14 Mayıs 2009

the river

the river

doktora gittim bugün. kardiyoloji. bana, sigara içmeye devam ettiğim sürece, kısa süre sonra ölebileceğimi söyledi. “ne güzel” dedim bende. herif suratıma aptal aptal baktı ve “lütfen çıkar mısın, hayatta kalmak isteyenlerle ilgilenmek istiyorum" dedi. tamam dedim. arkamı dönüp çıkıyordum ki, “bir saniye bakar mısın” dedi, dönüp baktım, “sana bir psikiyatrist önersem hemen şimdi gider miydin” dedi. “şey, aslında, şu an yapacak bir işim yok” dedim “gidebilirim, severim psikiyatristleri, eğlenceli oluyorlar”. kağıda bir şeyler yazıp uzattı, “ben şimdi arıyorum, benim gönderdiğimi söylersin” dedi. “tamam” dedim “hemen şimdi gideyim mi yani?”

ve gittim. sabahın on biri. öğlenin on biri. gecenin on biri. zamansal algımı kaybettim. zamanın biri işte. gittim. girişte duran ve bir hayli hoş olan hatuna, “beni doktor apostalakis gönderdi” dedim, “iletir misiniz?”
“tamam iletiyorum” dedi o da bana.. ve biraz beklemem gerektiğini söyledi, bekledim bende.. bir köşeye geçip oturdum. yanımda her zaman bir kitap taşımaya çalışıyorum. ve bir de ipod. o günde bu ikisi birleşip bana bir karadelik inşa ettiler.

kulağımda river, pj harvey, önümde zen üzerine yazılmış bir kitap, oturup beklemeye başladım. insanlar tuhaf bakıyordu bana. yani o muayenede sırada bekleyen insanlar demek istiyorum. tuhaf bakıyorlardı. ben tuhaf değildim oysa. hayatım boyunca, tuhaf biri olduğumu düşünmedim. içimden geldiğince yaşamaya çalıştım daima. ama insanlar, içlerinden gelen doğal afete, bir set çekip, maskeler edinirler. aslında bende, şöyle seksen üç bin dört yüz yetmiş beş tane maske alsam fena olmaz, ancak yeter bana. o kadar çok insan tanıyorum ki, kendimi unuttum..

doktor bey, hastası çıkınca, hastası ile beraber kapıya çıktı ve sekreteri olan hoş bayana, “kim” dedi, bayan gösterdi beni, deşifre edildim, ve bana dönüp, “randevusu olan hastalarım var beyfendi, zamanınız varsa, onlardan sonra alacağım sizi” dedi,
“zaman problemim yok” dedim ona, “beklerim”

kendimde, ilginç bir değişiklik fark ettim o sırada, artık kekelemiyordum, yani hemen hemen hiç kekelemiyor, kendimden emin bir şekilde ve sakince konuşuyordum. Bu, iyi bir şeydi, böylece ağzıma gelen şeyleri, çocukken yaptığım gibi, başkalarını kekemeliğimle meşgul etmemek için, yutmak zorunda kalmayacaktım.

bu yüzden yazdığımı düşünüyordum eskiden, yani kekeme bir çocukluğun getirdiği, kendini bir şekilde anlatma isteği, içinden geçenleri, yolda başına gelenleri, söylemen gerekip de söyleyemediğin şeyleri. ama hayır, yani tamam belki, başlangıçta bu şekilde başlamış olabilir, ama artık bu şekilde gitmiyor. çünkü artık, nerede ve hangi konumda olursam olayım, söylemek istediklerimi söyleyebiliyor, buna rağmen hala yazıyorum. ha sahi, hala yazmaya devam etmeli miyim sizce? yoksa artık tedavi oldum mu? yazmak bir hastalık benim için, bir tür bağımlılık, yazamadığım zaman, kendimi çok rahatsız ve işe yaramaz hissediyorum. yazdıklarımın bir işe yaradığı söylenemez gerçi, en azından benim bir işime yaramıyor, yani genel toplum algısına göre demek istiyorum... toplumun büyük bir kesiminin, yazdığımı öğrendikten sonra, sordukları klasik sorulara göre, elle tutulur hiç bir artısı yok yazmamın;

para kazandırıyor mu?
hayır

peki ya hatun düşürüyor musun?
hatunlardan dolayı düşüyorum

o ne demek lan?

evrenin iki bilinmeyenli ve çözümsüz olan tek denklemi. kadın ve erkek.

aşk, sahip olmaktan, ve sahip olunulmaktan başka bir şey değil gördüğüm kadarıyla. ve ortada, herkesçe sahip olunulmaya çalışılan bir erkek varsa, kadınlar ona aşık olur, elde etmeye çalışır. elde ettikleri takdirde de, aşkları biter. nokta.

burada bir kadın düşmanlığı gütmüyorum. kadın düşmanı değilim ben. aksine, profeminist bile sayıldım bir dönem. ama inandığım bir şey var ki: aramızda fizyolojik farklardan çok daha öte bir şey var. kromozomlar. xx ve xy. bunu araştırmam gerekiyor aslında, yani o “y” farkının, hayatımıza kattığı karmaşayı. fark var, ama herhangi bir üstünlük yok. eşitlik de yok. bir denklemde, birbirine eşit olmayan ama birbirinden üstün de olamayan, iki değerin, birbirine göre olan konumunu, nasıl ifade edebiliriz? denklik desem doğru demiş olur muyum? bingo. doğru cevap. bir adet elma kazandınız sayın girdap unthatow. afiyetle yiyip, çöpünü çöpe atınız. hayır hayır, yarısını bir kız arkadaşınıza vermeniz gerekmiyor, hepsi sizin. evet hepsi benim... kendimi seviyor, kendimden iğreniyorum...

bu düşüncelere dalmış kitabı okurken, ipodun pilleri bitti ve sigara krizim geldi. sigara içmeden duramıyorum. bağımlıyım sigaraya. seviyorum. aşığım. n’apabilirim? hayatınızın iki yılını, yüksek dozda ve her türden uyuşturucu maddeleri alarak geçirmiş ve en sonunda boktan bir psikoza girip kafayı yemişseniz, sonrasında kendinize bir oyuncak edinmek zorunda kalıyorsunuz. benim oyuncağım da tütün. beni öldüreceğini söylüyor herkes, ben de biliyorum sigaranın beni öldüreceğini, farkındayım, istiyorum da bunu, evet, doğru, sigara beni öldürecek, ama istediğim şekilde yaşayamıyorum ki zaten, madem istediğim şekilde yaşamama izin vermiyorsunuz, o halde bırakın da istediğim şekilde ölebileyim. ha? ne dersiniz? buna hakkım olmalı, öyle değil mi?

"seni çok seviyoruz." hayır beni sevmiyorsunuz, yazdıklarımı seviyorsunuz, ve yazdıklarım, ben değilim, beni görünce kaçacak delik arıyorsunuz, sıkılıyorsunuz çünkü benden, sararmış dişlerimden iğreniyorsunuz, duyulmayan sesimden bıkıyorsunuz, bir idiota benzeyen tipimden utanıyorsunuz, ve hemen uzaklaşıyorsunuz... iş bitti yapı paydos. bu nerden çıktı lan?

bazen zihin, kendi kendine, anlamsız ifadeler üretebiliyor, ben onları da yazıyorum, hiç durmadan, düşünmeden, yaz babam yaz, bakalım sonu nereye varacak...

zack, nerdesin moruk, gel kurtar beni, bu ebegümecinden. insanlardan kurtar beni, aşktan kurtar, yazmaktan kurtar, yayınlamaktan kurtar, annemden kurtar, kadınlardan kurtar, arkadaşlardan, dostlardan, yabadabadu’culardan, herkesden ve herşeyden kurtar. bir odaya kapat beni. ve aynı Emily Dickinson gibi, ölmeyi bekleyelim... fosillerimiz bile kalmasın geriye. amin.

ne diyordum? gidip bir sigara yaktım işte sonra. pil alamadım hayır, çünkü param yok, çünkü paramız yok, siz parasızlığın ne olduğunu bilir misiniz? ben unutmak istiyorum bu şeyi, öğrendiğim herşeyi unutmak istiyorum, hafıza kaybı geçirmek, kafamı bi taşa çarpmak, hatta yeniden amfetaminle öpüşüp, psikoza girmek, sonrasında da bir tımarhaneye kapatılmak istiyorum. gerçekten istiyorum yani bunu, çünkü sizin iki yüzlü, adi, çıkarcı, yavşak dünyanıza, daha fazla tahammül edemiyorum. ben de iki yüzlü adi çıkarcı ve yavşak bir herifim ama ben bunu inkar etmiyorum, benim inkar ettiğim tek gerçeklik girdap zack unthatow, kısaca gzu, ona da siz inandığınız için, anlaşamıyoruz... anlaşamamak kötü bir şey aslında, yani gerçekten kötü bir şey, aynı evi paylaştığınız insanlarla anlaşamadan yaşamak zorunda kalmak kötü bir şey, anlaşamadığınız insanlarla bir fanzin çıkarmaya çalışmak da kötü bir şey. biri diyor, adı öyle olsun, biri diyor, yok şöyle olsun, e iyi de bilader, bunu neden bana söylüyorsun, ve neden bunu şimdi söylüyorsun?

genelden sorduğum sorulara daima geç ve özel cevap alıyorum. o yüzden, az önce, bilgisayarıma bir format attım ve, msn, skype, gtalk, ve bilimum anında iletişim ve biletişim programlarını defettim başımdan. bir de üzerine, kendimi kapattım diye ilan verecektim, ama vazgeçtim bu ilanı vermekten, çünkü sonra soruların ardı arkası kesilmeyecek. kesilmeyecek candan umut çıkmazmış... o da ne demekse.. saçmalıyorum. yo hayır, alt metinlerle derdimi anlatmaya çalışıyorum. yok daha neler, yazdıklarımı, yazdığım şekilde anlayabilen birini buldum da sanki, bir de alt metinlerle donatıcam, bu gereksiz, eblek, basit, boş, anlamsız cümlelerimi... geçiniz. bir sonraki paragraf lütfen...

aslına bakarsanız, hayat gerçekten boş ve bu boş hayatı anlamlı kılabilen tek şey, aşk gibime geliyor. daha doğrusu ve daha geneli: hissettiğimiz duygular. sevgi ve dostluk gibi. korku ve sevinç gibi. öfke ve şefkat gibi. ve daha bir sürü heyecan. ben yine ve yeniden heyecanımı kaybettim. hiç bir şey hissetmiyorum artık. ölüyorum ve yaşıyorum. ölerek yaşıyorum. ölmeye de çalışmıyorum aslında. yani sigara içerek ölmeye çalışmıyorum ben, hayatta kalmaya çalışıyorum. gerçekten. inanmıyor musunuz? öyleyse anneme sorun. bu sabah nefes nefese uyandım ve kalbim feci halde çarpıyordu. bu arada bende bir ritim bozukluğu var ve kan dolaşımım normal bir insanınkine göre, bir kaç kat yavaş. gittikçe yavaşlıyor, eski bir doktor, öyle söyledi. tüm doktorlara selam gönderiyorum buradan. beni karantinaya alıp, insanlık tarihinde adı sanı duyulmamış bir takım hastalıklar keşfedebilirsiniz. mesela burgu. burgu, dünya üzerinde sadece bende görülen, ve teşhisini benim koyduğum, fizyolojik bir rahatsızlık. alkol alınca burnum akıyor. komik bir hastalık lan bu. tekel bayiine gidiyor, ve iki bira bi paket selpak diyorum. sizce de komik değil mi? gene başladı anasını satayım, ne güzel geçmişti.

pardon ya, ben bir şey anlatıyordum de mi? laf karıştı gene... sabah uyandım ve anneme, bir daha sigara içmeyeceğim, sakın verme dedim. aradan iki saat kadar geçti, normale döndüm, ve tam olarak bir saat, evde büyük bir kavga çıkartıp, sigarama kavuştum. gerçekten büyük bir kavga. ailevi. şiddet dozu yüksek, bol gerilimli bir aksiyon: girdo-mammy. yakında sinemalarda....

kendimle dalga geçiyorum. tanrısını satayım, vallahi kendimle dalga geçiyorum sadece, yok imalarmış, yok bir insandan nefret etmelermiş, kin tutmalarmış, intikam planlarıymış. yok bende öyle şeyler. hayatımın içine eden herkesi hayatımın içinde tutmaya devam ediyor, üstelik hala onların iyiliği için savaşıyorum...

peki ya kendi iyiliğin girdap? aynaya hiç baktın mı?

ayna ayna söyle bana, benden daha kibirli biri var mı bu dünyada...

cevap yok. aynalar bile benimle ilgilenmiyor, tanrısını satayım. bakıma muhtaç bir fareden farkım yok. ehaha. sakat bir fareyim ben. ha bu arada aklıma gelmişken, lsd kullandığım zamanların birinde, mor bir fare görmüştüm, o kadar güzeldi ki, çizgi filmlerdeki gibiydi lan, mor bir fare.

mor fare, beni ele verme.

ne diyordum? diyordum ki, yine hiçbir şey hissetmemeye başladım. geçenlerde bir dostum, bana bir psikolojik test yapıp, sonunda da, “senin huzurunu ve eğlenceni öldürmüşler abi” dedi, haklısın dedim, haklıydı çünkü. ölmüştü eğlencem. huzurlu değildim. yastığa sarılıp uyur, uyanınca da bir sigara yakardım batan güneşe karşı. güneş batmalı bence. hep gece olmalı. Amiraller de batmalı. ve gerçek su yüzüne çıkmalı artık: insan; hatalı bir seri üretimdir.

ne diyorduk? açıkçası ne yazdığımı hatırlamıyor ve geriye de dönüp bakmıyorum asla. gidiyor işte, gittiği yere kadar gider. ben giderim adım kalır. gölgem beni hatırlasın..

insanın, gölgesine bakması, tuhaf bir duygu aslında. yani siz evde otuyorsunuz, arka balkonda, ve batmaya yakın olan güneşten dolayı toprağın üzerinde bir gölge oluşuyor. bakıyorsunuz ona. ve “bu, ben miyim” diyorsunuz. ben bugün bunu dedim. sonra dönüp, acaba gölgesine aşık olduğum bir kadını var edebilir miyim dedim... çünkü daha önce, böyle bir şey geldi başıma. bostanlı sahilinde otururken, sabahın dördüne doğru, karanlığın içinde, belli belirsiz bir kadın silueti gördük. sonra güneş doğdu, ve siluet öldü. bu kadar. nokta.

öksürüyorum. durmadan öksürüyor ve kendimi acındırmaya falan da çalışmıyorum. iğreniyorum kendini acındıran insanlardan. ay çok hastayım diyenlerden mesela. lan ben ölüyorum, sen bana nezleyim diyorsun, bana ne. ben sana, içimde titreşime alınmış ve sürekli çalıp duran ağrılarımdan bahsediyor muyum? kendi kendime, kendi kendimle, kendi 'kendi'me!

ne diyordum? en son sigara içmek için ofisten çıkmıştım, hani ipodun da pili bitmişti. hatırladınız mı? hastane, doktor, kardiyoloji, sonra bir psiki-aktrist.

külliyen olmasa bile, yalan söylüyordum. kardiyoloji kısmı doğru, meraktan gittim, insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da aşktan gelirmiş. nokta.

sonra işte, bu kardiyoloji bölümündeki doktor, bana “sırtını aç ve derin derin nefes al” dedi. ben de öyle yaptım. sonra “daha derin” dedi. bende daha derin aldım. sonra “biraz daha derin al” dedi. ben de biraz daha derin aldım. sonra “kardeşim nefes alsana” dedi. “alıyorum ya” dedim. “anlaşıldı bir röntgen çekmemiz lazım, ve bir de kalp ve damar bilmem nesi” dedi. zack'le beraber, oradan oraya koşturuverdik. hastaları gördük. ve korkmadık ama yine de. çünkü biliyoruz ki, o duruma gelmeden intihar ederdik. hiçbir şey hissetmiyorum. bitkiden farkım kalmadı. arada bir yazıyorum işte, hepsi bu. ha bir de, maddi ihtiyaçlarımı sağlamak için, bazı web sitesi kodları yazmaya çalışıyorum. sonra? sonrası yok.. sonrası hiç bir zaman olmadı. sonrasını hiçbir zaman düşünmedik. zack ve girdap. aynen bonnie ve clyde gibi. aynen, Mickey ve Mallory gibi. natural born killers. hatırladınız mı?

sonra işte sonuçlar geldi, sonrası sansürlü. sonra dişlerimi temize çektirdim. sonra da bir sigara daha yakıp otobüsü beklemeye başladım. sonra? sonra eve geldim. bilgisayarımı açtım. ve bu saçmalığı karalamaya başladım. karalamaya da devam ediyorum. düşünecek olursak, yani kendi adımıza, hayatımızın bize ne getirdiği, ve bizden neleri götürdüğünü düşünecek olursak, yani ben bunu düşününce, artık bir sonuç elde edemiyorum. heyecan duymaktan bahsediyorum size. herhangi bir heyecandan. müzik dışında hiçbir şey heyecanlandırmıyor artık beni. ve artık gerçekten hiçbir şey hissetmiyorum. bitkiden farkım yok. bekliyorum. beklerken yazıyorum. her şekilde yazıyorum, hem bu saçmalıkları, hem de bilgisayar programlarını, beklerken fanzin çıkartıyorum, beklerken sigara içiyorum, beklerken yaşama devam ediyor ve niye beklediğimi de gerçekten bilmiyorum. hayır, bir mesihe inanmıyorum. inancımı yitirdim. düşlerimi yitirdim. sadece kendim için bir şeyler yapıyorum artık. kendim için dişlerime iyi bakıyor ve kendim için ingilizce öğreniyorum. kendim için programcılık bilgimi geliştirip, maddi olarak da hayatta kalmaya çalışıyorum. ama artık hiçbir şey için umut etmiyorum. kimseyle konuşmuyorum. kimseye açıklama yapmıyorum. kendimle konuşuyorum sadece. bir de, bana bir web sitesi siparişi veren insanlarla konuşuyorum. yani artık öyle yapacağım. yani artık yeni kararlar aldım. yani artık ben yarı zack yarı girdap olacağım. ara evredeyim. ara evrede kalmak istiyorum. ortada bir yerde. zack gibi, kimseyle sevişmeden beklemek, girdap gibi, başına gelen herşeyi yazmak istiyorum. başına gelmeyen şeyleri de tabii, "farklı kaydet" gibi.. ve yazacağım, ve yazıp, sonra hepinize kayacağım. kayan bir yıldızım ben. bir kara deliğe doğru kayıyorum. hala gökyüzüne bakınca görülebiliyorum ama, o halde bir dilek tutun. belki gerçek olur dilekleriniz. umarım gerçek olur. umarım hayattan tüm beklentilerinize, bütün arzu ve isteklerinize kavuşursunuz. umarım istediğiniz herşey gerçek olur. umarım hayatınız boyunca hayal kırıklığı yaşamazsınız. umarım hayatınız boyunca asla canınız yanmaz. umarım hayatınız boyunca acı çekmezsiniz. umarım. gerçekten. iyi dilekler. hepimizin iyi bir dileğe ve şansa ve yalnız kalmaya ihtiyacı var bence.

ne diyordum? başım ağrıyor. çünkü doğru düzgün uyuyamıyorum artık. umarım güzel düşler görürsünüz rüyalarınızda.. ben artık düş görmüyorum. görmemeyi umuyorum yani. umarım görmem. umarım bir rüya görüp, uyanınca, kendimi aptal gibi hissetmem. rüyalar aldatıcıdır. ve sizi, aslında gerçek olmayan bir acıya gark edebilirler, ya da sevince. hayat sevince güzel demiş atalarımız. atalarımız mı? evet atalarımız... ne var bunda?

şimdi gidip uyuyacağım. uyandığımda hepinizi burada görmek istiyorum. daha söyleyeceklerim bitmedi...

zack & girdap
ying yang'ın ikiyüzü

14.mayıs.09 – 18:45

* başlık, pj harvey'in bir şarkısının adıdır.


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder