the river
doktora gittim bugün. kardiyoloji. bana,
sigara içmeye devam ettiğim sürece, kısa süre sonra ölebileceğimi söyledi. “ne
güzel” dedim bende. herif suratıma aptal aptal baktı ve “lütfen çıkar mısın,
hayatta kalmak isteyenlerle ilgilenmek istiyorum" dedi. tamam dedim.
arkamı dönüp çıkıyordum ki, “bir saniye bakar mısın” dedi, dönüp baktım, “sana
bir psikiyatrist önersem hemen şimdi gider miydin” dedi. “şey, aslında, şu an
yapacak bir işim yok” dedim “gidebilirim, severim psikiyatristleri, eğlenceli oluyorlar”.
kağıda bir şeyler yazıp uzattı, “ben şimdi arıyorum, benim gönderdiğimi
söylersin” dedi. “tamam” dedim “hemen şimdi gideyim mi yani?”
ve gittim. sabahın on biri. öğlenin on biri.
gecenin on biri. zamansal algımı kaybettim. zamanın biri işte. gittim. girişte
duran ve bir hayli hoş olan hatuna, “beni doktor apostalakis gönderdi” dedim, “iletir
misiniz?”
“tamam iletiyorum” dedi o da bana.. ve biraz
beklemem gerektiğini söyledi, bekledim bende.. bir köşeye geçip oturdum.
yanımda her zaman bir kitap taşımaya çalışıyorum. ve bir de ipod. o günde bu
ikisi birleşip bana bir karadelik inşa ettiler.
kulağımda river, pj harvey, önümde zen
üzerine yazılmış bir kitap, oturup beklemeye başladım. insanlar tuhaf bakıyordu
bana. yani o muayenede sırada bekleyen insanlar demek istiyorum. tuhaf
bakıyorlardı. ben tuhaf değildim oysa. hayatım boyunca, tuhaf biri olduğumu
düşünmedim. içimden geldiğince yaşamaya çalıştım daima. ama insanlar,
içlerinden gelen doğal afete, bir set çekip, maskeler edinirler. aslında bende,
şöyle seksen üç bin dört yüz yetmiş beş tane maske alsam fena olmaz, ancak
yeter bana. o kadar çok insan tanıyorum ki, kendimi unuttum..
doktor bey, hastası çıkınca, hastası ile
beraber kapıya çıktı ve sekreteri olan hoş bayana, “kim” dedi, bayan gösterdi
beni, deşifre edildim, ve bana dönüp, “randevusu olan hastalarım var beyfendi,
zamanınız varsa, onlardan sonra alacağım sizi” dedi,
“zaman problemim yok” dedim ona, “beklerim”
kendimde, ilginç bir değişiklik fark ettim o
sırada, artık kekelemiyordum, yani hemen hemen hiç kekelemiyor, kendimden emin bir
şekilde ve sakince konuşuyordum. Bu, iyi bir şeydi, böylece ağzıma gelen
şeyleri, çocukken yaptığım gibi, başkalarını kekemeliğimle meşgul etmemek için,
yutmak zorunda kalmayacaktım.
bu yüzden yazdığımı düşünüyordum eskiden,
yani kekeme bir çocukluğun getirdiği, kendini bir şekilde anlatma isteği,
içinden geçenleri, yolda başına gelenleri, söylemen gerekip de söyleyemediğin
şeyleri. ama hayır, yani tamam belki, başlangıçta bu şekilde başlamış olabilir,
ama artık bu şekilde gitmiyor. çünkü artık, nerede ve hangi konumda olursam
olayım, söylemek istediklerimi söyleyebiliyor, buna rağmen hala yazıyorum. ha
sahi, hala yazmaya devam etmeli miyim sizce? yoksa artık tedavi oldum mu?
yazmak bir hastalık benim için, bir tür bağımlılık, yazamadığım zaman, kendimi
çok rahatsız ve işe yaramaz hissediyorum. yazdıklarımın bir işe yaradığı
söylenemez gerçi, en azından benim bir işime yaramıyor, yani genel toplum
algısına göre demek istiyorum... toplumun büyük bir kesiminin, yazdığımı
öğrendikten sonra, sordukları klasik sorulara göre, elle tutulur hiç bir artısı
yok yazmamın;
para kazandırıyor mu?
hayır
peki ya hatun düşürüyor musun?
hatunlardan dolayı düşüyorum
o ne demek lan?
evrenin iki bilinmeyenli ve çözümsüz olan tek
denklemi. kadın ve erkek.
aşk, sahip olmaktan, ve sahip olunulmaktan
başka bir şey değil gördüğüm kadarıyla. ve ortada, herkesçe sahip olunulmaya
çalışılan bir erkek varsa, kadınlar ona aşık olur, elde etmeye çalışır. elde
ettikleri takdirde de, aşkları biter. nokta.
burada bir kadın düşmanlığı gütmüyorum. kadın
düşmanı değilim ben. aksine, profeminist bile sayıldım bir dönem. ama inandığım
bir şey var ki: aramızda fizyolojik farklardan çok daha öte bir şey var.
kromozomlar. xx ve xy. bunu araştırmam gerekiyor aslında, yani o “y” farkının,
hayatımıza kattığı karmaşayı. fark var, ama herhangi bir üstünlük yok. eşitlik
de yok. bir denklemde, birbirine eşit olmayan ama birbirinden üstün de
olamayan, iki değerin, birbirine göre olan konumunu, nasıl ifade edebiliriz?
denklik desem doğru demiş olur muyum? bingo. doğru cevap. bir adet elma
kazandınız sayın girdap unthatow. afiyetle yiyip, çöpünü çöpe atınız. hayır
hayır, yarısını bir kız arkadaşınıza vermeniz gerekmiyor, hepsi sizin. evet
hepsi benim... kendimi seviyor, kendimden iğreniyorum...
bu düşüncelere dalmış kitabı okurken, ipodun
pilleri bitti ve sigara krizim geldi. sigara içmeden duramıyorum. bağımlıyım
sigaraya. seviyorum. aşığım. n’apabilirim? hayatınızın iki yılını, yüksek dozda
ve her türden uyuşturucu maddeleri alarak geçirmiş ve en sonunda boktan bir
psikoza girip kafayı yemişseniz, sonrasında kendinize bir oyuncak edinmek
zorunda kalıyorsunuz. benim oyuncağım da tütün. beni öldüreceğini söylüyor
herkes, ben de biliyorum sigaranın beni öldüreceğini, farkındayım, istiyorum da
bunu, evet, doğru, sigara beni öldürecek, ama istediğim şekilde yaşayamıyorum
ki zaten, madem istediğim şekilde yaşamama izin vermiyorsunuz, o halde bırakın da
istediğim şekilde ölebileyim. ha? ne dersiniz? buna hakkım olmalı, öyle değil
mi?
"seni çok seviyoruz." hayır beni
sevmiyorsunuz, yazdıklarımı seviyorsunuz, ve yazdıklarım, ben değilim, beni
görünce kaçacak delik arıyorsunuz, sıkılıyorsunuz çünkü benden, sararmış
dişlerimden iğreniyorsunuz, duyulmayan sesimden bıkıyorsunuz, bir idiota
benzeyen tipimden utanıyorsunuz, ve hemen uzaklaşıyorsunuz... iş bitti yapı
paydos. bu nerden çıktı lan?
bazen zihin, kendi kendine, anlamsız ifadeler
üretebiliyor, ben onları da yazıyorum, hiç durmadan, düşünmeden, yaz babam yaz,
bakalım sonu nereye varacak...
zack, nerdesin moruk, gel kurtar beni, bu
ebegümecinden. insanlardan kurtar beni, aşktan kurtar, yazmaktan kurtar,
yayınlamaktan kurtar, annemden kurtar, kadınlardan kurtar, arkadaşlardan,
dostlardan, yabadabadu’culardan, herkesden ve herşeyden kurtar. bir odaya kapat
beni. ve aynı Emily Dickinson gibi, ölmeyi bekleyelim... fosillerimiz bile
kalmasın geriye. amin.
ne diyordum? gidip bir sigara yaktım işte
sonra. pil alamadım hayır, çünkü param yok, çünkü paramız yok, siz parasızlığın
ne olduğunu bilir misiniz? ben unutmak istiyorum bu şeyi, öğrendiğim herşeyi
unutmak istiyorum, hafıza kaybı geçirmek, kafamı bi taşa çarpmak, hatta yeniden
amfetaminle öpüşüp, psikoza girmek, sonrasında da bir tımarhaneye kapatılmak
istiyorum. gerçekten istiyorum yani bunu, çünkü sizin iki yüzlü, adi, çıkarcı,
yavşak dünyanıza, daha fazla tahammül edemiyorum. ben de iki yüzlü adi çıkarcı
ve yavşak bir herifim ama ben bunu inkar etmiyorum, benim inkar ettiğim tek
gerçeklik girdap zack unthatow, kısaca gzu, ona da siz inandığınız için,
anlaşamıyoruz... anlaşamamak kötü bir şey aslında, yani gerçekten kötü bir şey,
aynı evi paylaştığınız insanlarla anlaşamadan yaşamak zorunda kalmak kötü bir şey,
anlaşamadığınız insanlarla bir fanzin çıkarmaya çalışmak da kötü bir şey. biri
diyor, adı öyle olsun, biri diyor, yok şöyle olsun, e iyi de bilader, bunu
neden bana söylüyorsun, ve neden bunu şimdi söylüyorsun?
genelden sorduğum sorulara daima geç ve özel
cevap alıyorum. o yüzden, az önce, bilgisayarıma bir format attım ve, msn,
skype, gtalk, ve bilimum anında iletişim ve biletişim programlarını defettim
başımdan. bir de üzerine, kendimi kapattım diye ilan verecektim, ama vazgeçtim
bu ilanı vermekten, çünkü sonra soruların ardı arkası kesilmeyecek. kesilmeyecek
candan umut çıkmazmış... o da ne demekse.. saçmalıyorum. yo hayır, alt
metinlerle derdimi anlatmaya çalışıyorum. yok daha neler, yazdıklarımı,
yazdığım şekilde anlayabilen birini buldum da sanki, bir de alt metinlerle
donatıcam, bu gereksiz, eblek, basit, boş, anlamsız cümlelerimi... geçiniz. bir
sonraki paragraf lütfen...
aslına bakarsanız, hayat gerçekten boş ve bu
boş hayatı anlamlı kılabilen tek şey, aşk gibime geliyor. daha doğrusu ve daha
geneli: hissettiğimiz duygular. sevgi ve dostluk gibi. korku ve sevinç gibi.
öfke ve şefkat gibi. ve daha bir sürü heyecan. ben yine ve yeniden heyecanımı
kaybettim. hiç bir şey hissetmiyorum artık. ölüyorum ve yaşıyorum. ölerek
yaşıyorum. ölmeye de çalışmıyorum aslında. yani sigara içerek ölmeye
çalışmıyorum ben, hayatta kalmaya çalışıyorum. gerçekten. inanmıyor musunuz?
öyleyse anneme sorun. bu sabah nefes nefese uyandım ve kalbim feci halde
çarpıyordu. bu arada bende bir ritim bozukluğu var ve kan dolaşımım normal bir
insanınkine göre, bir kaç kat yavaş. gittikçe yavaşlıyor, eski bir doktor, öyle
söyledi. tüm doktorlara selam gönderiyorum buradan. beni karantinaya alıp,
insanlık tarihinde adı sanı duyulmamış bir takım hastalıklar keşfedebilirsiniz.
mesela burgu. burgu, dünya üzerinde sadece bende görülen, ve teşhisini benim
koyduğum, fizyolojik bir rahatsızlık. alkol alınca burnum akıyor. komik bir
hastalık lan bu. tekel bayiine gidiyor, ve iki bira bi paket selpak diyorum.
sizce de komik değil mi? gene başladı anasını satayım, ne güzel geçmişti.
pardon ya, ben bir şey anlatıyordum de mi?
laf karıştı gene... sabah uyandım ve anneme, bir daha sigara içmeyeceğim, sakın
verme dedim. aradan iki saat kadar geçti, normale döndüm, ve tam olarak bir
saat, evde büyük bir kavga çıkartıp, sigarama kavuştum. gerçekten büyük bir
kavga. ailevi. şiddet dozu yüksek, bol gerilimli bir aksiyon: girdo-mammy.
yakında sinemalarda....
kendimle dalga geçiyorum. tanrısını satayım,
vallahi kendimle dalga geçiyorum sadece, yok imalarmış, yok bir insandan nefret
etmelermiş, kin tutmalarmış, intikam planlarıymış. yok bende öyle şeyler.
hayatımın içine eden herkesi hayatımın içinde tutmaya devam ediyor, üstelik
hala onların iyiliği için savaşıyorum...
peki ya kendi iyiliğin girdap? aynaya hiç
baktın mı?
ayna ayna söyle bana, benden daha kibirli
biri var mı bu dünyada...
cevap yok. aynalar bile benimle ilgilenmiyor,
tanrısını satayım. bakıma muhtaç bir fareden farkım yok. ehaha. sakat bir
fareyim ben. ha bu arada aklıma gelmişken, lsd kullandığım zamanların birinde,
mor bir fare görmüştüm, o kadar güzeldi ki, çizgi filmlerdeki gibiydi lan, mor
bir fare.
mor fare, beni ele verme.
ne diyordum? diyordum ki, yine hiçbir şey
hissetmemeye başladım. geçenlerde bir dostum, bana bir psikolojik test yapıp,
sonunda da, “senin huzurunu ve eğlenceni öldürmüşler abi” dedi, haklısın dedim,
haklıydı çünkü. ölmüştü eğlencem. huzurlu değildim. yastığa sarılıp uyur,
uyanınca da bir sigara yakardım batan güneşe karşı. güneş batmalı bence. hep
gece olmalı. Amiraller de batmalı. ve gerçek su yüzüne çıkmalı artık: insan;
hatalı bir seri üretimdir.
ne diyorduk? açıkçası ne yazdığımı
hatırlamıyor ve geriye de dönüp bakmıyorum asla. gidiyor işte, gittiği yere
kadar gider. ben giderim adım kalır. gölgem beni hatırlasın..
insanın, gölgesine bakması, tuhaf bir duygu
aslında. yani siz evde otuyorsunuz, arka balkonda, ve batmaya yakın olan
güneşten dolayı toprağın üzerinde bir gölge oluşuyor. bakıyorsunuz ona. ve “bu,
ben miyim” diyorsunuz. ben bugün bunu dedim. sonra dönüp, acaba gölgesine aşık
olduğum bir kadını var edebilir miyim dedim... çünkü daha önce, böyle bir şey
geldi başıma. bostanlı sahilinde otururken, sabahın dördüne doğru, karanlığın
içinde, belli belirsiz bir kadın silueti gördük. sonra güneş doğdu, ve siluet
öldü. bu kadar. nokta.
öksürüyorum. durmadan öksürüyor ve kendimi
acındırmaya falan da çalışmıyorum. iğreniyorum kendini acındıran insanlardan.
ay çok hastayım diyenlerden mesela. lan ben ölüyorum, sen bana nezleyim
diyorsun, bana ne. ben sana, içimde titreşime alınmış ve sürekli çalıp duran
ağrılarımdan bahsediyor muyum? kendi kendime, kendi kendimle, kendi 'kendi'me!
ne diyordum? en son sigara içmek için ofisten
çıkmıştım, hani ipodun da pili bitmişti. hatırladınız mı? hastane, doktor,
kardiyoloji, sonra bir psiki-aktrist.
külliyen olmasa bile, yalan söylüyordum.
kardiyoloji kısmı doğru, meraktan gittim, insanın başına ne gelirse ya meraktan
ya da aşktan gelirmiş. nokta.
sonra işte, bu kardiyoloji bölümündeki
doktor, bana “sırtını aç ve derin derin nefes al” dedi. ben de öyle yaptım.
sonra “daha derin” dedi. bende daha derin aldım. sonra “biraz daha derin al”
dedi. ben de biraz daha derin aldım. sonra “kardeşim nefes alsana” dedi. “alıyorum
ya” dedim. “anlaşıldı bir röntgen çekmemiz lazım, ve bir de kalp ve damar
bilmem nesi” dedi. zack'le beraber, oradan oraya koşturuverdik. hastaları
gördük. ve korkmadık ama yine de. çünkü biliyoruz ki, o duruma gelmeden intihar
ederdik. hiçbir şey hissetmiyorum. bitkiden farkım kalmadı. arada bir yazıyorum
işte, hepsi bu. ha bir de, maddi ihtiyaçlarımı sağlamak için, bazı web sitesi
kodları yazmaya çalışıyorum. sonra? sonrası yok.. sonrası hiç bir zaman olmadı.
sonrasını hiçbir zaman düşünmedik. zack ve girdap. aynen bonnie ve clyde gibi.
aynen, Mickey ve Mallory gibi. natural born killers. hatırladınız mı?
sonra işte sonuçlar geldi, sonrası sansürlü.
sonra dişlerimi temize çektirdim. sonra da bir sigara daha yakıp otobüsü
beklemeye başladım. sonra? sonra eve geldim. bilgisayarımı açtım. ve bu
saçmalığı karalamaya başladım. karalamaya da devam ediyorum. düşünecek olursak,
yani kendi adımıza, hayatımızın bize ne getirdiği, ve bizden neleri götürdüğünü
düşünecek olursak, yani ben bunu düşününce, artık bir sonuç elde edemiyorum.
heyecan duymaktan bahsediyorum size. herhangi bir heyecandan. müzik dışında
hiçbir şey heyecanlandırmıyor artık beni. ve artık gerçekten hiçbir şey
hissetmiyorum. bitkiden farkım yok. bekliyorum. beklerken yazıyorum. her
şekilde yazıyorum, hem bu saçmalıkları, hem de bilgisayar programlarını,
beklerken fanzin çıkartıyorum, beklerken sigara içiyorum, beklerken yaşama
devam ediyor ve niye beklediğimi de gerçekten bilmiyorum. hayır, bir mesihe
inanmıyorum. inancımı yitirdim. düşlerimi yitirdim. sadece kendim için bir şeyler
yapıyorum artık. kendim için dişlerime iyi bakıyor ve kendim için ingilizce
öğreniyorum. kendim için programcılık bilgimi geliştirip, maddi olarak da
hayatta kalmaya çalışıyorum. ama artık hiçbir şey için umut etmiyorum. kimseyle
konuşmuyorum. kimseye açıklama yapmıyorum. kendimle konuşuyorum sadece. bir de,
bana bir web sitesi siparişi veren insanlarla konuşuyorum. yani artık öyle
yapacağım. yani artık yeni kararlar aldım. yani artık ben yarı zack yarı girdap
olacağım. ara evredeyim. ara evrede kalmak istiyorum. ortada bir yerde. zack
gibi, kimseyle sevişmeden beklemek, girdap gibi, başına gelen herşeyi yazmak
istiyorum. başına gelmeyen şeyleri de tabii, "farklı kaydet" gibi..
ve yazacağım, ve yazıp, sonra hepinize kayacağım. kayan bir yıldızım ben. bir
kara deliğe doğru kayıyorum. hala gökyüzüne bakınca görülebiliyorum ama, o
halde bir dilek tutun. belki gerçek olur dilekleriniz. umarım gerçek olur.
umarım hayattan tüm beklentilerinize, bütün arzu ve isteklerinize kavuşursunuz.
umarım istediğiniz herşey gerçek olur. umarım hayatınız boyunca hayal kırıklığı
yaşamazsınız. umarım hayatınız boyunca asla canınız yanmaz. umarım hayatınız
boyunca acı çekmezsiniz. umarım. gerçekten. iyi dilekler. hepimizin iyi bir
dileğe ve şansa ve yalnız kalmaya ihtiyacı var bence.
ne diyordum? başım ağrıyor. çünkü doğru
düzgün uyuyamıyorum artık. umarım güzel düşler görürsünüz rüyalarınızda.. ben
artık düş görmüyorum. görmemeyi umuyorum yani. umarım görmem. umarım bir rüya
görüp, uyanınca, kendimi aptal gibi hissetmem. rüyalar aldatıcıdır. ve sizi,
aslında gerçek olmayan bir acıya gark edebilirler, ya da sevince. hayat sevince
güzel demiş atalarımız. atalarımız mı? evet atalarımız... ne var bunda?
şimdi gidip uyuyacağım. uyandığımda hepinizi
burada görmek istiyorum. daha söyleyeceklerim bitmedi...
zack & girdap
ying yang'ın ikiyüzü
14.mayıs.09 – 18:45
* başlık, pj harvey'in bir şarkısının adıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder