“bunu yapma” dedi özlem
“neyi yapmayayım” dedim
“gidiyorum diye ağlaman gerekmez”
“ağlamıyorum” dedim, “ağlayacak değilim”
günümüzden 15 sene öncesiydi. 2001 yılı sonbaharı. karşıyaka’da
bir evdeydik. o’nun evinde. yeşil halılı olan. sabahın beşinde uyanmıştık.
uyanmıştık çünkü uçağı vardı. bristol’e gidecekti. aktarmalı. önce istanbul’a.
sonra da. sonra. her neyse.
uyandık. ben hiç uyumamıştım gerçi. o arkasını dönmüştü. ben
ona arkasından sarılmıştım. arkasından sarılıp ağlamıştım. o uyumuştu. aşırı
sarhoştu çünkü. ben de sarhoştum ama onun kadar değil. sızmıştı o, demek daha
doğru olucak. ardından alarma uyanmış -bir çalar saat- ve arkasını dönüp
gözlerimi yaşlı görünce ağlaman gerekmez demişti, yapma bunu. neyi yapmayayım.
“tekrar gelicem” dedi ve bunu beni avutmak için söylediğini
sanıyordum. şimdiyse ilk kitaptaki, hikayedeki açıkları kapatmaya çalışıyorum.
anlatarak daha çok açık verileceği ise gerçek, kendin hakkında açıklar. öyle
demişti seçil, ilk okuduğunda o lise defterinin arkasına çiziktirdiklerimi,
“kendin hakkında çok açık vermişsin.”
“biz bir yere gitmiyoruz”
“gene geliriz”
“hiçbir yere gittiğimiz yok moruk”
özlem’in gidişinin ardından birer birer göndermiştim onları,
seçil refik ve tuncay’ı. bunu ben
yapmıştım. yapmıştım çünkü artık yalnız kalmak istemiyordum. çelişkili
görünebilir son dediğim, ama halüsinasyondan arkadaşları hesaba katarsak bu
çelişki ortadan kalkar. sonra, yani ardından, birer birer gerçek insanlar
gelmeye başladı, ne kadar çok gerçek insan gelirse, o kadar çok yaklaştım halüsinasyonlara.
gerçeklerden kaçmak bir güçsüzlük belirtisi ya da korkaklık değildir. kabul
etmediğin, edemeyeceğin gerçeklerle başa çıkmak yerine, yerine hayaletleri
koymak.. yer değiştirmek. masallara ihtiyaç duymak. hatta yetişkinlerin
yanındayken masalara ihtiyaç duymak altına saklanmak için, bir çocuk gibi,
dediğim gibi, bir güçsüzlük belirtisi değildir. gerçek dünya alabildiğine saçma
ve mantıksızlıklarla örülüdür çünkü. çalışmak zorunda olmak gibi aptal bir
zorunluluğu barındırır mesela. ve bunun gibi daha başka bir sürü aptal
zorunluluğu ifa eder. hatta sigara ve alkolün dışında ki tüm icatlar, buluşlar
aptalcadır. bana kalırsa hiç çıkmamalıydık sudan. evrim basamak atlamamalıydı.
bunları bana tuncay anlattı, ben de size anlatıyorum. tuncay’ı ben yarattım,
diğerlerine de. ama şimdi, artık, beni gerçeğe demirden zincirlerle sıkı sıkıya
bağlı tutan ilacım sayesinde, onlardan uzaklaşıyorum.
2pac “ümitsizim, beni bebekken öldürmeleri gerekirdi” diyor.
ben de aynı fikirde olduğumu ilan ediyorum durmadan, son zamanlarda. ardından
daha iyi zamanlara ait birkaç dilim aklıma gelmiyor, şimdi niye öyle değil
diyorum, masalların olmayışına hayıflanıyorum biraz, ve gün boyu, hemen hemen
hiçbir şey yapmadan uzanıyorum. yemek işemek ve sigara içmek dışında yaptığım
nerdeyse hiçbir şey olmadan uzanmak. bir de iş ilanlarına bakmak var tabii. olmayan
iş ilanları. bir zorunluluk olan çalışmak. olmayan para. bir zorunluluk olan
para. olmayan ve zorunluluk olan daha başka bir çok şey. ve ardından ilacı
bıraksam mı acabaya, doğru evrilen düşünce. ama bırakamam. çünkü tekrar, ıssız
bölgelere uçabilir zihin. ıssız çünkü, orada seni kimse anlamaz. anlayamaz
çünkü gerçeklikle bağını koparmışsındır ve bunu anlattığında herkesin hoşuna
gider, bi eremedim o kafaya derler, ne içtiysem olmadı. sanki çok güzel bir
bokmuş gibi. sadece endişe ve korku olan o ıssız bölge. ve orası, o gerçek
dışılık, diğer kendi oluşturduğum gerçek dışılıktan, yani masallarımdan
kilometrelerce ters açıda kalır. o yüzden her şeyi boş verip masallara dönelim.
nerde kalmıştık.
uyandı özledim. henüz ayılmamıştı. uçağı vardı. önce
istanbul’a sonra berlin’e ardından bristol’e gidecekti. orada birine aşık
olduğunu söylemişti ve bunun benim ondan uzaklaşmam için söylenen bir yalan
olduğunu anlamam, yani öğrenmem uzun zaman alıcaktı. hayatı boyunca bana sadık
kalıcaktı. sadece, sadece artık, hayatımı mahvettiğini düşündüğü ve bunu yapmak
istemediği için gidiyordu. okuyacaktı orada. öyle demişti. ve uyandı.
“iki başlı ejderha hikayesini bilir misin” dedi bana.
“hayır” dedim. “kesin sen uydurmuşsundur.”
“hayır” dedi, “ben uydurmadım, bak şimdi, zamanın tekinde
iki başlı dört ayaklı ve dört kollu bir ejderha varmış, iki kuyruklu iki kalpli
falan, ve kafalardan biri dişi diğeri erkekmiş. ama bu şekilde hayatları daha
zor geçiyormuş, her şeyi daima beraber yapmak zorunda kalmak bazen sıkıcı ve
zorlayıcı olabiliyormuş. işte bilirsin aynı anda uyumak, aynı anda uçmak falan
filan. ve dişi olan bir büyücüden bahsetmiş ona, bizi ayırabilir demiş, erkek
olan pek hoşlanmamış bu fikirden, tüm zorlayıcı etkenlere rağmen memnunmuş bu
halden çünkü onu kaybetmekten korkuyormuş. söz vermiş dişi olan onu asla
bırakmayacağına dair. sadece bazen yalnız kalmak istiyorum demiştim. bu kötü
bir şey değil. inan bana değil. çaresiz kabul etmiş erkek olan ejderha. ve
ayrılmışlar. dişi ejderha bunlar ayrılır ayrılmaz uzaklara uçmuş. ve yıllarca geri
dönmemiş.”
hikayenin kalanını
dönünce anlatıcam, dedi özlem. merak ettim, dedim. yaşayıp göreceksin, dedi.
iki başlı ejderha olmak istediğini biliyorum ama bence biraz ağzından ateş
yerine duman çıksın. dönücem. ama bu uzun zaman alıcak.
iki sigara sardı. birini bana attı. “bu bana son sigara
sarışın sanırım” dedim.
“hayır değil” dedi gülümseyerek. “havaalanında da içeriz
diye değil ama, gerçekten değil.”
evden çıktık. o zamanlar izban yoktu. otobüste tam
havaalanına girmezdi. gerçi servis vardı ama o da epey pahalıydı. yani bize
göre pahalı. her neyse.
bir saniye, anlatmayı
unuttum. biz evden çıkmadan önce, kapı çaldı, bir gün önce gece, seçil,
sabah gelirim, o zaman vedalaşırız, demişti. oydu gelen. sımsıkı sarıldılar
özlem’le. ve evden çıktık. üçümüz. otobüs yolculuğu. ardından bir sigara daha
sardı özlem. uçağa bindi. ve bir sihirbazlık gösterisi gibi ortadan kayboldu.
tam 20 yıl boyunca da, arada birkaç kez gelişi dışında ortalıkta gözükmedi.
arada bir telefonda konuştuk, hepsi bu. dönüşte, seçil’e iki başlı ejderha
hikayesini bilip bilmediğini sordum. “biliyorum ama senin bilmemen gerekiyor”
dedi. ne kadar ısrar etsem de anlatmadı. ben hala içimde ufacık bir umut
kırıntısı arıyordum. bu hikayenin devamında saklı olabilirdi.
her neyse, ardından, yani bir hafta sonrasında, seçil’i, ve
daha sonra, refik ile tuncay’ı yolcu edip, hayatımdan çıkardım. ve nerdeyse 12
sene, arada bir kez refik’in gelişi dışında, onlarla görüşmedim. gerçek
alabildiğine sıkıcı ve ikiyüzlüydü. ve şimdilerde tekrar, o gerçeklikle
mücadele etmek zorundaydım. ama içimden gelmiyor. hayaletlerim de gelmiyor.
ejderha hikayesinin devamını başka bir gün anlatırım. yoruldum.
13 kasım 2016
* başlık this empty flow’un bir şarkısının adıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder