramın kitaplarımı basmaya kast etmediğinden kelli, ve dahası son üç aydır hayatımın en karanlık dönemlerini yaşadığımdan mütevellit, şu ara basılmayı kendinde hak görmüş, ve fanzin olarak basılmıştır. aralara da, süs niyetine bazı kusurlar eklenmiştir.

bazen olur, uçsuz bucaksız bir çölde, güneşin ve ayın ve ta ki yıldızların bile himayesinden uzak bir şekilde yürümeye başlarsın. bu, bir anda olur. kör bir kuyuya düşersin aniden, ve seni oradan çıkarma çabası içindeki aileni ve tüm dostlarını görmezden gelirsin. gelgitlerin artar, ara ara gözüne bir yıldız ilişse bile uzun sürmez parlaması, düştüğün, düşürüldüğün, içine balıklama atladığın kuyunun üzerinden geçer gider ay, ve her ne kadar kendi çabanla çıkabilecek dahi olsan, içine atılan ipleri keser, tırmanmaktan vazgeçersin.

bir ana kadar, tek bir an, ayılmana neden olabilecek bir tokat gibi mesela, bir an gelir, tamam dersin, bu kadarı yeterli, olması gerekiyordu, oldu, yaşandı ve bitti ve dolayısıyla tekrar başa sarmanın anlamı yok faslı, dersin, içinden, geçer gider bir şey içinden, çıkar bir daha geri dönmemek üzere, ve sırf anıları hatırlamamak için dahi bile olsa, yaşamına şahane bir radikal başlangıç yaparsın, ve süreç ilerledikçe artık dokunmaz olur aklına düşen fosforlu hengame..

henüz bu noktada değilken daha, yani heceler anlamını yitirmemişken henüz, zaman zaman yüzdüğün karanlık okyanuslarda bir vakitler açığa çıkan cümleleri bir tablo haline getirmeyi diledim ve sonuç olarak karşınıza bu fanzin çıkageldi. biraz zor oldu hatırlaması ve hazırlaması, ama gerekiyordu, çünkü hayatımın kara kutusu olan kelimelerimi ve onların nüveleri halinde dağılan fanzinlerimi,  bir gün saklamaktan ve sakınmaktan vazgeçersem, işte o zaman düşeceğim asıl, çıkışı olmayan ve güneşin artık tamamen ulaşılmaz olduğu ve içinde meşaleyi ateşleyecek en ufak bir kıvılcımın dahi kalmadığı bodrum katına.  henüz zamanı var. zack kulağıma, daima fısıldasa da, “çıkış yok, bırak artık, köşene çekil, sessiz ol” ve benzeri isimli bestelerini, hayaletlerim buna izin vermeyecek, biliyorum bunu, bunu biliyorum çünkü seçil bunu biliyor. eyvallah..

not: seçil kim diye soracak olanlara, ilk romanım “geriye dönüşler”in ve arkasından basılan devamının birinci bölümünün bir tercümesini kayda almalarını rica edeceğim..
notun notu: “bunu biliyorum, çünkü tyler bunu biliyor”

21 nisan 2018 – 0727


fanzinin canisi ya da cesedi, veya iskeleti, portishead dinleyerek hazırlanmış olup, arada focus olarak this empty flow adlı mucizevi grup demlenmiştir. 

20 Nisan 2018

Back In The Game


“vazgeçmek kolaydır” dedi seçil, “ama doğru olan bu değil.” doğru kelimeleri asla seçemediğimi söyledim ona. “doğru zamanı da” diye ekledi.
“genel olarak doğru’yu” diye kestirip attım, yüzümü onun olmadığı yöne dönerek, bir sigara sarıp beklemeyi sürdürdüm, ayın gelmesini. görüş açıma girmesini ya da.
“bugün biraz bulutlu” dedi, “bana kızman gerekmez”
“ya kendime?”
“kendine haksızlık ediyorsun bence”
“başkalarına da” dedim, balkonumdaki tekli koltuktan kalkıp hemen yanındaki üçlü koltuğun en ucuna geçerken, gökyüzüne doğrulan bakış açımı değiştiriyordum sadece, karşıdaki apartmanlar ve balkonumun tavanı görüş açımı kısıtlıyordu, ve hiç yıldız görünmüyordu bu gece de
“ayağa kalkılması gerekebiliyor” dedi, “bazen, yıldızları görebilmek için”
“yere düşmedim ki seçil” dedim, “sen neden bahsediyorsun?”
“düşürülmedin de ama” dedi, “insanları suçlamaktan vazgeç”
“insanları suçladığımı da nerden çıkardın ki?”
“kaçıyorsun onlardan”
“evet kaçıyorum, hepsinden, her birinden, çoğundan, son iki buçuk yıldır içine düştüğüm kör karanlıktan kaçıyorum, kuyudan çıkma çabası bu hem, kaçmak değil”
“kendi yüzüne dön” dedi, geldiğinden beri gözlerinin içine bakmamıştım, gökyüzünden gözümü ayırmadan görüyordum işimi hatta, sigaramı bakmadan sarıyor, çakmağı el yordamı ile buluyordum önümdeki masanın üzerinde.
“bugün görünecek” dedi “inan bana”
“hayır” dedim, “kaybettim onu”
“dün sabah ki nasıldı”
“sevmedim onu, fazla parlak, adını biliyorum onun hem, bu yeni keşfettiğim yıldız da gözüm, belki de kışın görünüyordur bilmiyorum, bir aydır ortalıkta yok velet”
“kışı seviyorsun” dedi
“en sevdiğim mevsim marttır” dedim, “tüm yılın bütünselliğini içinde barındırır, özellikle izmir’de, ondan sonrası kolaydır, nisan mayıs, fena şenlenir balkonum ki biliyorsun bunu, o göt ağaçlarımdan birini kesmeyecekti”

balkonumda dört adet ağaç vardı, birini en üst katta oturan ev sahibinin kardeşi kestirtmişti, seviyordum mart nisan ve mayısı çünkü balkondaki ağaçlar yaprak açar ve beni yoldan geçen insanlardan gizlerdi, ben görürdüm ama onları, birinci kattaydım, ya da zemin diyelim, ve görürdüm onları, işporta kaldırımında da görürdüm, aşağıdan baktım hep, hemen hemen her şeye, buna rağmen egomun yüksek olduğuna dair eleştirileri anlayamadım, olduğum gibi göründüm hep, zihnimden ne geçiyorsa onu naklettim insanlara, burnu havada olmak ile her şeye eyvallah deyip sessiz kalmayı karıştırıyor insanlar, bu ifadem sorunlu oldu, tariflemek istediğim o alanımı kanıtlayamamam size, ama bunu anlamanız için çaba sarfetmeyeceğim, hatta hiçbir şey için çaba sarf etmeyeceğim artık, sıkıldım ve yoruldum, yoruldum ve sıkıldım, tanrıya dönücem yüzümü, Allah’a, Yehova’ya, Tao’ya, adı her ne ise, benim için de bir adı var kendisinin, onunla bütünleşik olan yaşamımda son iki buçuk yıldır araya giren frekans karışıklığını temizlemem lazım sadece
“yörüngeni benden uzaklaştırıp başka bir kadına çevirmiş olman gerçeği hakkında da konuşmak ister misin bebeğim?” diyerek araya girdi özlem, içimde bir ses olarak,
“frekanslar karıştı sadece” dedim ona “anlamanı beklemiyorum”
“ben seni bekliyorum ama” dedi, “biliyorsun, bekledim, beni görmeni, yıllardır, görmen yeterliydi, göz göze gelmesek de olurdu hem”
“tıpkı o aradığım yıldızlar gibi” dedim, “benim onlara baktığımın farkındalar mı sence?”
“en parlakları içinde en parlamayanına odaklanıyorsun daima, en silik olanına”
“kendine pay çıkarma” dedim, “senin ışığın yeterince fazla, gözümü alıyor”
“ışığım tükeniyor adamım” dedi
“gerçek yıldızların ışığı öldükten sonra da parlamaya devam eder” dedim, “belki de şu an gördüğüm, -o sırada bir yıldız görmüştüm- asırlar önce ölmüştür”
“benim gibi” dedi
“senin gibi” dedim, “kendini öldürdüğün halde seni görmeye devam ediyorum, ve ölmeden önce son konuştuğun kişi olarak söyleyecek olursam eğer…”
“söyleme bir şey” dedi, “kendini suçlu hissetmeni istemediğim için aradım seni o gece, ben gidiyorum, beni bulman lazım”

ve araya bulutlar girdi, ses kesildi, beni duyabilirdi ama ben onu duyamazdım artık. bi sigara uzattı seçil, sanatçılık kokuyordu sarış tarzı, “yüzüme neden bakmıyorsun” dedi
“siyah” dedim, “siyah artık kazanmalı”
“beyazın hakimiyetinde asırlar geçti” dedi,
“yedi bin yıl” dedim, ve burada sözünü ettiğim şey bir ırk değildi
“ama yin yang ayrışıyor adamım” dedi
“nihayet” dedim, “dengeye oturuyor ihtişamı tao’nun”
“işte o yüzden vazgeçemezsin, savaşmaktan”
“vazgeçttiğimi de nerden çıkardın” dedim, sigaramı yakarken bir göz kırparak, gece boyunca ilk kez göz göze geliyorduk, aynada kendi gözlerinin içine bakmak gibiydi seçil ile göz göze gelmek. “ben kaçar artık” dedi, balkonun demirlerinden atlayıp yola süzüldü.

o sırada buldum onu, tekrar, yıldızımı, silik bir ışığı vardı, hiç bulut kalmamıştı çevresinde, ışığı güçlenmiş gibi geldi bana, sigaramdan bir nefes daha alıp, uzaklaşmakta olan seçil’e seslendim, “yalan söylüyordum kızım, doğruyu seçemediğimi söylerken” dedim, “bazen kendi hakkında da yanılır insan”

sol elini yarı kaldırıp zafer işareti yaptı, “peace” diye bağırarak, ardından havaya kaldırıp bir yumruk yaptı ve gözden kayboldu.

20.04.2018


başlık şurdandır: Wu-Tang Clan - Back In The Game (Phoniks Remix)

17 Nisan 2018

sonun başlangıcı..

sonun başlangıcı..
sanırım her şeyin sonuna geldik. tüm olan bitenin. tüm mücadelenin. kazanmadık. yenilmedik de. diskalifiye de olmadık. kendi kendimize, geri çekildik savaştan. mücadele, anlamını yitirdi. yitirdi çünkü fazlasıyla değer kaybettik. görmezden gelinmenin sonucunda, kendimizi görmezden gelmeye başlamanın zamanı şimdi.

yokum. olmamak üzere başladığım bu süreçte, bir daha asla varolma mücadelesi vermek istemiyorum. yazmak, yayınlamak, fanzin çıkarmak, etkinlikler düzenlemek, bir şey paylaşmak, konuşmak, dinlemek ya da daha ötesinde, yaşamın payıma düşen parçalarında çırpınmak. sessizce köşeme çekilip, olanı biteni izlemek yeterli olucak. iyi bir izleyiciyimdir, ama gördüklerini kendi bakış açısından nakleden adam olmak istemiyorum artık. yazılan yüzlerce sayfa ve basılan onlarca kağıt parçasını, tozlu raflara terk etmek ve sessizce olanı biteni izlemek, en azından akıl sağlığım için faideli bir yöntem olucak. bir daha asla, yeniden, tekrar, baştan başlamamak ümidi ile, elveda, eyvallah..


17 nisan 2018

12 Nisan 2018

the same deep water as you

the same deep water as you

bazen
olduğunu sanırsın bazı şeylerin
düşün gerçekleştiğini
önce kurarsın düşünü
ihtimaller dahilinde
olabilecek en iyi senaryoya hazırlarsın kendini
her ne kadar karamsar olsan da
ve bir açık kapı da bırakırsın daima
ya olmazsa gibi bi his
kesinlikle olmayacak'a evrildiği anda olur her şey
bir anda
pat diye
oluyor sanırsın
oldu sanırsın
ve öğlen ortasında
en tepedeyken batar güneş
açık bıraktığın kapıyı da kapatıp
tamam demişken sen
puf diye kaybolur
öğleden kör karanlığa geçiş yaparsın
bir anda

alışman lazımdı
umut etmemeliydin
kapılmamalıydın ya da
yakınlığa
herkese kapalı olan kapının
aralanmasına izin vermemeliydin
yaptın bunu
sen yaptın
her şeyi sen yaptın
senin hatan
hayaletlerin yetmedi sana
gerçeği aradın
gerçeği arzuladın
hem de defalarca
ve her seferinde
bir sigara yakmakla yetindin
geçip gidenin üzerine
bir değil bir çok
sigara üstüne sigara
gece üstüne gece
tuncay haklıydı
umut etme derken de
kendi bileklerini keserken de
seninkini de kesmeliydi aslında
istedin bunu
kendin cesaret edemedin
araba da çarpmadı onca kırmızı ışığa rağmen
sigara öldürmedi
alkol koması gelmedi
ipi bağlayamadın
silah alamadın

buradasın
hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiğin halde
bir şeyler değişsin diye uğraşıyorsun
kendin değişmeden
sessizce yapıyorsun bunu
öfkeni saklı tutarak

konuşmama hakkına sahibim
hiç konuşmadım
anlattım ama anlatılamadım
alıntılanmadım da
alındım sadece
bazen
hemen hemen her şeye

ve şimdi
sabahın beşinde
bir güneşi daha karşılıyorsun sigara eşliğinde
votkanı yudumluyorsun annenden gizlice
iş yerindekiler hiçbir şey bilmiyor
işportadakiler hiçbir şey bilmiyor
arkadaşların hiçbir şey bilmiyor
ailen hiçbir şey bilmiyor
aslına bakarsan sen de hiçbir şey bilmiyorsun
hiç anlatmadılar çünkü
çünkü sormadın
tamam deyip kabullendin
sessiz kalma hakkını kullanıp
kafanda uçuşan tilkiler de cabası oldu bu ebegümecinin

tek bir gece verin bana
sahte güneşlere aldanmadığım
karanlığa alışkınım
yeterki fosforlu yıldızlar
gecemin içine etmesin

ben yıldızlara güneşe ve aya aşığım
ve aradaki uyuma
onlarla ve hayaletlerimle
arama girmeyin
yeter


başlık the cure'ün bir şarkısının adıdır.

13 Mart 2018

algı düzeyleri ve karartma

-algı düzeyleri ve karartma-
insanlar sizin nasıl bir insan olduğunuza değil özel hayatınızda ki tavrınıza fikrinize duruşuna değil, ne kadar güzel (!)i hoşlarına giden işler yaptığınıza bakar, sanat sepet işlerinde de durum budur. kapitalizm zihnimizde başlar, ne kadar kaypak/dönüşlü bir insan olsan da; iyi şiir yazıyor,resim yapıyor film çekiyorsan değerin de ona göre belirlenir kadardır. senden kralı yoktur o vakit. kişiliğinin de, yaşantının da bir önemi yoktur. çünkü kapitalist algı düzeyi yaşam tarzı ve bakış aşısı zihnimize ruhumuza kadar bizi ele geçirdi.
evet bakış aşısı

11 Mart 2018

punk is not that

punk is not that

sanırım 34 yaşındaydı cenk. müzisyendi. baterist. elinden başka bir iş de gelmezdi. gelsin istemiyordu da aynı zamanda. 34 yaşına kadar her türlü boka batmış ama elinden geldiğince müzikten geçimini sürdürmeye çalışmıştı. tek sorunu bir duruşu olmasıydı. yavşaklık yapmıyordu. daha çok para için müziğini satmıyor, bazı mekanlara inadı yüzünden çıkmayı red ediyor, sevmediği müzisyenlerin cover’ını çalmıyordu. bir derdi vardı çünkü, anlatmak istediği bir şey, bir his sadece, ve bir hisse aramıyordu kendinde, anlamdan öte, sanatsal bir takım işlerle açığa çıkan o hissi ve bunu aksettirmeyi seviyordu. hissi, hissettiğini, karşı tarafa verebilirse kendini iyi hissediyordu. sahnede, dinleyicilerle kurduğu göz temasına bayılıyordu mesela. kazandığı paradan daha çok mutlu ediyordu bu onu. çeşitli yollara saptı çoğumuz gibi, uyuşturucu, uyarıcılar, sedatifler, genel adı ile ve tıp jargonu ile söylersek psikotropların her yoluna bulaşmıştı gençlik yıllarında. her şeyden kendini müzik yapmak için soyutlamış, sadece para bulunca alkol almaya başlamıştı otuzundan sonra. çeşitli gruplar da çalışmış genellikle gruptan kovulmuş ya da kafalar uyuşmayınca “sikerim böyle aşkın ızdırabını” tavrı ile gruptan ayrılmıştı. dostça ayrıldığı da pek söylenemez. ikiyüzlülüklere, dolambaçlılığa ağzına geleni söylerdi, hayatı boyunca da bunu yapmıştı. kimsenin arkasından konuşmaz kimsenin arkasından konuşulmasına da izin vermez arkasından konuşulanları da iplemezdi. ne dedikodulara kulak kabartır ne dedikodu yapardı. böyle bir adamdı işte, düz, sabit, çoğunluğun deyimi ile kalın kafalı, yani çakal değil. ne kurnazlıklar bilirdi oysa, hayatta kalmak için yemediği nane kalmamıştı, torbacılığa kadar, bu yüzden hapse bile girmiş salınıverilmişti.

dediğim gibi, bir duruşu ve derdi olan ender müzisyenlerden biriydi işte. 27 yaşına kadar verdi mücadelesini. ya intihar edicek ya başı sokakta belaya giricekti sivri dili nedeni ile, vurulacaktı biri tarafından, ya da yok yere hapse girecekti. en kötü ihtimalle pes edecekti ki o da öyle yaptı. bıraktı müziği. iş aramaya başladı. sokak müziğinden de kazanamıyordu çünkü, sevgilisi ile çıktıkları zaman, ki sevgilisinin de, çiğdem adı, iyi bir vokali vardı, pek para kazanmazlardı. herkes hayranlıkla izler, pek az kişi üç beş lira atardı. onu da zabıtaya kaptırdıkları çok oldu. ki gelen para ya ota ya alkole giderdi. yol parasını ayıramaz eve kadar yürürlerdi. karataştaydı evleri, düşük kiralı basık rutubetli. hatun mutluydu ama. o da takı yapıyor ve işportaya çıkıyordu. onun da başı zabıtalarla beladaydı. cenk kaç kez karakoldan toplamıştı çiğdem’i. zabıtalara ağzını geleni söylerdi çiğdem. kavga büyür devreye polis girer, polisi de iplemezlerdi. dediğim gibi 27 yaşına kadar verdi mücadelesini. çiğdemin ki daha uzun sürdü. bir iş aramaya koyuldu cenk. her türlü işe başvurdu. müziği tamamen sildi hafızasından. hatta evindeki baterisini satıp kirayı ödedi. o kadar dibe batmıştı ekonomik olarak. kimseye borcu yoktu ama. ne bankaya ne de şahısa. ölücek olsa borç para almazdı.

iş aradı. her türlü iş. üniversite terk. makine mühendisliği. fabrikalara başvurdu. tecrübesi yoktu. sakalını saçını kesmediği için ya da, işlerden hep red yedi. en son hamallık buldu. eşya taşıma işi. evden eve nakliyat. beceremiyordu. daha doğrusu hızlı olamıyor, hızlılık derken aynı anda üç dört koliyi sırtlanıp yüklenmekten bahsediyorum, hızlı olamıyor ve çuvallıyordu. kırdığı eşyalar sonrası bir ay içinde işten atıldı. maaşı da alamadı üstelik. orda da karakolluk oldu. amirlerle kanka olmuştu artık. birilerinin şikayeti üzerine karakola düşer, amir biraz tutar salardı. onlarda yılmıştı cenk ve çiğdemden.

sonra evden yapabileceği, bir internet sitesine burç yazma işine girdi. freelance. günlük burç yorumu, iyi pazarladı kendini iş görüşmesinde, ve işi sevmişti, ve sevgilisi de anlardı burçlardan, geceleri burç yorumu yazmaya başladılar, çok didaktik ve bazen çok karanlık yazdıklarını söyledi patron, ve uzun. aslan burcuna günlük otuz cümle yorum yapıyorlardı mesela, eğleniyordu bunu yaparlarken de, cigarayı ve alkolü bırakıp, burç uydurmaya işine dalmışlardı. işten atıldılar. sonra bir fabrika. montaj hattı. yine hızlı olamadığı ve üstelik işçilerin kafasını karıştırdığı için işten atıldı. bi çok işe girdi çıktı, sorun genellikle hızlı olamayışıydı. “hız çağınınızı ve seri seri seri üretimlerinizi çoğaltarak sikiim” dedi çoğu insan kaynakları müdürüne ve çıktı işlerden. parasını aldı alamadı.

üç yıldır görmüyordum kendisini. geçen karşılaştık. ne telefonu vardı ben de ne de evini biliyordum. en son istanbula gitme kararı almışlar diye duymuştum. lafladık biraz. köye yerleşmişler. hatun köylülere ve civar insanlara takı yapıp karşılğında yumurta süt peynir almaya başlamış, bir de az biraz para tabii, kemik bulmak sorun değil ama, tarçın incik boncuk için çalmıyorsanız para gerekir. iyi bilirim, ben de yaptım çünkü daha önce.. her neyse, cenk ise müzik yapıyor bir de bahçeye bakıyor. köyde terk edilmiş bir eve yerleşmişler. sahipleri ölmüş evin. arayıp soran çıkmamış. onlar da gezerlerken, otostopla, bir ara denk gelmişler işte. köylülerle sohbet muhabbet derken kalmışlar orada. “daha iyi aga” dedi bana, “sikmişim şehri, sikmişim mücadeleyi, mal bu insanlar, uğraşmaya değmez. pes etmedim, hala müzik yapıyorum, internetim yok ama, onu çözeyim bir de kayıt cihazları, vericem internete aga, genç dimağları zehirlemek lazım.. gerçi bizimkisi zehir değil şeker ama, iktidara göre zehir zıkkım insanlarız biz, ölmemiz için elinden geleni yapıyor sistem, sikeyim sistemi, sorun sistem değil insanlar abi, en küçük çarkından en büyüğüne, iki yüzlü bencil ve asalaklar. olsun ama. iz bırakmak lazım. ses yayılmalı. his dolaşıma girmeli”

aynen bunları dedi bana. sonra kendi yaptıkları şaraptan içip müzik dinledik benim alıp taksite bağlanıp beş gün sonrasında  atıldığım fabrikadan kalma iphone’dumdan. iş için aldım. iş için. anlıyor musunuz? beyaz yaka olup haftasonları partilerde dans etmek yerine işçi olmuştum ben ve telefona basıcaktım parayı. iş için kullanıcaktım onu. anlıyor musun umut? iş için. başka iş için. zehri yayma işi. karanlığımızı ve öfkemizi yayma işi. ve sonunda, üç kişi de zehirlenirse, tepekilerin algısına göre zehirlenmek, üç kişi üç kişidir. savaşa devam. cenk mi? cenk iyi, size selamı var.. ziyaretine gitmeyin ama olur mu, o sizi çağırmadan. davet etmezse geleyim diye atlamayın hemen.. cenk ve çiğdem’i rahat bırakın artık. ve onun gibi nice canı sıkılan ve canı sıkıldığı için müzik yapan, canını sıkan nesneyi eylemi olayı durumu; ritme, hisse, yazıya, resime, heykele, takıya, tsörte, çantaya aktaran insanları rahat bırakın. aptal saptal röportaj soruları sormayın mesela. olur mu canikom? ben kaçtım. sigara almam lazım.. tütüncü kapatmadan. dengesiz bir tütüncüm var, keyfe keder açar dükkanı, canı sıkılınca kapar. tütünü sağlam ama. görüş açısı da.. bakış açısından ziyade görüş açısı önemlidir çünkü bu hayatta. ve anlamdan önce his. ve bilgiden önce fikir. bye bye baby.


11 mart 2018

gd 2 bölüm 15: ses

gd 2 bölüm 15: ses
naber dedi kafamın içinde bir ses sadece..
ince. güçlü ama her an kırılabilecek kadar da narin.
git burdan dedim.
bence insanlara hala halüsinasyon gördüğünü itiraf etmelisin dedi..
hasta damgasından yıldım dedim
yılma dedi sallama sadece bu hep olucak biliyorsun. özlem di gelen. sesi sadece.
seni neden göremiyorum dedim
gördüğüne pişman olursun dedi. ama sana hep sadık kaldım biliyorsun
ama gittin dedim beni terk ettin en kötü zamanımda..
gitmem gerekiyordu dedi anlaman için çaba sarfetmeyeceğim biliyorsun inatçıyımdır yükselenim oğlak sendenim en az senin kadar inatçıyım oğlum
benim kadar olamazsın
otobüs durağındaydım. otobüsü kaçırmayayım da dedim.
ben hatırlatırım dedi bugüne kadar her şeyi hatırlattığım gibi
eksik olma dedim adın özlem yerine ajanda olmalıydı
otobüs geliyor. bu arada neden söylemiyorsun gerçek adımı o çok değerli okuyucularına.
okuyucu kelimesini sevmediğimi biliyorsun
biliyorsun ne. özlem mi yoksa?
adımı esçümento mu koydu yoksa yalan mı söylüyor puşt
yalan söylüyor da onu boşver eve varınca sen sevişelim mi ilk kez
şarap alıcam yoldan dedim bitince ayık kalırsam
beni görmek istediğini söylemiştin hani
pişman olucak mıyım seni görünce
bi kez bile hiçbir şeyden pişman olmadın sen özürlerinin pişmanlıkla alakalı olmadığını anlamadı insanlar
aptallık ediyorum özlem dedim pişman olmadım aptalık ediyorum sadece
pişman olmayarak mı
allah egomu korusun amin dedim
amin dedi kafamın içindeki ses evde görüşürüz..
gelicek misin dedim
cevap gelmedi..

11 mart 2018

10 Mart 2018

moving through streets

birileri geldi birileri gitti. işportaya. saat sekize geliyordu. meto “bi saatin kaldı” dedi. dokuzda kapatacağımı söylemiştim ona. dokuzdan sonra kalmanın anlamı yoktu. iyi biliyordum bu sokağı, ezberlemiştim artık, hayatım bu sokakta geçmişti ve adını “korku parkı istasyonu” koymuştum. çünkü her ne yaşarsam kötü, soluğu bu sokakta alıyordum tam 20 yıldır. çok değişti sokak. logos kapandı. yaşıtım olan ve zamanında o sokakta içen, yani gençken, kimse kalmadı. yeni ve abuk subuk ve sokağın eski ruhu ile alakasız mekanlar açıldı. kilise aynı hiç olmazsa, papazla aramız iyi. arada şarap istersem onu da verir de, ben ona bira vermem, içmez çünkü, şaraptan başkası isa’nın kanından sayılmıyor çünkü, renginden dolayı olabilir, ama isa’ya, 2018 yıldır çarmıktan bir türlü indirmediğimiz isa’ya artık bi sigara uzatmamız ve sol yanağını çevirmesinden vazgeçmesini iletmemiz gerekiyor. onun yerine sol elini yumruk yapıp havaya kaldırmalı bence. ve dahası dostlar, dediğim gibi, saat sekize geliyordu ve herkes gitmişti, yanımdan, ben de köşeme çekilip bekledim gelmekte olanı, portalın kapıları açılmıştı..

esçümento geldi, şu çatlak, zemt galaksisinden, gelirken de yanında zemt yapımı votka getirmişti, ben içmezdim, söyledim ona, içmeyeceğimi, “keşke aynı nezaketi sigaraya da göstersen piç” dedi, “gösteririm” dedim, “nefes alamayacak kadar kötüleşmeyi bekliyorum, gece öksürüklerimin ölümüme neden olacak bir kalp krizine yol açana denk bekleyeceğim” dedim, “alkolden de bu şekilde sıyrılıp azalttım ve durmayı bildim biliyorsun”
“nah biliyorsun” dedi
“biliyorsun dedim” dedim “biliyorum demedim”
“ben de biliyorsun dedim” dedi “ne dediğini biliyorum göt sağır değilim.” esçümento’dan yeni küfürler öğrenmesini rica ettim, “kendini tekrar ediyorsun amigo” dedim ona,
“amigonu sikerim” dedi, “sen de kendini tekrar ediyorsun yazarken”
“en azından aynı sırada tekrar etmiyorum” dedim, “parçaların yerlerini değiştiriyorum sürekli”
“ama aynı muhabbet” dedi, “işporta, alkol, uyuşturucu, fanzin, kadınlar, ne kadar dipte gezdiğin”
“bir dakika bir dakika” diyerek kestim sözünü, “dipte falan değilim ben, yeraltı bir uydurmadan ibaret, biliyorsun bunu konuştuk”
“evet biliyorum, büyük palavra, biri sana şu an otuz bin verse tüm telifini verirsin alın ne bok yerseniz yiyin diyerek”
“o kadar da değil” dedim
“ne o kadar da değil puşt” dedi
“otuzbin az” dedim, “yüzbine fitim”
“kendine çok güveniyorsun” dedi, “bu özgüven iyi değil sana söyliim sürünerek ölüceksin en sonunda”
“aynen pinero gibi” dedim “sigara sigara sigara aynen figaro figaro Figaro” gibi, çıkarıp yaktım bir tane, ona vermedim çünkü esçümento boş içmez, hayatında boş sigara içtiğini görmedim adamın. hatta su bile içmez, suyu sadece rakı da kullanır, çay bile içmez, alkolsüz olan tek gram sıvı sürmez ağzına, dahası yemek konusunda da tutumludur, dolu dolu bir sabah kahvaltısı dışında yemek yemez ve o kadar küfür etmesine karşın aseksüeldir, sakın kendisini cinsiyetçi falan sanmayın, cinsiyetlere de inanmaz çünkü, onun küfrü ağız alışkanlığı, annesinden geçme, genlerinde var,
“genlerini sikerim” dedi ben ondan yanımıza gelen bir hayalete bahsederken ve hayaleti de “siktirgit lan özel konuşuyoruz” diyerek kovdu.

“seçil napıyor?” dedim, “yolu düşmüyor mu bu taraflara”
“sana kızgın biliyorsun, hepsi sana kızgın, onları terk ettiğin için”
“onlar beni terk etti. zemt’te işler nasıl gidiyor, ben hala bu zemt’in ve sizin uydurduğum bir şey olduğunu düşünüyorum ama siz inatçısınız bana gerçek olduğunuzu ikna etme çabanızda”
“gerçeğiz lan” dedi, “yan boyuttan geliyoruz, portallardan geçerek, işte bunun sayesinde” elini cebine atıp poşet içinde toz bir madde gösterdi, “ve bunun” iç cebini açtı, size tarif etmemin yasak olduğu parıldayan bir cisim gösterdi. tam bu sırada geldi zabıta, tabii ki ne meto ne zabıta esçümento’yu görmüyordu, göremezlerdi, görünmezlerdi kahramanlarım, hayaletten oluşma embriyolarım, meto’ya “fanzine de mi başladın artık” dedi zabıta, “yok arkadaşın tezgahı” dedi meto, müdürmüş adam, inceledi inceledi inceledi, “bana okuncak bir şey ver” dedi, broşürü verdim, okuyormuş fanzin, okuyabilir, herkes her şeyi okuyabilir, söz konusu problem okuduğun şeyler üzerinden alıntılarla ve isimlerle konuşmaya başlayınca ve yeni bir fikir, sizin dünyanızda tez diyorlar galiba, oluşturmayınca başlıyor, şu şunu demiş bu bunu demiş tarzı bir muhabbete hayatım boyunca iştirak etmedim etmeyeceğim, ancak hayaletlerim söz konusu ise, tuncay şunu demişti özlem böyle kesti kendini şunu derken diye hikaye sandığınız vizyonlarımı anlatabilirim, bu arada nasıl gidiyor hayat, haliniz vaktiniz yerinde mi? dedikodu ile müsemma dünyanızda bir yenilik var mı? tarikatınız party kafasından çıkıp iş yapma kafasına erebildi mi bare, yoksa hala bizim gibi kara cahillere vaaz verme derdinde misiniz? ne diyordum seçil?

“kes girdo, al şunu ateşle, siktirtme belanı” dedi esçümento, “seçil meçil yok, gelmeyecek, anladın mı beni, büyük konuştu hatun, bi daha yüzümü nah görür dedi, son kavganızı hatırlıyorsun”
“ben özür dilemiştim” dedim
“sen de hep özür diliyorsun ha, adını girdo yerine affet koysaymışız keşke”
“adımı koyduğunuzu da nerden çıkardın” dedim
“öz be öz ben koydum” dedi, “dolambaçlı yollarından dolayı çocukluğunda, bi de içine düşüp dışına çıkamadığımız için”
“İçim dışım birdir” benim
“he he aynen öyle, bu yüzden çuvallıyorsun, bu yüzden insanlar sana selam vermeyi kesiyor, bu yüzden konuşurken gülümsemiyorlar ateşle şunu sikmiim belanı”
“içmicem” dedim “komple bıraktım ben artık”
“votka?”
“onu da içmicem”
“bi yudum al bare”
“ağzımı sürmem”
“sigara ver o zaman”

napacan sigarayı diye sormadım pezevenge, sarıcak tütünü kalmamıştı çünkü, biliyordum bunu, son cuvarısını içiyordu ve mutlaka yedekte bir tane bulundurmalıydı, tam bu sırada “gidiyorum ben” dedi, kalktı ve taksi durağının olduğu tarafa doğru yürüyüp seçil’le selamlaştı ve gözden kayboldu. seçil selam vermeden yanıma oturup bağdaş kurdu, sigara uzattı, diğer elinde yarım ekmeği vardı, benim için hazırladığı
“yemeyeceğimi biliyorsun” dedim
“iyi mesefa kat ettin” dedi alkollü gözlerle bakıyordu, “esçümento’yu seni test etmesi için ben gönderdim, sağlıklı yaşamaya karar verirsen barışırız”
“sağlıklı yaşamak yemek yemek anlamına mı geliyor seçil” dedim, “özellikle ruhen ve maddi anlamda iflasın eşiğindeyken”
“bedenen de iflasın eşiğinde olmanı istemem” dedi, “biliyorsun seviyorum seni, kan kardeşimin sevgilisisin bir kere”
“o öldü” dedim
“ölmediğini sen de biliyorsun cicim” dedi “sadece sana kızgın”
“bütün dünya bana kızgın tanrısını satayım” dedim, “kötü giden her şeyin sorumlusu benim, evet bi boklar yedim, evet bencilim, evet gerizekalıyım, ama bir şeyleri yoluna koymaya çalışıyorum hayatımda, bunun farkında mısınız seçil hanım? ve bu yoluna koyma işlemi yemek yemeye başlayarak sigarayı bırakarak olmucak, işlerime odaklanarak ve bazı insanlarla arama mesafe koyarak olucak, bazıları ile bozuşarak hatta, gerçek benliğimi ortaya koyarak, biliyorsun bunu, başka şansım yok, bu son şansım”
“her zaman bir şansın vardı” dedi, “ama bu defa haklısın galiba, bu son”
“her zaman haklıydım” dedim, “başından beri ben haklıydım, hislerimde bi gram yanılsaydım adına paranoya diyebilirdik belki ama haklı çıktığım için ben altıncı his diyicem ya da sekizbinyüzonikinci teferruat” diyelim.
“suyu uzatsana” dedi “kafamı sikiyorsun şu an, sigara mı ekmek mi?”
“kokoreçe hayır diyemem” diyerek yarım ekmeğe elimi uzattım. kahvaltı yapmamıştım henüz ve saat akşamın sekiz buçuğuydu, öğlen uyanmış sadece sıvı tüketmiştim.

“hadi kalk” dedi ben ekmeği bitirince, tiryaki kediye gidiyoruz, etkinlik var, insanlar vardır, bi bira iç, ama sadece bir tane, başka yok. ve kafanı dağıt biraz, sohbet muhabbet, sonra eve dönüş yolunda sana eşlik ederim..

dediğini yaptım. yine bir çıkmazımda, derin kuyulara taş atmışken zihnim, taşımı aldı ordan, kafama atabilirdi, yapmadı, saçları mı okşadı, “düzelecek” diyerek, izbana girerken, “başarıcaksın moruk, hep beraber olucaz yine.. sadece kurallara dikkat et, hepsi bu..”

kurallar dediği, bizim koyduğumuz kurallardı, on sekiz sene önce, hayat içinde kendimize koyduğumuz kurallar, her seferinde benim bozduğum, içinden çıkılmaz bir hale soktuğum her şeyi, sonra geri dönmek için tırmaladığım ruhen ve bedenen, “bu kez izin vermicez” dedi, özlem, gaipten bir serzenişle, “bu kez olmaz çocuk, yanındayım, yakında gelicem, sen zihnine mukayyet ol yeter, yoldayım, çakmağın hâlâ ben de, biliyorsun, unutma verdiğimiz sözleri..“

* başlık psycho realm adlı grubun bir şarkısının adıdır..


10 mart 2018

8 Mart 2018

sigara sigara sigara aynen figaro figaro figaro gibi

uyanınca yataktan çıkmadan sonra yedi tane sigara içmezse fondip tarzında işleri rast gitmiyordu. yedi uykulu sayısı değildi. kalp atışını hızlandırma limitiydi. ciğerleri kusursuzken kalbi her iki anlamda da can çekişiyordu. yapılacak bir şey yok deyip çakmağı ateşledi.. sigarayı bırakırsa ölürdü. sigarayı bırakmazsa ölürdü. iki ucu iğneli sopayı kırmak için çaba sarfetmiyordu. ellerinin metamorfozu delik deşik olmuştu.

7 Mart 2018

kitaplarım

ilk yedi kitabımın pdf'si, ilk ikisi basıldı, üçüncüsü mayıs ayında basılıyor, yılda bir tane basıyorum işte, ya tutarsa..

indirilip basılabilir olan orjinal pdfler: https://yadi.sk/d/HZa0I0m23T8HEA
online okunabilir versiyonlar: https://issuu.com/girdapzackunthatow

not: ilk sekizi hazırdır. 9 10 11 şu aralar aynı anda yazılmaktadır..

4 Mart 2018

Entre les lignes 36: des étoiles et des paillettes

Entre les lignes 36:  des étoiles et des paillettes

bazen, sadece bazen ama, ya da çoğu pazar diyelim, bazı günlere, kötü başlarsın. aşağıda ve geride. bir sürü kare akar gözünün önünden, üçgenler beşgenler çokgenler hatta. genlerinden kaynaklanan inatçılığın yüzünden kaybettiğin onlarca şeyi göz ardı eder, bir sigara yakarsın. burnunun dibine gitmekte de üstüne de yoktur. dikine değil dibine.. tekrar her sabaha öksürerekle uyandığın ve sağlam bir şekilde kustuğun günlere geri dönmüş olmasının şerefine bir bira içmek istersin. paran yoktur. paran, bazı bedenini patronlara sattığın ender zamanların hariç hiç olmamıştır. o işten çıkar o işe girersin, üstelik artık kovulmaya da başlamışsındır. dikiş tutturmak ile çift dikiş gitmek arasında kalın bir çizgi vardır ve bu çizgi senin hayatında 2007’de çekilmiştir. sonrasında bir sinir krizi sonucu kestiğin bilekliğini saklarsın, bahsettiğim çizginin iki sene sonrasına tekabül eder bu. 2009’da ani bir histeri krizinin yol açtığı zihinsel karışıklık, karanlıkta sakladığın zihninin açığa çıkmasına neden olur ve bu da insanlar tarafından psikoz olarak nitelenir. çünkü göremediğimiz ama bu dünyada yaşayan varlıkları görüyor olman halüsinasyon, yaşadığın galaksi hayal gücü olarak nitelenir. ilaçlarla uyutulmak kapitalizmin silahlarından biridir, nokta.

eğer modern psikiyatri ve psikanaliz yerine eski uygarlıkların bitkilerini ve esrarını kullanmış olsaydık, sorunumuz kalmazdı. ikisini karıştırmak ise, paranoyadan başka bir şey getirmez hayatınıza. ve ne yazık ki çoğu paranoyanızda haklı çıkmış olmanız, bunların paranoya olmadığı, altıncı his olduğu anlamına da gelebilir, ama diplomanız olmadığı için, kaale alınmazsınız. eğer bir felsefe veya sosyoloji lisansı üst lisansı dış lisansı doktorası konçertosu, çalmış olsaydınız, sakalınızı edinmiş olurdunuz.

bakış açısı farkına tahammülsüzlük günümüz dünyasında var olan kutupların nedenidir ve bu kutuplar güney kutbu ile kuzey kutbu (eğer varlarsa bunlar ama yok) arasında zihnen kazdığınız tünel sayesinde attığınız dünya turu, mıknatanıstan yapılma uçağınız sayesinde, size her şeyi öğretmiştir. ama öğrenilen her bilgi, yeni bir soruna gebedir. her şeyi çözmeye çalışan zihninizin seri bağlanmış atmosferi sayesinde oluşan algısal tekinsizlik, sizin tıpsal yaftalanmalara gebe kalmanızı sağlar. o doktorların ağzına sıçabilme potansiyelinizi ve onların okuduğundan daha fazla şey okumuş olduğunuz gerçeğini gizlersiniz içinizde. çünkü biz kez yaptınız ve sizi kapattılar. on üç gümüş gün kaldınız orada. o yüzden transatlantik adını verdiğiniz geminizle yaptığınız görsel uçuşunuz, kapalı anlatımlara gebe artık. yerseniz. daha önce de dediğim gibi, zihinsel dondurmamla başa çıkabilecek bir küheylan olursa, isterse ordinaryüs olsun, kapım açık, yeterki elinde ki gücü kullanıp, beni kapatmasın. tek ricam ve son dileğim bu, tüm dünyadan.

delirmeyi, uluslarası düzeyde kardeşlerim ile verdiğim mücadele olmasaydı, ve eşik kertmem izin verseydi, ben de isterdim.. en azından anılarımı tahrif edebilmeyi. nokta. 

4 mart 2018



1 Mart 2018

taşınma işlemleri

yakın zamanda yeni bir websitemiz olucak. blogçuluktan webçiliğe geçiş yapiiçiiz.

27 Şubat 2018

biraz sessizlik lütfen part 2

yazılabilecek her şeyi yazdığımı düşünüyorum
anlatılabilecek her şeyi anlattım
yerseniz
pardon ben kördüm
ve sağır
ve dilsiz
unutmuşum
affedersiniz

şimdi karanlığıma çekilme vakti
kendi iç sessizliğimle
kendi hayaletlerime
kendi ölülerime
galaksimin en dış galaksisine gidiyorum
ve oranın gerçek olmadığını söyleyip
uzaylılara inanların mantığına papuçla vurayım
amerikyalan ya da avruparan felsefesi ve sineması ile
bilinçaltınızı sikin

müzik her şeyi değiştirdiğinde
umarım burada olmazsınız

büyük yalancılara elvada

27072018-2235

zackeva

20 Şubat 2018

opua dışın

herkesin bana ne yapmam gerektiğini söylemesinden sıkıldım.

- kimseye karışma
+ hiç kimse de bana karışmasa olmaz mı moruk