gazoz kapağı savaşı
1.
aslına bakarsanız, çok basit bir
şey bu benim yaptığım, serbest yazım, akışına göre, üzerinde uğraşmadan,
kelimeleri eğip bükmeden, söz sanatı yok, derinlik yok, emek yok.
“edebiyatı çok hafife alıyorsun girdap” diyor,
ben de ona, “sen beni çok hafife alıyor olmayasın” diyorum. bir başkası, “bence
sen kaybeden değilsin dostum, kaybeden edebiyatı yapmıyorsun, zirveye
oynuyorsun” diyor. haklı aslında küçük dostum, zirveye oynuyorum, ama dünya
yuvarlak. bana kalırsa, hayat da yuvarlak. daima başlangıç noktasına dönersin
bu hayat içinde, birkaç kez hem de. sonra yolları ezberler, ve daima
kestirmeden giderek sürekli başa döner ve artık başlangıç noktasını unutur,
paso işe gider gelir içer sızarsın. sonra hoop en başa. kolay.
ne diyordum? evet dostum, zirveye
oynuyorum, ama hayat yuvarlak, iyi oynayan kazansın. kazanmak mı? kaybeden
olmak? hayat yuvarlak ve zirveye tırmanmaya çalışanlar da var, benim gibi çukur
kazanlar da. ve o zirveye tırmanma telaşındakilerle, benim gibilerin gideceği
yer aynı. kimine göre zirve orası, kimine göre yerin dibi. ama sonuç aynı.
sadece baktığın açıya göre değişiyor konum, kimine göre zirve, kimine göre dip.
uzayın neresi yukarısıdır philip?
bugün size ne anlatabilirim
bilmiyorum. başladım ve yazıyorum. ve akıyor. pekala. bir düşünelim. gelen
eleştirilere cevap hakkım doğdu aslında.
sayın kripton bey,
bukowski’yi taklit ettiğimi
düşünüyor olmanız, beni, sizin eski eleştirmenlerimi taklit ettiğinizi
düşünmeye itti. biraz daha iyi okursanız, kimseyi taklit etmediğimi, aksine,
pek kitap okumadığımı fark edersiniz. kitap okumuyorum. okuyamıyorum. çünkü
paso ya çalışıyor ya da uyuyorum. bu ikisi arasındaki üç beş dakikayı da, sizin
gibilerden fırça yemek için yazmaya ayırıyorum. elimde çeşitli hayranlarımdan
gelen 38 kitap var, hiçbirine başlayamadım. emekli olunca başlarım umarım.
vaktim yok. basit bir bahane size. ve sıkıldım adını bile duymadığım yazarlara
araksiyon muamelesi görmekten. virginia woolf mu? o da kim? hayır, hakan
günday’ı okumadım, başladım ve kaldı öyle. bir kitabı. iyi yazıyor olabilir,
ama okumadım henüz. okuyacağım. söz. anneme sigara konusunda verdiğim sözler
gibi aynı. söz. sigarayı bırakıcam. tüm yazarları okuyucam. biraz daha bilgili
olucam bazı konularda, sonra yeniden yazmaya başlıcam.
sayın turnosol bey,
yazdıklarınızı okuyamadım ama
yazmak üzerine verdiğiniz nasihatlerden sıkıldım ve sizi engelledim. sildim.
ettiğiniz küfürlerden sonra, üzerinize oturdum ve hiçbir şey batmadı bana. ama
umarım, artık yazdıklarınızı gün ışığına çıkarır ve merakımızı giderirsiniz.
evet evet, bir şair boksördür ve benim yumruklarım cılız. ama sizin yazmak
üzerine konuşmak yerine artık yazdıklarınızı ringe sokmanız gerekmiyor mu?
sayın. sayın yok. sayı yok. harf
yok. ilkel dönemlerden bahsediyorum. ve o dönemlerde yaşamak istiyorum. zaman
makinesi. ama işe yaramaz artık bu. medeniyet bizi kirletti. ve evet evet, hep
aynı şeylerden bahsediyorum. o yüzden bu kez, şimdilik, banttı değiştiriyor, ve
henüz gün ışığına çıkartılmamış bir geçmiş zaman diliminden bahsetmek istiyorum.
2.
onsekiz sene önceydi. sekiz
yaşındayım o zamanlar. mahallede, süleyman adında, benden bir yaş küçük bir tip
vardı. “sarı” derlerdi ona. aşırı sarışındı. ve abisi, benden iki yaş büyüktü.
adı erkan’dı abisinin. o da aksine, alabildiğine karaydı. “arap” diyorlardı ona
da. ve evet, aynı anne baba. ve süleyman’la sürekli bir rekabet içindeymişim
gibi hissederdim kendimi. çünkü mahallenin güzeli, gülçin, benden bir, süleyman’dan
iki yaş büyük olan hatun, çocuk hatun, evcilik oyunlarında, sürekli süleyman’la
eş olurdu. ben de başka biri ile. sonra biraz daha büyüdük ve evcilik çocukça
gelmeye başladı. başka oyunlar bulduk. kızlar ip atlar, biz de gazoz kapağına
taş atardık. babam kahvede çalıştığı için, sürekli bana gazoz kapağı getirir,
ben de onları sürekli olarak kaybederdim. süleyman’la ortak oldum sonra. o iyi
oynuyordu bu mereti. benim babam da iyi kapaklar saklıyordu bana kahvede.
onluk, yirmilik kapaklar. az bulunur türden. ve bir yandan sülo ile mahallenin
çocuklarını yutar, bir taraftan babamın kapakları ile güçlenirdik. üç beş
mahallenin en kral gazoz kapağı arşivi bizdeydi, ama sıkıldık bu oyundan da.
çiviye başladık bu kez de. çamura çivi atıp çizik atmak. bilir misiniz? çelik
çomak. saklambaç. bisiklet yarışları. tek kale maç. muçi. bulan kaçan. vs vs.
ve zaman geçtikçe bir sürü değişik oyundan sıkılıp, kavga etmeye başladık.
gülçin de büyüyordu bu arada. sanırım gülçin oniki, ben onbir, sülo on olmuştu.
diğer elemanlar da o civarlarda. erkan ise, süleymanın abisi, on üç olmuştu.
inşaat vardı mahallede. orada
oturuyorduk. inşaatın içinde. erkan, ben, sülo, sercan, serhat, vs vs. erkan,
“gülçini siktim oğlum dün gece” dedi. yalan söylüyordu elbette. çocuktuk daha.
hiç bir şey bilmiyor ama küfür ediyorduk. erkan belki de ilk kez fantezi
kurmaya başlamıştı. bilemiyor ve pek de hatırlamıyorum. ama o gün erkan’ı
dövmek istemiştim. bir kıza küfür ettiği için. küfür gibi gelmişti bana bu.
sikmek? küfür olmayabilirdi belki de. herkes bu işi yapıyordu. hepimiz bu
şekilde doğmuştuk. ama tabir kabaydı. çok sonraları, bu kelimenin ataerkil
toplum yapımızın bir sorunu olduğuna karar verdim. seks yapma eylemi küfür
yerine geçiyordu. ve her türlü küfür, cinsiyetçiydi. “ibne” bile. ama o
günlerde, ben de, diğer arkadaşlarım gibi, toplumsal cinsiyetime ısınmaya çalışıyordum.
erkektim ben. kavga edicek, küfür edicek, kızlara bakıcak, ağlamayacak ve
büyüyecektim. “erkek adam”
her neyse, sülo ile aramda ciddi
problemler doğmaya başladı sonra. gazoz kapağı mevsimi tekrardan açıldı ve
ortaklık bozuldu. paylaşmak istemiyordu kapakları. beni dövüşmeye davet
ediyordu. dövüşmek istemiyorum demiştim. sadece kapaklarımı ver. itti bi kez.
ben itmedim. kapaklar dedim. o an etrafımızda on kişi vardı. mahallenin
çocukları ve gençleri. kimisi altı yedi yaşında. kimisi onaltı onyedi. biz de, on
onbir sanırım. sülo ve ben. o zamanlar girdap değildim elbette. sonradan girdap
olmuştum.
her neyse, beni itti sülo, ikinci
kez. ve “zorlama beni” dedim. ve üçüncü itişinde, bi tane geçirdim midesine.
kapıştık, ve ben altta kaldım. vurdukça vuruyordu. ve kimse ayırmıyor, herkes
izliyor, kimisi sülo’ya kimisi bana destek oluyordu. en sonunda abim gelip
ayırdı bizi. abim o zamanlar yirmibirindeydi. on yaş vardı abimle aramda.
ve eve geldik. burnum kanamıştı.
kapakları alamamış, üzerine dayak yemiştim. ağlamadım ama. erkektim ben. ve
sonra, günler geçti. tekrar barıştık sülo ile. arada sırada kavga ediyor, arada
sırada barışıyorduk. serseriydik. kuruçay’da yaşıyorduk. izmir kuruçay’da. yani
çingene mahallesi. her türlü pisliği biliyorduk yaşımız on civarı olmasına
rağmen. hap, esrar, hırsızlık, pezevenkler, fahişeler, katiller. çingenelerle
paso kavga ediyorduk. büyük kavgalar. taşlı, sopalı, bıçaklı.. biz çingene
değildik. ama mahallemiz bitişikti onların gettosu ile. zaman geçtikçe arkadaş
olduk çingenelerle. ve beraber maç yapmaya, gezmeye ve muhabbet etmeye
başladık. ama o dönemler aramızda çocukça bir husumet vardı.
her neyse, biri vardı mahallede,
çingeneydi, oto-kiralama dükkanı vardı. bedeni yara doluydu. bir dolu kurşun
izi. onsekiz tane kurşun yemiş ve ölmemişti bir keresinde. sonra o herifleri
bulup ağır yaralamış ve hapse girmişti. tam bir belaydı yani. korkusuz.
düşüncesiz. umarsamaz. herkes korkuyordu ondan. biz korkmuyorduk ama. sülo ve
ben. yanına gider, sigara içişini izlerdik. esrar içişini. “sakın başlamayın
buna çocuklar” der ama kendi hep içerdi.
bir de tek kale maç yapardık
süleymanla. kaleci erkan olurdu. sülo’nun abisi. sürekli yenilirdim sülo’ya,
daha iyi oynamama rağmen. erkan hem hakem hem spiker hem de kaleciydi çünkü.
bir de sülo’nun abisiydi. gollerimi saymaz, penaltılarımı vermezdi. yıllar
sonra, bu hileye hayatım boyunca maruz kalacağımı ve oynamaktan vazgeçeceğimi
fark ettim. vazgeçtim de, hayatla oynamaktan, yarışmaktan falan yani.
ama hatırladığım en güzel an,
sülo’nun, ağzı burnu kan dolu evine gittiği gündü. yine gazoz kapakları moda
olmuştu. ve babam eve kapak getirir, ben de kimi zaman yutar kimi zaman
yutulurdum. bir keresinde teke tek oynadık sülo ile. benim eski ortalıktan olma
kapaklarım ondaydı hala. yeni kapaklar edinmiştim kendime. sıfırdan. ve oyun
ilerledi. izliyordu on beş yirmi kişi. onunla dövüşmelerimi izleyen tipler.
yutuyordum. yutuluyordu sülo. yutuldukça sinirleniyor ve izleyicilere
sataşıyordu. kavga etmek istiyordu canı. ama bu kez benim de canım kavga
istiyordu. ve oyun bitti nihayet, tüm kapakları bitmişti sülo’nun. iflas
etmişti. yutmuştum neyi varsa. ona kapak getiricek bir babası yoktu. babası vardı
elbette, biri sarışın biri zenci, iki oğlu olan bir baba. annesi sarışındı,
babası esmer. ya siz ne sandınız? kadının adamı aldattığını mı? öyle şeyler pek
olmazdı bizim muhitte. olursa da, kadının işi gerçek anlamda biterdi.
böyle bir mahalle. izmir. boğaziçi.
bilir misiniz? pek kimse bilmez. izmir’li olan biri sorunca, “boğaziçi” derdim,
“istanbul'da mı oturuyorsun” derdi. o yıllarda. şimdi buca’dayım gerçi. ve
özledim o mahalleleri. varoş. bitik. harap. eski evler. eski insanlar. eski
hayatlar. teknoloji ile en son tanışan insanlar. bir internetkafe açılınca
mahallede, çocukları sokaklardan silinen insanlar. şimdi nasıldır bilemiyorum.
ama o zamanlar, ben onyediyken, oniki yaşında olan hiçbir çocuk, sokak oyunları
oynamıyordu. büyükler mutlu oldular. bizleri her mahalleden kovan büyükler.
“burda top oynamayın” diyerek topumuzu kesen büyükler.
konumuza geri dönelim. tüm
kapaklarını yutuldu sülo. “ortak olalım” dedi, kabul etmedim. evime dönüyordum.
kapaklar torbamda. ve tam evimin önünde arkamdan boğazıma sarıldı. kapakları
sercan’a verdim ve boğazımı kurtardım önce. sonra seri halde yumruklaşmalar
başladı. altıma alabildim sonunda onu. benden güçlüydü, bir yaş küçük olmasına
rağmen. ve altımdaydı. vurdukça vuruyor, acımıyordum. herkes izliyordu. gülçin
de izliyor ve gülüyordu. kime güldüğünü bilmiyorum. en sonunda kalktım sülo’nun
üzerinden, ve bana küfür ede ede evine gitti sülo. bir daha da kavga etmedik
onunla. bu kez gerçekten iki sıkı dost olduk. onu döverek, dostluğunu
kazanmıştım. kan kardeşi olduk ve çingenelere karşı daha sıkı çeteler kurup,
dövüşlere devam ettik. dövüşler. futbol maçları. falan filan.
sonra çingenelerle de dost olup
başka düşmanlar edindik. polisler? evet polisler. sonra iş uzadı. polisler
mahalleyi bastı bir sabah, bizim evi de bastılar, sabahın altısıydı, bir sürü
aranan insan, yasadışı madde, silah, mahalle darmadağın oldu. ve sonra, yirmidört
saat, yunusların devriyesi başladı. yunuslar bir şey yapmıyordu gerçi, sadece
tedirgin ediyorlardı bizleri. hiç bir şey değişmedi. o zamanlar ben onaltı
yaşındaydım ve lise ikiye giderken, bir sabah olmuştu baskın.. bir yıl sonra da
oradan taşındık. iki yıl sonra tekrar taşındık. ve dört yıl sonrasında. tekrar.
şimdi buradayım. öğrenci mahallesi diyebiliriz buraya, kampüs yakınındayız.
burası fena sayılmaz, daha az risk, ama orası eğlenceliydi, benim için,
çocukken elbette.. çocuktum ve yazmıyordum hiçbir şey, gazoz kapağı oynar,
dövüşür ve top peşinde koşardım. şimdi o günleri yazıyor olduğum için, umarım
bana kızmazlar, tüm “erkek” olmaya çalışan çocuklar ve çingene dostlarım. çünkü
o harikulade günler ve harikulade mahallem için, yayınlayacağım bir romanım
var, zihnimin dolabına emanet ettiğim.
24 ağustos 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder