geriye dönüşler 2 – beşinci bölüm: ev
beş yıl sonra. karataş’ta, bir ev.
ev, birinci katta. refik, seçil ve özlem var evde. özlem ev sahibi, refik
özlem’in abisi, seçil refik’in sevgilisi ve ben ise bir köşede, elimde bir kadeh
ile, boş boş bakıyorum halıya. halının rengi yeşil, dümdüz, halı saha gibi
yani.
annem öldüğünde ve yeğenim de
evlenip ablamı yani annesini yanına alınca yapayalnız kalmıştım. ailemin evinin
kirası yüksekti. o güne kadar işportadan geçiniyor, kışları part time işlerde
çalışıyordum. üç artı bir ve bir hayli büyük olan evin kirasını
karşılayamazdım. neden bilmiyorum ama ayaklarım beni, eskiden, jazztral ve
izmarit adam’la beraber tuttuğumuz eve götürdü. karataş’da ki kötü, rutubetli,
yazları böcekli olan, küçük eve. iki artı bir. kirası oldukça düşük ve müstakil
girişli. ev sahibi bir üst katta oturan. eve vardığımda siyah bir perdenin
örtülü olduğunu görüp üzüldüm. ama bu siyah perde benim işportada kitapların
altına serdiğim perdeye benziyordu. zabıtalar bi keresinde malımı topladığında,
mallarımla beraber perdeyi kaybetmişlerdi. hesap sorulamazdı zabıtalara..
ayrıca evin camında da “mülksüzden satılık” yazıyordu. bu yazıyı daha önce biz
yazmıştık cama. ve ben evden çıkarken yazıyı sildiğime emindim. her ihtimale
karşın kapıyı tıklattım. belki bir ev arkadaşı arıyor olabilirlerdi. açan
olmadı. bu sırada yazıyı fark ettim. kapıda ufak harflerle ve elle yazılmış
olan yazıyı. “kapı açık, istersen girebilirsin, biz açmıyoruz, boşuna çalma.”
kapı kolunu çevirdim. açıldı.
girdim içeri. ev bıraktığım eşyalarla duruyordu. holü görmüştüm sadece. yarı
uzunlukta holü ve salonun bir kısmını. halı, duvara bıraktığım poster ve
kanepeler duruyordu. salonu kullanmıyorduk o zamanlarda. bana tanıdık gelen bir
iki giysi vardı. ama bu evde sadece benim görebildiğim giysilerdi bunlar.
jazztral, izmarit ya da diğer arkadaşlarımın görebildiğini sanmıyorum. ilk
sağdaki odaya girdiğimde öfkeli gözlerle karşılaştım. öfkeli gözlerimle ya da.
yıl 2021 idi ve artık 39 yaşındaydım.
son beş yıldır işporta ve part time işlerle hayatımı sürdürüyor, fanzin
çıkarıyor, kendi kitaplarımı bastırıyordum. nerdeyse hiç arkadaşım kalmamıştı.
iki üç dost dışında, yoktu kimsem. ve ben de kimse ile yakın ilişki
kurmuyordum. cep telefonu kullanmıyor ve arkadaş edinmiyordum. fanzinlerimde ve
kitaplarımda iletişim adresi bile yoktu. sadece kitap adı, adım ve solucan
fanzin basımı olduğunu belirten ibareler vardı. csns yayınları hala aktifti ama
artık tek kişiydim. oluşum dağılmış, bambaşka mevzular çıkmıştı ortaya. çok
fazla insan tanımama rağmen kimseye hiçbir şey anlatmıyor, anca yazıp
duruyordum. beş yıl geçmişti aradan. ve özlem’i görmeyeli ise epey epey yıl
olmuştu.
“sonunda” dedi sadece. “adresimi
buldun”
öfkeli gözler özlem’e aitti. son
gelişinde el ele tutuşmuş ve ailemin evinde parti vermiştik. o gün son
görüşümdü özlem’i. yıllar sonra bir günlüğüne gelmiş ve “bir daha beni çağırma”
diyerek gitmişti. “çağırma” demişti, “sen gel artık, gerçekten yoruldum oyun
oynamaktan”
“şarap içer misin?” dedi
ardından. “ama halıya kusmak yok. yeni temizledim.”
“ne zamandan beri burdasın?”
dedim
“siktir et” dedi, “hiç çıkmıyorum
evden, girdim gireli hiç çıkmadım.”
“ihtiyaçların?”
“tuncay karşılıyor. arada bir
gelip yiyecek ve şarap bırakıp gider”
“tuncay mı? vay canına.. o nerde
yaşıyor”
“bilmiyorum, hiç sormadım.”
“peki ya ekibin geri kalanı”
“bilmiyorum. bunları
sorgulamıyorum artık girdap. yorma beni. otursana. ayakta kaldın”
“şarap içemem, ilaç kullanıyorum”
“bugün kullanmayıver o zaman”
“peki”
hala emrivakiydi ve ben hiç bi
isteğine karşı gelmiyordum. gelemiyor değildim, gelmiyordum, içimden gelmiyordu
bu. seviyordum hatunu. ölesiye. bi çok kez, bi çok yolla, hayatta kalmayı,
mücadele etmeyi denemiş, ama hep bir şeyler ters gitmişti. en sonunda bu eve
sığınmıştı demek.
“ama bi sorunumuz var” dedi,
“kapıdaki yazıyı siler misin? buraya artık başkalarının gelmesini istemiyorum”
“yaparım” dedim.
“paran var mı?”
“kazanıyorum bi yerden”
“fabrika mı gene?”
“yok, işporta. kitap mitap.”
“güzel” dedi, “takı yaparım,
onları da satarsın.”
“olur”
böyle başladı hikaye yeniden.
ertesi gün, işportada otururken refik ve seçil el ele geldiler.
“duyduğumuza göre bi ev tutmuşsun
kardeşim’le” dedi refik, uzaktan bağırarak. sarhoştular. öğlenin üçünde.
işportayı henüz açmaya çalışırken, yere
çömelmiş halde kitapları dizerken, arkamdan seslenip.
“evet” dedim, “siz nerden
duydunuz?”
“tuncay söyledi.”
o gün özlem’le şarap içerken,
tuncay gelmişti özlem’e bakmaya. torbacılık yapmaya başlamış puşt. kuruçay’da
çingenelerle yaşıyormuş. bir evde tek başına. evde de yetiştiriyormuş bir
şeyler. bir de eczaneden aldığı hapları, yurtdışından geliyor diyerek
kakalıyormuş birilerine. toz haline getirip. adam sonuçta dört koca yıl tıp
okudu refik ile beraber. anlıyor bu işlerden. özlem’e o bakmış bunca yıl ve
özlem evden adımını bile atmamış dışarı.
ertesi gün işportadan seçil ve
refik ile beraber döndüm eve. ve girişte de bahsettiğim gün geldi çattı işte.
refik, özlem’in yaptığı takıları satmaya başladı. seçil bir kafede part time
çalışmaya başladı. özlem ise evde takılıp, her akşam içip, her gün takı
yaparak, evi toplayıp yemek yaparak, çamaşır yıkayarak yaşamını sürdürüyordu.
bulaşıklar bendeydi ama. onları kimseye kaptırmam. ben de bit pazarından
bulduğum kitaplar ve bazı nadide şeylerle işportaya çıkıyordum her gün refik
ile beraber. hiçbirimiz cep telefonu kullanmıyor ve kimseyle yakın ilişki içine
girmiyorduk. evimize kimseyi kabul etmiyorduk. arada bir tuncay gelip gidiyordu
işte. tuncay’ın bile eve hatun atması yasaktı ama o da bunu takmıyordu. kendi
evi var adamın sonuçta. ama bize taşınmak istiyor, torbacılığı bırakıp dükkan
açmak istiyordu. “salonda yatar kalkarım
ben” diyordu.
“ne dükkanı” diye sorduğumda
“hiçlikçi” dedi. “içi bomboş bile
olabilir. bilmiyorum. henüz karar vermedim. çok para biriktirdim bu işten. ama
artık riske girmek istemiyorum.”
“iyi yaparsın” dedi seçil, “bi de
senin hapisliğinle canımızı sıkmayalım. yeterince sıkıyorlar canımı zaten
işyerinde”
“sizi seviyorum” dedim.
“ama biz seni sevmiyoruz” dedi
özlem. gülüyordu. şarabı uzattı.
“yeter bu kadar” dedim.
“biliyorsun, ilaçlarım. psikolojim.”
“yetmez” dedi. “psikolojine de
bir şeycik olmaz. olan olmuş zaten.”
haftada bir gün alkol alıyor,
altı gün ilaç içiyordum. her gün işportaya çıkıyorduk refik’le. soğuk yağmur
falan dinlemiyor, yağmur yağınca bi süre topluyorduk tezgahı. artık daha hızlı
toplamaya başlamıştım tezgahı. özlem’e o gün “perde benim işporta perdem mi”
diye sordum.
“evet” dedi, “tuncay seni hep
gözetiyor ama sana görünmüyordu. kaptırdığını öğrenince gidip senin adına aldı
tezgahını. tanıdıkları var piçin. her şeyini aldık”
“neden yaptınız bunu”
“bi gün geleceğini biliyordum
oğlum. sen gelene kadar, senden bi kaç parça daha olsun istedim evde. çakmak da
duruyor hala. bak..”
sigarasını yaktı. tatlı tatlı
konuşuyordu ama gözleri hala öfkeliydi. kendimeydi öfkem.
oluşum dağılıp, başka başka
muhabbetler kurulunca, tek başıma iş yapmaya başlamıştım. kolektif işler bana
göre değildi. ve beş yıldır, iyi kötü sürdürmüştüm hayatımı. ama şimdi,
sanırım, her şeyin boka sardığının işaretleri belirmişti. bir evde kalıyordum
artık. ev eski evimdi. eşyalar eski eşyalarımdı. bir dolu yazı vardı
duvarlarda. ve özlem evden hiç çıkmıyordu. hem de hiç. camdan bile bakmıyor,
perdeyi hiç açtırmıyordu. simsiyah kapkalın bir perde. zack’e dönüşen o
olmuştu. onun bu halinden dolayı tadım yoktu ama o böyle gayet mutluydu. diğer
odada refik ve seçil kalıyor, ben özlem’le oturduğumuz odada kalıyordum. tuncay
ise, geldiği zamanlarda, kullanmadığımız odada yatıyordu. özlem, sızana kadar
içerdi zaten. en son bir köşede sızmış olur ben de onu, yatağa yatırırdım.
yerdeki yatağa. kesilmiş, sadece üstü olan çekyata. yerde oturuyor sayılırdık.
renkli merdivenlerin üzerindeki bir evde. birinci kat. rutubet. böcek. alkol.
cigara. fanzinler. takılar. işporta.
her gün refik’le karataş’tan
alsancak’a yürüyorduk. dönüşte de yürüyorduk. iki üç gibi açar, dokuz on gibi
kapardık. çok iyi iş yapmıyorduk. yeticek kadar. her hafta bit pazarına çıkar,
bir şeyler kapar dönerdim. o gece hiç uyumazdım. cumaları alkol günümdü.
cumartesi gece ikiye üçe kadar işportada dururduk. oradan eve gider, malları
bırakır yola çıkardım. bit pazarına da yürüyerek gidiyordum. başka da gittiğim
bir yer yoktu zaten. hiç araç kullanmıyordum.
bi gün işporta açmadım. seçil
çalışıyordu. refik tek gitmişti işportaya. tuncay gelmemişti o gün ve özlem
hala uyanmamıştı. kahvaltı hazırladım. odaya koydum ve uyanmasını bekledim.
uyanmadı uzun süre. ölürse napacağımı düşündüm. boku yerdim sanırım. intihara
yatkıntı. etmişliği de vardı bi kaç kez. bi kez öldüğüne de inandırmıştı beni.
bristol’deydi o zamanlar ve her neyse. hikayeyi biliyor olmalısınız. ilk kitabı
okumadan buralara kadar gelmemeliydiniz. çok şey kaçırır ve pek bir şey
anlamazsınız. ne diyordum? bi keresinde beni öldüğüne inandırmıştı. abisi de
öyle demişti. ve sonra bi gün bi günlüğüne çıkıp geldi ve “beni bir daha
çağırma. sen gel” dedi, beni nerde bulacağını biliyorsun bebeğim..”
“bilmiyorum” dedim
“bulursun” dedi ve gitti.
aramadım. sadece bizimkilere
sorup durdum. onlarda, “biz aslında yokuz,” olmayanının nerede olduğunu nerden
bilelim” dediler.
sonra bi gün, eskiden kaldığım bir eve tekrar gittim işte.
evi tutmak ya da ev arkadaşları arıyorlar mı sormak için. ve hikaye yeniden
başlamış oldu. tek farkla. bu kez özlem evden hiç çıkmıyordu ve çıkmayacaktı.
naparsam yapayım. sadece bizi görmek istiyor eve kimseyi getirmemizi
istemiyordu.
o gün sabah kahvaltı hazırladım ona. uzun süre uyanmayınca
bi bakayım dedim. nabzı çok yavaş atıyordu. seslendim. duymadı. sarstım biraz.
ayılmıyordu. hemen bi taksi bulup hastaneye götürdüm. uzun süre kaldı orada.
baygın bir halde. serum verdiler. intihar etmemişti. aşırı alkoldü belki
nedeni. doktorlar da kestiremedi. birkaç saat sonra ayıldı. ve ilk sözü “bunu
yapmamalıydın” oldu “kuralı bozdun. ne hastanesi yahu. bir şey olmaz bana. ben
seninle beraber ölücem.”
“korktum” dedim
“hadi çıkıyoruz” dedi ve apar topar hastaneyi terk ettik.
dönüşte taksi ile gelmek istedi. alsancak devlet hastanesinden. son yedi yıldır
ilk kez bir araca biniyordum. garip hissettim kendimi. özlem onbeş yıldır ilk
kez evden dışarı çıkıyordu. gözlerini kapattı yol boyunca. bi saniye bile
açmadı. başını omzuma koydu ve öylece kaldı. eve varınca gözleri yarı kapalı
yarı açık bir halde merdivenleri çıktık. eve varınca
“hiç değişmemişler” dedi. “hiçbir şey hiç değişmemiş.
ruhlarını görebiliyorum. bir daha bunu yapma. seni bir daha affetmem.”
“tamam” dedim “ama ölmeni istemiyorum”
“seninle beraber ölücem. söz veriyorum. bir daha beni dışarı
çıkarma. ve bu konuda konuşmak istemiyorum. gel beraber yemek yapalım.”
“olur” dedim. beraber yemek yapıp, onun “birinci özlem
savaşı” adını verdiği günü kutladık. ben içmedim. o gün cuma değildi. o üç
litre şarabı tek başına bitirdi. refik ve seçil geç geldiler. olanları onlara
anlatmadık. sonra uyuyup uyandık işte. hepsi bu.
27 nisan 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder