10 Nisan 2009

kendimden feragat - 97-98

Kendimden feragat-97
Buradayım moruk. Karşındayım yine. Beyaz ekran. Txt. Karşındayım yine. Kimse yok. önemi de yok. beyaz ekran. Beyaz bir kağıda sarılmış sigara. duvarlar. Kimse yok dinlemek isteyen. Farkındayım. Can sıkıcı cümleler. Bir sonraki kanala geçin ses çıkarmadan. Ses çıkarmadan lütfen.. “çok arabesk”. Okuyan biri bunu diyebildikten sonra, lan niye yazayımki diyorsun. Kendinden feragat.. iki cennet hikayesi gibi. anlatmıştım. Tekrar anlatayım. Arkadaşlarımdan biri. Kolunda bir dövme var. dövmede iki cennet var. bir anlamı var o dövmenin, arkadaşım için. ama yaşlı bir teyze yanına yaklaşıp, “bir tanesi neyine yetmiyor evladım” diyor. Tüm efsane yerlebir. Aynen bunun gibi. niye yazayım. Yazmalısın çünkü başka çıkar yolu yok. pekala yazayım. Dursun bir köşede. Odanın bir köşesinde. Hardiskin bir köşesinde. Yok, durmasın. Gönder gitsin. Sal gelsin. Sonra biri gelip “harikasın” desin, bir diğeri, “boktan” desin. Konuşup dursunlar. Ama okumasınlar asla. Okumadıklarını düşün. Okumamaları daha iyi bile hatta.. o yüzden kanal değiştirmek yerine girdo tv’de kalmaya devam edicekseniz bile, ses çıkarmayın. Veya kanalın sesini kısın. Bu da bir çözüm şekli. İletişim kurmamamız için. zaten konuşamıyorum. Sesim çıkmıyor.. yazı. Evet yazı. Başla bitir gönder.

Burada. bu şekilde kalmak. Eski alışkanlarım tazeleniyor. Asla kurtulamıyorum boşluklardan. Dolduramıyorumda. Yazıda doldurmuyor. Alkol ve sigara biraz. Biraz da seni bitkin düşüren işin. İdeal. Boşlukları hissetme.. doldurma da. Mantıksal bir süreçi es geç. Sarhoşluk sürecinde asılı kal. Hiç çıkama o halden. Ya yorgun ya sarhoş ya da uyuyor. Evet böyle. Evet aynen böyle. Yalnız değilken yalnız hissetmek boktan. Yalnızken yalnız hissetmek o kadar da boktan olmazdı sanırım. Başkalarının hayatlarına dair sırtına binen yükler. İntiharı erteleyenlerin en sık başvurdukları bahane. Benim içinde geçerli değil. Ben istemiyorum.. sırtımın sol tarafı ağrıyor. Böbrek yada akciğer. Yada her ikisi de… sigara olabilir nedeni. Yada alkol. Kendine iyi bakmayan herkesin başına gelebilecek basit ağrılar. Tanrı paslanmaz çelikten yaratmadı seni. Ama paslanmaz çelikten olan ruhlar koydu bazı insanlara. Asla eskimiyor ve değişmiyorlar. Onlara tapıyorum. Kendime de tapıyorum. Durağan bir haldeyim. Çocukken neysem, şimdide o. Asla laf anlatamazsınız. Denemeyin bile. Sizi dinlemez. Burnunun dikine gitmekten zevk alır. Asla pişman olmaz. Bu girdo. Başka biride böyledir. Bana benzeyen. Benim benzediğim. Ama onlar daha gerçekler. Benim bazı zaaflarım var. yazmak gibi. yazmak bir zaaf haline dönüştü. Sigara içmek gibi, ruhsal ve bedensel bir ihtiyaç.. çünkü konuşunca dinleyecek kimse yoksa. Yazınca dinleyecek kimsede yok ama duruyor orada o. Ve insanlar sorduklarında “iyi diyek iyi olak” diyorsun. Gülüyorlar. Neyseki gülüyorlar. İyi değilim deseydin, sonrası kabusa dönüşebilirdi. İlgilenirlerdi seninle. Sorununu anlamaya çalışırlardı. Yalancıktanda olsa yaparlardı bunu. Gerçekten ilgilenenleri de çıkardı. Ve boğulur kalırdın sorular altında. Hayır. Bunu istemiyorsun. Bunun yerine yazıyorsun. Ve biri gelip, “iyi misin” diyince, yada gecenin köründe, “iyi misin” yazan bir mesaj atınca. Geri arıyorsun. Çağrı. O seni arıyor, “noldu” diyorsun, “son yazdığını okudumda, merak ettim”, “hmm, iyiyim ya”. İnanıyor. İnanıyorsun. İnsanlar senin peygamber olduğuna inanınca peygamber, yazar olduğuna inanınca yazar, aşık olduğuna inanınca aşık oluyorsun. Duyguların oluşma süreci… biri psikolojimi dedi? Hiç çakmam. Kitap okumuyorum pek. Sevmiyorumda kitap okumayı. Havaalanında takılmayı seviyorum. Binlerce insan arasında takılmayı. Benim de boks arenam, yada hipodromum orası. Kendime geliyorum orada. Yoruluyorum. Güç alıyorum. Besleniyorum. İyileşiyorum. Eve gelip tekrar hastalanıyorum. Daha iyi. En azından bence. Kendi kendine konuşmak.. kendi kendine yazmak. Daha iyi.. daha iyi gibi. nasıl olsa kimsenin gerçekten de ilgisini çekmiyor. “fanzinler tükendi, daha fazla kopya bırakamazmısın?”, bırakırım. Ama bırakmıyorum. O bi kaç kopyayı bile zar zor bıraktım. İçimden gelmiyor. Oturup beklemek daha keyifli fotokopi ile uğraşmaktan. Bir kopya alıp kendin okuduktan sonra geri kalanın önemi yok. kendime fanzin hazırlıyorum. Evet ukalaca ama okuyacak bir şey bulamadığım için fanzin hazırlıyorum kendime. İyi yazan insanlar var. iyi yaşayan insanlar da var. ama iyi okuyan insan sayısı, iyi yazan insan sayısından bile az galiba. Kimse kimse okumuyor. Herkes yazıyor ama. bu ne hız? Bende hızlıyım, okumadan yazmak konusunda. Onbin sayfayı aşmış olmalıyım… ama yüzde doksanı odada bir kağıt parçası yada pcde bir dosya olarak kalıyor… unutuyorum. Sonra kül.. sonra çöp. Gazete bulamayıp, ekmeğin altına koyduğun kağıt parçaları. O kağıt parçaların üzerinde öykülerin. Sonra buruşturup at. Daha keyifli. En azından bana göre…  1.10.2008



kendimden feragat - 98

1.
balkondayım. oturuyorum. dolunay var bugün.. gece. gece ve soğuk, gece ve sessiz.. benim gibi bugün sokağın hali. saat ikiye gelmekte.. balkondayım. kahve ve sigara içiyorum. kahve ve sigara içerken düşünüyorum. bana benziyor bugün sokağın hali. sessiz ve boş, boş ve karanlık.. karanlık ama dolunay var, karanlık ama iki sokak lambası var. ruhuma benziyor bu sokak. dönem dönem kapkaranlık olan ruhuma, zaman zaman dolunayı yakalayan ruhuma.. ve ender olarak da, aldatıcı güneşi gören ruhuma… güneş falan istemiyorum ben. gece güzel, gece ve dolunay.. her ne kadar ışığını güneşten alıyor olsa da ay, dünyanın hareketine bağlı olarak çıksa da dolunay. daha derinlemesine bir alegori yapabilirim ama gerek yok diye düşünüyorum. bekliyorum işte..

sonra bir köpek geçiyor sokaktan. seviyorum köpekleri. kedileri seviyorum, köpekleri seviyorum, kendimi seviyorum, sizi seviyorum.. ve düşünüyorum işte bir taraftan, sigaramı içerken, başıma gelmesi muhtemel ihtimalleri düşünüyorum. sigara hemen bitmiyor neyse ki, dolma olunca bitmez. ve sert değil sigara, ama çok hafif de değil, tatlı bir tütün içiyorum, duman akciğerime girip, zehrini kanıma bırakırken düşünüyorum, “n’apmaya çalışıyorum ben” diye düşünüyorum.. sonra, dolunaya bakarken, ilham perilerim fısıldamaya başlıyor kulağıma.. ve içeri giriyorum. odaya. odada ışık yanıyor. bir floransan.. aydınlık yani oda. zaman zaman ışık açıkken oturuyorum o odada, zaman zaman karanlıkta. şu an aydınlık, hala aydınlık oda. oda benim içimdeki gizli odama benziyor. boş. boş ve tek başınayım bu odada. herkes uyumakta. evdeki herkes uyumakta.. mahalledeki herkes uyumakta.. şehirdeki herkes uyumakta.. uyumayan, benim gibi insanlar da, herkes yaşarken uyumayı seçiyor. “bu bir kaçış yolu olabilir mi?” diye düşünüyorum. yani geceleri yaşamak, bir kaçış yolu olabilir mi? ve sürdürülebilir mi bu oyun? çalışmak zorunda olmasaydın sürdürebilirdin moruk, diyorum kendime. şu an yazar olsaydın, sürdürebilirdin diyorum. ve ardından bir düş görmeye başlıyorum odamda, zihnimin gizli odasında;

bir evim var. hangi şehir olduğunu önemsemiyorum. sadece, bir evim var diye düşünüyorum. genellikle evde takılan bir insansanız, evin hangi şehirde olduğu önemini yitirir bir dereceye kadar. bir ev.. hepsi bu. ufak bir ev. büyük bir yazar. büyük bir yazar ve şair. dilini, diğer dillere çevirtebilmeyi başarabilen bir yazar. herkese derdini anlatmayı başarabilen bir yazar. herkesin ruhunu görmesini başarabilen, başına gelen saçmalıkları, başına gelen saçmalıklara rağmen yaşadığını, yaşamaya devam ettiğini, sonra birkaç intihar deneyini, direkten dönmeyi.. falan filan.

başım ağrıyor şu an. neyse ki this empty flow çalıyor… ve jori bana anlatıyor, ve beni dinliyor, ve beni kendimle konuşmaktan kurtarıyor…

yazmakta zorlandığım bir yazı bu. lanet olsun.. zorlanıyorum, zorlanıyorum çünkü daha fazla acıya tahammül edebileceğimi sanmıyorum. ciğerlerim dumanıma daha ne kadar tahammül edebilir, bilmiyorum. biri sigara içmemi engellesin isterdim. biri bu konuda müdahale edebilsin istiyorum. birinin gelip, elimden şu sigarayı almasını ve bana sıkı bir tokat atmasını istiyorum. bu, annem olamaz. bu, babam olamaz. bu, herhangi bir insan olamaz. birinin, sigarayla arama girebilecek kadar cesur olmasını istiyorum. beni kaybetme riskini göze alıp, sigara yüzünden ölmeme engel olmasını istiyorum. çünkü ölmek istemiyorum artık, çünkü daha yazacaklarımı yazmadım, anlatmam gereken çok şey var daha, diye düşünüyorum, henüz asıl konuya gelmediğimi düşünüyorum. hikayenin giriş faslındayız henüz. yazılan onlarca öykü ve yüzlerce şiir, sadece önsözümdü diye düşünüyorum. daha anlatmaya başlamadım, ölmemeliyim. ama tuhaf bir şekilde, bazen ölümümü düşünüyorum. ağzında söylemesi gerekenlerle, ipte sallanan bir ceset.. bu bana kötü geliyor. kendi ölümüm bana artık kötü geliyor.

şimdi “see nothing” çalıyor ve sana teşekkür ediyorum bu şarkı için jori. sana da teşekkürler, niko. ve sana da aku. jukka, sana da. bu şarkıyı benimle dinleyecek bir kar tanesi arıyorum, kumsaldaki kar tanesi, bulursam ona teşekkür edeceğim, beni kendimle konuşmaktan kurtaracağı için.. herkese teşekkür etme günümdeyim bugün, sevenlerime de teşekkürler, nefret edenlerime de..

eski aşklarımı düşünüyorum. eskiden aşık olduğum kadınları. hiç biri beni anlamadı. bende onları anlamıyordum ama. ödeşmiş oluyorduk böylece. borçlu kalmamış oluyordum. bir alacak-verecek davam yok sizinle. dosya kapandı. hiç bir şey için borçlu değilsiniz bana.. ben de hakkımı helal edip susmak istiyorum. neden susmadığımı bilmiyorum ama.. zihnim bu stresi kaldırmıyor gerçekten. zihnim bu stresi kaldırmıyor ve ben de bir sigara yakıyorum. elime alıyorum sigarayı öncelikle. beni ne zaman öldüreceksin kaltak, diyorum ona, sigaraya yani.. konuşmaya başlıyor sigara da.. seni öldürmek istemiyorum, diyor. sana acıyorum, diyor. bana ihtiyacın olduğunu biliyorum ben, ama sana zararlı olduğumu da biliyorum, diyor. yine de engel olamıyorum kendime, diyor. ben olmasam intihar edebilirdin, diyor.. haklısın, diyorum ona. eski sevgililerime benziyorsun diyorum… beni ölümden kurtarıp, sonra ölüme iten, eski sevgililerime…

düşününce, matah bir bok gibi gelmiyorum kendime. ama yine de, çevremde bir insan kalabalığı oluşuyor. ne istiyorlar benden, bilmiyorum.

ilk kez bir kadınla seviştiğimde 23 yaşındaydım. onun öncesinde bir fahişeyle sevişmek istedim. ama sonra, bunun, pek de doğru bir fikir olmadığını fark ettim. daha gençtim o zamanlar.. ve pişman olacağım şeyler yapmak istemiyordum. hayatım boyunca hiç pişman olmadım. ve ilk kez bir kadınla seviştiğimde, 23 yaşındaydım. aşıktım ona. aşıktım ve sonra onunla yatak odasında yalnız kalmıştık. ve uyumasına izin vermememi, söyledi. beni uyutma, dedi bana. yan yana yatıyorduk ve bana, uyumama izin verme, dedi. o gün öğlenden beri, öpüşüyordum onunla. ve ilk kez öpüşüyordum üstelik bir hatunla. o gece bana, beni uyutma, dedi. ve daha öncesinde hiç düşünü kurmadığım bir şeyi, yapmaya başladım. üzerindeydim. önce yanında yatıyor ve konuşuyordum sadece. sonra öpmeye başladım. sonra öperken aşağı doğru kaydım. bilmiyordum sevişmeyi, nasıl öpüşmem gerektiğini bilmiyordum. sonra aşağılara kaydım ve “bak bunu yapmak zorunda değiliz” dedim. onu incitmek istemiyordum. kimseyi incitmek istemiyordum.. bana istediğin her şeyi yapabilirsin, dedi. sana istemediğin hiç bir şeyi yapmam, dedim. ama duymadı. gözlerini kapatmıştı. “üzerindekini çıkarsana” dedi. telefonum titredi bu arada. “bakmak zorunda değilsin değil mi?” dedi, ittim telefonu yataktan, düştü telefon. sonra devam ettik. ne kadar sürdü bilmiyorum, üzerindeydim, ve aşağılara iniyordum, ve arada bir yukarı çıkıp, “devam etmemi istiyor musun” diye soruyordum. size göre bir aptal olmalıyım. ama kendimi aptal gibi hissetmiyorum. o’na aşıktım. ve insanlar, aşık oldukları şeylere zarar vermezler, diye düşünüyordum. hassas olurlar diye. sonra istediği her şeyi isteyerek yaptım ve boşaldı o. yalamıştım ve boşaldı. sonra kalkıp giyinmeye başladı. sonra yanıma gelip yattı. teşekkür ederim aşkım, dedi. şok geçiriyordum. n’apıyorduk biz allah aşkına? konuşmaya başladık. konuştuk. konuştuk. sonra bir kez daha boşalttım onu, o şekilde. sonra bir şeyler daha oldu ama ben hiç boşalmadan, ya da boşaltılmadan, uyumaya başladık. rahatsız olmamıştım bu durumdan. her şey olağan şeklinde ilerliyor sanıyordum. ve uyumaya başladık. falan filan falan filan… ben odipal bir ruhum.

bunu niye anlattığımı bilmiyorum. sadece rahatlamaya çalışıyorum. çünkü çok fazla acı var içimde. biri acımı çekip çıkarmalı. biri içime şırıngasını sokmalı, ve çekip çıkarmalı ruhuma karışan tüm pisliği, çöpe atmalı. aynen, akrep sokan bir insanın kanını ağzınla emip, sonra tükürür gibi. risk..

bir saniye, içersi çok duman altı, balkonun kapısını açmalıyım…

geldim. devam ediyorum.. jori de devam ediyor.. “still” diyor jori… büyüleyici bir şarkı. başka bir boyuttan düşmüş gibi. hala kendimi iyi hissedebiliyorum, ama buraya nerden geldik bilmiyorum. balkondaydım, dolunay vardı, sokak ruhuma benziyordu, sonra odaya geçmiş ve burayı da gizli odama benzetmiştim, hatırladınız mı? yazdığım her şeyi, yazım aşamasında ezberliyorum, ben karıştırmam moruk yazdığım hiçbir şeyi, sen okurken kafan karışıyorsa, bu benim sorunum değil..

sonra yazmaya başladım işte. balkondayken düşünüyordum. ama zihninden geçenleri yazmak, kolay olmaz her zaman. olmaz çünkü, bazen söylemek istediğin şeyleri söylemeye korkarsın. bu korkunun nedeni, otorite, tanrı, veya toplum olmaz hiçbir zaman. sadece bazen, karşına çıkan insanlara, söylemek istediğin şeyleri söylemekten korkarsın, çünkü ne onu incitmek istersin, ne de incinmek.. yazmakta zorlandığım zamanlar, bu tip durumlar…

birine, sana aşık olmaktan korkuyorum, dedim.. ve yine de aşık oldum. sonra onunla çok güzel bir üç ay geçirdik. sonra bana, “hayatımda biri varken kendime zaman ayıramıyorum, yapmak istediğim şeyler var” dedi. dedi ve gitti. sanki o’nu, yapmak istediklerine engel olmak için hapsediyormuşum gibi. komiksiniz lan siz, hepiniz çatlaksınız, dünya üzerindeki tüm kadınlar, kafadan kontak gibi geliyor bana. yine de bir kadın düşmanı olamıyorum. hatta bir bakıma, pro-feminist bile sayılırım. ataerkil bir toplumda yaşamak.. bir dolu saçmalık. ama kadınların da pek temiz olduğu söylenemez. ben ne erkeğim, ne kadınım, toplumsal anlamda.. fizyolojik olarak bir erkeğim, hepsi bu.

2.
şimdi.. hmm.. konunun iyice dağıldığını biliyorum. o yüzden, yazmaya devam edip edemeyeceğimi kendi içimde sorguluyorum. ne yazıyordum bir düşünelim.. akış esnasında ikiye bölünen yolların, gidilmeyen taraflarından devam ederek, uzatabilirim bunu. şu an ne demek istedim bil bakalım… o kadar da derin ve karışık yazmıyorum oğlum, çok basit yazıyorum lan, hatta yazmıyorum bile, konuşuyorum, kendimle konuşurken tuşlara basıyorum sadece, hepsi bu..

balkonda olduğumu söylemiştim. balkondaydım ve düşünüyordum. bir yazar olduğumu düşledim. geceleri uyumayan bir yazar. beraber yaşadığım bir kadın olduğunu düşledim. benim gibi kendini anlatan bir kadın. iki sanatçı. sanatçı mı? sanatçı kelimesi bana, yapısı itibari ile, itici gelmekte arkadaşlar. yazar güzel bir kelime. bunu seviyorum. bunu kabul edebilirim kendim için. yazar, yazı yazan insan. ama sanatçı ne boktan bir kelime söyler misiniz? sanatçı. sanat satan insan gibi. yani aynı börekçi gibi bir şey bu. boktan. dili yeniden yapılandırmalıyız. dili yeniden yapılandırmalı ve öyle kullanmalıyız. baştan alalım öyleyse.. çünkü sanat, yaşanan her şey olabilir, yaşama sanatı yani, yani herkes sanatçı olabilir, çay yapmak bile bir sanat olabilir…

balkondaydım ve bir yazar olduğumu düşledim. yani işte, ne bileyim, kitaplar yazan, yazdığı kitaplar ile azcık para kazanan, kazandığı para ile kirasını ödeyebilen, faturalarını ödeyebilen, çayını ve ekmeğini alabilen. falan filan. su içiyorum şimdi, çünkü boğazım kurudu sigaradan. sigarayı da, zihnim akıştan kuruyunca içiyorum.. ne diyordum? bir evim var işte, ne bileyim, geceleri uyumuyorum, öyküler yazıyorum, film senaryoları, çizgi roman senaryoları, roman, şiir, vesaire vesaire vesaire.. kadın da kendince yazıyor bir şeyler, o da kendi hikayesini anlatıyor. ama onun yazım şekli biraz farklı. sonra, birbirimizi de kullanmıyoruz, yaşama tutunurken. anlatabiliyor muyum? yaşayıp gidiyoruz işte. sevgili bile değiliz belki. yaşıyoruz sadece. sınırlar yok, sözler yok, her an ikimizden biri, ben sıkıldım deyip iletişimi kesebilir ve hakkı var buna, anlatabiliyor muyum? ama yapmıyoruz da bunu, çünkü birbirimize rahatsızlık vermiyoruz. insanlara rahatsızlık veriyoruz sadece. çünkü toplum tarafından tehdit olarak görülüyoruz, ürettiğimiz şeylerin rahatsız edici olduğunu söylüyor insanlar, bizi sevenler var, bizden nefret edenler var…

yazmakta zorlanıyorum. yazmayacağım. kesiyorum. kesiyor ve akış esnasında yarım kalan başka bir konuya geçiyorum… bunu yaparken geri dönüp yazıyı baştan okumuyorum bile. size dedim, yazarken ezberlerim akışı diye, ama akışı sadece, bütünüyle sözcükleri değil…

düşününce matah bir bok gibi gelmiyorum kendime. ve nedense çevremde bir insan kalabalığı dolaşıyor. çocukken kimse beni sevmezdi. ilkokulda iken kimse beni sevmezdi. ortaokulda da kimse beni sevmedi. lisede de. sonra üniversite. sonra askerlik. sonra iş hayatı. sevmezdi derken, çok büyük bir çoğunluğu demek istiyorum.. oyunlarına almazlardı mesela, masalarına çağırmazlardı. erkek olanları üzerime yürümeye çalışır, kadın olanları iğrenerek bakardı suratıma. zamanla değişti yüzdelik dilimler. şimdi çoğunluk seviyor, yaptığım işe saygı gösteriyor, beni dinlemeye ve anlamaya çalışıyor, sorular soruyor, tanışmak istiyor, hatta erkek olanları dost, kadın olanları sevgili olmaya çalışıyor. arada ufak bir azınlık da, benim ergen bunalımları sattığımı, samimiyetsiz ve iki yüzlü davrandığımı, kadınlar için yazdığımı, hatta işi iyice abartıp, hiçbir şey yazamadığımı söylüyor. ben her iki durumdan da rahatsız değilim. ben bu dünyada bile değilim. aranızda yaşıyor sayılmam yani. kendi zihnimde yaşıyorum. kendi zihnimin içinde. kendime ait gizli bir odam var zihnimde. bir de, değişik değişik mekanlar var, işte ne bileyim, dehlizler, labirentler, lunaparklar, kanalizasyonlar, denizler, dağlar, kar, güneş, yağmur, ağaçlar, hayvanlar, insanlar… o insanların bir kısmını ben yarattım, yaratmaya da devam edeceğim, karakterlerimden bahsediyorum. zihnimin içinde yarattığım, başka bir dünyada yaşıyor ve zaman zaman o dünyayı size anlatıyorum. zaman zaman onu anlatıyorum, zaman zaman da sizin dünyanızda başıma gelen saçmalıkları. ha ne diyordum, zihnimin içindeki dünya. uzaylılar bile var orada, yaratıklar var, şirinler var, iskeletler, taş gibi hatunlar, ruhu olmayan adamlar, vs vs vs. yani yazarlık böyle bir şey. ve kim ne derse desin, ben bir yazarım. illa bir işi yapabilen sıfatını kazanmak için, o işten para kazanıyor olmak gerekmiyor. hem bir meslek değildir yazarlık. meslek olsaydı, bir eğitimi olurdu bu işin. ama meslek haline getirilmeye çalışıldığı açık. yazar okulları. yaratıcı yazarlık eğitimleri. ne kadar aptalca… sanat öğretilmez, demişti erdinç abim. erdinç inceman. bu yüzden bıraktı öğretmenliği. sanat öğretmeni olamam ben, demişti. haklıydı. halil turhanlı avukatlığı bıraktı, ya da onun gibi bir şey, emin değilim nereyi ama bıraktı işte.. ben de sevenlerimi gıcık etmek için, yazmayı bıraktım. “nasıl yani! bıraktın mı?”.

şey pardon, yanlış yazmışım o kısmı, düzelteyim. aslında yanlış yazmadım, akışı tamamladım sadece. bıraktı, bıraktı, bıraktı.. kafiyeli yazılmalı bir şiir, dedi biri. bende o’na, kafiye uğruna anlam heba edilmez, dedim. biri daha gelip konuşur şimdi bu lafın üzerine… şiiri sınırlayan denyolar… her neyse..

bende sizi gıcık etmek için yazmayı bırakmıyorum, diyecektim demin. o an akış ve kafiye kaygısına kurban gittik, şimdi diyorum bunu. bende sizi gıcık etmek için yazmayı bırakmıyorum. bok atmaya devam edin ki, yazmaya devam edebileyim…

gidip soğuk bir şey alacağım kendime.. soğuk bir şey içmem gerekiyor.. sonra da, benim gizli odamda oturuyor olacağım. ve oraya, hiç kimse giremez, yani girmemeli, girenler kalmak istemiyor çünkü… ama yine de, mütevazi bir insanım ben, bunun aksini iddia eden arkadaşları, bir öğleden sonra, alsancak’ta çay içmeye bekliyorum, ıoniya mekanımın adı, ya da onun gibi bir şey işte, adını söylemeyi başaramadım henüz mekanın, ama “gel çay içelim” derseniz, hiç dert değil, eğer zamanım varsa tabii, zamanım ve param… dert değil. size fanzin veririm.. akşamına da taş plak’a gidip, yağmurcu’yu dinleriz.. o’nu ve çetin’i, gitar çalarlar bize, biz de bir bardak şarap içer kalkarız. ama bunu her zaman yapamayacağımızı bilin. kendimi önemsiyor gibi görünebilirim, ve önemsiyorumdur da belki, yine de dilediğiniz gibi zırvalayabilirsiniz hakkımda.. sevmediğim insanlar için, sağır dilsiz ve kör taklidi yapıyorum ben, işime öyle geldiği zamanlarda… kendime yarattığım dünyamda, sokak edebiyatı’mda, kendim gibi insanlarla yaşıyorum. sizin dünyanız, beş para etmeyen bir plastik poşete benziyor. ve o plastik poşet hakkında aklımdan geçenleri yazmaktan da korkmuyorum asla.. hepsi bu.. benden rahatsız olan, ilgililerine haber versin.. benim başımda, ilgilim olan bir merci yok.. mersi girdarilla..

not: “girdarilla”, gerilla kelimesinden türetilmiştir ve girdap’ın sonsuz sayıdaki isimlerinden, sadece bir tanesidir…


10.nisan.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder