kağıttan uçak
1.
11’de
uyandım. gece. yani yirmiüç:sıfırsıfır. bir-dokuz çalışıcaktım. şu an şifreleri
olan bir öykü yazıyorum, derin bir kehanet, ama gizli değil, anlaşılır, ki
açıklıyorum, rakamları toplayın ve çıkan sonucu doğum tarihinize bölün, daha
sonra. daha sonra yok. sıkıldığımı hissediyorum. kehanetler, komple teorileri,
anılarını yazdıran bir ünlü, hayatı boyunca burnuna kar tanesi bile kaçmamış
olan bir kokoinmanın (!) yazdığı uyuşturucu romanı. hata dolu, ve ihanet, en
azından edebiyata ihanet, her ne kadar edebiyat benim sikimde olmasa da, ihanet
kötü, her ne açıdan bakarsan bak kötü görünebilecek tek şeyi belkide bu
hayatın, ve ikiyüzlülük dolu fiiller, içerden başka dışardan başka görünen
seçimler, ve yine dağılan konu. neden bahsediyordum ben? hiçlik. hepsi bu.
bütünüyle ve herhangi başka bir bütünden bağımsız şekilde, hiçlik. wirgina
wolf’a benziyor tarzın diyor biri, hiç okumadım diyorum inanmıyor, çünkü
alıştırılmışız herkesin herşeyi ecnebilerden çevirmiş olmasına, bir türk
altkültüründen bahsedebilirmiyiz bilmiyorum, ama 40 yaşına kadar tamamen
underground ruhtan arındırılmış olarak yaşayan mahluklar bi anda altkültürel
hayatlara sarınabiliyorlar, ahkam kesebiliyor ve bu konuda otorite olarak
gösterilebiliyorlar. ki sorun değil bu, kim ne bok yerse yesin ama benim bokuma
sinmesin diyip kestirip atabilirim hemen.. ama söz konusu türk altkültürü ise,
bu burjuvalardan değil gecekondulardan başlayabilir bir bakıma, alıntı olmayan
öz altkültürümüzden bahsediceksek eğer, ama yapmıyoruz, bunun yerine londra tabanı
ile eşleştiriyoruz underground ruhu. ama bir yanlışlık söz konusu olmalı.
punk’ı işçi sınıfı çocukları yaratmış olmalı. en azından ben öyle biliyorum, ve
açıkçası yanlış bilmediğimden eminim. o halde, söyleyin bana türk işçi sınıfı
çocukları ne dinliyor? ve dışardan alıntı olan herhangi bir müzikal
altkültürden etkilenen hayatı boyunca çalışmamış ve ileride üstsınıfın bir
bireyi olan insanların görüntüsel kültürleri ne işe yarar. o halde en başa
dönelim. hayır en başa değil, ortaya. birkaç satır yukarıya. yurtdışı ile
eşleştirilmiş olan altkültürü, ülkede kim yaşıyor? ve kaçınılmaz son olarak, bu
insanlar birkaç sene içinde neye dönüşüyor? akademisyen? mühendis? babasının
yerine şirketin başına geçen insan? sınıfsal bir ayrım yapmıyorum, ve sınıfsal
bir ayrım yapanların, benden uzak olmasını istiyorum. zengin bir aileden gelmiş
olabilirsiniz, doğum anı hezayanları veya şanşları, bizim seçimimiz değil
elbette, ama hayatı boyunca senle aynı yolda yürümemiş olan birinin, sana başın
sıkışınca ne yapman gerektiği konusunda akıl vermesi gerçekten can sıkıcı..
evet, bir açıdan bakarsanız, çalıştığım işler, önceki ve şimdiki, her ikisi de,
ve daha öncekileri de, tam bir ahmaklık. ahmaklık ötesi. enayilik ötesi. ama
çıkış kapısı kapalı. ben kapatmış olabilirim. ve şikayetçi değilim. ki yine de,
kabul ediyorum, enayilik olduğunu. ama herkesin kapitalizm tarafından düzülmek
için bir deliği vardır. önemli olan, bu düzüş esnasında zevk çığlıkları
atmaktansa, kurtulmaya çalışmaktır. toplu bir kurtuluş değil söz konusu olan.
toplumsal kurtuluşa inanmıyorum. bireysel özgürlüğü de inanmıyorum. şanşa
inanıyorum sadece. talihli olmaya. ve kimi zaman zekaya. yetenek. allah vergisi
diyebilirsiniz buna, her ne kadar bir yapı bozuma giderek allah’a verilen
verginin bize yol su elektrik olarak değil, kölelik olarak döneceğini
söyleyecek olsam da. allah vergisi mi? bir de devlet vergisi var. ve birde,
birde, birde, herkese bi tarafımızı verip, delik deşik edilmişken, kim
devrimden söz edebilir. yazmak kolaydır, özellikle üst sınıftan geliyor ve
rahat bir işte iyi bir maaşa çalışıyorsan, kolaydır işçileri savunman. bu
yüzden beat edebiyatına da inanmam. tamamiyle fiyasko. gerçekten. bir çok
devrimin fiyasko olması gibi. Belki de hepsi. değişmeyen tek şey görünmez
stabilitedir.. aynen görünmez adam gibi bir şey bu. Görünmez stabilite. herşey
içerde. üzerimize kitli tüm kapılar. ve karanlık. ve bir çocuk yapıp, onu
kurtarmayı düşlersin en sonunda, kendi hayatını defedip başından. başkası için
yaşamak kolaydır çünkü, kendin için isyan edebilirsin, ama başkası için asla.
ve başkası için köleliği kabul edersin. er yada geç, hepimizin içine düştüğü,
lanet son. bir aldatmaca olup olmadığını bilmiyorum, çünkü sistemin aşırı
zekice işleyen, üstün bir güç olduğunu sanmıyorum. sistem biziz çünkü, ve fazla
zeki olmadığımız için, her suçu görünmeyen unsurlara yıkıyoruz. tanrı, şeytan,
sistem, politika, trafik canavarı, marslılar, ölmüş olan atalar. en başa
dönecek olursam, ve üzerinden geçersem, tamamlayabilirim tüm kapısı açık
cümlelerimi, ama yapmayacağım. böyle kalıcak, böyle kalıcak ve ben lanet bir iş
günümü anlatacağım. imlamı düzeltmiyorum, cümlelerimi düzeltmiyorum, kurguma
özen göstermiyor, ve anlatımlarımı yarım bırakıyorum. bakın bu hayata bakış
açımı yansıtıyor tamam mı? o yüzden, dilediğiniz gibi haykırın, annem 27 yıldır
“evi dağıttın yine” der, ve yine dağıtırım. sizde 270 yıl, yazımı düzeltmeye
çalışın. sonuçsuz bir savaş bu. ve bu kadar ciddiye alınacağımı bilseydi tanrı,
eminim beni yaratmazdı. çünkü o da beni yaratırken ciddiye almadı. ben bir anti
teist’im. bir tanrı var ama çokta umrum da diyenlerden ya da. Ya da başka bir
deyişle, tanrı kötü diyenlerden. ve tekrar başa dönmeye çalışıyorum. saat onbir
demiştim öyle değil mi? gece onbir. böyle başlamıştı. daha sonra, bir
zamanların modası olan kehanetlere, komple teorilerine, oradan edebiyata, oradan
sikilmiş türk altkültür şeceresine, ve oradan da boşluğa sıçradım. düştüm.
düştüğümü gören olmadı. bu iyi bir şey. düşerseniz gülerler çünkü. lise ikide,
okula giderken kötü bir şekilde düştüğümde yolda, arkamdaki kız takımı
gülmüştü. “düz yolda yürüyemiyor”. evet yürüyemiyordum. yalan yok. ama tüm
kusurlarımı kapatıp, daha doğrusu gizleyip mükemmel olmak gibi sonuçsuz bir
uğraş peşinde de koşmuyordum hiç olmazsa. ve bununla övünmüyorum, öyle görünmüş
olsam da. Hiçbir şeyle övünmüyorum. çünkü marifet değil. gerçek bir işçi çocuğu
olmam da marifet değil. ve gerçek bir işçi çocuğu olarak, ülkeye ithal edilen
bir başka altkültürü sahiplenmiş olmam da. Ya da ülkedeki en harbi kendi altkültürünü
yaşayan çingenelerle beraber büyümüş olmam da. hiç biri marifet değil aslında,
çünkü tüm bunları yaparken, ya da çocukluğumda bir rastgelelilik ile bazı mekanlarda bulunup bazı olaylar
yaşarken, farkında değildim. ve tam tersi, uzanabildiği her şeyi ailesine satın
aldırabilicek bir aileden gelen başka biri içinde, kötü değildi yaşadığı
hayatı. Ya da altkültüre terso değildi. söz konusu sorun, birilerinin başka
birilerine yol göstermek isteyişinden, ya da “en harbisi biziz” demek
isteyişinden sonra başlıyordu. çünkü denyonun biri çıkıp fanzinler konusunda
ahkam kesiyor, başka bir denyo uyuşturucu üzerine hata dolu bir kitap yazıyor,
başka bir denyo gerçeğe zıt bir punk romanı yazıyordu. bu ne be diyebilirdiniz,
ama kimse duymazdı. ve bahsettiğim söz konusu sorun üzerine bu kadar çok harf
tüketmiş olmam, bu durumdan yana rahatsız olduğumu göstermiyor. sadece,
kapımıza dayanan yeniçerilere, sizlerle savaşmıyoruz ama çok istiyorsanız bizi
öldürebilirsiniz demek istedim. görüntü bu, ve böyle sürecek. dipten gelmiyorum
ben. dipte doğdum ve dipte kalıyorum kendi isteğimle. çünkü memnunum burada
olmaktan. el uzatıp yukarı çekmeye çalışmayın. hayır, öykümü kısaltıp
yayınlama. hayır imlamı düzelterek dergide yazmama izin veremezsin, çünkü izin
istemedim. ama istediğim bir şey var, iki ayrı şeritte, birbirine benzeyen iki
ayrı otobüste, ilerliyoruz, bunu kanıksayın. hangisinin doğru otobüs olduğunu da
bilmiyorum. gerçekten bilmiyorum. sadece arada bir fark var, ve bu doğumdan,
ait olduğun sınıftan, aylık gelirinden, ne iş yaptığından, babanın kim
olduğundan ya da ne yarak yazdığından gelmiyor. başka bir şey bu. ve ne
olduğunu asla bilemeyeceğiz. sadece öyle hissediyoruz, ve bu yüzden bok yoluna
giden otobüsümüzden inip, insanın uykusunu getiren başka bir otobüse binmeyeceğiz.
hiç olmassa neye çarparak öleceğimizi görebilelim diye belki, bilemiyorum.
gerçekten bilemiyorum. ama hoşnutum bu durumdan. durmaktan ya da. yerinde
saymaktan. gerilemekten. ilkel görülmekten. basit ve sıradan. sıradan ve doğal.
doğal ve yapmacık. hey bi saniye, karıştırdım, çelişkili bir ifade kullandım.
hata. sadece hata dostlarım. bilinçli yapılmış bir hata ama. o yüzden özür
dilemeyeceğim, çünkü özre inanmıyorum. ve farkında olmadan düşürülen bir vazo
için de özür dilemeye gerek olduğunu düşünmüyorum. “Üzgünüm” diyebiliriz belki.
ama özür aptalca o an. affedilmeyi beklemek de. tıpkı herhangi bir şeyden
dolayı birini suçlamanın yanlış olduğu gibi. özgür olmak istiyorsak, özgür
bırakmalıyız. hepimiz birer dişli çarkız zaten, ve ister istemez, ortak hareket
etmek zorunda kalabiliyoruz, yaşam denen armutun çöpünü yemeye devam etmek
için. saçmaladın girdap dedi biri şu an, içinden, duydum, duydum ve kesiyorum
sosyoekonomik felsefemi. o ne ki? saat onbirdi, on bir. geriye dönüş. çekim
iki, sahne bir. motor.
2.
11’de
uyandım. gece. yani yirmiüç:sıfırsıfır. bir-dokuz çalışıcaktım. ender denk
gelen sekiz saatlik mesai. uçakların yoğun olmadığı bir gün. bu arada,
havaalanında çalışıyorum ben. işim; uçakların yüklemesini ve boşaltmasını
yapmak. yani içine mucizevi bir şekilde tüm evinizi sığdırdığınız on tonluk
valizlerinizi har vurup harman savurmak için çalışıyoruz. uçak ambarını yükle,
uçak ambarını boşalt. Uçağı temizle. Yorulmak yasak. Falan filan. günlük mesai
süresi 11 ila 13 saat arası değişen beş iş günü. iki izin. genelde izinli
olduğun gün geceye döndüğün için, onlar da yalancı izin. şikayet yok. kötünün
iyisi bu. o halde devam edelim. bir-dokuz çalışıcaktım ve uçakların pek fazla
iniş-kalkış yapmadığı bir geceydi. bir havaalanı argosu oluşsaydı, böyle
günlere “azgın olmayan günler” denilebilirdi belki de. neden olmasın. ama dişi
ırkın-pardon düzeltiyorum, bir ırkçı değilim ben, ama seksist görünebilirim
kimine göre, her ne kadar öyle de olmasam, bunu ortaya sürebilirler, sürdüler,
bedenime uymayan bir çok sıfatı alıp çöpe attım ben de. önemli değildi, laf
israfıydı sadece. “sağır bir adama, küfür ediyorsunuz” diye yazdım. ama onlar da
kördü, okumadılar, ve ben onlara karşı hem sağır hem dilsiz hem de kör olmayı
seçtim, ve bu durum ister istemez, küstah ve kendini beğenmiş olarak geri döndü
bana. geri dönelim hadi yine. bir türlü giremedim konuya. zihinsel bulantılarım
çok bugünlerde, o yüzden sürekli sağa sola sapıyor, bir türlü düz gidemiyorum.
tekrar deneyelim, bu son olsun, yine düşersem, yazmayı kesicem bu konu
hakkında. konu basit, güzel başlayan bir gecenin sabahında patlayan tokat. alın
size anafikir. açılıma geçiyorum. gece bir dokuz çalışıcaktım ve onbirde
kalktım. ve servise bindim. pardon pardon. onbirde kalktım ve birşeyler yiyip,
bir sigara içip, biraz müzik dinledim. traş oldum. giyindim. yola çıktım.
servis geldi. beni aldı. gaza bastı. gayet basit gidiyor öyle değil mi? ali gel
topu tut gibi. bana yakışır bir üslup. basit ve kolay. sonra, ve daha sonra. Bir
saniye, eksik bir cümlemi tamamlayacağım öncelikle, yoğun olmayan havayolu
günlerine, azgın olmayan gün denilebilirdi demiştim, eğer argosu olsaydı bu
işin. ama dişi ırkın-düzelti. Hatırladınız mı? evet, düzeltiyorum. ama
hatunların yoğun olduğu bir iş yerinde, her iki cinsiyette, çok yakın
olmadıkları iş arkadaşları haricinde, genelde bir oyun oynarlar. sıfır küfür,
daha az cinsel konu, ve her şeye rağmen ve her zaman olduğu gibi yine de dibine
kadar cinsel ayrım. bir hatun beş erkeğin arasına oturursa, biraz uzakta oturan
diğer bir erkek grubu, hatun hakkında yorum yapar. kötü yorum. Ya da beş
hatunun arasına bir erkek oturur ve onlarla muhabbet yaparsa, yine bu uzakta
oturan diğer erkek grubu, bu tek erkekle ilgili yorum yapar. Belki de kıskanır.
aynı şey, hatun grupları için de geçerlidir. cinsiyetler arasında bir fark
yoktur aslında, sadece bir fark yaratılır ve çoğu zaman da rol yaparız. bu
yüzden bu tip “azgın gün” türevi argolarda köşede kalır ya da ters köşe olur
çoğu zaman. cinselliği ne kadar aza indirirseniz, o kadar tehlikeli olur. aynı
sıkışan gazların patlaması gibi. Anlatabiliyor muyum? servise bindiğim ana geri
dönelim. serviste çalan radyoda, müslüm gürses çalıyordu, ilk kez arabesk tınılar
çalan bir istasyon açık kalmıştı ve böylesi bir mesai öncesi tesadüfü, pek denk
gelmez diyordum kendime. evet, 80’li yılların arabeski katlanılırdı, haz
verirdi insana, tesadüf güzeldi, çünkü daima son model pop melodileri ile işe
gidip gelirdik. ve şimdi, seksenlerin gerçek ninnisi ile yol alıyorduk. pop’a
tercih edebileceğin, ve en azından daha anlamlı, ve dahası 80’lilerdeki
türevini düşününce daha isyankar olan bir müzikti çalan. ve birkaç şarkı üst üste
geldi. iyiydi. isyan her zaman iyidir, sevgiliye, aşka, hayata, düşsel kadere,
düşsel tanrıya olabilir bazen, yani beyhude isyan, ama yine de güzeldir. en
azından tahammül edilirdir, ki kafa kıyaksa keyif bile verir. ve ve ve, sonra
havaalanına girdik, ve mucize katlanarak devam etti, apron aracına binip
merkeze çıkıcaktık, ama gelmedi apron aracı, yerine operation aracı geldi,
radyolu idi bu araçta ve radyoda bob marley çalıyordu. gerçekten. “no woman no
cry”. keyiflendim. gerçekten keyiflendim. iş yerinde bana daima girdap olarak
değild e, devlet nezdindeki adımızla seslenildiği için, bazen unutabiliyordum
kendimi. ki girdap, iş yerinde budanmak zorundaydı. herkes iş yerinde budanmak
zorundadır. çünkü, kimin niye koyduğu belli olmayan kuralları uygulatıcı olan
amirler, hayatlarında bir kez olsun pratik anlamda tecrübe etmedikleri işlerin
başına getirilirler ve sizi işinizi yaparken gözetip, açık yakalamaya
çalışırlar, hepsi böyle değildir, kabul ediyorum, ama sunexpress’in teknik
elemanı mahmut aynen böyle bir insandır. bakın tam ismini verdim size, soyadını
ve adresini öğrenince, onları da vericem. gidip öldürün lavuğu. faşizme karşı
faşizm. ne dersiniz? ayrıma karşı ayrım? katı mı oldu? onlardan ne farkımız mı kalır?
cahil işte deyip geçmelimiyiz?, aç gözlülük ve kurnazlık eşlenik bir yapıda ve
cahillik maskesi altında üzerinize çullanınca, yapabileceğiniz tek şey silah
çekmektir dostlarım. Yani ben olsam öyle yapardım. bir yüzünü vurana diğerini çevir diyen hristiyanlık,
yeni krallar ve köleler yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır. o yüzden,
mahmut ile dışarda karşılaşıp, yere serebilirim. ama orada, şimdilik, buda
kendini. Buda ki yaşama devam edebilesin. herkes bunu yapıyor. en üst düzeyden,
en alta kadar herkes. suni bir güç edinenlere boyun eğen dahiler. suni bir güce
diyorum, çünkü aslında, aslen sinik ve iş dışında her yerde ağzına sıçılmasına
izin veren insanlar, iş yerinde konum ve makam itibari ile elde ettikleri suni
güçleri ile üzerinize boşalmaktan başka bir şey düşünemiyorlar. ve kurtuluş
yok. çünkü gerizekalı insanlık tarihi, “sistem” diye bir kelime bulmuş, ve
doğaüstü olmayan her türlü kötü dünya gidişatını buna bağlıyor. ve sistem o
kadar iyi işliyormuş ki, karşısında durulmazmış. Bu söylem bir yere kadar
doğru. sistemin karşısında tek başına durursan, açlıktan ölürsün. ama söz
konusu olan sistem adlı görünmez canavarı işleten şey, bir makine değil, biziz.
biz kurduk, biz kuduruyoruz. memnun olanlar var. ama onlar kadar, isyan edenler
de, bu aptal işkencesinin uzaması için katkıda bulunuyorlar. çünkü yaşamak
için, başka şansımız kalmıyor. ve o yüzden bir hayal kurarak yaşamı
erteliyoruz. ve o yüzden, ütopya anarşi. bir mucize. ufak gruplarca kurulan
ufak yaşamlar dışında. tam bir mucize.. mucize demiştik öyle değil mi? servise binince
çalan. ardından merkeze çıkarkan, bob amca. ve sonra giyindim. ve her şey bu
kadarla kalsa yine iyi. aşağı inerken, yani apron adlı uçakların park ettiği
alana inerken bindiğim araçta da, radyo açıktı, ve bu kez 2pac çalıyordu. oha
dediğinizi duyar gibiyim, ama siz ohayı, benim akışkan ruhumdan dolayı dediniz,
müslüm, bob, pac, nası hepsini dinler bu adam. gibi bir oha. ben bunu es
geçiyor ve kendi “oha”ma dönüyorum, çünkü her zaman bu araçların radyolarında
pop çalardı, ama bu kez “tuzaklara dikkat et zenci” diyordu pac şarkıda, ben
bir zenciydim. evet. ama latin bir zenci. O da ne demek? bunu burada
açıklamayacağım. es geçelim ve devam edelim. radyo. çalan şeyler. mucize.
mucize. ve keyif. ve güzel başlayan. ve korku. Bir şeyler yolunda gidiyor
gibiydi. keyifliydim. ve ne zaman keyifli olsam aynı zamanda da tedirgin
oluyordum. Ya da bir şeyler yolunda gitse. çünkü yolunda giden hiç bir şey
normal görünmüyordu gözüme. kafama gök taşı düşücek diye düşünüyordum resmen
böylesi anlarda. ve sonra, radyoyu, çalan müzikleri, ve daha bir çok şeyi
unutup, kendimi işe verdim. ilk uçak, airbus idi. modelini hatırlamıyorum. ama
dev gibi. ve acele acele. hemen uçak kalkıyor sandık ve üstün körü bir
temizliğe giriştik. üstün körü gerçekten. sadece büyük çöpler alındı tam olarak
galiba. ben masaları siliyordum, şu uzun mesafe vasıtalarının koltuklarında
bulunan sorunlu icatları. ben siliyordum, ve zaman az olduğundan, üç beş sekiz
yapıyordum. üç beş sekiz demişti amirim. hah işte bu bir şifreydi. girişte
şifreli bir öykü yazıyorum demiştim size, yalan söylemiyordum. söz konusu
edebiyatsa, asla yalan söylemem. sikerim edebiyatı derken bile yalan
söylemiyorum. ihanet etmem asla, eğer biri tarafından içine edilip köşeye
atılıcaksa edebiyat, bunu yapan da ben olmalıyım. barışta ve savaşta, daima
birlikte. masaları siliyordum. ve amirim “üç beş sekiz” dedi, bunun anlamı,
masaları atlayarak silecek olmamdı, bazılarını çaktırmadan es geçicek,
bazılarını silerken de gelişigüzel davranıcaktım, çünkü sanıyordukki yolcu
binecek ve uçak uzak diyarlara gidicek. ve böylesi anlarda, eğer ikinci bir üst
göz uçağa göz atmadan yolcu gelecekse, ve süre az ise, temizlik üstün körü
yapılırdı, çünkü yolcular az biraz kirli olan bir masa için sizi
elevermezlerdi. çünkü insanlar konuşmaya çekinirler, isyan etmeye, hakkını
aramaya, temiz bir uçak elbette hepimizin hakkı, ama uçak insanlığın hakettiği
bir buluş değil, aynı elektrik gibi, yada ateş, hiçbir gelişimi haketmiyor
insanlık, çünkü tüm gelişim daha iyi savaşmak adına, tüm senaryonun merkezi bu.
milliyet, ırk, cinsiyet ve ekonomik savaşlar. hiç birinin anlamı yok. ve hiçbir
özgürlük için mücadele vermiyorum. çünkü, kaybedeceğim bir savaşa girmektense,
savaşın erişemeyeceği bir bölgede yaşamak istiyorum. Evet evet, bencilim. ama
yok öyle bir kurtarılmış bölge. o halde, buradayım, ve zihnen özgürüm her insan
gibi. ve ölene dek, zihnimden geçen her şey, kağıt üstüne düşecek. bu nedenle
bedenen tutsak edilme, taşlanma yada silinme riskine rağmen hem de. çünkü başka
çarem yok. Hiçbirimizin başka çaresi yok. bedenen hizmetinizdeyiz paşam, ama
zihnen yüzünüze küfür ediyorsak, bunu haykırmanın da mahsuru yok. ve çok klasik
olduğunu biliyorum, “bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla” gibi olduğunu bunun.
ama klasik olan her şeye özlem içinde artık insanlık. eski güzel günlere.
ikinbinler doksanlara, doksanlar seksenlere özlem içinde. ve böylece dönüyor
zaman geriye, ben ilkel olmak istiyorum. ilkel ve kaba. doğal hiç olmazsa, ki
yine de imkansız. ve imkansız olan her şey gibi, anımızı ertelemekten başka bir
işe yaramaz geçmişe duyulan özlem, geleceğe dair hayaller gibi yani. hayatı
ertele. başka birinin hayatı için düş gör hatta zaman zaman, dua et, iyi bir
yaşam sağla oğluna. cenneti iste tanrından. ama anı ertele. çünkü anı düşünmek,
daima boka batmanızı sağlayan bir eylemdir. ve anı yaşamak, en doğrusu olsa da,
çoğu zaman yapmaktan kaçındığımız bir şey. geçmişi düşün, geleceğini kurtar. bu
öğretildi bize. bunu yapıyoruz. olmayan bir geleceğe doğru. son sürat. radyo tesadüfleri. güzel gece. hızlıca temizlenen
uçak. geri dönüş. birkaç ambara gir. bir uçağı araba yıkar gibi yıka. kime
anlatsam gülerdi, araba gibi fırçayla yıkanan uçaklar, embesilce, ama uçağın
kendi yıkama makinesine girip yıkanması pahalıya patlıyor. işçiler daha ucuz.
yıkar onlar. ve yıkadıkça. ve sonra, sonra, sonra, kötü bir sabah. kötü diyorum,
ama asla beklenmedik bir sabah değil. çünkü her güzel gecenin sonunda, bir
tohum açmaktan vazgeçer. mahmut, masaları kontrol eder, sabahın köründe. çünkü
o uçak, hemen yola çıkmıyordur aslında, acele etmenizin nedeni, hemen yıkanıcak
olmasıdır. ne aptalca. hemen yıkarsın uçağı, hemen dediğim üç saat sürer. ve
sonra başka abuk subuk işlerle meşgul olursunuz sabahın sekizine kadar. uçak
orada bekler ve kimse de bu uçak sabahın sekizinde gidicek, şu temizliği bir
daha yapın demez. diyemez, çünkü kimse birbirinden haberdar değildir. Herkes söylenileni
yapar sadece. sistemin özü budur. söylentiler, korkular ve suni güçler. ve
sabahın sekizinde, neden masalar silinmediği için, mahmut vardiya amirine,
vardiya amiri de senin şefine fırça kayar. ortada bir düzensizlik vardır, çünkü
“hemen bitirin temizliği” diyen mahmut aynı zamanda, “uçak yıkandıktan sonra ve
boş vaktinizin birini çalarak size tekrar temizlettirim bu uçağı ben, yıkama
alanına gidicek bu uçak” demez. haberiniz yoktur. ve sonra, sonra, şefiniz yanınıza
gelir ve gülerek, “masaları silmemişsin moruk, senin yüzünden fırça yedim ya”
der, sen durumu izah etmeye çalışmazsın, çünkü şefin de sen de biliyorsunuzdur
ortada dönen sikişi. “abi biliyorsun” dersin sadece. derim yani, “abi
biliyorsun” derim, “acele ettirdiler, üç beş sekiz yaptık biz de, yıkamaya
gittik sora da, hemen yolcu binmicek miydi ya ona?”, “ne bileyim ya” der şefin,
“sikilmiş götün davası olmaz, gel üstümüzü değişelim çıkarız birazdan”. “tamam
abi” derim. birer sigara içeriz, ve giyinir, çıkarız. servisle eve gidene kadar
müzik yoktur bu kez. Olsa da duymazsın zaten, elde ettiği suni gücünü senin
üzerine enjekte etmeyen bir şefin vardır, ve sen bu yüzden her işi, kısıtlı
imkanlarına rağmen tam olarak yapmaya çalışırsın, adama laf gelmesin diye, ki
ona laf gelse de içine gömer, sana bir sigara verir, “biz ne ne zaman beraber
içicez ya” diye sorar, ve eve gelirken yolda bunu yazmak gelir aklına. ve olayı
aynen yaşandığı gibi, olayların gerçekleştiği zamansal dizime uygun bir
düzende, tüm ayrıntıları özenle tasvir ederek yazabilirsin, yazabilirsin ama
işine gelmez. en azından burada kuralları sen koyuyorsundur, ve sikinin keyfine
göre öykü yazarsın. aynen bu şekilde olduğu gibi.. okurken keyif almıyorsanız,
ya da batıyorsa size, afiyet olsun. keyif alıyorsanız, bende bu keyfi yazarken
paylaşıyorum sizinle. eyvallah.. ne diyebilirim. bu kadar açık ve sade.
hepimizin başına gelen şeylerden bir kesit. ayrıcalık değil bu, yaşananlar da,
yazılanlar da. Hiç biri ayrıcalık ya da üstünlük değil, marifet de değil,
anlatmıştım, o yüzden övünmenin anlamı yok ve o yüzden yazdıkları ile, yaşam tarzı ile, ya da bulundukları konum
itibari ile övünen, ve dahası “bu iş böyledir” diyen herkese karşı atan
sigortam neticesinde, yoldan saptık. daima yoldan sapacağız zaten. zihni
bulanan ve bu yüzden kusan biriyim sadece. daha ötesi yok. o yüzden, bana
gelip, “abi sen punk’mısın” diye soran ve altkültür etiketi ile satış yapan
yabancı cisimlere özenen o küçük arkadaşıma şunu söylemiştim, “punk olmak diye
bir şey yok, malcolm mclaren adlı göt daha zengin oldu bu sayede, hepsi bu.
bunun dışında, gerçekten sid masum ve johnny rotten bizi kandırmadı. malcolm
onu kandırdı.”. ve uzun bir sohbet, 30’ların fanzinlerinden yetmişlerin
punk’ına doğru uzanan. ama başka bir öykü bu. es geçelim. Her şeyi es geçelim,
ve en başa dönelim. saat onbirdi.. ve şu an da saat onbir. Ama sabah. yani
onbir:sıfırsıfır. tek tatilim. ve şimdi, peter’in sanal bebekleri eşliğinde,
sigaramı içerken, onlara kulak vereceğim, otuzbirci bir papazdan bahsediyorlar
bana. eğlenceli bir şarkı. radyo değil bu kez. ve bu yüzden korkmama gerek yok.
ben yapıyorum bu güzelliği kendime. kontrolüm dışında, tesadüfen iyi giden ve
sonunda patlayacak olan her güzelliği ise, görmezden geliyorum. aynen bu
yazının, çapraşık gidişatını görmezden geldiğim gibi. serbest kalmış bir
zihinle ancak bu kadar. ve aynı nedenden dolayı, kendi hayatımı da görmezden
geldim. Siz de öyle yapın. beni görmediniz, duymadınız. ve aslında girdap,
şeytandan farkı olmayan mitolojik bir tanrı. böyle düşündüm, buna inandım.
amin.
30
temmuz 2008