27 Nisan 2016

geriye dönüşler 2 – beşinci bölüm: ev

geriye dönüşler 2 – beşinci bölüm: ev

beş yıl sonra. karataş’ta, bir ev. ev, birinci katta. refik, seçil ve özlem var evde. özlem ev sahibi, refik özlem’in abisi, seçil refik’in sevgilisi ve ben ise bir köşede, elimde bir kadeh ile, boş boş bakıyorum halıya. halının rengi yeşil, dümdüz, halı saha gibi yani.

annem öldüğünde ve yeğenim de evlenip ablamı yani annesini yanına alınca yapayalnız kalmıştım. ailemin evinin kirası yüksekti. o güne kadar işportadan geçiniyor, kışları part time işlerde çalışıyordum. üç artı bir ve bir hayli büyük olan evin kirasını karşılayamazdım. neden bilmiyorum ama ayaklarım beni, eskiden, jazztral ve izmarit adam’la beraber tuttuğumuz eve götürdü. karataş’da ki kötü, rutubetli, yazları böcekli olan, küçük eve. iki artı bir. kirası oldukça düşük ve müstakil girişli. ev sahibi bir üst katta oturan. eve vardığımda siyah bir perdenin örtülü olduğunu görüp üzüldüm. ama bu siyah perde benim işportada kitapların altına serdiğim perdeye benziyordu. zabıtalar bi keresinde malımı topladığında, mallarımla beraber perdeyi kaybetmişlerdi. hesap sorulamazdı zabıtalara.. ayrıca evin camında da “mülksüzden satılık” yazıyordu. bu yazıyı daha önce biz yazmıştık cama. ve ben evden çıkarken yazıyı sildiğime emindim. her ihtimale karşın kapıyı tıklattım. belki bir ev arkadaşı arıyor olabilirlerdi. açan olmadı. bu sırada yazıyı fark ettim. kapıda ufak harflerle ve elle yazılmış olan yazıyı. “kapı açık, istersen girebilirsin, biz açmıyoruz, boşuna çalma.”

kapı kolunu çevirdim. açıldı. girdim içeri. ev bıraktığım eşyalarla duruyordu. holü görmüştüm sadece. yarı uzunlukta holü ve salonun bir kısmını. halı, duvara bıraktığım poster ve kanepeler duruyordu. salonu kullanmıyorduk o zamanlarda. bana tanıdık gelen bir iki giysi vardı. ama bu evde sadece benim görebildiğim giysilerdi bunlar. jazztral, izmarit ya da diğer arkadaşlarımın görebildiğini sanmıyorum. ilk sağdaki odaya girdiğimde öfkeli gözlerle karşılaştım. öfkeli gözlerimle ya da.

yıl 2021 idi ve artık 39 yaşındaydım. son beş yıldır işporta ve part time işlerle hayatımı sürdürüyor, fanzin çıkarıyor, kendi kitaplarımı bastırıyordum. nerdeyse hiç arkadaşım kalmamıştı. iki üç dost dışında, yoktu kimsem. ve ben de kimse ile yakın ilişki kurmuyordum. cep telefonu kullanmıyor ve arkadaş edinmiyordum. fanzinlerimde ve kitaplarımda iletişim adresi bile yoktu. sadece kitap adı, adım ve solucan fanzin basımı olduğunu belirten ibareler vardı. csns yayınları hala aktifti ama artık tek kişiydim. oluşum dağılmış, bambaşka mevzular çıkmıştı ortaya. çok fazla insan tanımama rağmen kimseye hiçbir şey anlatmıyor, anca yazıp duruyordum. beş yıl geçmişti aradan. ve özlem’i görmeyeli ise epey epey yıl olmuştu.

“sonunda” dedi sadece. “adresimi buldun”

öfkeli gözler özlem’e aitti. son gelişinde el ele tutuşmuş ve ailemin evinde parti vermiştik. o gün son görüşümdü özlem’i. yıllar sonra bir günlüğüne gelmiş ve “bir daha beni çağırma” diyerek gitmişti. “çağırma” demişti, “sen gel artık, gerçekten yoruldum oyun oynamaktan”

“şarap içer misin?” dedi ardından. “ama halıya kusmak yok. yeni temizledim.”
“ne zamandan beri burdasın?” dedim
“siktir et” dedi, “hiç çıkmıyorum evden, girdim gireli hiç çıkmadım.”
“ihtiyaçların?”
“tuncay karşılıyor. arada bir gelip yiyecek ve şarap bırakıp gider”
“tuncay mı? vay canına.. o nerde yaşıyor”
“bilmiyorum, hiç sormadım.”
“peki ya ekibin geri kalanı”
“bilmiyorum. bunları sorgulamıyorum artık girdap. yorma beni. otursana. ayakta kaldın”
“şarap içemem, ilaç kullanıyorum”
“bugün kullanmayıver o zaman”
“peki”

hala emrivakiydi ve ben hiç bi isteğine karşı gelmiyordum. gelemiyor değildim, gelmiyordum, içimden gelmiyordu bu. seviyordum hatunu. ölesiye. bi çok kez, bi çok yolla, hayatta kalmayı, mücadele etmeyi denemiş, ama hep bir şeyler ters gitmişti. en sonunda bu eve sığınmıştı demek.

“ama bi sorunumuz var” dedi, “kapıdaki yazıyı siler misin? buraya artık başkalarının gelmesini istemiyorum”
“yaparım” dedim.
“paran var mı?”
“kazanıyorum bi yerden”
“fabrika mı gene?”
“yok, işporta. kitap mitap.”
“güzel” dedi, “takı yaparım, onları da satarsın.”
“olur”

böyle başladı hikaye yeniden. ertesi gün, işportada otururken refik ve seçil el ele geldiler.

“duyduğumuza göre bi ev tutmuşsun kardeşim’le” dedi refik, uzaktan bağırarak. sarhoştular. öğlenin üçünde. işportayı henüz açmaya çalışırken, yere  çömelmiş halde kitapları dizerken, arkamdan seslenip.
“evet” dedim, “siz nerden duydunuz?”
“tuncay söyledi.”

o gün özlem’le şarap içerken, tuncay gelmişti özlem’e bakmaya. torbacılık yapmaya başlamış puşt. kuruçay’da çingenelerle yaşıyormuş. bir evde tek başına. evde de yetiştiriyormuş bir şeyler. bir de eczaneden aldığı hapları, yurtdışından geliyor diyerek kakalıyormuş birilerine. toz haline getirip. adam sonuçta dört koca yıl tıp okudu refik ile beraber. anlıyor bu işlerden. özlem’e o bakmış bunca yıl ve özlem evden adımını bile atmamış dışarı.

ertesi gün işportadan seçil ve refik ile beraber döndüm eve. ve girişte de bahsettiğim gün geldi çattı işte. refik, özlem’in yaptığı takıları satmaya başladı. seçil bir kafede part time çalışmaya başladı. özlem ise evde takılıp, her akşam içip, her gün takı yaparak, evi toplayıp yemek yaparak, çamaşır yıkayarak yaşamını sürdürüyordu. bulaşıklar bendeydi ama. onları kimseye kaptırmam. ben de bit pazarından bulduğum kitaplar ve bazı nadide şeylerle işportaya çıkıyordum her gün refik ile beraber. hiçbirimiz cep telefonu kullanmıyor ve kimseyle yakın ilişki içine girmiyorduk. evimize kimseyi kabul etmiyorduk. arada bir tuncay gelip gidiyordu işte. tuncay’ın bile eve hatun atması yasaktı ama o da bunu takmıyordu. kendi evi var adamın sonuçta. ama bize taşınmak istiyor, torbacılığı bırakıp dükkan açmak istiyordu.  “salonda yatar kalkarım ben” diyordu.

“ne dükkanı” diye sorduğumda
“hiçlikçi” dedi. “içi bomboş bile olabilir. bilmiyorum. henüz karar vermedim. çok para biriktirdim bu işten. ama artık riske girmek istemiyorum.”
“iyi yaparsın” dedi seçil, “bi de senin hapisliğinle canımızı sıkmayalım. yeterince sıkıyorlar canımı zaten işyerinde”
“sizi seviyorum” dedim.
“ama biz seni sevmiyoruz” dedi özlem. gülüyordu. şarabı uzattı.
“yeter bu kadar” dedim. “biliyorsun, ilaçlarım. psikolojim.”
“yetmez” dedi. “psikolojine de bir şeycik olmaz. olan olmuş zaten.”

haftada bir gün alkol alıyor, altı gün ilaç içiyordum. her gün işportaya çıkıyorduk refik’le. soğuk yağmur falan dinlemiyor, yağmur yağınca bi süre topluyorduk tezgahı. artık daha hızlı toplamaya başlamıştım tezgahı. özlem’e o gün “perde benim işporta perdem mi” diye sordum.
“evet” dedi, “tuncay seni hep gözetiyor ama sana görünmüyordu. kaptırdığını öğrenince gidip senin adına aldı tezgahını. tanıdıkları var piçin. her şeyini aldık”
“neden yaptınız bunu”
“bi gün geleceğini biliyordum oğlum. sen gelene kadar, senden bi kaç parça daha olsun istedim evde. çakmak da duruyor hala. bak..”

sigarasını yaktı. tatlı tatlı konuşuyordu ama gözleri hala öfkeliydi. kendimeydi öfkem.

oluşum dağılıp, başka başka muhabbetler kurulunca, tek başıma iş yapmaya başlamıştım. kolektif işler bana göre değildi. ve beş yıldır, iyi kötü sürdürmüştüm hayatımı. ama şimdi, sanırım, her şeyin boka sardığının işaretleri belirmişti. bir evde kalıyordum artık. ev eski evimdi. eşyalar eski eşyalarımdı. bir dolu yazı vardı duvarlarda. ve özlem evden hiç çıkmıyordu. hem de hiç. camdan bile bakmıyor, perdeyi hiç açtırmıyordu. simsiyah kapkalın bir perde. zack’e dönüşen o olmuştu. onun bu halinden dolayı tadım yoktu ama o böyle gayet mutluydu. diğer odada refik ve seçil kalıyor, ben özlem’le oturduğumuz odada kalıyordum. tuncay ise, geldiği zamanlarda, kullanmadığımız odada yatıyordu. özlem, sızana kadar içerdi zaten. en son bir köşede sızmış olur ben de onu, yatağa yatırırdım. yerdeki yatağa. kesilmiş, sadece üstü olan çekyata. yerde oturuyor sayılırdık. renkli merdivenlerin üzerindeki bir evde. birinci kat. rutubet. böcek. alkol. cigara. fanzinler. takılar. işporta.

her gün refik’le karataş’tan alsancak’a yürüyorduk. dönüşte de yürüyorduk. iki üç gibi açar, dokuz on gibi kapardık. çok iyi iş yapmıyorduk. yeticek kadar. her hafta bit pazarına çıkar, bir şeyler kapar dönerdim. o gece hiç uyumazdım. cumaları alkol günümdü. cumartesi gece ikiye üçe kadar işportada dururduk. oradan eve gider, malları bırakır yola çıkardım. bit pazarına da yürüyerek gidiyordum. başka da gittiğim bir yer yoktu zaten. hiç araç kullanmıyordum.

bi gün işporta açmadım. seçil çalışıyordu. refik tek gitmişti işportaya. tuncay gelmemişti o gün ve özlem hala uyanmamıştı. kahvaltı hazırladım. odaya koydum ve uyanmasını bekledim. uyanmadı uzun süre. ölürse napacağımı düşündüm. boku yerdim sanırım. intihara yatkıntı. etmişliği de vardı bi kaç kez. bi kez öldüğüne de inandırmıştı beni. bristol’deydi o zamanlar ve her neyse. hikayeyi biliyor olmalısınız. ilk kitabı okumadan buralara kadar gelmemeliydiniz. çok şey kaçırır ve pek bir şey anlamazsınız. ne diyordum? bi keresinde beni öldüğüne inandırmıştı. abisi de öyle demişti. ve sonra bi gün bi günlüğüne çıkıp geldi ve “beni bir daha çağırma. sen gel” dedi, beni nerde bulacağını biliyorsun bebeğim..”
“bilmiyorum” dedim
“bulursun” dedi ve gitti.

aramadım. sadece bizimkilere sorup durdum. onlarda, “biz aslında yokuz,” olmayanının nerede olduğunu nerden bilelim” dediler.

sonra bi gün, eskiden kaldığım bir eve tekrar gittim işte. evi tutmak ya da ev arkadaşları arıyorlar mı sormak için. ve hikaye yeniden başlamış oldu. tek farkla. bu kez özlem evden hiç çıkmıyordu ve çıkmayacaktı. naparsam yapayım. sadece bizi görmek istiyor eve kimseyi getirmemizi istemiyordu.

o gün sabah kahvaltı hazırladım ona. uzun süre uyanmayınca bi bakayım dedim. nabzı çok yavaş atıyordu. seslendim. duymadı. sarstım biraz. ayılmıyordu. hemen bi taksi bulup hastaneye götürdüm. uzun süre kaldı orada. baygın bir halde. serum verdiler. intihar etmemişti. aşırı alkoldü belki nedeni. doktorlar da kestiremedi. birkaç saat sonra ayıldı. ve ilk sözü “bunu yapmamalıydın” oldu “kuralı bozdun. ne hastanesi yahu. bir şey olmaz bana. ben seninle beraber ölücem.”
“korktum” dedim
“hadi çıkıyoruz” dedi ve apar topar hastaneyi terk ettik. dönüşte taksi ile gelmek istedi. alsancak devlet hastanesinden. son yedi yıldır ilk kez bir araca biniyordum. garip hissettim kendimi. özlem onbeş yıldır ilk kez evden dışarı çıkıyordu. gözlerini kapattı yol boyunca. bi saniye bile açmadı. başını omzuma koydu ve öylece kaldı. eve varınca gözleri yarı kapalı yarı açık bir halde merdivenleri çıktık. eve varınca

“hiç değişmemişler” dedi. “hiçbir şey hiç değişmemiş. ruhlarını görebiliyorum. bir daha bunu yapma. seni bir daha affetmem.”
“tamam” dedim “ama ölmeni istemiyorum”
“seninle beraber ölücem. söz veriyorum. bir daha beni dışarı çıkarma. ve bu konuda konuşmak istemiyorum. gel beraber yemek yapalım.”
“olur” dedim. beraber yemek yapıp, onun “birinci özlem savaşı” adını verdiği günü kutladık. ben içmedim. o gün cuma değildi. o üç litre şarabı tek başına bitirdi. refik ve seçil geç geldiler. olanları onlara anlatmadık. sonra uyuyup uyandık işte. hepsi bu.

27 nisan 2016.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder