29 Nisan 2016

geriye dönüşler 2 – bölüm 8

geriye dönüşler 2 – bölüm 8

2000 yılı son baharı. evde oturuyoruz. altı kişiyiz. ben yerde oturuyorum. özlem yanı başımda. o da yerde. refik ve seçil bir kanepede. tuncay rakı dolduruyor herkese. gelecekte başıma hangi çorapları öreceğimden, zihnimi nasıl darmadağın edeceğimden habersizim henüz. henüz hiç fanzin çıkarmadım. henüz pek bir şey yazmıyorum. henüz sadece kısa yazılarım var ve bir anda geldi dördü birden. önce tuncay ile bir işporta tezgahında tanıştım. eski kitap satıyorduk. sonra seçil geldi tezgahıma. kitap satmak için. eski okul kitabı satıyordum. ardından beni refik’le tanıştırdı. ardından refik’le kardeşinin, özlem’in evine gittik. ardından özlem’le tanıştım. ardından bazen refik ve tuncay bazen özlem’in evinde kalmaya başladım. ardından, önce özlem gitti. sonra refik ile tuncay. sonra seçil, ankaraya. ara ara çıkıp geldiler.

sonra geleceğimi yazmaya başladım. tamamen kafayı yemiş olabileceğim dönemleri. ama bugün, sizlere, açığa çıkmamış bir geçmiş zaman diliminden bahsedeceğim. bizi hiç kavga ederken görmediniz değil mi? etmedik de ondan canım. birkaç ufak tartışma hariç, hiç küsmedik birbirimize. birbirimizden başka sığınabileceğimiz kimse yoktu. yalnızlık. yalnızdım ve yalnızlığı kanıksamıştım. yalnızlığı kanıksadığım için çıkıp geldiler birer birer. hiç arkadaşım yoktu ve eski okul kitabı sattığım bir işporta tezgahım vardı. sonra arkadaşlar edindim kendime, bazı kısa süreli arkadaşlıklar ve bazı sıkı dostluklar. bazı hayranlarım oldu, bazı sevgililerim de. ama o günü asla unutmadım.

önce tuncay’la tanışmış, ardından seçil’le arkadaş olmuştum. sonra seçil bana, akşam “tuncay’la onların evine gel, refik’le tanıştırcam seni” dedi. refik seçil’in sevgilisi idi. o gece seçil’i evine bıraktı refik. ben de yanlarında gittim. seçil özlem’in bir üst katında yaşıyordu. o gün özlem’de kaldım refik’le beraber. ertesi gün tekrar refik’lere uğrayıp işporta çantamı kaptığım gibi tuncay’la işporta tezgahına yöneldim. birkaç kez daha evlerine gittim. birkaç kez seçil bi kez de özlem geldi işporta tezgahıma. tuncay tezgahta meyve suyu süsü verilmiş votka içiyordu. yasaktı işporta tezgahında içmek. öğrencilere kitap satıyorduk çünkü. yazılı olmayan bir yasak vardı. hoş karşılanmazdık. şimdi büyükler için kitap sattığımdan dolayı tezgahta içiyorum ama hala hoş karşılanmıyoruz. her neyse o gün evde buluştuk.

tuncay çağırdı. “bugün önemli bir gün” dedi, “gelmen” lazım. ekim ayının beşiydi ve okulumun açılmasına bir hafta vardı. üniversiteyi kazanmıştım ama bitiremeyeceğimi biliyordum. refik ve tuncay tıp ya da eczacılık ya da ona benzer bir şey okuyordu. dördüncü yıllarıydı. ben on sekiz, özlem yirmi bir, seçil yirmi üç, refik ve tuncay da yirmi beş yaşındaydı. tuncay’ın oldukça kısa saçları ve oldukça kısa sakalları vardı. seçil’in sarı saçları sürekli örülüydü. bunu ilk kez duyuyorsunuz. refik rastalı ve sakalsızdı ki bunu da biliyorsunuz. refik ve tuncay dört yıl önce üniversitede tanışmışlardı. bir sene sonrasında okula seçil girmişti. tıp okuyordu o da. aile zoru ile okula girmişti ve asıl istediği şey sosyoloji idi.

her neyse işte, o gün eve gittik tuncay’la beraber. giderken üç paket sigara almıştık. tuncay’ın işporta tezgahı çok iyi iş yapıyordu. 2 ayda dört beş milyar gibi bir para kazanıyor, yılın kalan günlerinde çalışmıyordu. kira düşüktü çünkü ev çok kötüydü. o zamanlar alsancak da şu anki kadar kalabalık değildi zaten, bu kadar çok bar yoktu ve bu kadar çok çirkefleşmemişti insanlar.

eski okul kitabı satıyorduk. 250bin liraya bir öğrenciden alır başka bir öğrenciye dört beş milyona satardık, o zamanın parası ile. tüm şehrin ortaokul ve liselileri sevgi yoluna gelirdi. o zamanlar devlet kitap dağıtmıyordu. ve tuncay tüm okulların müfredatını ve dahası karşıdan gelen öğrencinin üniformasından hangi okula gittiğini bilirdi. nerden bildiğini bilmiyorum ama gerçek bunlar. palavra sıkmıyorum.

eve girdik. özlem saçı ile oynuyordu biz girdiğimizde. çok seviyordu saçları ile oynamayı. refik ve seçil de meze ile ilgileniyordu. rakı yapıcakmışız meğer. önemli olan buymuş. bize kapıyı seçil açtı. mutfağın penceresinden sokak görünüyordu, geldiğimizi görmüş. “sigaraları unutmadın umarım” dedi açar açmaz tuncay’a. “unutmadım yavrum” dedi tuncay.

içeri geçip biraz bekledik. özlem’in yanına oturdum.
“saçlarımı örsene” dedi özlem.
“bilmiyorum ki” dedim.
“bildiğin gibi ör o zaman” dedi. henüz sevgili değildik, ama olmaya yakındık. sevgili iken de hiç klasik bir sevgili olmadık zaten. pek el ele bile tutuşmadık. saçlarını tutup bildiğim kadarıyla örmeye çalıştım. nasıl yapılacağını biliyordum aslında, sadece daha önce hiç yapmamıştım.

rakılar önceden alınmıştı. iki yetmişlik. sıkı içiyorlardı. ben ilk rakımı üç yaşında yanlışlıkla babamın çay bardağındakini su sunup içmiş, bir daha da ağzıma sürmemiştim. bunu söylemiştim yolda tuncaya. “içeceğin bir zaman mutlaka gelicekti” demişti. “rakısız olmaz moruk.. rakı hayatın özünü sunar adama. gerçek kalbin açığa çıkar. nasıl bir adam olduğun anlaşılır. diğer alkoller de anlaşılır bu ama rakı da daha çok ele verirsin kendini..”

kapı çaldı. “baksana girdap” dedi özlem. “senin bakman gerekiyor.”
“neden” dedim.
“öyle işte” dedi. gidip kapıyı açtım. bana çok benzeyen bir adam girdi içeri. altıncımız. ilk kitabın bir yerinde altı kişiyiz demiştim, okuyan biri de hata bulduğunu söylemişti. yanılıyorsun, demiştim. şimdi itiraf ediyorum. hata yok. altı kişiyiz.

gelen adamın zack olduğunu söylediler. hiç konuşmuyordu. gecenin bir kısmına kadar da hiç konuşmadı. özlem’in diğer yanına oturdu o da. özlem elini tuttu zack’in. ben sevgili olduklarını düşündüm. gerçek açığa gecenin sonunda çıkacaktı.

masa kuruldu. ve oturduk. saki olan tuncay’dı. bardaklar dolduruldu. sigaralar yakıldı. mezeleri anlatmayacağım ama seçil’in bu konuda marifetli olduğunu söyleyebilirim. günlerden perşembeydi.

“söze benim başlamam gerekirse” dedi refik,
“gerekmez” dedi özlem, zack’e bakıyordu. zack olumsuz bir şekilde kafasını salladı. “tamam ben başlayayım. bugün zack’in doğum günü, ona içelim”

kadehleri tokuşturduk. ufak bir yudum aldım. içemiyordum.
“içemiyorsan zorlama tatlım, bira da var, tuncay mutfakta anlattı, ilk kez içiyormuşsun galiba” dedi seçil.
“yok içerim” dedim, “sizden yavaş giderim sadece”
“içicek” dedi zack. “içsinki meseleyi çözelim.” fondip yaptı ilk bardağına.
“ne meselesi” dedim, cevap veren olmadı.

gece boyu içip sohbet ettik. zack hiç konuşmadı. ben ara ara lafa girdikçe bana dik dik bakıyordu zack. ardından sabaha karşı, herkes sızdı. zack’le başbaşa kaldım. ben sadece iki kadeh içmiştim ama bu bile beni fena çarpmıştı. zack’in ne kadar götürdüğünü bilmiyorum ve özlem’in de. en çok onlar içti.

masada oturuyorduk. “ben de yatayım artık” dedim ama yatıcak yer yoktu, bir tek özlem’in yanı boştu. buna henüz cesaret edemezdim. “ama nerde yatıcam ki, sana da yer yok.”
“ben gidicem zaten” dedi, “özlem’in yanına yatarsın. ama çok umut bağlama ona. gidicek o. bunu aklından çıkarma. dördü de gidicek. unutma bunu. çok konuşma insanlar arasında. zaten şu an pek konuşmuyorsun da, ilerde konuşmaya başlayabilirsin. konuşma hiç. dilini yut. daha az acı çekersin böylece”
“anlamadım” dedim. benim yaşlarımdaydı ve bana çok benziyordu. saçları çok kısaydı sadece. nerdeyse üç numara. benimkiler biraz uzundu ve henüz dökülmemişti.
“ne kadar çok acı çekersen, o kadar çok bana benzersin” dedi. “unutma bunu. daima seninle olucam. hep içindeydim”

anlamadığımı söyledim tekrar. sarhoşluğuna veriyordum ama sarhoş gibi bir hali de yoktu o kadar içmesine rağmen. kalan son şişeden son kalanı ikimize pay etti ben daha fazla içmeyeceğimi söylesem de.

“anlayacaksın zamanla” dedi, “ben konuşayım, sen sonra anla. fazla yakın olma insanlarla. etini koparıp ruhunu çalar çoğu. bazıları hariç. bazıları her ne yaparsan yap, hayatının sonuna kadar seninle kalıcak. henüz tanışmadın onlarla. bu dört piçe güvenme. sevmiyorum onları. ve özlem bana aşık, sana değil, unutma bunu. senin içinde beni gördüğü için ilgileniyor gibi seninle. sana fal baktı değil mi geçende. her şeyi gördü. tüm hayatını. özel güçleri var hatunun.”
“böyle şeylere inanmam ben” dedim
“inansan iyi edersin” dedi. “en çok da bana inansan iyi edersin. arada bir bana izin ver.”
“ne izni vereceğim sana”
“seni tehlikelerden korurum”
“anlamıyorum gerçekten. özlem’i nerden tanıyorsun sen”
“seninle aynı gün tanıştım bu insanlarla ben de. hadi ben gidiyorum. rakını bitirip özlem’in yanına yat.” rakısına fondip yapıp gitti. o günden sonra da, ara ara gelmeleri dışında pek görünmedi bugüne kadar.

gidip özlem’in yanına yattım. arkamı ona dönüp. fark edip arkamdan sarıldı bana. ellerimi tuttu. “gitti mi?” dedi
“zack mi?” dedim. “gitti evet”
“söylediklerine kulak asma” dedi, “seni kıskanıyor sadece. ben girdap’ı daha çok seviyorum”
“onu nerden tanıyorsun sen” dedim.
“yüzünü dön” dedi. döndüm.
“hayır be şapşal öyle değil” dedi, “kendine dön yüzünü, bulursun”

onu öpmeye çalıştım. dudaklarını kaçırdı. “henüz değil” dedi, “sarhoş olmadığım bir gün yapalım bunu. uyuyalım hadi. güzel düşler”

ilk kez bir hatunla beraber yatıyordum. rahat bir pozisyonda değildim ama onun rahatı bozulmasın diye hiç hareket etmeden yattım öylece. sabaha karşı uyuyakalmışım. uyandığımda evde kimsenin olmadığını sandım. tuncay refik ve seçil çıkmış meğer. özlem tuvaletteymiş. şifonun sesini duyunca anladım evde biri daha olduğunu. duvar saati üçe geliyordu ama o saate asla güvenilmezdi. sürekli ya geri kalır ya da ileri giderdi. seviyorlardı saati bilmemeyi kahramanlarım. kap kalın perdeler hala örtük olduğu için gece mi gündüz mü anlamadım. hala uzanıyordum. özlem çıkıp, “nihayet uyanabildin bebeğim” dedi. “rahat uyumadığını biliyorum, ama alışıcaz beraber uyumaya”
“yoo rahat uyudum” dedim.
“yalancı” dedi. “hadi bana şarap al”

hava çoktan kararmıştı. oniki saattir uyuyordum. şarap alıp geldim. müzik açtı özlem. yanıma, yere oturdu. salondaydık.
“zack’e kafanı takma” dedi, “ona izin vermezsen iyi edersin. insanları sevmez o. güvenmez kimseye. aslında sadece güvenmeme konusunda kendini zorluyor”
“neden?”
“acı çekmek istemiyor da ondan”
“ben acıdan korkmuyorum” dedim
“biliyorum bunu” dedi. “hem benim bi yere gittiğim yok. yalan söylüyor”
“gidebilirsin” dedim. “bi gün gidebilirsin de. sorun değil bu”
“sorun değil mi?”
“yani sorun evet ama bu konuda yapabileceğim bir şey olmaz ki”
“bi yere gitmiyorum merak etme.”

ardından iki ay geçti. ve bir gün özlem gideceğinden bahsetti bana. almanya üzerinden bristole. okuyacakmış orada. babası öyle istiyormuş. ve hayatımı mahvediyormuş. mahvettiği falan yoktu oysa, sadece bazen öfkelenip laf sokardı bana ki bunu biliyorsunuz. bütün hıncını benden alıyor gibiydi. sorun etmiyordum.

sonra onu havaalanına bıraktım ve bundan sonra zack’in tavsiyelerine kulak asmayı öğrendim. daima haklı çıktı ve daima içimde bir yer buldu kendine. bazen açığa çıkıp çeneme kapattı, bazen benim yerime insanlarla konuşup benden uzaklaştırdı.
yıllar sonra zack, özlem’le kaçtıklarını anlattı bana. benden uzaklaşmışlar. ben de çok keyifli sürekli geyik yapan birine bu yüzden dönmüşüm. yıllarca özlem’e benim için bakmış zack. bakmış derken, beraber yaşamışlar yani. orda burda. ama ne zaman hayatıma biri girse, zack hemen geri geliyordu. suskunlaşmalarımı sağlıyordu hemen. nedenini bilmiyordum. herkesten kıskanıyordu beni. koruduğunu iddia ediyordu oysa. öldürmem gerekiyordu puştu. yapamıyordum.

29 nisan 2016.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder