paratoner
enfeksiyon…
eğer birkaç kadın
tarafından kırmızı kart gördüyseniz, hayatınızın kalan maçlarında, oyuna pek
müdahil olmaz, sonuçlara itiraz etmez, hatta aldırmazsınız, ve işte o zaman
çevrenizde size aşık olduğunu her fırsatta dile getirip hep yanınızda olacağını
söyleyen birkaç kadın bulursunuz, ve bilirsiniz, ipi kaptırmak, terkedilmektir,
aşık olmak bir erkeği zayıflatır ve kadınlar zayıf erkeklerden hoşlanmazlar…
böyle gelişmişti
olaylar, birkaç kez aşık olmuş, - çok değil- fena kaptırmış, ve sonuçta acıdan
ulur halde bulmuştum kendimi, ve şimdi buradaydım, bir evde, ailesinden uzak
bir şehirde ailesinin desteği ile üniversite okuyan harikulade güzellikte bir
kadının evinde, kadının yatağında, bir pazar sabahı, uyanmış ve sigaramı
içiyordum yatakta, içeriden gelen sesleri dinliyordum, benim uyuduğum ve
duymadığım düşünülerek hakkımda kurulan cümleleri… evdeki tüm hatunlar
uyanmıştı, sevgilim olan pınar, ve iki arkadaşı özge ile gülçin… benim daha ne
kadar onlarla burada kalacağımı soruyorlardı sevgilimin arkadaşları, “gidicek
yeri yok” diyordu bana olan aşkından gözü dönmüş olan sevgilim, “onu sokağa
atamam”, haklıydı haklı olmasına, gidicek yerim yoktu, ama onlarla burada
kalmayı hakedicek bir fonksiyonum da bulunmuyordu işin aslı, bilirsiniz, para,
evin gelirine katkı, çalışmak yada onun gibi şeyler, karşılık, bir işte 24
saatinin uykudan arta kalanının çoğunu tükettiğin aptal işler söz konusuydu,
çalışmak istemiyordum, birkaç denemem olmuştu çalışma yaşamına dair ama
ısınamamıştım, sevmiyordum çalışmayı, tembelin tekiydim, sevgilimin harikulade
bulduğu, ve sevgilimin dışında hiç kimsenin değer vermediği aptal, basit, salak
şiirler yazıyordum, ben bile değer vermiyordum o paçavralara, kağıt üzerinde
yazdı isem evin bi köşesinde bırakıyor, bilgisayarda yazdı isemde dosyayı
öylece açtığım yerde, yani masaüstünde bırakıyordum, evdeki hatunlardan biri –
pınar hariç- dosyayı silene dek.. beni sevmediklerini, tiksindiklerini her
fırsatta ima ediyorlardı özge ve gülçin, ama içten içe, bir tür kadın kıskançlığının
havada uçuştuğunu sezinleyebiliyordum, onlardan birine biraz sarksam teslim
alırdım, ama rahatımı riske edip evdeki kalan süremi kısaltmakta istemiyordum
henüz, hepsini arzuluyordum oysa, üçünüde, aynı anda, tek tek, ikili,
birbirleriyle, iğrenç bir sapık olduğumu düşünebilirsiniz, pekala, herkes kendi
iç dünyasında, fantazyalar gezegeninde biraz sapıklaşabilir, ömrünüz boyunca
kaç kişi ile hayalen düzüştünüz, ben bu soruyu soran bir arkadaşıma
“bilmiyorum” demiştim, “sayılamayacak kadar çok”, o da bana bu açıdan bir tez
öne sürerek tek eşliliğin en azından zihinsel boyutta mümkün olmadığını ima
etmişti, ve haklıydı, ve şimdi burada sevgilimin arkadaşı ile düzüşmeyi hayal
ettiğini söyleyen bende, şüphesiz bir zamanlar bir kadına ömrünün sonuna kadar
sadık kalabilicek kadar saftım, hepimiz öyleydik, düş kırıklıklıkları artıkça
insan saflığını yitirir, yerine asla tamir edilemez salak bir paranoya kazanır,
ve her ne kadar salakça olsa da, o paranoya sayesinde yeni acılara hazırlıklı
olur, hatta acı bile çekmez duruma geliriz, bunun iyi bir şey olmadığını
biliyorum, ama iyi bir şey olan ve iyi bir şey olarak devam edebilicek her
türlü aşkı, gerçekten aşık olarak ve aşkı yaşayarak tükettim, ağladım sızladım
sonunda da, ve şimdi, gerçekten aşık olunarak sürdürülen ilişkiler silsilesi
ile besleniyorum.. insan aç gözlüdür, elde ettiği herşeyin gözünde değeri
azalır, devamlı yükseğe, daha yükseğe çıkma çabası içindedir, ve bunu saçma
sapan ahlak duvarları ile çevreliyor olsak bile, zihnimizin içinde tamamen özgürüzdür,
özgür ve dışarıya karşı ikiyüzlü..
“o zaman bir iş
bulmalı artık” dedi evdeki hatunlardan biri,
“arıyor” dedi
sevgilim, “iş bulunca başka bir eve de çıkabiliriz”,
“hayır öyle demek
istemiyorum, ama, burada kendimi enayi yerine konmuş gibi hissediyorum”.
“pekala, iki kişilik
kira öderim ben, anlaştıkmı?”,
“saçmalama, ailenden
gelen para o domuza bile yetmiyorken mi”, domuz mu? benmi? bu saçmalığa bir son
vermeliydim ve yataktan kalkıp odanın kapısını açarak somurtkan ve parıldayan,
parıldayan ve arzulayan gözlere günaydın deyip banyonun yolunu tuttum,
hatunlarda bu tartışmayı bir süreliğine ertelemiş oldu..
birkaç gün sonra,
fena halde akşamdan kalma, ve sabahın köründe uyandım, hatunların dersi öğleden
sonraydı.. aynı sınıftaydılar üniversitede, bir yıldır bu evde kalıyorlardı,
ben de son iki aydır onlara eşlik ediyordum… pınar benden önce davranmış, bir
gazete almış ve ilanlara göz atarak bir kaçtanesini işaretlemişti, uyanıp
odadan çıktığımı görünce daha günaydın deme fırsatını tanımadan ilanlardan söz
etmeye başladı, bu saçmalığa ne zaman son vereceğini bilmiyor, ama büyük bir
sabırla aynı piçliğe devam ediyordum… arada sırada evden iş görüşmesine diye
çıkar dolanır geri dönerdim, evden çıkmak istemediğim zamanlardada yalancıktan
bir kaç ilanı arar ve karşıdan cevap alıyormuş gibi konuşurdum,
“aa öylemi, yok
hayır benim hiç tecrübem yok, pekala, anladım”. pınar’a döner ve üzülmüş,
umudunu biraz daha yitirmiş gibi yaparak, “tecrübeli birini istiyorlarmış
hayatım” derdim, ve pınar, büyük bir umutla, gazeteyi uzatıp, “şunuda ararmısın
sevgilim, işaretledim” derdi, içimden uflaya puflaya, dışımdan ise, “umarım
çağırırlar hayatım” diyerek çevirirdim numarayı yalancıktan, ve karşıdaki ses
cevap verirmiş gibi konuşmaya devam ederdim,
“hayır ben lise
mezunuyum, anlıyorum, elbette”.. bu şekilde geçiyordu son iki aydır çoğu sabah,
yani hatunların okul yerine evde olduğu sabahlar, ve ben, eğer canım bu üç
hatunu başbaşa bırakmak isterse sahte adresler not edip iş görüşmesine gider,
eğer evde kalıp yatakta biraz daha zaman geçirmek istiyorsam, olumsuz yanıtlar
almışçasına telefonu kapatırdım.. basit bir kurgu, kötü olduğunu biliyorum,
pekala, savunmaya geçmeyeceğim, ama çoğumuz bunların türevlerini zaman zaman
yapmış olmalıyız, tatildeydim ben, böyle düşünüyordum, içimi rahatlatıyordu
böyle düşünmek, hem benim gibi bir uyuşturucu müptelasına hiçbir iş verenin
uzun süre tahammül edemeyeceğine dair bir düşüncem vardı, şanşımı denemek işime
gelmiyordu, pınar’ın ailesi çok varlıklı olmasa bile bir miktar para
gönderiyor, onunla hem uçuş masraflarımızı karşılıyor, hemde kirayı ödüyorduk,
birde kredi var tabii, ve birde arada sırada, yeni yetmelere yüksek fiyata
sattığım boktan uyuşturucu maddeler, eczaneden yasal olarak alınabilen ama
farklı bir kutu içine konularak yüksek fiyata ve sanki yurtdışından kaçak
geliyormuşçasına kakaladığım boktan psikotroplar.. psikotrop?
uyuşturucu
maddelerin yüzde doksanının asıl amacı ruhsal sorunları gidermektedir, tıp
literatürüne göre konuşacak olursak, bu maddelerin asıl adı psikotrop’tur, ve
psikotrop’lar kendi arasında üç gruba ayrılır: psikoanaleptikler,
psikoleptikler ve psikodisleptikler… ilk
grup, yani psikolonaleptikler’in büyük bir çoğunluğu zihinsel uyanıklık ve
fiziksel enerji kazandırırlar, psişik zindeliği arttıranlarına noanaleptik,
fiziksel uyarıcılara psikamin adı verilir, ve amfetamin’in her türevi bu
gruptandır.. organizmada sakinleştirici özelliği bulunan yani sedatif ve
hipnotik özellikler taşıyan maddelere psikoleptiklerdir, korku, daralma, iç
sıkıntısı, depresyon gibi durumlarda sıklıkla kullanılırlar… ve son olarak
psikodisleptikler, algı değişikliği yaratan maddelerdir, bu maddeler davranış
bozukluğuna ve bilinç kaybına neden olabildiği gibi, kalıcı psikolojik
problemlere yol açabilir… ve büyük bir çoğunluğu onirojendir, yani
halisyunasyonlar görmenize sebep olurlar…. tıp literatürünü bırakıp, kendi üç
kağıt literatürümüze geri dönelim..
son bir yıl benim
için bazı iyi süprizler dışında berbat bir yıldı, ne yapacağını bilemez bir
durumdaydım, zaman zaman her insanın düşebileceği, o garip boşlukta olma
halinden söz ediyorum, bir taraftan okulu bırakıp askere gitme ihtimalini
kafamda tartıyor orada tedavi olurum diyor, bir taraftan askerliğide bir tarafa
bırakıp yurtdışına, hollandaya, iki arkadaşımın yanına kaçmayı düşünüyordum,
her ikisinide seçmeyeceğimden emindim oysa, sadece bu saçma kaçış, uzaklaşma
fikirleri ile oyalanıyordum, ve sürekli bir şekilde herkesin eczaneden gidip
reçetesiz dahi alabileceği ucuz hap yada şuruplarla idare ediyordum, yani onları
satarak, çünkü param yoktu, ve bir işimde, bir çok iş görüşmesi yapmış ama
çuvallamıştım, ya sedasyonda oluyordum bu aptal iş görüşmelerinde ve iki lafı
bir araya getirip mantıklı bir cümle kuramıyordum, yada ayık oluyor ve hiç
konuşamıyordum…
sedasyon;
sedatiflerin yarattığı ruh haline verilen isimdir, güçlü bir sedatif ile kişi
çok uzun süre uyuyabilir yada hareket edemeyecek kadar yavaşlayabilir, büyük
bir çoğunluğu kas gevşemesine neden olur, ve haddinden fazla kullanıldığı
takdirde gerçekten bir idiota dönüşmeniz kaçınılmazdır, midazolam, diazepam,
lityum, tiopental, prokain, eukain, mefobarbital, klonidin, hidroksizin, bi
saniye, listeyi uzatabilirim, ama bu işe fazla meraklı olanlarınızı kötü yola
düşürmek istemiyorum..sedatif, hipnotik, antispazmodik, anestezik maddelerin,
barbiturat grubuna giren türevlerinin bağımlılık riskinin yüksek olduğunu
söyleyip, iyi yürekli bir bağımlıymış rolüne bürünmeden edemeyeceğim ama…
dediğim gibi, son
bir yıl benim için, gerçekten berbat bir yıldı, ailemle aram iyiden iyiye
bozulmuştu ve kendime kalacak yeni bir yere aramaya başlamıştım, bu dönemde
kampüste aylak aylak dolanıp, bana “abi geçen verdiğin mallardan ne zaman
gelicek” diyen bir salyangoza denk gelmeye çalışırken, pınar ile tanıştım,
salyangoz deyimini şu yüzden kullandım, çünkü onlara sunduğum ilaçlar,
gerçekten insanı bir salyangoza dönüştürüyordu, en basiti antiem veriyordum
bücürlere, ne demek istediğimi anlayabilirmusunuz? şu yolcukta mide bulantısını
engelleme amacı ile eczanelerden bi milyona 20 tek alınabilen, ve bir ksantin
türevi etken maddesi dimenhidrinat sayesinde, uykuya ve sersemliğe yol açan,
ancak 6-10 tablet kullanıldığında sersemlik halinin, bu uyuşturucu kullanma
meraklısı olup bi boktan çakmayan denyolarda “abi ne güzel kafa yaptı ya demi?”
tarzı mutluluk nidalarına, ve sonrasında uyku ile uyanıklık arası bir moda
sokan ilaçtan söz ediyorum… hiç bir şey bilmiyorlardı, ağzım iyi laf yapıyordu,
ve yurtdışından getirtiğimi söylediğim, okula gelirken eczaneden aldığım yada
birilerinden çarptığım basit ilaçlar sayesinde, para kazanıyordum,
kampüsün çimlerine
uzanmıştım, fensiklidin yüklü bünyemle, veletlere benzidamin (tantumda
bulunabilir) satmış, karşılığında başka bir benden fensiklidin, bir diğer adı
ile pcp çakmıştım, ilk kez deniyordum bunu, onirojenlere saldırıyordum bu
aralar, pınar yanıma oturup, ateş istedi, evet aynen böyle gelişti, ne cesaret
dediğimi anımsıyorum, ben bile, üstelik bu halimle bile yapamıyorken, “ne
cesaret” kaçıvermişti ağzımdan,
“ne için cesaret
anlamadım” demişti pınar,
“yok sana demiyordum
güzelim” dedim, “kelebekler, bilirsin, bir gün için onca çile”.
“ateşin varmı” diye
yineledi pınar, saçmalıyordum, farkındaydık, ve cebimden çakmağı çıkartırken
hapları düşürdüm,
“ne okuyorsun” diye
sordu,
“yazıyorum”
deyiverdim birden, “okumayı söktüm”, ve bir halisyunasyonun gelmemesi için son
sürat dua etmeye başladım, henüz patlamamıştı ama yakındı, ve avlanmak
istemiyordum hapları da göz önüne sermişken, aptal aptal baktı yüzüme ve “hangi
bölüm demek istedim” dedi, “son okuduğun kitap değil, komiksin”. komik değildim oysa, salaktım, ve heycanlı,
hala karşı cinsle en ufak bir yakınlıkta tirtir titreyen bir ruha sahiptim, ve
“fizik” dedim, “ama bıraktım”,
“neden”,
“öyle gerekiyordu”,
ve korkuya kapılmış bir şekilde ayağa kalkıp uzaklaştım oradan, çimler hızlıca
büyüyor, elime sarılıyordu, sanki, hayalende olsa, ve bir sonraki karşılaşma,
derken bir sonraki, sonra bir sonra, ve şimdi burada, bu evde, bu üç hatunla
beraber yaşıyor, aradabir yalancıktan iş görüşmesi yapıyor, arada bir
sevişiyor, yemek yiyor, su içiyor, tuvalete giriyordum, düzenli ve makul bir
hayat sayılırdı benim için, hatrı sayılır bir getirisi olmasada, daha doğrusu
getirisi ile götürüsü birbirine denk
olan bir işte olsa, çalışıyor bile sayılabilirdim, yurtdışından getirttiğim
ilaçlar iş görebilirdi bir süre daha, ama foyam açığa çıkmadan bırakmalıydım bu
işi, ve dahası hap alımınıda uyuşturucu bağımlılığımı son haddeye, yani eroine
çıkarmadan bırakmam, pınara hayatımı adamam gerekiyordu, ama biliyordum, eğer
herşeyim ile o’nun olduğumu o’na hissettirirsem bir çırpıda yeni sahillere
yelken açıcaktı benim küçük tatlı ve saf sevgilim, böyle öğrenmiştim ben, eski
sevgililerim bana bu çeşit bir ders vermişti, ve haplar gerçek anlamda ağzıma
sıçıyordu sağlıklı düşünemememe yol açıyordu, amfetaminler, roche, at dozu,
teofedrin, sarı bomba, dexedrin, captagon, seramoni, ritalin, vekom, crack,
morkozin, strycodon, vs vs, denemediğim bok kalmamıştı, ölüme doğru son sürat
gidiyordum ve bu sonuncusu, içlerinde en tehlikelilerinden biriydi, strikinin
içeriyordu, bitkilerde brusin yada igasurinle birlikte bulunan zehirli bir
alkaloit, ve dahası, her seferinde intihara biraz daha yaklaşıyor, her sabah
yatağın içinde sırılsıklam bir şekilde uyanıyordum, çoğu zaman hayalen
sırılsıklam, yüksek çok yüksek bir yerden aşağı başaşağı sarkıtılmış gibi,
tamamen savunmasız ve çaresiz, karanlık, tek umut yok, sadece korku ve panik,
duvarların üzerine geldiği ve yataktan çıkmakla çarşafın altında saklanmak
arasında düşünürken kasılıp kaldığım o kahrolası sabahlar, “neyin var” diyordu
pınar, biliyordu uyuşturucu kullandığımı, o da kullanıyordu, ama sadece ex’in
bazı türevlerini, ve esrar, ve birkaç kez benimle birlikte derinlemesine uçuş
için lsd, denk geldiği taktirde, çünkü ben çoğu zaman onunla beraber uçuşa
geçmemek için onun olmadığı zamanlara denk getirmeye çalışıyordum keşiflerimi..
ve evet, ne diyordum, her ne kadar toplumun değer yargılarına sımsıkıya bağlı
bukalemunlarca uyuşturucunun yol açtığı yanlış fikirler olarak görülecekse de,
pınar’la beraber olduğum evde, her fırsatta diğer iki hatundan biriyle, yada
her ikisiyle yalnız kaldığımda, onlarla beraber olabilmenin düşlerine
dalıyordum, mutfakta, banyoda, oturma odasında, kanape, halı, yatak, lavabo,
hatta balkon, hiç farketmezdi, sürekli bir şekilde sevişmek sevişmek ve daha
sonra uyumak, uyanmak, dopamin, endorfin, noradrenalin, serotonin, ve daha
bilimum vücud salgımın, beyin aminimin çalışma şeklini bulandırmak, kimini çok
kimini az salgılatmak, beyin fonksiyonlarımı felçe uğratmak, dünyayı gördüğünüz
mantıksal çizgilerin dışına taşımak, ve kabullenemediğim bu yaşam tarzını
farklılaştırmak istiyordum, kendime göre çizdiğim belli bir rota vardı, ve
heotoskopi’ye ulaşmak, ve sonra gördüğüm hayalet beni gebertmek istiyordum,
heotoskopi, kendinin halusinasyonu görmek, kinestezik bir düşsel sanrı değil,
realitik bir şey arzuluyordum, kendimin halusyunasyonunu görücek, ve
öldürücektim, delirmiştim, gerçekten delirmiştim, ama henüz kendimi ele
vermediğim için hala toplum tarafından kafese tıkılamamış, ortalıkta sürtüyor,
kimi genç nesli dolandırıyor, ve kendi ruhsal dengemi sağlama alıyordum,
sağlama alıyordum diyorum, çünkü herhangi bir gün, herhangi bir saatte,
ihtiyacım olana ulaşamazsam, gerçekten dengesizleşebilirdim… kendimden,
yaptıklarımdan, aileme karşı, sevgilime karşı, insanlara karşı, Allah'a karşı,
yaptıklarımdan dolayı kendimi öldürmek bir saplantı haline dönüşmüştü, ama bunu
gerçekten yapabilicek cesaretten yoksundum… “jilet” dedi gülçin, “jiletle
yapmış bu kez”, pınar sürekli bir şekilde kendine zarar veriyordu, jilet,
sigara, mum, ne bulursa, benden akıllı sayılmazdı anlayacağınız, ve bazı
geceler onun kendine yaptıkları, benim ona yaptıklarım yanında hiç kalıyordu,
durdurmalıyız bu süreci diyordu bana sürekli, bir şekilde durdurmalıyız, nasıl
olacağını bilemiyorduk, dahası ben halimden memnun takılıyor, onu sürekli
onaylıyor, orada bulunup bedava yatak, sıcak ev, yemek, bulaşık, çamaşır ve
cinsel birleşme ihtiyaçlarından mahrum olmadan yaşamın tadını çıkarıyordum…
evdeki diğer iki hatun bizim uyuşturucu takıntımızı bilmiyorlardı, bilmemeleri
de iyi oluyordu, zaten yeterince sorun yaşıyorduk, sadece ot, aradabir
dördümüzün de birlikte takıldığı, ve tüm korkutucu duvarlarının yıkıldığı
basite indirgenmiş, doğal olarak adledilen şey…ve o gün, bir şekilde ve ilk
kez, gülçine dokunabilmeyi başarmış, hatta üzerine çıkmış ve içinde gidip
gelirken telefonu çaldı, özge arıyordu, pınar hastanedeydi, acilen gitmeli ve
ona yanında olduğumu hissetirmeliydim, öyle diyordu özge pınarın telefonundan
bana, çünkü benim telefonum saatlerdir kapalıydı, ve bana ulaşamayıp ani bir
zihinsel boşluk ardından ölüme doğru hızlı bir yol almıştı pınar, ben o sırada,
gülçin’e güzel bir üçlü sarmış, sonrada onun beline sarılmışken kendimi üzerinde
bulmuştum, aynen böyle gelişmişti her şey, ve biliyordu benim evde en yakın
arkadaşlarından biri ile başbaşa kaldığımı, haklıydı, kimseye güvenilmezdi, ve
daha sonraki günlerde evdeki durum biraz daha değişmişti, artık hatunların
arasındaki üçlü tartışmalarda benden yana olanların sayısı ikiydi, sadece özge
kalmıştı ikna edemediğim, onuda bir şekilde kurtarılmışlar ordusuna
kazandırırsam işim kolaylaşacaktı diye planlıyordum, üçe tek olduğum bu cennet
vari hayatımda, bir süre daha idare edebilicektim… ama işler beklenildiği gibi
gitmedi.. birinci sorun artık gülçin’inde benim küçük haplarımdan haberdar
olmasıyla başladı, oda kullanmak istiyordu, ne çok meraklıydı insanlar hayran
oldukları kişiyle özdeşmeye, uyuşturucu bağımlısı büyük bir star dünya çapında
uyuşturucu kullanım miktarını arttırır, eğer büyük bir star intihar ederse,
intihar oranları patlar, kendi başımıza karar veremeyiz, bir idol seçeriz
sürekli, isim yapmış yada yapmamış, ünlü yada değil, ama bir şekilde adını
duyduğunuz bir insan, onun gibi olabilme arzusu, hayatınızın bir kısmını bu
şekilde sürdürebilirsiniz, hedefler, ve hayaller, birşeyler olabilme isteği,
idealizm, ve çaba, yazarlık, şairlik, müzisyenlik, yada ekonomist, başkabakan,
devrimci, ve daha sonra, kötüye giden işler, ve aynaya baktığınızda görmeyi
arzuladığınız kişi olamayışınızdan doğan iğrenme duygusu, bir bakıma, ve daha
sonra bir çocuk edinip, kendinizi onda görmenize yol açan bir tür irsi akış
sitometresi, ve ölmeye ramak kala, hala “beş dakika daha” diyebilme yüzsüzlüğü..
hayatı, bütünüyle ele aldığınızda var olan herşey aslında sadece bir kaybetme
sürecidir, ve bunun farkına varıp, herşeyin değerini yitirdiği, nötrleştiği, ve
hiçbir şeyin aslında başarı olarak sizi tatmin edemeyeceği duygusuna
kapılabildiğiniz o garip, ve adını psikolojik olarak tanımlayamayacağım evrede,
yakalanabileceğiniz kaçış süreci, yani oyalanma, koleksiyonculuk, arşivcilik,
her filmi indirmeliyim, her grubun mp3ü, geçmişteki pul koleksiyonun
günümüzdeki yeni türevi, sahip olma güdüsü, evdeki kütüphane, en çok kitap
okuyan insan, entelektüel olma girişimi, ve bu bende her türlü uyuşturucuyu
denemeliyim şeklinde açığa çıkmıştı, bunu anlattım evdeki üç hatuna da, ve
sahte iş görüşmelerimi, üçünden de nefret ettiğimi, çünkü üçününde en yakın
arkadaş olarak gördükleri birbirlerini nasıl aldattıklarını, pınar’ın bana
yatakta diğer iki hatunu nasıl aşağıladığını, yanlarında güldüğünü, ve diğer
ikisininde benimle birlikte olup bunu üçününde birbirlerinden gizlediklerini,
böyle başladı herşey, bir gece, hepimiz amfetamin yüklenmişken çözüldü mesele,
iyice boka sarmıştı, ve ertesi gün orayı terk ettim, bir şekilde bin bir türlü
yalan dolanla, yeni bir yere yamanabilirdim, farketmiyordu, herkez birbirini
dolandırıyordu zaten, duygusal yada parasal anlamda, hiçbir farkı yoktu, ve ben
sadece daha fazla meskalin için yaşar hale gelmiştim, yeni gözdem buydu, daha
fazla halusyunasyon, gerçekte olmayan varlıklar, beynimin yarattığı, zihin
oyunları, bunlar daha gerçekçi geliyordu gözüme, nedenini bilmiyorum, ama çevremdeki
insanların ürettiği sahte kişilikler yerine, kendi ürettiğim hayalet
kişiliklere ve yüksek derecede realitik sanrılara inanmam daha mantıklı gibi
geliyordu, en azından daha heycanlı, ve mantıksal duvarların çok ötesinde,
gizli bir dünya, ve heotoskopi yaşayıp, o dünyada kendimi bulup, öldürene
kadar, bu oyunu sonlandıramayacağımı biliyordum… kendinden nefret etme
düşüncesi olarak algılayabilirsiniz, ama bu tam olarak doğru bir kanı değil,
bir oyun sadece, başta da dediğim gibi, birkaç kırmızı kart sonrası, hiç bir
şeye aldırılmayan, düpedüz bir oyalanma şekli, o yüzden derin psikolojik
tanılara gerek yok, ama insanların herşeyi, her hareketi etikelendirme
hastalığı yüzünden ortaya çıkan kavramlar sonucu, bunada bir tür tanı
konulabilir tabii, ve tedavi süreci, topluma kazandırılma işlemi, ve işin komik
yanı, uyuşturucu maddelerin asıl amacı ruhsal sorunları gidermektedir, yani bir
kliniğe yatırıldığınızda sizi tedavi ederken verdikleri şeylerden pekte fazla
farkı yoktur kullandıklarınızın, yada hiç bir şey kullanmayıp sadece salak bir
depresyon süreci sonrası reçetenize kazınanların.. bana öyle geliyorki, büyük
bir deliler ordusunun hakimiyetinde yönetiliyoruz, delirmiş bir toplumun
hakimiyetinde, ve her birimiz, kendi zihnimizde, sınırsız bir özgürlükte düş
kurma, isteme, arzu etme yetisine sahibiz, ve arzularımızı, kesişen paradoksal
sınırlarla budayıp, çoğunluğun belirlediği bir normallik tanımı ile normalize
oluyoruz, ama gerçek değiliz, normaliz, ve ikiyüzlü, hepsi bu… samimiyet artık
anormalliğin karşılığı.. buna rağmen hala, ben bir aptal gibi, kodları açık bir
işletim sistemi gibi, dolanıyorum
boşlukta, bir gerçeğe çarpıp tuzla buz olmayı arzulayan, bir hayalet gibi, bu
lanet öyküdeki lanet karakterlerimin yüzüne tükürerek.. içinizden geçiyor gözlerim, xray, siz farkına
varmadan, zihnimin alarmı ötüyor, kapıyor iç kapılarını dışardan kitleyip,
anahtarını üzerinde bırakarak... eşkâl tutmuyor amirim, aradığımız adam bu
değil..
9 haziran 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder