29 Nisan 2016

geriye dönüşler 2 – bölüm 7

geriye dönüşler 2 – bölüm 7

tezgahta oturuyorum. tekrar 2021 yılındayız. temmuz ayı. refik o gün, seçil’le beraber. seçil’in tatil günlerinden biri ve refik de tezgah açmadı. tanışma yıl dönümleriymiş. refik ve seçil’in 21 yıllık bir birliktelikleri var.

tezgahta oturuyorum. başım öne eğik. kitap okuyorum. günlerden cuma. alkol günüm. henüz başlamadım. sabah psikiyatriste gidip ilaçlarımı yazdırdım. artık konuşmuyoruz da doktorla pek. anlatıcak bir şeyim kalmadı. iyi misin, düşüncende hızlanma var mı, paranoyaların var mı, falan filan. hayır hayır hayır diyorum seri bir halde, iyiyim doktor, gayet iyi. değilim oysa ve bazen hapımı ekiyorum. sabahları bir mg akşamları iki mg risperdal alıyorum. hepsi bu. ve cuma alkol günüm. daha önce demiştim. beşinci bölümde sanırım.

özlem’i bulduğumdan beri evden çıkmaya ikna edememiştim. zorlamıyorum da kızı. bazen küçük sürprizler yapıyorum ona sadece. hediyeler. giysi ve takı. bazen de abur cubur. çok kötü görünüyor. eskiden kendine bakardı, şimdi hiç bakmıyor. ben otuz dokuz, o kırk iki yaşında. ve bir hayli zayıfladı.

dediğim gibi, özlem’i bulduğumdan beri, onu evden çıkmaya ikna edememiştim. ve o gün, tezgahı açtıktan iki saat sonra çıkageldi yanıma. sol kolu sargılıydı. yavaş adımlarla yürüyordu. bir an için kafamı kitaptan kaldırdığımda gördüm onu. hemen koşup yanına gittim. bitkindi. tökezlemek üzere gibiydi. koşup koluna girdim. diğer koluna ibo girdi. tezgaha kadar yardım ettik. sonra “bırakın tamam sağ olun” dedi ve yere oturup bağdaş kurdu. ibo kendi tezgahına gitti. baş başa kaldık. uzun süredir kesmiyordu kollarını. nerdeyse 3 yıl olduğunu söylemişti ilk onu bulduğumda. saçlarını topladı önce, çantamdan bir kalem çıkartıp. yanımda daima kalem taşıyor bazen de işportada yazıyordum. ardından parmağındaki yüzüğü çıkarıp tezgaha koydu. kemikten yapmıştı. bugün sabah  “bunu satmam ben takıcam” demişti bana. oysa şimdi tezgaha koymuştu.

“yürüyerek mi geldin?” dedim
“hıhım” dedi, “seni çok özledim girdap. güzel oldum mu böyle” saçlarını kast ediyordu. ilk kez toplamıştı onu bulduğumdan beri. önlerinde bi kaç bukle bırakmış, arkasını toplamıştı. uzun ve siyahtı saçları. hatırlıyorsunuz değil mi? unutmanıza izin vermem.
“güzelim ben de mi?”
“dünyanın en güzel kızısın” dedim
“yuh” dedi, “abartma. benden güzelleri de var. ama sen kimseye bakmıyorsun. benimsin sadece. ne güzel”
“baktığım zamanlar da oldu, biliyorsun”
“olur öyle. ben yoktum. olsaydım kaptırmazdım seni kimseye oğlum.”

onu bulduğumdan beri ilk kez neşeliydi. ama sezinleyemediğim ters giden bir şey vardı.
“gene intihar etmedin de mi” dedim. genelde intihar öncesi böyle şirinlik muskası takar, tatlılaşırdı. tören gibiydi onun için bu. ama söylediğine göre, eski evime yerleştikten sonra bunu da yapmamıştı hiç.

bu sırada tezgaha biri gelip kitapların fiyatını sordu. “şu ön sıradakiler on beş, diğerleri beş-on” dedim
“onlar niye pahalı?”
“pahalı değil” diye söze girdi özlem, “onlar sevgilimin kitapları, o yüzden öyleler.” on tane kitap vardı ön sırada. on birinciyi yazmaya başlamıştım.
“kendiniz mi basıyorsunuz” dedi.
“evet” dedim, “fotokopi ve ısısal cilt”
“on beş çok” dedi
“çok değil” dedi özlem.
“benim de bir kitabevim var, ve on beş çok, hem fotokopi diyorsunuz”
“gider misin” dedim, “sana yirmi lira kitaplarım. hadi kaybol”

adam sorun çıkmasın diye bir şey demeden gitti. özlem “şarap alalım mı” dedi, “bugün cuma”.
“ben alıp geleyim” dedim
“hayır ben gidicem” dedi ve ayağa kalkmaya çalışırken sendeledi, sabahtan beri içiyordu zaten. uyanır uyanmaz içmeye başlıyordu son zamanlarda. eskiden sadece biz eve geldiğimizde içmeye başlardı. tuttum kolumdan, “beraber gidelim” dedim.
“hayır ben gidicem” dedi, “gidebilirim. biliyorum.”
“tamam peki sen git” dedim. ve gelene kadar akla karayı seçtim.

açtık şarabı. ve özlem bir şeyden bahsederken, cümlenin sonunda “sikerim” dedi. yoldan geçen bir hatun ters ters bize bakınca da “pardon sana demedim” dedi özlem. arsızlaşmıştı. onu hastaneye kaldırdığımdan bu yana ilk kez sokağa çıkıyordu ve sarhoştu. eve nasıl gitmeye ikna edicektim allah bilir.

“abi güzel çalışıyormuş” dedi, az ilerde saz çalıp şarkı söyleyen arkadaşımı kast ederek.
“güzel çalar” dedim
“yoldan güzel kızlarda geçiyor. işin iş”
“umrumda değil onlar”
“biliyorum, şaka yapıyorum sadece. tuvalete nereye gidiyordun sen?”
“yakın kitapevi veya tiryaki.”

yakın kitapevine her gidişimde, üst katta, tuvaletin olduğu yerde, elit elit bir takım insanlar edebiyat tartışırdı. ben salaş ve eski giysilerimle yukarı çıkar, onların içi boş entelektüel kuramlarına kulak misafiri olur, onları da rahatsız ederdim. seviyordum bu hali. hayatı göremiyorlardı. edebiyatı çok seviyorlardı ama anladıklarını sanmıyorum. ben de anlamıyorum belki, tamam kabul ama onlar da anlamıyorlar. yukardan bakıyorlar çünkü, kuş bakışı, ve bir uçakta nasıl ki insanlar karınca gibi görünür, onlarda hayatı öyle görüyorlardı. hayatı anlamak için, kaldırımda durup dinlenmek ve dinlemek lazım. koşmak, bu hız, bu dengesizlik ve ahenksizlik, bu pür telaş, bazı şeyleri ıskalamanıza neden oluyordu.

tuvalete gidip geldi özlem. yakın kitapevine. “anlattığın gibi birileri tartışıyor” dedi. “beni almadılar ama”
“nasıl yani”
“aralarına yani”
“nasıl ya, aralarına mı?”
“evet birkaç şey söyleyeyim dedim sürekli lafımı kesip anlamadığım sözcükler kullandılar. aman boş ver, eğlendim işte”
“ne tartışıyorlardı ki?”
“bandrolsüz kitapların edebiyata verdiği zararlar ve girdap’ın bozuk cümle yapısı adlı bir söyleşi vardı. ahahaha.”

gülümsedim söylediklerine. dalga geçiyordu. tuvalete gidip gelmişti. söyleşi falan yokmuş o gittiğinde. ama erkekler tuvaletine girmiş, çok bekleyince kadınlar tuvaletini. sonra sırada bekleyen bir adama, bu sırada kadınlar tuvaleti boşalmış tabii o içerdeyken, “sizde yan tarafı kullanabilirdiniz” diyerek çıkıp gelmiş.

saat sekize geliyordu ve on lira iş yapmıştık. her gün kendi kitaplarımdan satıyordum. biraz da fanzin. artık çoğunlukla kendi fanzinlerimi satmaya başlamıştım.

“ibo’ da takı yapıyordu demi” dedi özlem
“evet” dedim
“benimkilerden güzel mi yaptıkları”
“refik’le aynı gidiyorlar genelde”
“abimin ağzı çok laf yaptığı içindir o” dedi, “ben hangisi çok satıyor diye sormadım hem. ibo daha güzel yapıyordur”
“seninkiler de güzel ama, neden kıyaslıyorsun ki”
“tütün sarar mısın bana, ama filtresi düşmesin gene.”

benden hayatı boyunca sadece bir kere sigara sarmamı istemiş, onda da filtresi düşmüştü. haberi olmadan sardığım çok oldu da, istediği için sardığımda kötü sarmıştım. hala arada kötü sarıyordum. sardım bi tane. uzattım. daha eline alırken filtresi düştü.
“of ya” dedim
“olsun” dedi, “sigara alalım bugün. olur mu? biraz lüks takılalım. sen al ama bu kez, ayağa kalkarsam kusarım”

eve nasıl gidicez bilmiyordum, taksiye vericek param kalmayacaktı bu gidişle. onun da, özellikle bu haldeyken, isteklerine karşı gelmek istemiyordum. odin ve thor’dan yardım dilendim biraz daha iş yapmak adına. taksi ile gitmek dışında bir şansımız yoktu her ne kadar binmek istemeyecek olsa bile. sigarayı alıp geri döndüğümde, zabıta ile kavga ederken buldum özlem’i. tezgahlarımız alınmıştı. ve ben son paramı şarap ve sigaraya vermiştim. saat dokuzdu. aslında tam bu saatte toplardım tezgahı, saati de bakkala sorup öğrenmiştim, cep telefonum da olmadığı için, doğal olarak saati de bilmezdim.

yanına gelip özlem’e sarıldım. “tamam bebeğim, bir şey yok, alırız sonra tezgahı. önemli değil, evde daha kitap var”
“umarım çocuklarınız aç kalır ve ellerinden tek gelen işporta açmak olur” dedi özlem son olarak onlara ve torbayı aldı elimden. boş tezgahta şarap içmeye başladık.

“yüzüğü kurtardım ama” dedi, “birazdan satıcam, görüceksin. iki bira parası çıkar bundan.”
“çok içmedik mi sence” dedim
“tamam yüzüğü taksi parası yaparız bebeğim” dedi, “çok içen benim, farkındayım, ama bak, ilk kez sokağa çıkıyorum, benim de var bi bildiğim dur sen”

yoldan geçen herkese, oturduğu yerden, yüzüğü uzatıp, “on beş lira, taksi paramız çıksın, yoksa eve gidemicez, tezgahımızı çaldılar, on beş lira” demeye başladı. yaklaşık bir saat uğraştı yüzüğü satmaya. ben “gerek yok yürürüz ben seni taşırım” dedikçe, “sen sus, o zaman bira alırız” diyordu.

ibo’lar da yan tezgahta alınan tezgahlarının üzerine, şarap içiyorlardı. tuncay çıkageldi onbire doğru. eve bakmış, özlem’i göremeyince direk tezgaha gelmişti.

“eve gidemiyorsunuz değil mi?” dedi. anlamıştı halimizi. ben iyi durumdaydım gerçi ama özlem feci sarhoştu. yüzüğü sattıktan sonra birkaç kez ayağa kalkmaya çalışmış ama becerememişti. ben onu tutmaya çalışırken de yanlışlıkla kolunu acıtmıştım. tazeydi kesikleri.

“sanane” dedi, tuncay’a özlem. “gidemiyoruz evet. gitmiyoruz. buraya kazık çaktım ben. bi beş yılda burda yaşıcam belki. sanane”
“tamam tamam, kızma” dedi, “şarabınız da bitiyor”
“başka içmicez” dedim
“başka içmicez” diyerek onayladı beni özlem. durumunu biliyordu. parka götürüp biraz kusmasını sağladık tuncay’la. sonra dizlerime uzanıp biraz uyudu. ben tuncay’la muhabbete daldım. bana yeni bir iş olduğunu söyledi. özel bir gübre kanalı bulmuş. adını telaffuz edemediği bir ot türü varmış. ondan yetiştircekmiş. “yakalanırsam boku yerim ama hızlı büyüyorlar. iki ayda alıyorsun mahsulü. çok iyi para var bu işte” dedi.
“napıcaksın bu kadar parayı” dedim
“hayallerini gerçekleştiricem” dedi
“neymiş benim hayalim” dedim
“pinero’yu tekrar açmak” dedi
“yapma tuncay” dedim. “o mevzu kapanalı beş yıl oldu. burda iyiyim ben”
“tiryaki’nin yanı hala boş ama. bu kez ben durucam başında.”
“sen de içerde ot sat tam olsun”
“yok işte. bırakıcam bu işi.”
“batar ki abi” dedim “ikinci kez gene batarız”
“batalım moruk” dedi, “gene batalım. ne çıkar”
“istemiyorum tuncay” dedim. “ama napalım biliyor musun. sen gene de bu işleri bırak. gelen para ile hayatının sonuna kadar yaşamaya çalış”
“işportaya dönerim belki” dedi. üzülmüştü. tek hedefi beni mutlu etmekmiş adamın. ama ben dükkan mevzusunu kapatalı çok olmuştu. oluşum dağılalı da öyle.
“beş yıl önce nerdeydin” dedim
“o zaman sen hazır değildin” dedi, “başında bir sürü mesele vardı”
“dükkan açıyoruz bebeğim” dedi özlem yattığı yerden, “açıyor ve batıyoruz. ben durcam başında. sen işportada dur. hem biraz sokağa çıkmaya alışmış olurum. olmaz mı?”

onu kıramazdım. tuncay “dükkanı satın alıcaz oğlum” dedi, “kiralamıcaz”
“o kadar paran olucaksa arazi alıp gidelim buralardan. ya da daha büyük bir yerde de tutabiliriz” dedim.
“hayır orada tutucaz” dedi özlem, yattığı yerden. “tuncay paran varsa şarap alsana. cigara var mı yanında”
“çok içtin” dedim özlem’e
“adam zengin olm” dedi, “dilerse taksi ile üç tur atar izmir’de, baksana dükkanı satın almaktan bahsediyor”
“çok içtiğini söylüyorum ben” dedim, paradan bahseden var mı?”
“çok içtin tatlım” dedi tuncay. “henüz o kadar param yok. ama şu yeni işi yaparsam olucak. hadi eve gidip evde içelim.”

saat biri geçiyor olmalıydı. ibo’lar çoktan kalkmıştı. bi biz kalmıştık sokakta. arada bir tek tük geçenler oluyordu. hepsi bu.

“kollarım çok acıyor” dedi özlem, “derin kesmişim bir kaçını. sızlıyor. ağrı kesici de içemem. o zaman şarap içelim.”
“içmesek olmaz mı” dedim
“olur” dedi, “sen içmemi istemiyorsan içmem. ama evde içicem. hadi taksi çağırın. yürüyemicem.”

özlem’in yavaş adımları ile köşedeki taksi durağına gittik. bi taksi çağırdık. on dakika sürmedi eve varmamız ve on lira tuttu. özlem illa sattığı yüzük ile parasını ödemek istedi. gene sıfırı tüketmiştik. tuncay’ın üzerinde de bi şarap parası vardı. ama yanında ot da vardı. torbacı adam sonuçta. refik ve seçil bizden önce gelmişti. özlem biraz ayılmıştı, ne şaraptan içti ne de ot. ben de içmedim. ot içmiyordum zaten uzun uzun yıllardır. refik ve seçil ot’dan takıldılar, çok içmemişler gezmişlerdi, onlar da sıfırı tüketmişti bugün. ve işporta tezgahımız uçmuştu. refik bugün işporta açmadığı için onun takı tezgahını da ben açmıştım. tuncay da son parasını yeni aldığı otlara vermiş onları da polise kaptırmıştı.

“burda yetiştirelim” dedi tuncay, “yeni süper otumuzu. gübre sağlam yerden gelicek”
“kimyasala karşıyım” dedim, “hem başkalarının hayatını heba etmeyelim”
“kimyasal değil moruk” dedi, “hepsi doğal gübre. yurtdışından geliyor. kanalı buldum. sağlam bi alıcım da var muğla’da”
“ben olur derim” dedi özlem
“ben de” dedi refik. seçil ve ben itiraz ettik. fikir tuncay’dan çıkmıştı zaten ama hiçbir işimizi demokrasi ile çözmüyorduk.
“üç kez hasat alsak dükkanı açarız” dedi. “iki ayda bir mahsül veriyor. elektriği kaçak yapmamız lazım ama, 24 saat ışık yanıcak odada”
“hangi odada yapıcaz” dedim. “ben hala karşıyım gerçi.”
“salonda yapamayız. orası mutfağa geçiş güzergahı”
“kala kala seçil’le bizim odamız kalıyor yani” dedi refik.
“orası olmaz hayatım. nerde sevişicez biz sonra” dedi seçil
“biz sevişmiyoruz seçil” dedi özlem, siz de bi altı ay sevişmeyiverin. üç mahsul de tamammış bu iş”
“doğru. o kadar çok içiyorsun ki. çocuk sevişmeye vakit bulamıyor”
“sıkıldım” dedim. “fikri bile bizi tartışmaya soktu”
“ben dışarı çıkıyorum” dedi özlem.
“gecenin üçü özlem ne dışarısı” dedim.
“sahile inicem güzelim ya” dedi.
“geleyim ben de”
“sen bilirsin”

özlem’le sahile indik. sahil burnumuzun dibindeydi. biraz merdiven inip yolun karşısına geçtik sadece. ayaklarımızı denize soktuk. tütünü unutmuştuk. özlem hatırlattı. “çıkıp alayım” dedim
“al tabii” dedi.

geri döndüğümde, yoldan geçen arabaların önünü kestiğini gördüm. her geçen arabanın önüne geçiyor, ellerini kaldırıyor ve yavaşlamalarını, yön değiştirmelerini sağlıyordu. kimse de araçtan inip bir şey yapmıyordu. sarhoşlarla kimse uğraşmak istemez. biraz açılmasına rağmen hala sarhoştu. tam karşıya geçip onu alıcakken polis arabasını gördüm. umarım ona da yapmaz diye içimden geçirirken polis arabasına da ellerini kaldırdı. araba yavaşladı ve araçtan iki polis indi. koşarak karşıya geçtim. geçen arabaların hızına aldırmadan.

“tamam memur bey, arkadaşım sadece biraz sarhoş” diyordum ben, özlem’se “sike sike durucaklar, ezsinler de beni göreyim, sabaha dek burdayım ben, beni durduramazsınız” diyorken  “ne arkadaşı oğlum, sevgilin değil miyim senin” dedi. araca bindirip götürdüler özlem’i. eve koşup haber verip hızlı adımlarla en önde karakola gittim. konak’a baktık önce. yoktu. kantara bakmamız gerekiyormuş. oranın ekibi olabilirmişmiş. bilmiyorlarmışmış. yardımcı olamazlarmışmış. falan filan. elimde sigara ile kantardan içeri girdim özlem’i orada bankın üzerinde oturmuş görünce. kapıdaki polisler bir şey demedi. beni görür görmez sarıldı özlem. “hepsinin ağzına sıçtım” dedi, “hepsi korkak”
“bileğini çok acıttılar mı” dedim
“evet” dedi, “olsun.”

refik, seçil ve tuncay kapıdaki polislerle tartışıyorlardı. onları içeri almıyorlar beni de içerden çıkarmaya çalışıyorlardı. karakolun altını üstüne getirip hepimiz birden gözaltına alındık. daha önce de olmuştu ama hepimiz birden hiç alınmamıştık gözaltına. ama işlem yapmadılar. biraz tutup bırakıcaklardı. güç gösterisi yapıyorlardı. neyseki üstümüzü aramadılar. tuncay’ın üzerinde cigara olduğundan emindim. herif cigarasız bir adım atmıyordu. sabah yedide serbest bıraktılar. özlem “gecenizin içine ettim özür dilerim” deyip duruyordu.

“ama sarhoşum diye olmadı bu. bi daha sokağa çıkmıcam ben. valla billa. evdeyken daha iyiyim ben.”

ardından tekrar eve kapandı. seçil ve ben karşı çıktığım için, evde ot yetiştirme fikri bir süreliğine rafa kalktı, ara ara tuncay ve özlem gündemimize soksa da. tuncay da bize yerleşmişti. torbacılığı bırakmıştı son malını polise kaptırınca. ona bir şey yapmamışlardı, polisler malı geri satmak için para istiyordu. böyleydi bu işler. biraz rüşvetle işlerini sürdürüyordu, ters bir komisere denk gelene kadar da bu böyle sürebilirdi, ya da arada birini içeri tıkmak isteyene kadar canları. artık evde beş kişiydik. ve özlem yine eskisi gibi sadece biz eve geldiğimize içmeye başlamıştı. ortalığı toplayıp yemek yapmayı sürdürüyordu. dükkan açmamızın kimseye faydası olmazdı. işportamız vardı işte. arada bir tezgahımızı kaptırsak da, artık tuncay’ın da desteği ile daha iyi iş yapmaya başlamıştık. özlem en fazla arada bir gece ikiden sonra sahile inerdi. bazen tek başına bazen benimle. hala bazen kollarını açıp arabaları durduruyordu. polisler de alıştı bir süre sonra bizim manyak olduğumuza. iki kez daha beşimizi birden gözaltına alıp sonra uğraşmak istemediler. tuncay’ın arada bir gelen süper para kazanma fikirleri dışında, hayal kurmayıp, olanla yetinmeye devam ettik… onda risk dolu fikir bitmezdi zaten.

29 nisan 2016. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder