9 Haziran 2008

paratoner enfeksiyon…

paratoner enfeksiyon…

eğer birkaç kadın tarafından kırmızı kart gördüyseniz, hayatınızın kalan maçlarında, oyuna pek müdahil olmaz, sonuçlara itiraz etmez, hatta aldırmazsınız, ve işte o zaman çevrenizde size aşık olduğunu her fırsatta dile getirip hep yanınızda olacağını söyleyen birkaç kadın bulursunuz, ve bilirsiniz, ipi kaptırmak, terkedilmektir, aşık olmak bir erkeği zayıflatır ve kadınlar zayıf erkeklerden hoşlanmazlar…

böyle gelişmişti olaylar, birkaç kez aşık olmuş, - çok değil- fena kaptırmış, ve sonuçta acıdan ulur halde bulmuştum kendimi, ve şimdi buradaydım, bir evde, ailesinden uzak bir şehirde ailesinin desteği ile üniversite okuyan harikulade güzellikte bir kadının evinde, kadının yatağında, bir pazar sabahı, uyanmış ve sigaramı içiyordum yatakta, içeriden gelen sesleri dinliyordum, benim uyuduğum ve duymadığım düşünülerek hakkımda kurulan cümleleri… evdeki tüm hatunlar uyanmıştı, sevgilim olan pınar, ve iki arkadaşı özge ile gülçin… benim daha ne kadar onlarla burada kalacağımı soruyorlardı sevgilimin arkadaşları, “gidicek yeri yok” diyordu bana olan aşkından gözü dönmüş olan sevgilim, “onu sokağa atamam”, haklıydı haklı olmasına, gidicek yerim yoktu, ama onlarla burada kalmayı hakedicek bir fonksiyonum da bulunmuyordu işin aslı, bilirsiniz, para, evin gelirine katkı, çalışmak yada onun gibi şeyler, karşılık, bir işte 24 saatinin uykudan arta kalanının çoğunu tükettiğin aptal işler söz konusuydu, çalışmak istemiyordum, birkaç denemem olmuştu çalışma yaşamına dair ama ısınamamıştım, sevmiyordum çalışmayı, tembelin tekiydim, sevgilimin harikulade bulduğu, ve sevgilimin dışında hiç kimsenin değer vermediği aptal, basit, salak şiirler yazıyordum, ben bile değer vermiyordum o paçavralara, kağıt üzerinde yazdı isem evin bi köşesinde bırakıyor, bilgisayarda yazdı isemde dosyayı öylece açtığım yerde, yani masaüstünde bırakıyordum, evdeki hatunlardan biri – pınar hariç- dosyayı silene dek.. beni sevmediklerini, tiksindiklerini her fırsatta ima ediyorlardı özge ve gülçin, ama içten içe, bir tür kadın kıskançlığının havada uçuştuğunu sezinleyebiliyordum, onlardan birine biraz sarksam teslim alırdım, ama rahatımı riske edip evdeki kalan süremi kısaltmakta istemiyordum henüz, hepsini arzuluyordum oysa, üçünüde, aynı anda, tek tek, ikili, birbirleriyle, iğrenç bir sapık olduğumu düşünebilirsiniz, pekala, herkes kendi iç dünyasında, fantazyalar gezegeninde biraz sapıklaşabilir, ömrünüz boyunca kaç kişi ile hayalen düzüştünüz, ben bu soruyu soran bir arkadaşıma “bilmiyorum” demiştim, “sayılamayacak kadar çok”, o da bana bu açıdan bir tez öne sürerek tek eşliliğin en azından zihinsel boyutta mümkün olmadığını ima etmişti, ve haklıydı, ve şimdi burada sevgilimin arkadaşı ile düzüşmeyi hayal ettiğini söyleyen bende, şüphesiz bir zamanlar bir kadına ömrünün sonuna kadar sadık kalabilicek kadar saftım, hepimiz öyleydik, düş kırıklıklıkları artıkça insan saflığını yitirir, yerine asla tamir edilemez salak bir paranoya kazanır, ve her ne kadar salakça olsa da, o paranoya sayesinde yeni acılara hazırlıklı olur, hatta acı bile çekmez duruma geliriz, bunun iyi bir şey olmadığını biliyorum, ama iyi bir şey olan ve iyi bir şey olarak devam edebilicek her türlü aşkı, gerçekten aşık olarak ve aşkı yaşayarak tükettim, ağladım sızladım sonunda da, ve şimdi, gerçekten aşık olunarak sürdürülen ilişkiler silsilesi ile besleniyorum.. insan aç gözlüdür, elde ettiği herşeyin gözünde değeri azalır, devamlı yükseğe, daha yükseğe çıkma çabası içindedir, ve bunu saçma sapan ahlak duvarları ile çevreliyor olsak bile, zihnimizin içinde tamamen özgürüzdür, özgür ve dışarıya karşı ikiyüzlü..

“o zaman bir iş bulmalı artık” dedi evdeki hatunlardan biri,
“arıyor” dedi sevgilim, “iş bulunca başka bir eve de çıkabiliriz”,
“hayır öyle demek istemiyorum, ama, burada kendimi enayi yerine konmuş gibi hissediyorum”.
“pekala, iki kişilik kira öderim ben, anlaştıkmı?”,
“saçmalama, ailenden gelen para o domuza bile yetmiyorken mi”, domuz mu? benmi? bu saçmalığa bir son vermeliydim ve yataktan kalkıp odanın kapısını açarak somurtkan ve parıldayan, parıldayan ve arzulayan gözlere günaydın deyip banyonun yolunu tuttum, hatunlarda bu tartışmayı bir süreliğine ertelemiş oldu..

birkaç gün sonra, fena halde akşamdan kalma, ve sabahın köründe uyandım, hatunların dersi öğleden sonraydı.. aynı sınıftaydılar üniversitede, bir yıldır bu evde kalıyorlardı, ben de son iki aydır onlara eşlik ediyordum… pınar benden önce davranmış, bir gazete almış ve ilanlara göz atarak bir kaçtanesini işaretlemişti, uyanıp odadan çıktığımı görünce daha günaydın deme fırsatını tanımadan ilanlardan söz etmeye başladı, bu saçmalığa ne zaman son vereceğini bilmiyor, ama büyük bir sabırla aynı piçliğe devam ediyordum… arada sırada evden iş görüşmesine diye çıkar dolanır geri dönerdim, evden çıkmak istemediğim zamanlardada yalancıktan bir kaç ilanı arar ve karşıdan cevap alıyormuş gibi konuşurdum,

“aa öylemi, yok hayır benim hiç tecrübem yok, pekala, anladım”. pınar’a döner ve üzülmüş, umudunu biraz daha yitirmiş gibi yaparak, “tecrübeli birini istiyorlarmış hayatım” derdim, ve pınar, büyük bir umutla, gazeteyi uzatıp, “şunuda ararmısın sevgilim, işaretledim” derdi, içimden uflaya puflaya, dışımdan ise, “umarım çağırırlar hayatım” diyerek çevirirdim numarayı yalancıktan, ve karşıdaki ses cevap verirmiş gibi konuşmaya devam ederdim,
“hayır ben lise mezunuyum, anlıyorum, elbette”.. bu şekilde geçiyordu son iki aydır çoğu sabah, yani hatunların okul yerine evde olduğu sabahlar, ve ben, eğer canım bu üç hatunu başbaşa bırakmak isterse sahte adresler not edip iş görüşmesine gider, eğer evde kalıp yatakta biraz daha zaman geçirmek istiyorsam, olumsuz yanıtlar almışçasına telefonu kapatırdım.. basit bir kurgu, kötü olduğunu biliyorum, pekala, savunmaya geçmeyeceğim, ama çoğumuz bunların türevlerini zaman zaman yapmış olmalıyız, tatildeydim ben, böyle düşünüyordum, içimi rahatlatıyordu böyle düşünmek, hem benim gibi bir uyuşturucu müptelasına hiçbir iş verenin uzun süre tahammül edemeyeceğine dair bir düşüncem vardı, şanşımı denemek işime gelmiyordu, pınar’ın ailesi çok varlıklı olmasa bile bir miktar para gönderiyor, onunla hem uçuş masraflarımızı karşılıyor, hemde kirayı ödüyorduk, birde kredi var tabii, ve birde arada sırada, yeni yetmelere yüksek fiyata sattığım boktan uyuşturucu maddeler, eczaneden yasal olarak alınabilen ama farklı bir kutu içine konularak yüksek fiyata ve sanki yurtdışından kaçak geliyormuşçasına kakaladığım boktan psikotroplar.. psikotrop?

uyuşturucu maddelerin yüzde doksanının asıl amacı ruhsal sorunları gidermektedir, tıp literatürüne göre konuşacak olursak, bu maddelerin asıl adı psikotrop’tur, ve psikotrop’lar kendi arasında üç gruba ayrılır: psikoanaleptikler, psikoleptikler ve psikodisleptikler…  ilk grup, yani psikolonaleptikler’in büyük bir çoğunluğu zihinsel uyanıklık ve fiziksel enerji kazandırırlar, psişik zindeliği arttıranlarına noanaleptik, fiziksel uyarıcılara psikamin adı verilir, ve amfetamin’in her türevi bu gruptandır.. organizmada sakinleştirici özelliği bulunan yani sedatif ve hipnotik özellikler taşıyan maddelere psikoleptiklerdir, korku, daralma, iç sıkıntısı, depresyon gibi durumlarda sıklıkla kullanılırlar… ve son olarak psikodisleptikler, algı değişikliği yaratan maddelerdir, bu maddeler davranış bozukluğuna ve bilinç kaybına neden olabildiği gibi, kalıcı psikolojik problemlere yol açabilir… ve büyük bir çoğunluğu onirojendir, yani halisyunasyonlar görmenize sebep olurlar…. tıp literatürünü bırakıp, kendi üç kağıt literatürümüze geri dönelim..

son bir yıl benim için bazı iyi süprizler dışında berbat bir yıldı, ne yapacağını bilemez bir durumdaydım, zaman zaman her insanın düşebileceği, o garip boşlukta olma halinden söz ediyorum, bir taraftan okulu bırakıp askere gitme ihtimalini kafamda tartıyor orada tedavi olurum diyor, bir taraftan askerliğide bir tarafa bırakıp yurtdışına, hollandaya, iki arkadaşımın yanına kaçmayı düşünüyordum, her ikisinide seçmeyeceğimden emindim oysa, sadece bu saçma kaçış, uzaklaşma fikirleri ile oyalanıyordum, ve sürekli bir şekilde herkesin eczaneden gidip reçetesiz dahi alabileceği ucuz hap yada şuruplarla idare ediyordum, yani onları satarak, çünkü param yoktu, ve bir işimde, bir çok iş görüşmesi yapmış ama çuvallamıştım, ya sedasyonda oluyordum bu aptal iş görüşmelerinde ve iki lafı bir araya getirip mantıklı bir cümle kuramıyordum, yada ayık oluyor ve hiç konuşamıyordum…

sedasyon; sedatiflerin yarattığı ruh haline verilen isimdir, güçlü bir sedatif ile kişi çok uzun süre uyuyabilir yada hareket edemeyecek kadar yavaşlayabilir, büyük bir çoğunluğu kas gevşemesine neden olur, ve haddinden fazla kullanıldığı takdirde gerçekten bir idiota dönüşmeniz kaçınılmazdır, midazolam, diazepam, lityum, tiopental, prokain, eukain, mefobarbital, klonidin, hidroksizin, bi saniye, listeyi uzatabilirim, ama bu işe fazla meraklı olanlarınızı kötü yola düşürmek istemiyorum..sedatif, hipnotik, antispazmodik, anestezik maddelerin, barbiturat grubuna giren türevlerinin bağımlılık riskinin yüksek olduğunu söyleyip, iyi yürekli bir bağımlıymış rolüne bürünmeden edemeyeceğim ama…

dediğim gibi, son bir yıl benim için, gerçekten berbat bir yıldı, ailemle aram iyiden iyiye bozulmuştu ve kendime kalacak yeni bir yere aramaya başlamıştım, bu dönemde kampüste aylak aylak dolanıp, bana “abi geçen verdiğin mallardan ne zaman gelicek” diyen bir salyangoza denk gelmeye çalışırken, pınar ile tanıştım, salyangoz deyimini şu yüzden kullandım, çünkü onlara sunduğum ilaçlar, gerçekten insanı bir salyangoza dönüştürüyordu, en basiti antiem veriyordum bücürlere, ne demek istediğimi anlayabilirmusunuz? şu yolcukta mide bulantısını engelleme amacı ile eczanelerden bi milyona 20 tek alınabilen, ve bir ksantin türevi etken maddesi dimenhidrinat sayesinde, uykuya ve sersemliğe yol açan, ancak 6-10 tablet kullanıldığında sersemlik halinin, bu uyuşturucu kullanma meraklısı olup bi boktan çakmayan denyolarda “abi ne güzel kafa yaptı ya demi?” tarzı mutluluk nidalarına, ve sonrasında uyku ile uyanıklık arası bir moda sokan ilaçtan söz ediyorum… hiç bir şey bilmiyorlardı, ağzım iyi laf yapıyordu, ve yurtdışından getirtiğimi söylediğim, okula gelirken eczaneden aldığım yada birilerinden çarptığım basit ilaçlar sayesinde, para kazanıyordum,

kampüsün çimlerine uzanmıştım, fensiklidin yüklü bünyemle, veletlere benzidamin (tantumda bulunabilir) satmış, karşılığında başka bir benden fensiklidin, bir diğer adı ile pcp çakmıştım, ilk kez deniyordum bunu, onirojenlere saldırıyordum bu aralar, pınar yanıma oturup, ateş istedi, evet aynen böyle gelişti, ne cesaret dediğimi anımsıyorum, ben bile, üstelik bu halimle bile yapamıyorken, “ne cesaret” kaçıvermişti ağzımdan,
“ne için cesaret anlamadım” demişti pınar,
“yok sana demiyordum güzelim” dedim, “kelebekler, bilirsin, bir gün için onca çile”.
“ateşin varmı” diye yineledi pınar, saçmalıyordum, farkındaydık, ve cebimden çakmağı çıkartırken hapları düşürdüm,
“ne okuyorsun” diye sordu,
“yazıyorum” deyiverdim birden, “okumayı söktüm”, ve bir halisyunasyonun gelmemesi için son sürat dua etmeye başladım, henüz patlamamıştı ama yakındı, ve avlanmak istemiyordum hapları da göz önüne sermişken, aptal aptal baktı yüzüme ve “hangi bölüm demek istedim” dedi, “son okuduğun kitap değil, komiksin”.  komik değildim oysa, salaktım, ve heycanlı, hala karşı cinsle en ufak bir yakınlıkta tirtir titreyen bir ruha sahiptim, ve “fizik” dedim, “ama bıraktım”,
“neden”,
“öyle gerekiyordu”, ve korkuya kapılmış bir şekilde ayağa kalkıp uzaklaştım oradan, çimler hızlıca büyüyor, elime sarılıyordu, sanki, hayalende olsa, ve bir sonraki karşılaşma, derken bir sonraki, sonra bir sonra, ve şimdi burada, bu evde, bu üç hatunla beraber yaşıyor, aradabir yalancıktan iş görüşmesi yapıyor, arada bir sevişiyor, yemek yiyor, su içiyor, tuvalete giriyordum, düzenli ve makul bir hayat sayılırdı benim için, hatrı sayılır bir getirisi olmasada, daha doğrusu getirisi ile  götürüsü birbirine denk olan bir işte olsa, çalışıyor bile sayılabilirdim, yurtdışından getirttiğim ilaçlar iş görebilirdi bir süre daha, ama foyam açığa çıkmadan bırakmalıydım bu işi, ve dahası hap alımınıda uyuşturucu bağımlılığımı son haddeye, yani eroine çıkarmadan bırakmam, pınara hayatımı adamam gerekiyordu, ama biliyordum, eğer herşeyim ile o’nun olduğumu o’na hissettirirsem bir çırpıda yeni sahillere yelken açıcaktı benim küçük tatlı ve saf sevgilim, böyle öğrenmiştim ben, eski sevgililerim bana bu çeşit bir ders vermişti, ve haplar gerçek anlamda ağzıma sıçıyordu sağlıklı düşünemememe yol açıyordu, amfetaminler, roche, at dozu, teofedrin, sarı bomba, dexedrin, captagon, seramoni, ritalin, vekom, crack, morkozin, strycodon, vs vs, denemediğim bok kalmamıştı, ölüme doğru son sürat gidiyordum ve bu sonuncusu, içlerinde en tehlikelilerinden biriydi, strikinin içeriyordu, bitkilerde brusin yada igasurinle birlikte bulunan zehirli bir alkaloit, ve dahası, her seferinde intihara biraz daha yaklaşıyor, her sabah yatağın içinde sırılsıklam bir şekilde uyanıyordum, çoğu zaman hayalen sırılsıklam, yüksek çok yüksek bir yerden aşağı başaşağı sarkıtılmış gibi, tamamen savunmasız ve çaresiz, karanlık, tek umut yok, sadece korku ve panik, duvarların üzerine geldiği ve yataktan çıkmakla çarşafın altında saklanmak arasında düşünürken kasılıp kaldığım o kahrolası sabahlar, “neyin var” diyordu pınar, biliyordu uyuşturucu kullandığımı, o da kullanıyordu, ama sadece ex’in bazı türevlerini, ve esrar, ve birkaç kez benimle birlikte derinlemesine uçuş için lsd, denk geldiği taktirde, çünkü ben çoğu zaman onunla beraber uçuşa geçmemek için onun olmadığı zamanlara denk getirmeye çalışıyordum keşiflerimi.. ve evet, ne diyordum, her ne kadar toplumun değer yargılarına sımsıkıya bağlı bukalemunlarca uyuşturucunun yol açtığı yanlış fikirler olarak görülecekse de, pınar’la beraber olduğum evde, her fırsatta diğer iki hatundan biriyle, yada her ikisiyle yalnız kaldığımda, onlarla beraber olabilmenin düşlerine dalıyordum, mutfakta, banyoda, oturma odasında, kanape, halı, yatak, lavabo, hatta balkon, hiç farketmezdi, sürekli bir şekilde sevişmek sevişmek ve daha sonra uyumak, uyanmak, dopamin, endorfin, noradrenalin, serotonin, ve daha bilimum vücud salgımın, beyin aminimin çalışma şeklini bulandırmak, kimini çok kimini az salgılatmak, beyin fonksiyonlarımı felçe uğratmak, dünyayı gördüğünüz mantıksal çizgilerin dışına taşımak, ve kabullenemediğim bu yaşam tarzını farklılaştırmak istiyordum, kendime göre çizdiğim belli bir rota vardı, ve heotoskopi’ye ulaşmak, ve sonra gördüğüm hayalet beni gebertmek istiyordum, heotoskopi, kendinin halusinasyonu görmek, kinestezik bir düşsel sanrı değil, realitik bir şey arzuluyordum, kendimin halusyunasyonunu görücek, ve öldürücektim, delirmiştim, gerçekten delirmiştim, ama henüz kendimi ele vermediğim için hala toplum tarafından kafese tıkılamamış, ortalıkta sürtüyor, kimi genç nesli dolandırıyor, ve kendi ruhsal dengemi sağlama alıyordum, sağlama alıyordum diyorum, çünkü herhangi bir gün, herhangi bir saatte, ihtiyacım olana ulaşamazsam, gerçekten dengesizleşebilirdim… kendimden, yaptıklarımdan, aileme karşı, sevgilime karşı, insanlara karşı, Allah'a karşı, yaptıklarımdan dolayı kendimi öldürmek bir saplantı haline dönüşmüştü, ama bunu gerçekten yapabilicek cesaretten yoksundum… “jilet” dedi gülçin, “jiletle yapmış bu kez”, pınar sürekli bir şekilde kendine zarar veriyordu, jilet, sigara, mum, ne bulursa, benden akıllı sayılmazdı anlayacağınız, ve bazı geceler onun kendine yaptıkları, benim ona yaptıklarım yanında hiç kalıyordu, durdurmalıyız bu süreci diyordu bana sürekli, bir şekilde durdurmalıyız, nasıl olacağını bilemiyorduk, dahası ben halimden memnun takılıyor, onu sürekli onaylıyor, orada bulunup bedava yatak, sıcak ev, yemek, bulaşık, çamaşır ve cinsel birleşme ihtiyaçlarından mahrum olmadan yaşamın tadını çıkarıyordum… evdeki diğer iki hatun bizim uyuşturucu takıntımızı bilmiyorlardı, bilmemeleri de iyi oluyordu, zaten yeterince sorun yaşıyorduk, sadece ot, aradabir dördümüzün de birlikte takıldığı, ve tüm korkutucu duvarlarının yıkıldığı basite indirgenmiş, doğal olarak adledilen şey…ve o gün, bir şekilde ve ilk kez, gülçine dokunabilmeyi başarmış, hatta üzerine çıkmış ve içinde gidip gelirken telefonu çaldı, özge arıyordu, pınar hastanedeydi, acilen gitmeli ve ona yanında olduğumu hissetirmeliydim, öyle diyordu özge pınarın telefonundan bana, çünkü benim telefonum saatlerdir kapalıydı, ve bana ulaşamayıp ani bir zihinsel boşluk ardından ölüme doğru hızlı bir yol almıştı pınar, ben o sırada, gülçin’e güzel bir üçlü sarmış, sonrada onun beline sarılmışken kendimi üzerinde bulmuştum, aynen böyle gelişmişti her şey, ve biliyordu benim evde en yakın arkadaşlarından biri ile başbaşa kaldığımı, haklıydı, kimseye güvenilmezdi, ve daha sonraki günlerde evdeki durum biraz daha değişmişti, artık hatunların arasındaki üçlü tartışmalarda benden yana olanların sayısı ikiydi, sadece özge kalmıştı ikna edemediğim, onuda bir şekilde kurtarılmışlar ordusuna kazandırırsam işim kolaylaşacaktı diye planlıyordum, üçe tek olduğum bu cennet vari hayatımda, bir süre daha idare edebilicektim… ama işler beklenildiği gibi gitmedi.. birinci sorun artık gülçin’inde benim küçük haplarımdan haberdar olmasıyla başladı, oda kullanmak istiyordu, ne çok meraklıydı insanlar hayran oldukları kişiyle özdeşmeye, uyuşturucu bağımlısı büyük bir star dünya çapında uyuşturucu kullanım miktarını arttırır, eğer büyük bir star intihar ederse, intihar oranları patlar, kendi başımıza karar veremeyiz, bir idol seçeriz sürekli, isim yapmış yada yapmamış, ünlü yada değil, ama bir şekilde adını duyduğunuz bir insan, onun gibi olabilme arzusu, hayatınızın bir kısmını bu şekilde sürdürebilirsiniz, hedefler, ve hayaller, birşeyler olabilme isteği, idealizm, ve çaba, yazarlık, şairlik, müzisyenlik, yada ekonomist, başkabakan, devrimci, ve daha sonra, kötüye giden işler, ve aynaya baktığınızda görmeyi arzuladığınız kişi olamayışınızdan doğan iğrenme duygusu, bir bakıma, ve daha sonra bir çocuk edinip, kendinizi onda görmenize yol açan bir tür irsi akış sitometresi, ve ölmeye ramak kala, hala “beş dakika daha” diyebilme yüzsüzlüğü.. hayatı, bütünüyle ele aldığınızda var olan herşey aslında sadece bir kaybetme sürecidir, ve bunun farkına varıp, herşeyin değerini yitirdiği, nötrleştiği, ve hiçbir şeyin aslında başarı olarak sizi tatmin edemeyeceği duygusuna kapılabildiğiniz o garip, ve adını psikolojik olarak tanımlayamayacağım evrede, yakalanabileceğiniz kaçış süreci, yani oyalanma, koleksiyonculuk, arşivcilik, her filmi indirmeliyim, her grubun mp3ü, geçmişteki pul koleksiyonun günümüzdeki yeni türevi, sahip olma güdüsü, evdeki kütüphane, en çok kitap okuyan insan, entelektüel olma girişimi, ve bu bende her türlü uyuşturucuyu denemeliyim şeklinde açığa çıkmıştı, bunu anlattım evdeki üç hatuna da, ve sahte iş görüşmelerimi, üçünden de nefret ettiğimi, çünkü üçününde en yakın arkadaş olarak gördükleri birbirlerini nasıl aldattıklarını, pınar’ın bana yatakta diğer iki hatunu nasıl aşağıladığını, yanlarında güldüğünü, ve diğer ikisininde benimle birlikte olup bunu üçününde birbirlerinden gizlediklerini, böyle başladı herşey, bir gece, hepimiz amfetamin yüklenmişken çözüldü mesele, iyice boka sarmıştı, ve ertesi gün orayı terk ettim, bir şekilde bin bir türlü yalan dolanla, yeni bir yere yamanabilirdim, farketmiyordu, herkez birbirini dolandırıyordu zaten, duygusal yada parasal anlamda, hiçbir farkı yoktu, ve ben sadece daha fazla meskalin için yaşar hale gelmiştim, yeni gözdem buydu, daha fazla halusyunasyon, gerçekte olmayan varlıklar, beynimin yarattığı, zihin oyunları, bunlar daha gerçekçi geliyordu gözüme, nedenini bilmiyorum, ama çevremdeki insanların ürettiği sahte kişilikler yerine, kendi ürettiğim hayalet kişiliklere ve yüksek derecede realitik sanrılara inanmam daha mantıklı gibi geliyordu, en azından daha heycanlı, ve mantıksal duvarların çok ötesinde, gizli bir dünya, ve heotoskopi yaşayıp, o dünyada kendimi bulup, öldürene kadar, bu oyunu sonlandıramayacağımı biliyordum… kendinden nefret etme düşüncesi olarak algılayabilirsiniz, ama bu tam olarak doğru bir kanı değil, bir oyun sadece, başta da dediğim gibi, birkaç kırmızı kart sonrası, hiç bir şeye aldırılmayan, düpedüz bir oyalanma şekli, o yüzden derin psikolojik tanılara gerek yok, ama insanların herşeyi, her hareketi etikelendirme hastalığı yüzünden ortaya çıkan kavramlar sonucu, bunada bir tür tanı konulabilir tabii, ve tedavi süreci, topluma kazandırılma işlemi, ve işin komik yanı, uyuşturucu maddelerin asıl amacı ruhsal sorunları gidermektedir, yani bir kliniğe yatırıldığınızda sizi tedavi ederken verdikleri şeylerden pekte fazla farkı yoktur kullandıklarınızın, yada hiç bir şey kullanmayıp sadece salak bir depresyon süreci sonrası reçetenize kazınanların.. bana öyle geliyorki, büyük bir deliler ordusunun hakimiyetinde yönetiliyoruz, delirmiş bir toplumun hakimiyetinde, ve her birimiz, kendi zihnimizde, sınırsız bir özgürlükte düş kurma, isteme, arzu etme yetisine sahibiz, ve arzularımızı, kesişen paradoksal sınırlarla budayıp, çoğunluğun belirlediği bir normallik tanımı ile normalize oluyoruz, ama gerçek değiliz, normaliz, ve ikiyüzlü, hepsi bu… samimiyet artık anormalliğin karşılığı.. buna rağmen hala, ben bir aptal gibi, kodları açık bir işletim sistemi gibi,  dolanıyorum boşlukta, bir gerçeğe çarpıp tuzla buz olmayı arzulayan, bir hayalet gibi, bu lanet öyküdeki lanet karakterlerimin yüzüne tükürerek..  içinizden geçiyor gözlerim, xray, siz farkına varmadan, zihnimin alarmı ötüyor, kapıyor iç kapılarını dışardan kitleyip, anahtarını üzerinde bırakarak... eşkâl tutmuyor amirim, aradığımız adam bu değil..


9 haziran 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder