geriye
dönüşler 2 – bölüm 7
tezgahta
oturuyorum. tekrar 2021 yılındayız. temmuz ayı. refik o gün, seçil’le beraber.
seçil’in tatil günlerinden biri ve refik de tezgah açmadı. tanışma yıl
dönümleriymiş. refik ve seçil’in 21 yıllık bir birliktelikleri var.
tezgahta
oturuyorum. başım öne eğik. kitap okuyorum. günlerden cuma. alkol günüm. henüz
başlamadım. sabah psikiyatriste gidip ilaçlarımı yazdırdım. artık konuşmuyoruz
da doktorla pek. anlatıcak bir şeyim kalmadı. iyi misin, düşüncende hızlanma
var mı, paranoyaların var mı, falan filan. hayır hayır hayır diyorum seri bir
halde, iyiyim doktor, gayet iyi. değilim oysa ve bazen hapımı ekiyorum. sabahları
bir mg akşamları iki mg risperdal alıyorum. hepsi bu. ve cuma alkol günüm. daha
önce demiştim. beşinci bölümde sanırım.
özlem’i
bulduğumdan beri evden çıkmaya ikna edememiştim. zorlamıyorum da kızı. bazen
küçük sürprizler yapıyorum ona sadece. hediyeler. giysi ve takı. bazen de abur
cubur. çok kötü görünüyor. eskiden kendine bakardı, şimdi hiç bakmıyor. ben
otuz dokuz, o kırk iki yaşında. ve bir hayli zayıfladı.
dediğim
gibi, özlem’i bulduğumdan beri, onu evden çıkmaya ikna edememiştim. ve o gün,
tezgahı açtıktan iki saat sonra çıkageldi yanıma. sol kolu sargılıydı. yavaş adımlarla
yürüyordu. bir an için kafamı kitaptan kaldırdığımda gördüm onu. hemen koşup
yanına gittim. bitkindi. tökezlemek üzere gibiydi. koşup koluna girdim. diğer
koluna ibo girdi. tezgaha kadar yardım ettik. sonra “bırakın tamam sağ olun”
dedi ve yere oturup bağdaş kurdu. ibo kendi tezgahına gitti. baş başa kaldık.
uzun süredir kesmiyordu kollarını. nerdeyse 3 yıl olduğunu söylemişti ilk onu
bulduğumda. saçlarını topladı önce, çantamdan bir kalem çıkartıp. yanımda daima
kalem taşıyor bazen de işportada yazıyordum. ardından parmağındaki yüzüğü
çıkarıp tezgaha koydu. kemikten yapmıştı. bugün sabah “bunu satmam ben takıcam” demişti bana. oysa
şimdi tezgaha koymuştu.
“yürüyerek
mi geldin?” dedim
“hıhım”
dedi, “seni çok özledim girdap. güzel oldum mu böyle” saçlarını kast ediyordu.
ilk kez toplamıştı onu bulduğumdan beri. önlerinde bi kaç bukle bırakmış,
arkasını toplamıştı. uzun ve siyahtı saçları. hatırlıyorsunuz değil mi?
unutmanıza izin vermem.
“güzelim
ben de mi?”
“dünyanın
en güzel kızısın” dedim
“yuh”
dedi, “abartma. benden güzelleri de var. ama sen kimseye bakmıyorsun. benimsin
sadece. ne güzel”
“baktığım
zamanlar da oldu, biliyorsun”
“olur
öyle. ben yoktum. olsaydım kaptırmazdım seni kimseye oğlum.”
onu
bulduğumdan beri ilk kez neşeliydi. ama sezinleyemediğim ters giden bir şey
vardı.
“gene
intihar etmedin de mi” dedim. genelde intihar öncesi böyle şirinlik muskası
takar, tatlılaşırdı. tören gibiydi onun için bu. ama söylediğine göre, eski
evime yerleştikten sonra bunu da yapmamıştı hiç.
bu
sırada tezgaha biri gelip kitapların fiyatını sordu. “şu ön sıradakiler on beş,
diğerleri beş-on” dedim
“onlar
niye pahalı?”
“pahalı
değil” diye söze girdi özlem, “onlar sevgilimin kitapları, o yüzden öyleler.”
on tane kitap vardı ön sırada. on birinciyi yazmaya başlamıştım.
“kendiniz
mi basıyorsunuz” dedi.
“evet”
dedim, “fotokopi ve ısısal cilt”
“on
beş çok” dedi
“çok
değil” dedi özlem.
“benim
de bir kitabevim var, ve on beş çok, hem fotokopi diyorsunuz”
“gider
misin” dedim, “sana yirmi lira kitaplarım. hadi kaybol”
adam
sorun çıkmasın diye bir şey demeden gitti. özlem “şarap alalım mı” dedi, “bugün
cuma”.
“ben
alıp geleyim” dedim
“hayır
ben gidicem” dedi ve ayağa kalkmaya çalışırken sendeledi, sabahtan beri
içiyordu zaten. uyanır uyanmaz içmeye başlıyordu son zamanlarda. eskiden sadece
biz eve geldiğimizde içmeye başlardı. tuttum kolumdan, “beraber gidelim” dedim.
“hayır
ben gidicem” dedi, “gidebilirim. biliyorum.”
“tamam
peki sen git” dedim. ve gelene kadar akla karayı seçtim.
açtık
şarabı. ve özlem bir şeyden bahsederken, cümlenin sonunda “sikerim” dedi.
yoldan geçen bir hatun ters ters bize bakınca da “pardon sana demedim” dedi
özlem. arsızlaşmıştı. onu hastaneye kaldırdığımdan bu yana ilk kez sokağa
çıkıyordu ve sarhoştu. eve nasıl gitmeye ikna edicektim allah bilir.
“abi
güzel çalışıyormuş” dedi, az ilerde saz çalıp şarkı söyleyen arkadaşımı kast
ederek.
“güzel
çalar” dedim
“yoldan
güzel kızlarda geçiyor. işin iş”
“umrumda
değil onlar”
“biliyorum,
şaka yapıyorum sadece. tuvalete nereye gidiyordun sen?”
“yakın
kitapevi veya tiryaki.”
yakın
kitapevine her gidişimde, üst katta, tuvaletin olduğu yerde, elit elit bir
takım insanlar edebiyat tartışırdı. ben salaş ve eski giysilerimle yukarı
çıkar, onların içi boş entelektüel kuramlarına kulak misafiri olur, onları da
rahatsız ederdim. seviyordum bu hali. hayatı göremiyorlardı. edebiyatı çok
seviyorlardı ama anladıklarını sanmıyorum. ben de anlamıyorum belki, tamam
kabul ama onlar da anlamıyorlar. yukardan bakıyorlar çünkü, kuş bakışı, ve bir
uçakta nasıl ki insanlar karınca gibi görünür, onlarda hayatı öyle
görüyorlardı. hayatı anlamak için, kaldırımda durup dinlenmek ve dinlemek lazım.
koşmak, bu hız, bu dengesizlik ve ahenksizlik, bu pür telaş, bazı şeyleri
ıskalamanıza neden oluyordu.
tuvalete
gidip geldi özlem. yakın kitapevine. “anlattığın gibi birileri tartışıyor”
dedi. “beni almadılar ama”
“nasıl
yani”
“aralarına
yani”
“nasıl
ya, aralarına mı?”
“evet
birkaç şey söyleyeyim dedim sürekli lafımı kesip anlamadığım sözcükler
kullandılar. aman boş ver, eğlendim işte”
“ne
tartışıyorlardı ki?”
“bandrolsüz
kitapların edebiyata verdiği zararlar ve girdap’ın bozuk cümle yapısı adlı bir
söyleşi vardı. ahahaha.”
gülümsedim
söylediklerine. dalga geçiyordu. tuvalete gidip gelmişti. söyleşi falan yokmuş
o gittiğinde. ama erkekler tuvaletine girmiş, çok bekleyince kadınlar
tuvaletini. sonra sırada bekleyen bir adama, bu sırada kadınlar tuvaleti
boşalmış tabii o içerdeyken, “sizde yan tarafı kullanabilirdiniz” diyerek çıkıp
gelmiş.
saat
sekize geliyordu ve on lira iş yapmıştık. her gün kendi kitaplarımdan
satıyordum. biraz da fanzin. artık çoğunlukla kendi fanzinlerimi satmaya
başlamıştım.
“ibo’
da takı yapıyordu demi” dedi özlem
“evet”
dedim
“benimkilerden
güzel mi yaptıkları”
“refik’le
aynı gidiyorlar genelde”
“abimin
ağzı çok laf yaptığı içindir o” dedi, “ben hangisi çok satıyor diye sormadım
hem. ibo daha güzel yapıyordur”
“seninkiler
de güzel ama, neden kıyaslıyorsun ki”
“tütün
sarar mısın bana, ama filtresi düşmesin gene.”
benden
hayatı boyunca sadece bir kere sigara sarmamı istemiş, onda da filtresi
düşmüştü. haberi olmadan sardığım çok oldu da, istediği için sardığımda kötü
sarmıştım. hala arada kötü sarıyordum. sardım bi tane. uzattım. daha eline
alırken filtresi düştü.
“of
ya” dedim
“olsun”
dedi, “sigara alalım bugün. olur mu? biraz lüks takılalım. sen al ama bu kez,
ayağa kalkarsam kusarım”
eve
nasıl gidicez bilmiyordum, taksiye vericek param kalmayacaktı bu gidişle. onun
da, özellikle bu haldeyken, isteklerine karşı gelmek istemiyordum. odin ve
thor’dan yardım dilendim biraz daha iş yapmak adına. taksi ile gitmek dışında
bir şansımız yoktu her ne kadar binmek istemeyecek olsa bile. sigarayı alıp
geri döndüğümde, zabıta ile kavga ederken buldum özlem’i. tezgahlarımız
alınmıştı. ve ben son paramı şarap ve sigaraya vermiştim. saat dokuzdu. aslında
tam bu saatte toplardım tezgahı, saati de bakkala sorup öğrenmiştim, cep
telefonum da olmadığı için, doğal olarak saati de bilmezdim.
yanına
gelip özlem’e sarıldım. “tamam bebeğim, bir şey yok, alırız sonra tezgahı.
önemli değil, evde daha kitap var”
“umarım
çocuklarınız aç kalır ve ellerinden tek gelen işporta açmak olur” dedi özlem
son olarak onlara ve torbayı aldı elimden. boş tezgahta şarap içmeye başladık.
“yüzüğü
kurtardım ama” dedi, “birazdan satıcam, görüceksin. iki bira parası çıkar
bundan.”
“çok
içmedik mi sence” dedim
“tamam
yüzüğü taksi parası yaparız bebeğim” dedi, “çok içen benim, farkındayım, ama
bak, ilk kez sokağa çıkıyorum, benim de var bi bildiğim dur sen”
yoldan
geçen herkese, oturduğu yerden, yüzüğü uzatıp, “on beş lira, taksi paramız
çıksın, yoksa eve gidemicez, tezgahımızı çaldılar, on beş lira” demeye başladı.
yaklaşık bir saat uğraştı yüzüğü satmaya. ben “gerek yok yürürüz ben seni
taşırım” dedikçe, “sen sus, o zaman bira alırız” diyordu.
ibo’lar
da yan tezgahta alınan tezgahlarının üzerine, şarap içiyorlardı. tuncay
çıkageldi onbire doğru. eve bakmış, özlem’i göremeyince direk tezgaha gelmişti.
“eve
gidemiyorsunuz değil mi?” dedi. anlamıştı halimizi. ben iyi durumdaydım gerçi
ama özlem feci sarhoştu. yüzüğü sattıktan sonra birkaç kez ayağa kalkmaya
çalışmış ama becerememişti. ben onu tutmaya çalışırken de yanlışlıkla kolunu
acıtmıştım. tazeydi kesikleri.
“sanane”
dedi, tuncay’a özlem. “gidemiyoruz evet. gitmiyoruz. buraya kazık çaktım ben.
bi beş yılda burda yaşıcam belki. sanane”
“tamam
tamam, kızma” dedi, “şarabınız da bitiyor”
“başka
içmicez” dedim
“başka
içmicez” diyerek onayladı beni özlem. durumunu biliyordu. parka götürüp biraz
kusmasını sağladık tuncay’la. sonra dizlerime uzanıp biraz uyudu. ben tuncay’la
muhabbete daldım. bana yeni bir iş olduğunu söyledi. özel bir gübre kanalı
bulmuş. adını telaffuz edemediği bir ot türü varmış. ondan yetiştircekmiş.
“yakalanırsam boku yerim ama hızlı büyüyorlar. iki ayda alıyorsun mahsulü. çok
iyi para var bu işte” dedi.
“napıcaksın
bu kadar parayı” dedim
“hayallerini
gerçekleştiricem” dedi
“neymiş
benim hayalim” dedim
“pinero’yu
tekrar açmak” dedi
“yapma
tuncay” dedim. “o mevzu kapanalı beş yıl oldu. burda iyiyim ben”
“tiryaki’nin
yanı hala boş ama. bu kez ben durucam başında.”
“sen
de içerde ot sat tam olsun”
“yok
işte. bırakıcam bu işi.”
“batar
ki abi” dedim “ikinci kez gene batarız”
“batalım
moruk” dedi, “gene batalım. ne çıkar”
“istemiyorum
tuncay” dedim. “ama napalım biliyor musun. sen gene de bu işleri bırak. gelen
para ile hayatının sonuna kadar yaşamaya çalış”
“işportaya
dönerim belki” dedi. üzülmüştü. tek hedefi beni mutlu etmekmiş adamın. ama ben
dükkan mevzusunu kapatalı çok olmuştu. oluşum dağılalı da öyle.
“beş
yıl önce nerdeydin” dedim
“o
zaman sen hazır değildin” dedi, “başında bir sürü mesele vardı”
“dükkan
açıyoruz bebeğim” dedi özlem yattığı yerden, “açıyor ve batıyoruz. ben durcam
başında. sen işportada dur. hem biraz sokağa çıkmaya alışmış olurum. olmaz mı?”
onu
kıramazdım. tuncay “dükkanı satın alıcaz oğlum” dedi, “kiralamıcaz”
“o
kadar paran olucaksa arazi alıp gidelim buralardan. ya da daha büyük bir yerde
de tutabiliriz” dedim.
“hayır
orada tutucaz” dedi özlem, yattığı yerden. “tuncay paran varsa şarap alsana.
cigara var mı yanında”
“çok
içtin” dedim özlem’e
“adam
zengin olm” dedi, “dilerse taksi ile üç tur atar izmir’de, baksana dükkanı
satın almaktan bahsediyor”
“çok
içtiğini söylüyorum ben” dedim, paradan bahseden var mı?”
“çok
içtin tatlım” dedi tuncay. “henüz o kadar param yok. ama şu yeni işi yaparsam
olucak. hadi eve gidip evde içelim.”
saat
biri geçiyor olmalıydı. ibo’lar çoktan kalkmıştı. bi biz kalmıştık sokakta.
arada bir tek tük geçenler oluyordu. hepsi bu.
“kollarım
çok acıyor” dedi özlem, “derin kesmişim bir kaçını. sızlıyor. ağrı kesici de
içemem. o zaman şarap içelim.”
“içmesek
olmaz mı” dedim
“olur”
dedi, “sen içmemi istemiyorsan içmem. ama evde içicem. hadi taksi çağırın.
yürüyemicem.”
özlem’in
yavaş adımları ile köşedeki taksi durağına gittik. bi taksi çağırdık. on dakika
sürmedi eve varmamız ve on lira tuttu. özlem illa sattığı yüzük ile parasını
ödemek istedi. gene sıfırı tüketmiştik. tuncay’ın üzerinde de bi şarap parası
vardı. ama yanında ot da vardı. torbacı adam sonuçta. refik ve seçil bizden
önce gelmişti. özlem biraz ayılmıştı, ne şaraptan içti ne de ot. ben de
içmedim. ot içmiyordum zaten uzun uzun yıllardır. refik ve seçil ot’dan
takıldılar, çok içmemişler gezmişlerdi, onlar da sıfırı tüketmişti bugün. ve
işporta tezgahımız uçmuştu. refik bugün işporta açmadığı için onun takı
tezgahını da ben açmıştım. tuncay da son parasını yeni aldığı otlara vermiş
onları da polise kaptırmıştı.
“burda
yetiştirelim” dedi tuncay, “yeni süper otumuzu. gübre sağlam yerden gelicek”
“kimyasala
karşıyım” dedim, “hem başkalarının hayatını heba etmeyelim”
“kimyasal
değil moruk” dedi, “hepsi doğal gübre. yurtdışından geliyor. kanalı buldum.
sağlam bi alıcım da var muğla’da”
“ben
olur derim” dedi özlem
“ben
de” dedi refik. seçil ve ben itiraz ettik. fikir tuncay’dan çıkmıştı zaten ama
hiçbir işimizi demokrasi ile çözmüyorduk.
“üç
kez hasat alsak dükkanı açarız” dedi. “iki ayda bir mahsül veriyor. elektriği
kaçak yapmamız lazım ama, 24 saat ışık yanıcak odada”
“hangi
odada yapıcaz” dedim. “ben hala karşıyım gerçi.”
“salonda
yapamayız. orası mutfağa geçiş güzergahı”
“kala
kala seçil’le bizim odamız kalıyor yani” dedi refik.
“orası
olmaz hayatım. nerde sevişicez biz sonra” dedi seçil
“biz
sevişmiyoruz seçil” dedi özlem, siz de bi altı ay sevişmeyiverin. üç mahsul de
tamammış bu iş”
“doğru.
o kadar çok içiyorsun ki. çocuk sevişmeye vakit bulamıyor”
“sıkıldım”
dedim. “fikri bile bizi tartışmaya soktu”
“ben
dışarı çıkıyorum” dedi özlem.
“gecenin
üçü özlem ne dışarısı” dedim.
“sahile
inicem güzelim ya” dedi.
“geleyim
ben de”
“sen
bilirsin”
özlem’le
sahile indik. sahil burnumuzun dibindeydi. biraz merdiven inip yolun karşısına
geçtik sadece. ayaklarımızı denize soktuk. tütünü unutmuştuk. özlem hatırlattı.
“çıkıp alayım” dedim
“al
tabii” dedi.
geri
döndüğümde, yoldan geçen arabaların önünü kestiğini gördüm. her geçen arabanın
önüne geçiyor, ellerini kaldırıyor ve yavaşlamalarını, yön değiştirmelerini
sağlıyordu. kimse de araçtan inip bir şey yapmıyordu. sarhoşlarla kimse
uğraşmak istemez. biraz açılmasına rağmen hala sarhoştu. tam karşıya geçip onu
alıcakken polis arabasını gördüm. umarım ona da yapmaz diye içimden geçirirken
polis arabasına da ellerini kaldırdı. araba yavaşladı ve araçtan iki polis
indi. koşarak karşıya geçtim. geçen arabaların hızına aldırmadan.
“tamam
memur bey, arkadaşım sadece biraz sarhoş” diyordum ben, özlem’se “sike sike
durucaklar, ezsinler de beni göreyim, sabaha dek burdayım ben, beni
durduramazsınız” diyorken “ne arkadaşı
oğlum, sevgilin değil miyim senin” dedi. araca bindirip götürdüler özlem’i. eve
koşup haber verip hızlı adımlarla en önde karakola gittim. konak’a baktık önce.
yoktu. kantara bakmamız gerekiyormuş. oranın ekibi olabilirmişmiş.
bilmiyorlarmışmış. yardımcı olamazlarmışmış. falan filan. elimde sigara ile
kantardan içeri girdim özlem’i orada bankın üzerinde oturmuş görünce. kapıdaki
polisler bir şey demedi. beni görür görmez sarıldı özlem. “hepsinin ağzına
sıçtım” dedi, “hepsi korkak”
“bileğini
çok acıttılar mı” dedim
“evet”
dedi, “olsun.”
refik,
seçil ve tuncay kapıdaki polislerle tartışıyorlardı. onları içeri almıyorlar
beni de içerden çıkarmaya çalışıyorlardı. karakolun altını üstüne getirip
hepimiz birden gözaltına alındık. daha önce de olmuştu ama hepimiz birden hiç
alınmamıştık gözaltına. ama işlem yapmadılar. biraz tutup bırakıcaklardı. güç
gösterisi yapıyorlardı. neyseki üstümüzü aramadılar. tuncay’ın üzerinde cigara
olduğundan emindim. herif cigarasız bir adım atmıyordu. sabah yedide serbest
bıraktılar. özlem “gecenizin içine ettim özür dilerim” deyip duruyordu.
“ama
sarhoşum diye olmadı bu. bi daha sokağa çıkmıcam ben. valla billa. evdeyken daha
iyiyim ben.”
ardından
tekrar eve kapandı. seçil ve ben karşı çıktığım için, evde ot yetiştirme fikri
bir süreliğine rafa kalktı, ara ara tuncay ve özlem gündemimize soksa da. tuncay
da bize yerleşmişti. torbacılığı bırakmıştı son malını polise kaptırınca. ona
bir şey yapmamışlardı, polisler malı geri satmak için para istiyordu. böyleydi
bu işler. biraz rüşvetle işlerini sürdürüyordu, ters bir komisere denk gelene
kadar da bu böyle sürebilirdi, ya da arada birini içeri tıkmak isteyene kadar
canları. artık evde beş kişiydik. ve özlem yine eskisi gibi sadece biz eve
geldiğimize içmeye başlamıştı. ortalığı toplayıp yemek yapmayı sürdürüyordu.
dükkan açmamızın kimseye faydası olmazdı. işportamız vardı işte. arada bir
tezgahımızı kaptırsak da, artık tuncay’ın da desteği ile daha iyi iş yapmaya
başlamıştık. özlem en fazla arada bir gece ikiden sonra sahile inerdi. bazen
tek başına bazen benimle. hala bazen kollarını açıp arabaları durduruyordu.
polisler de alıştı bir süre sonra bizim manyak olduğumuza. iki kez daha
beşimizi birden gözaltına alıp sonra uğraşmak istemediler. tuncay’ın arada bir
gelen süper para kazanma fikirleri dışında, hayal kurmayıp, olanla yetinmeye
devam ettik… onda risk dolu fikir bitmezdi zaten.
29
nisan 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder