31 Mayıs 2009

to wish impossible things

to wish impossible things

şimdi ben burada, yaşayan ve ölmekte olan her şey için, yas tutmayı kesiyorum. yani sadece ölmüş olanlar için değil, günden güne ölmekte olan her şey için de. giderek daha da azalan varlığım için, yas tutmayı kesiyorum. ve giderek daha da azalacak, herkesin varlığı. insanlar üremeye devam ederken, büyümeye devam ederken sürekli insan türü. en tehlikeli virüsten bile daha tehlikeli bir şekilde, ve akıl almaz bir evreyle çoğalan insan türü.

ben. bir şey olmak için çabalamayan ben. bir şeyleri günden güne içinde eriyen ben. günden güne her şeyi kaplamaya devam eden insanlık, insanlıktan uzaklaşan ben. her gördüğü şeyi yok eden insanlık, kendi kendini yok etmekten bile aciz ben. her şeyi bir çırpıda silebilen insanlık, silinen hiçbir şeyi unutmayan ben. her şeyi bir anda dönüştürebilen insanlık, kendini bir türlü dönüştürmeyen ben. kendi içinde çok hızlı bir şekilde evrim geçirebilen insanlık, insan denilen türün derhal yok olmasını arzu eden ben… zırvalamaya devam ediyorum. kendimi susturmayı başaramıyorum. hiçbir şeyi susturmayı başaramıyorum.

hareket etmek anlamsız geliyor, ama hareket ediyorsun işte. düşünmek anlamsız geliyor ve düşünüyorsun. yürümek fazlasıyla anlamsız, yürüyorsun ama. sokağa çıkıyor, insanlarla karşılaşıyor, ve asla anlatamayacağın, anlatmaktan korktuğun görüntülerden dolayı, bir kez daha psikoza girip akıl hastanesine kapatılma tedirginliğini çaktırmamaya veya kulakları sağır edebilecek bir çığlık atıp kimseyi rahatsız etmemeye çalışıyorsun.

otobüse biniyorsun. en arkada ayaktasın. ve kulağında bir kulaklık, elinde bir kitap, duruyorsun öylece. kimsenin gözlerine bakmıyorsun, çünkü bıkmışsın artık gözlerden. bir lavabonun deliğinden aşağı dönerek inen su geliyor aklına, o lavabonun merkezindeki delikten, bir girdaba tutulmuşçasına emilen su… ve tüm enerjini bir anda çekip yok eden içindeki karadelik, dışındaki karadeliklere karşı var olma savaşı veriyor, hangisinin çekim gücü daha ağır basıcak? ve kulaklığımdaki ses, beni boşluğuma doğru iterken, kitabı açıyor, okumaya başlıyorum.

“aptal lan bu” dediğinizi duyar gibiyim. içinizden geçen her şeyi biliyorum. gözlerinizin gerisindeki, renginizi çok çabuk değiştirmenize neden olan o mantıksal süzgecinizi de görebiliyorum. ve evet, “önyargı bu” diyor biri. sanane bile demiyorum ona. çünkü anlamsız geliyor. çünkü gerçekten anlamsız bu. çünkü yazmak bile anlamsız aslında ama yazıyorsun işte. yazmaya ve yayınlamaya devam ediyorsun. ne anlattığını unuturak ama unutmayarak da aynı zamanda. zırvalıyorsun…

boşlukta slalom yaparken, bariyerlerinize çarpıp duran zihnim akmaya devam ediyor. ve bu bana gerçekten anlamsız geliyor. devam ediyorsun zihninden geçenleri takip etmeye. kitap önünde ama, gözlerin içine dönük. ve arkaya üç hatun geliyor. biri hemen yanında ayakta, kolundaki bilekliğe bakıyor -bilekliğimin üzerinde beş adet yin yang var- bakıyorlar, hissediyorsun bunu, fark ediyorsun, ve yanındaki hatuna dönüp gülüyor. ve sonra bir gülüşme faslı, ve sonra oynayan kaşlar, ve sonra dönüp bakmadan hiçbir şeye ve her şeye, kitabı okumaya devam ediyorsun. adamın biri bir şeyler zırvalamış. yine, zen üzerine yazılan bir kitap. daha önce de açıkladım ama tekrar açıklıyorum; kitap zen üzerine değil, zerre alakası yok zen ile, sadece, zen üzerine yazılmış.  hepsi bu. bir şey anladınız mı?

sonra zaman geçiyor, otobüs ilerliyor, yollar geriliyor, zihnindeki sinirler geriliyor, zihnindeki lastiğe sıkışan top fırlayıp birine çarpmasın diye kendini tutuyorsun, ve miden bulanıyor bu esnada yine. gerçekten miden bulanıyor yani. gerçekten. sonra, kitabı okumaya devam ederken sen, iyice doluyor otobüs ve bu esnada duraktaki bir manyak, hatunlara kaş göz işareti yapıyor, hatunlar gülüyor. adam aşağıda, telefon işareti yapıyor, “numaran ne” der gibi, görüyorsun onu da, ve yargılamıyorsun asla, ne iğreniyor ne de gülüyorsun, hislerini yitirmişsin. ama hatunlar hoşnut beğenilmekten. hatunlar metal dinliyor sanırım. yani öyle görünüyorlar. ve my dying bride üzerine bir geyiğe dalıyorlar. geyik. vokalistin adını hatırlamadığını söylüyor esmer olanı-benhatırlıyorum-çok etkileyici bir sesi var diyor. otobüs hareket ediyor ve arkalarına dönüp bakıyorlar hatunlar, herif hala durakta, eli kulağında, telefon numarası istemekle meşgul.

ve otobüs doluyor. ve tenine değen insanlar. ve ruhuna yapışan o aptal enjeksiyon makinesi. bekliyorsun ve yol bitmiyor. kulaklık, müzik, kitap, otobüs, insanlar, duraklar, yollarda yürüyen bir sürü şey, gerileyen yol, gerilen zihin kasların. ve sonra bir baş dönmesi. gerçek bir baş dönmesi ve kararan dünya. neyse ki alsancak cami durağına geliyoruz ve herkes iniyor, sen de bir çığlık atarak veya kusarak, veya yere yığılıp kalarak, cami duvarına işemiş olmaktan kurtuluyor, arka koltuğa oturuyorsun. çünkü garda inecek, iki durak sonra inecek ve dişçiye gidiceksin. yani hikaye bu. sonra doktor, benim dişlerimi temizledi ve çıkıp eve döndüm. ve şimdi de size bunu anlattım.

size de oluyor mu böyle şeyler, bilmek isterdim. çünkü artık delirdiğimi düşünmeye başladım ve eğer çoğunluğun gözünde, normal sayılmayan davranışlar içinde bulunursanız, çoğunluğa göre normal olmayan bir takım konuşmalar yaparsanız, çoğunluğa göre hiç de normal olarak addedilmeyen yazılar yazıyor ve o yazılarda, içinizdeki dönme dolabın çok fazla hızlandığını, ve parmaklarınızın bu hıza yetişemediğini söyleyip, aslında sandıklarından çok daha fazla anormalleştiğinizi itiraf ederseniz, dahası tüm bunlar ve daha fazlası, size bir sinir krizi geçirtip, bir ekmek bıçağını bileğinize dayamanıza, ve sonra es geçip bir kez daha ölümü, bilekliğinizi kesip çıkarmanıza neden oluyorsa, ve otobüsteki hatunlar da sizin için çok önemli olan bilekliğinizi salak bir şekilde tekrar yapıştırdığınız için gülüyorsa ve tüm bu hengame arasında sırtınıza sırtı dayanan bir adam sizi daha çok itmeye başlamışsa, ve sokaktaki bir kediye tekme attığını görüyorsanız bu esnada bir adamın, otobüsün camından baktığınızda, ve hızla yol almaya devam edip sallanan otobüs yüzünden önünüzdeki kitabı okumakta ve kendi karadeliğinize sinmekte zorlanıyorsanız, her an bir çığlık atabilirsiniz, ya da düşüp kalabilirsiniz oracıkta basit bir baş dönmesi sonucu.

sonra sizi hastaneye kaldırırlar ve doktor “tansiyon” der sadece. gerçekten sadece bunu der yani. ve sizi oraya götüren her kimse artık, ya da sonradan gelebilen yakınlarınız her kimlerse, size, kendinize dikkat etmeniz konusunda telkinlerde bulunurlar ve biraz da şefkat çabası işte.

bana şefkat gösterme, sevme de beni, dilersen nefret et, iğren hatta, dalga geç istersen, ama neyi neden yaptığına dair bir nedenin olsun kendi içinde, yani bil. sevdiğin şeyi niye sevdiğini bil. ya da niye sevmediğini. yani, her ne yapıyor ya da hissediyorsa insanoğlu, bunu açıklayabilmeli de bence. ben öyle yapabiliyorum. o yüzden delirdim aslında. kendimi tamamen çözümleyebildiğim için, delirdim. arayış yok. yeni bir keşif şansını da yitirdik sanki. bekliyoruz işte, gelmeyeni. “the circle did close indeed.” ve dönen dönen dönen girdaplar, hiçliğe doğru akıcaklar.

ve doktor size, basit bir tansiyon diyecek, bu kahrolası baş dönmesi için. aileniz ile beraber eve gönderilip, birkaç hap içmek zorunda kalıcaksınız. ve elinize aldığınız minicik bir hap bile, midenizin bulanması için yeterli olucak, çünkü koskoca altı ayınızı, binlerce hapı kendi içinizde birbirine sentezleyerek geçirmişsiniz. artık kaldırmıyor bünyeniz. ve sonra bir kusuş. sonra zihninizin pusuya yatması günlerce. hareket etmeyen tek bir karınca bile olmayışı. yani şu televizyonların karıncalanmasına benzeyen bir görüntü sunan zihninizin vizyonunda. kendi içinizdeki vizyon. göz kapaklarınızda gizlenen dünya. onun karıncalanması. alıcılarınızın ayarları ile oynayan koca bir dünya insan. ve sonra da sizin bir deli olduğunuza kanaat getirip tımarhaneye kapatıcaklar mesela. olası. olası olan her şey için, kadehimi boşluğa kaldırıyorum. şerefe jori. yoo hayır, bunu sevmedim. şerefe değil. boşluğa. boşluğa yazılan her şey gibi, bir çırpıda silinip gitmeyen varoluş. ve o varoluşun yarattığı, boşlukta hissetme hali. ve o boşlukta uçuşan kelimeler. ve o kelimelerin, algı dünyandaki nesneleri var etmesi. ve o nesneleri ve olayları ve olup biten –ya da bitmeyen- şeyleri, bi tek ben mi görebiliyorum acaba diye şüpheye düşmen. bu noktada doğan paranoya ve paranoya ile birlikte gelen yalnızlık hissi.

soğuk, olabildiğine ve alabildiğine soğuk ve karanlık bir koridorda, zemine basmadan öylece beklemen. karanlık ve karanlığın tonları. ve ancak elinle hissedebildiğin iki duvar, iki yanında. bir koridor burası evet. hissedebiliyor ama derinliğini ölçemiyorsun. tünel de olabilir. ya da kuyu. ya da benzeri bir girdap. ve ayakların yere basmıyor ama sabitsin orada. bastığın bir şey var gibi, ama aynı zamanda boşlukta duruyor gibisin, çünkü zemin görünmüyor. ordasın işte. saatlerce. günlerce. haftalarca. orda duruyorsun. ve orası alabildiğine soğuk. çok soğuk yani, anlatabiliyor muyum? üşüyorsun ama donmuyorsun. ordayken, birileri geliyor, konuşuyor, birileri bir yerlere davet ediyor, birileri bir şeyler fısıldıyor telefonun ahizesinden, birileri ekranına harflerini yerleştiriyor, ve kimsenin hiçbir şey görmesini istemiyorsun. çünkü delisin sen. delisin ve deli olduğuna bile kendi kendine kanaat getirip kendini teşhis edebilecek kadar da biliyorsun kendini. ve nasıl tedavi edebileceğini de biliyor ama korkuyorsun artık. zihnin normal insan algısının çok ötesinde -veya gerisinde- bir yerlerde geziniyor. gerizekalı olabilirsin. ama olmadığını biliyorsun.

bir şarkı çalıyor şimdi ve resmen ruhuna elektrik verilmiş gibi titriyorsun. pj bu. verir mi verir diyorsun kendi kendine gülümseyip. pj harvey, missed’i söylerken, 7 trilyon voltluk bir elektriğe kapılmış gibi titriyor ve aynı zamanda kimsesizliğin getirdiği soğuktan dolayı titriyor ve kendine sarılıyorsun. ellerini, kendine sarmışsın. ve tırnakların batıyor sırtına, kısa oldukları halde. gerçekten batıyor ama. eridiğini hissediyorsun ama fiziksel anlamda erimediğini de görebiliyorsun. gözlerin açık. zihnin kapalı ya da karıncalanmış ya da sekiz sene önce aldığın bir dolu maddenin kalıntısını hala atamadığı için, uçuşta. ve vizyonunda beliren binlerce kelebek. halüsinasyon diyor bazıları. onlardan. binlerce ama. uçmuyorlar. kanat çırpmıyorlar. renkleri bi çok. rengarenk diyorsunuz siz buna. bi çok renkte kelebek. sabit duruyor. havada sabitler. havada ölüp yere düşmemiş olabilirler. siz ayaktasınız. müzik çalıyor. müzik değişiyor. gecenin bir yarısı, lacrimas başlıyor, without diyor lacrimas profundere, ve siz oradaki o’suzun, ney olduğunu bile bilmiyorsunuz. she, he, it? her şey olabilir:

kadın erkek, transseksüel, kedi, köpek, bukalemun, sinek, monitöre konan yavru bir sinek, bristol, berlin, alsancak, rotterdam, aşk, votka, yazı, şiir, akciğer, yeşil bir halı, ağızdan aldığın amfetamin, damarına bastığın metamfetamin, lsd, sonra tekrar alsancak, ardeşen, bağırıp tokat atan bir yüzbaşı, izmir, tren yolu, ankara, sonra tekrar istanbul, sonra tekrar izmir, sonra tekrar istanbul, sonra tekrar ankara, sonra izmir, sonra tekrar izmir ve sonra tekrar izmir…

binlerce görüntü akıyor zihninizin vizyonunda, ve gözleriniz açıkken oluyor bu, bazıları halüsinasyon diyor, ben gerçekliğim diyorum, ve akmaya devam ediyor görüntüler. kelebekler sabit hala. sonra bir anda ışıklar patlıyor, bir sürü ufak ışık, çok hızlı şekilde patlayıp sönüyorlar. kanadığını görüyorum elimin, sağ elimdeki bir parmağımın sızladığını hissediyordum, şok etkisi yaratan fiziksel acı ve dünyaya geri dönüş.

ve sonra şarkı değişiyor, katatonia - quiet world. kelebekler yok. hiç bir şey yok. herkesin görebildiği gerçekliğe eşitleniyor zihnin vizyonu. karıncalanma sonrası, bir merhaba. sonra dur. öylece. hareketsiz.

otobüsteyiz tekrar. kendime gelmişim hastanede. eve geri dönüyoruz. tansiyondan diyen doktor. kendine dikkat et diyen yakın. o kadar uzak hissediyorsun ki kendini her şeye o an. o kadar uzaktaki herkes. sen o kadar uzaktasın ki. konuşmaktan bile vazgeçiceksin nerdeyse, çünkü bağırman gerekiyor, sesini duyurabilmen için, çığlık atman. o derece kaybolmuşsun. ve korkuyorsun, kapatılmaktan. yasaklanmaktan da korkuyorsun. üzerine çarpı konulmasından korkuyorsun. kafeslenmekten korkuyorsun. sansürlenmekten korkuyorsun. sesinin kısılmasından korkuyorsun. sağır olmaktan korkuyorsun çünkü müziğe ihtiyacın var. kör olmaktan korkmuyorsun bir tek, çünkü bu dünyadaki her şeyin çok ötesine geçmiş durumda zihnindeki gözler. ve algı düzeyin kaymış durumda gerçekten. delisin. inkar etmiyorsun bunu. sadece, “bir kaç deli daha yok mu?” diyorsun. hey, orada beni duyan bir deli var mı? gidip kendimize, bi ülke kuralım. bu dahi insanlar, dahiyane fikirleri ile, kendilerine ördükleri kafeste, yaşaya koysunlar. arada bir gelir ziyaret ederiz. olabilir belki. belki de hiçlik. her şeyin en doğrusu, her şeyin yanlış olduğunu kabullenmektir. kendini yanlış olarak tanımlar ve bu şekilde hareket edip, kendini düzeltmeye ve onaylatmaya kalkarsan, iyileşiyorsundur. oysa, benim deliliğim, deliliğimin doğru olduğunu savunuyor. delirmenin. delirmiş olabilmenin. delirebilineceğinin. böyle bir dünyada, ve böyle dahi insanlar arasında, mantığının iflas etmesi sonucu, tüm algı mekanizmalarının, normalden farklı bir düzeyde tepki verebilmesi.

ne diyordum? çoğunluğa göre normal olmayan her şey… sonra müzik tekrar değişiyor, the cure- to wish impossible things. dönüp duruyor artık. saatlerce ve günlerce aynı şarkı dönüp duruyor. hiç bitmiyor ve başa döndüğünü anlamıyorsun. dönmüyor başa. akıp gidiyor. sen de akıp gidiyorsun kendi içindeki karadeliğe. hangisinin daha güçlü bir çekimi var? dıştaki mi içteki mi? kendinden emin olmadığın zaman, ve kendindeki tuhaflığı ele vermek istemediğin zaman, susmayı seçersin. hayır susmuyorum ama bu epey anlamsız gelicek. bunu biliyorum. epey kafayı yemiş diyecekler. bunu da biliyorum. ve bir de şu, neydi adı, anımsayamadım, hah, depresyon. sikmişim depresyon ve bunalım ve tüm mutsuzluk ya da mutluluk tanımlamalarınızı.

beş duyumu da aldırmak istiyorum şimdi. hatta altı. evet ne kadar duyu organım varsa, alın bence. hatta tüm organlarımı alın. akciğerim bana kalsın, sigara içiyorum o lazım. karaciğer de olumlu doktor bey. mide? yok, mide iyi durumda. ama dilersen, göz kapaklarımı kesebilirsin. işe yaramıyorlar.

ve, “gör” dedi adam, “her şey ölmekte.”
“öyleyse neyin savaşını veriyoruz söyler misin?” dedi.

kendimle konuşup kendimi yanıtlamamaya devam ettim, çünkü tüm yanıtlarımı daha önce vermiştim. ve yanıtlarım, normal algı düzeyine göre, yanlış olduğu için, deli olduğumu söylediler. ve ben de, deli olduğumu kabul edip, tedaviyi ret ettim. ama zaman zaman, dışarıdaki, o normal algı düzeyinin karadeliğinden salgılanan çekim gücü ağır bastığı için, yazmaktan ve yaşamaktan ve konuşmaktan ve hareket etmekten ve var olmaktan vazgeçiyorum. hepsi bu. ama şimdi, kendi karadeliğimin derininde bir yerdeyken, altına imzamı basıp, duvarıma asıyorum diplomamı. onaylayan: girdap. onaylanan: girdap. siz bunu okuyup, düşünmeye ya da sorgulamaya ya da konuşmaya ya da beğenmeye ya da kutlamaya ya da çamur atmaya ya da ya da ya dalara devam edebilirsiniz. umursuyor değilim. umursamıyor da değilim. her iki şekilde de, ve her türlü olasılıkta, ölmekte her şey günden güne. içimdeki ölü makine, bi gram paslanmadan varlığını sürdürüp, ışıl ışıl parlıyor hala. ve klas bir şekilde sigaramı yakıp, bir nefes alıyorum, zihnimdeki boşluğu dumana boğmak için. zack ve girdap, kendi arasında dumanla haberleşiyor da diyebiliriz ve buna çoklu kişilik bozukluğu ve çoklu kişilik bozukluğunun farkında olan birine de, kararsız diyebiliriz. kendi içinde kararlı atomlar… bu nerden çıktı şimdi?

üç sene önce, askeriyenin psikiyatri servisinde, kayda geçilmeyen o konuşmada, rütbesini bilemediğim bir adam bana “rol yapmıyorsun de mi?” dedi.
“bence herkes rol yapıyor ve bu yüzden acı çekiyor” dedim. güldü. elindeki tutanağı yırttı ve “unutalım, gidebilirsin” dedi.

emre itaatsizlikten yırtmak, sonraki yaşantınızda emirlere itaat etmek zorunda kalmayacağınız anlamına gelmez. ve yaşamınızı ve deliliğinizi sürdürmekte kararlıysanız, zaman zaman bilek yerine bilekliğinizi kesiyor olsanız da, devam ediyorsanız, bir şekilde, deliliğinizi gizlemeniz gereken yerlerde bulunmak zorunda kalırsınız. mesela otobüs. mesela havaalanı. mesela bir ofis. mesela bir devlet dairesi. mesela bir bar. mesela kıbrıs şehitleri. mesela, aile içinde. ama sonra, gerçekten ama gerçekten, sıkılırsınız tüm bu ebegümeci ve masallardan ve masallarınızı gerçek olarak algılamayıp size deli gözü ile bakan insan topluluğundan. gerçekten sıkılırsınız ama. gerçekten. ve, bir bant kaydı size, aradığınız hiçbir numarayı artık asla bulamayacağınızı söylediği anda, zihninizin çeperlerindeki o hassas doku patlar: herkes numara yapıyordur. bu şekilde üstesinden gelebiliyorlardır, delirmeden ve isyan etmeden yaşama devam etmenin. her gün işe gitmenin mesela. sabahın köründe kalkabilmenin. konuşabilmenin ve konuştuklarını unutabilmenin. falan filan. zihninizin çeperlerindeki o hassas doku patlar ve sonrası renksiz sınırsız saydam ve aynı zamanda karanlık bir koridorda, yapayalnız kalıp soğukta titremenizle devam eder. sonra zaman zaman, o sonsuz boşluğunuza ve o boşluktaki gizli odanıza, birileri girmeye çalışır, gelmek ister ve gelmesine izin verirseniz, her şeyi tüm çıplaklığı ile görür ve giderler. ve o noktadan sonra, tekrar kendi kendinize kendi kendinizle baş başa kalıp özgüveninizi yitireceğiniz için, doğru kişiyi beklersiniz hayatınız boyunca, sağa çekip beklersiniz. ileriye doğru devam ederseniz, bariyerlere veya önünüzdeki bir nesneye, arabaya, ağaca, herhangi bir şeye çarpabilirsiniz. geriye dönme şansınız yoktur, çünkü yaşam, geçtiği yolları belleğinize kaydedip fiziksel anlamda silinerek ilerler. sağa çeker ve beklersiniz durağan bir şekilde. birkaç şarkı çalarsınız. konuşmaktan vazgeçmişsinizdir. ve yaşamaktan. kısa bir mola. çünkü emin olamazsınız kendinizden ve hiçbir şeyden. deliliğinizden şüphe duymaya başlar, ve çoğunluğa göre normal olanla içinizdeki normallik algısı arasındaki sürtüşmenin çıkardığı kıvılcımların belleğinizde ve zihninizde kalıcı bir hasara yol açmaması için düşünmemeye çalışırsınız.

ama insanlar sürekli bir şey istiyordur. görüşmek. konuşmak. birlikte bir şeyler yapmak. sizin de onlar veya kendiniz için bir şeyler yapmanızı isteyebilirler... vs. vs vs.. hayat tüm hızıyla devam ediyordur dışarıda, siz tüm alıcılarınızı kapatıp, evinizde oturuyorsunuzdur. kimse size ulaşamaz. siz kimseye ulaşmazsınız. sonra, biraz, kendine geri dönüş. kendi etrafınızda birkaç tur dönüş. dönüşler. dönüşümler. geriye dönüşler. ve ölü kelebekler. havada asılı kalan. tansiyon yüzünden olduğu söylenen baş dönmesi. içinizde olanca hızıyla dönmekte olan bir dönme dolap. ve uzun bir konuşma faslı. biraz iletişim deneyi. bir merhaba. sonra birkaç cümle. ve tekrar buradasınız. aramızda. hoş geldiniz. bir deli olarak, bu dahiyane fikirlerle ortalıkta fink atan insan türüne karşı, hala hayattasınız. ve konuşuyorsunuz. yazıyorsunuz. yemek yiyor, su içiyor, ve sokağa çıkıyorsunuz. her şey olanca hızıyla, dönmeye devam ediyor. ve tabii siz de öyle. ve zihninizdeki harikulade hiçlikte…

* başlık, the cure’ün, bir şarkısının adıdır.


31.05.2009 – 07:30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder