1
hafta
ezan okunuyor, ve saatin kaç olduğunu
bilmiyorum, ama havanın birazdan aydınlanacağı açık. pazar sabahı, hiç uyumadan
girilmiş, ve tüm gün uyuyarak geçirilecek bir pazarın sabahı, balkondayım ve
havanın aydınlanmasını bekliyorum, sigaramı içerken, ve biramı da tabii, ve
komşularım tarafından tuhaf bir genç olarak göründüğümün farkındayım, üstelik
mahalledeki evlerin yarısında üniversite öğrencilerinin yaşadığını hesaba
katarsak.. kampüse yakın bir bölge, ve sol binanın ikinci katında üç kız öğrenci
var, onların bir üstünde dört tane herif kalıyor ama kimin girip kimin çıktığı
belli değil eve, karşımızdaki iki üç evde de dönüyor bir şeyler ama
ilgilenmediğim için bilemiyorum, ve pazar sabahları genellikle uyur insanlar,
benim için gün fark etmiyor, ya da saat, gündüz, gece, gece yarısı, ayın sonu,
ayın başı, ve her neyse işte, balkondayım, birinci kat balkonu, ve her nedense
havanın bir hayli aydınlandığı bir sırada, bir polis otosu geçiyor mahalleden,
bana bakıyor polis arabasındaki iki hıyar da, ve ben de onlara, yavaş yavaş
geçiyor, geçip gidiyorlar, onlara bira şişesi fırlatmak istiyor ama başımı
gereksiz yere derde sokmaktan kaçınıyorum, ve daha sonra içeri geçiyor, ve
bilgisayarı açıp yazmaya başlıyorum, ve buraya kadar geldim ama sonrasını nasıl
sürdürebileceğim konusunda kararsızım, düşünüyorum, anlatabileceğim bir şeyler
olmalı mutlaka, ya da uydurabileceğim, bir pazar sabahı, başka bir pazar
sabahını anlatabilirim belki, buna ne dersiniz? pekala..
bir hatunla kalıyordum o sıralar, beraber
yaşıyor sayılabilirdik, hemen hemen, ama bir hafta sürmüştü ilişkimiz, bir
hafta sonra pılısını pırtısını toplamadan ailesinin yanına dönmüş, bir daha da
geri gelmemişti, ve aşık değildim ama olabilirdim belki, zamanla, ya da nefret
ederdim, ama iyi veya kötü, derinlemesine ve uçlarda duygular beslememe zaman
olmadan çıkmıştı hayatımdan, ama o bir hafta, gerçekten iyi geçmişti, bir
sevgilisi vardı onu ilk tanıdığımda ve ayrılıcam o adiden deyip duruyordu, ilk
kez bir sınavda gördüm onu, ön sırada oturuyordu, kendi sınavında raporlu
olduğu için sınava bizim bölümle ve bizim sınıfla beraber girmişti, tarihti
ders yanılmıyorsam ya da onun gibi bişi, çoğu bölümün ortak bir dersiydi, ve
onların hocası ile bizimkisi aynı olunca, kaçırdığı sınava bizimle girmiş, hemen
ön sırama oturmuştu, pardon, ben onun hemen arkasına oturmuştum bilinçsizce,
sınıfa girdiğimde o içerdeydi, ve daima geç kalırdım sınavlara, hatta girmezdim
bile çoğu zaman, ama o gün nasıl olduysa gireceğim tutmuştu, kampüste birinden
ödünç olarak bir kalem edinmiş ve sınıfın yolunu tutmuştum, bilmiyordum sınav
olduğunu, kampüste olduğum bir zamana denk gelmişti işte, ve henüz
devamsızlıktan kalmadığım için o dersten, gireyim bare demiştim, en azından
kopya verirdim birilerine, iyiydi matematiğim, oldukça iyi, pardon size sınavın
tarih olduğunu söylemiştim öyle değil mi, değildi tarih, matematikti, şimdi
hatırladım, ve girdim, oturdum, önümdeki sırada o oturuyordu ve defterinin
üzerinde beş yapraklı yoncanın resmi vardı, “ne bu biliyor musun” dedim,
“evet” dedi “biliyorum, ya sen?”
“ben de biliyorum”
böyle başladı muhabbetimiz, ilk gençlik
yıllarının tecrübesizliği ve merakı ile, marihuana yaprağının ney olduğunu
bilip bilmediğimiz üzerine birbirimizi sınayarak, ve daha sonra ona, onu daha
önce hiç görmediğimi söylediğimde, başka bir bölümde ikinci öğretim olduğunu
nakletti bana, ve yıllar önce bir zamanlar kısa bir bölümünü sizlere anlattığım
bu olayı şimdi tekrar anlatacağım sayın okurlarım, hafif sarhoş ve biraz da
uykulu halim ile…
ona sınavla ilgili bir şey bilip
bilmediğini sordum, “bilmiyorum” dedi, ben de bilmediğimi söyledim, “boku yedik
desene” dedi bana,
“sen kalksana önümden” dedim “kopya
çekebileceğim biri otursun”,
“nedenmiş o” dedi,
“nedeni var mı” dedim, “bir şey
bilmiyormuşsun”
“neyse” dedim “siktir et, ilk dönem AA idi
benim”
“ney” dedi şaşırarak arkasını dönüp hızla,
“nasıl yani, ciddi misin?”, elbette ciddiydim, ösys’de kırk beşte kırk bir
yapmıştım üstelik, ama diğer ne varsa devamsızlıktan kalmıştım, ve ona
defterindeki yaprağın ne yaprağı olduğunu bilip bilmediğini sorduğumda
“dilersen sarmasını bildiğimi de gösteririm” diye cevap vermişti, “evet biliyorum” dedikten sonra, anlaşmıştık,
yanında vardı, ve sınav bitimi onun evinde takılacaktık, sevgilisi ile beraber
kalıyordu ama sevgilisi bir günlüğüne şehir dışına, ailesinin yanına gitmişti,
çok hızlı gelişmişti her şey, sınav öncesi on beş dakikada, ve sınav her ne
kadar umurumda olmasa da hatuna kopya vermek için her soruyu yapmış, üzerine de
onun benden bakması için çıkmayıp beklemiştim, böyle işte, ve kağıtları
yirmişer dakika aralıklı olarak hocaya teslim etmiş, sonrasında onun evine
gitmiştik, güzel bir ev, güzel dekore edilmiş bir ev, “sen içeri geç, ben
gelicem” diyor ve mutfağa yöneliyor, eve gelirken aldığımız biraları dolaba
koymak için, birer şişe de getiriyor yanında gelirken,
“ya kusura bakma” diyor, “beklettim seni,
gelirken kafeye takılmak zorundaydım biraz, sevgilimin çok sevgili arkadaşları
ile bir şeyler görüşmem gerekiyordu”,
“önemli değil” diyorum, bir saat beklemiştim
onu, okula 25 dakika uzaklıkta olan bir durakta, “hemen geliyorum sen durakta
bekle, beraber çıkmış görünmeyelim” diyerek gitmiş, ve bir saat sonra gelmişti,
bir şekilde biliyordum ama geleceğini, nasıl bildiğimi bilmiyorum, ama
biliyordum, bazen doğru bazen yanlış çıkan enayi umudu değildi kısacası olay,
ve her neyse işte, sonuç olarak evdeydik, ve okuldan beraber çıkmamakla
beraber, sevgilisi hakkında anlattığı diğer anekdotlara dayanarak ona, “salakça
bir ilişki ama neyse, beni ilgilendirmez” demiştim,
“salakça olan ney” demişti,
"sana demiyorum..” demiştim,
“insanları bir eşya gibi sahiplenmek falan.. aşıksan aşıksındır.. eğer aşık
olduğun kişi hayalinde yarattığın ütopyaya benzesin diye ona şunu yap bun
yapma, şöyle davran böyle davranma gibi sınırlar koyuyorsan bu aşk değildir..
ya da yarım aşktır.. birini seviyorsan seviyorsundur, onu sevebileceğin şekle
sokuyorsan bu salakça demek istiyorum. aşk, kişilikten fedakarlık etmek demek
değildir!"
"aşık olduğumu kim söyledi?"
diyor, gülerek,
"saat geç olmadan takılalım şu
şeyi" diyorum, cigarayı kast ederek,
“ne o” diyor, “bir yere mi yetişeceksin”,
hayır bir yere yetişmeyeceğim ama burada kalmam doğru olmaz, sabahın köründe
sevgilisi dönecek çünkü, ve her şeye rağmen, hatunun teki ile iki üçlü çevirip
üç beş bira içtim diye lavuğun tekiyle yüz göz olmak istemiyorum, önemli
olmadığını, orada kalabileceğimi, sabah sevgilisine ayrılmak istediğini, hatta
ayrıldığını söyleyeceğini, ve sorun olmayacağını anlatıyor, yine de her şeye
rağmen ben evden mümkün olduğunca erken çıkmalıymışım, görünmemeliymişim, falan
filan falan filan, tamam diyorum, anlaştık, ve ne kadar içtiğimizi, ya da neler
konuştuğumuzu o arada, tam olarak hatırlamasam da, 7 saat geçiyor, saat gecenin
ikisi, biralar bitti.. şaraplar bitti.. ot bitmek üzere.. ve hatun yanımda
uzanmış, ben aynı koltukta köşede oturmuş ayaklarımı sehpaya uzatmışım..
hatunsa ayaklarını benim üzerime doğru uzatmış, ellerim ayaklarında.. ama daha
öteye geçebilmişiz değiliz.. bunu istemiyorum aslında.. onun isteyip istemediğini
bilmiyorum.. ama ben şu an onunla birlikte olmak istemiyorum! seyretmek ve
konuşmak daha cazip geliyor.. aslında çoğu zaman iyi bir muhabbet seksten daha
iyidir....
hatun uzanmış.. gözleri kızarmış.. saçları
dağınık.. ve bana
"sence" diyor.. "nereye
gidiyoruz?"
"bilmiyorum.." diyorum
"cehennem ise kötü olacak.. ama cennette senin gibiler yoksa canım sıkılacak!"
"bence cennete.." duruyor.. 6-7
saniyelik sessizlikten sonra, "çünkü" diyor, "tanrı bence iyi
biri.." sarhoş.. sarhoş. sarhoş diyorum içimden, hem sen hem de tanrı..
sarhoş.. "neye dayanarak söyledin bunu?"
"kendime.. insanlar tanrılarını
kendilerine göre değerlendirmeli bence.. bana göre tanrı iyi"
"ee buradan senin de iyi olduğunu ve
seni cennetine sokacağı sonucunu mu çıkarıyoruz."
"bilmem.. senin gibiler yoksa benim de
canım sıkılırdı. öldükten sonra bir hayat varsa yani"
“umarım yoktur” diyorum,
"ya aslında ben nereye gidiyoruz
derken hayattan bahsediyordum?" diyor
"seni bilmiyorum.. ben düşmekteyim
uzun bir süredir"
"düşmek?"
"düşmek.. bir boşlukta, zemini
bulamadan sonsuza kadar düşmek"
"hah.. dibe bile vuramıyorsun.."
"dibe vurmak budur aslında.. sen
nereye gidiyorsun"
"bilmiyorum.. salak heriflerle
harcıyorum zamanımı.. şu anki gibi mesela.."
"neden"
"nedenini bilmiyorum.. aldatıyorum
onları.. ayrılıyoruz.. sonra başka bir tane.. sonra başka bir tane daha.. ya
aslında.. off.. bunu neden söyledim ki.. bir orospu olduğumu düşünüyor
olmalısın"
"doğal olduğunu düşünüyorum.."
"bir keresinde 'orospusun kızım sen'
dedi şimdiki sevgilim ve bitti işte her şey.. aşkı öldürdü!"
"siktir et bence.. "
"ya aslında ilk başlarda aşık oluyorum
tamam mı… ama işte bir anda ölüyor her şey.. köle gibi görülmek çok koyuyor
adama… aşk süresince katlanıyorsun.. ama buna katlanmak zaten aşkı öldüren..
sıktım sanırım seni?"
"yoo.. dinliyorum.." diyorum..
sarhoş birini dinlememekle kötü edersiniz.. harflerin en derinden geldiği anlar
insanın sarhoş olduğu anlardır. "dinliyorum seni.."
"anlıyorsun değil mi?"
"bundan asla emin olamazsın.. ama
anladığımı sanıyorum"
"sevindirici.. birinin anlaması
yani.."
"kelimeler hiçbir şeydir.. kelimeler
yokken, insanlar daha konuşamıyorken birbirlerini anlıyorlardı.. önemli olan
eylemdir.. kelimeler aldatır.."
"eylem de altadır."
"aldatmaz.. yapmacık olan her şey bir
gün patlar."
"peki." sihirli sözcüğü o da
biliyor galiba.. "okulu bitirebilecek misin?"
"sanmıyorum"
"nolucak peki"
"bu sorudan nefret ediyorum"
"napıcaksın peki?" nedense
tanıdığım her hatun, hem de hepsi! bu sikik soruyu soruyor bana.. evlenip yan
gelip yatmak mı amaçları? hiç bilemedin, aynı anda çalışıp, bir boklar satın
almak, kira ödemek, akraba ziyaretinde bulunmak, çocuk yapmak mı? evet bir
mesleğim yok, evet bir işim yok, evet tek mülkiyetim bedenim.. ama seni
seviyorum, aşk birlikte bir bok satın almak ve aynı evde yaşamak değildir ki!!
sadece seviyorum işte diyorum.. hepsi bu.. yetmiyor bu onlara. yetseydi, sadece
bununla yetinebilselerdi ilk etapta, daha fazlasını verebilirdim onlara,
doktora bile yapardım anasını satayım, sonra ev sonra çocuk sonra torun hatta,
torunu ben yapmayacağım, gelinimden çocuk yapacak kadar sapıtmadım henüz..
"bilmiyorum.." diyorum..
"hiç düşünmüyor musun?"
"bilmiyorum.." diyorum tekrar.. ”intiharı
çok sık düşünürüm ben”
"salakça bence"
"intihar düşüncesi dinç tutar adamı.
sürekli tavanı izleyip 'acaba kendimi vursam mı' diyorum.. tavanı delip bir üst
katı aşağı çökertmek isterim.. ölmek ya da yaşamak pek de umurumda değil..
istediğim gibi yaşayamayacaksam ne için yaşayacağım?"
"saçmalıyorsun gibime geliyor"
"bulunduğun konserden hoşnut olmazsan,
yarısında çıkarsın öyle değil mi? terk edersin yani?"
"evet.. sanırım.. zamanımı boşa
harcamam.."
"bende bu hayattan hoşnut
değilim.."
2 saat daha geçiyor.. saat gecenin dördü..
şarap aldım az önce.. ot bitti.. ve hatun bu kez dizime yatıp ayaklarını diğer
tarafa uzatmış durumda, uyuyor.. bana, yazdığı bazı şeyler olduğunu
söylemişti.. okur musun demişti.. çok sevindim.. ben herkesin evde bir şeyler
yazdığını düşünüyorum.. söylemiyor olabilirler.. ama yazar herkes.. herkes
'yazar'. ve best seller zımbırtılarından daha değerli buluyorum o yazıları..
çünkü içerden geliyor onlar.. beğenilme kaygısı güdülmüyor.. binbir reklam
yapılmıyor.. en önemlisi de ney biliyor musunuz? para kazanmak için yazılmış
olmuyorlar.. ya da en basitinden, “kazanmak” için yazılmıyorlar.. ve hatun
şöyle bir cümle kullanmış yazdığı bir yazıda; "hep soruyorsun 'beni neden
seviyorsun?' diye.. bi ton neden sayabilirim aslında sana ama hepsinin farkında
olduğunu biliyorum. gereksiz buluyorum bu yüzden. ama sevgimi de kanıtlayabilirim.
bunu söyleyebiliyorum, çünkü bana inandığını biliyorum. inanmıyorsan boşa
çırpınmam, sevmiyorum bunu ya.. yaşarım kendi içimde."
gözlerini açıp kafasını kaldırıyor ve
bakıyor bana doğru.. aşk isteyen yeşil gözler.. ve dudaklar açınıp kapanıyor
yine;
"pardon ya, uyumuşum." diyor
"sen uyuyacak mısın?" diyor
"olabilir” diyorum “yerde yatarım
ben.. alışkınım.. bir kaç minder falan"
"koltukta yat, ben içerde yatıcam
zaten.."
"peki"
sanırım sabah 6 gibi, sızmıştım.. saat
7:30'da karnımda bir yük ile gözlerimi açtım.. sırt üstü yatıyordum.. ve hatun
beni uyandırmak için son çareyi karnıma ayağı ile iyice bastırmakta buldu
anlaşılan.. çıplak ayak.. bedenimde çıplak.. ama ayak fetişisti değildim neyse ki..
umursamadım.. yan dönüp devam ettim uyumaya.. bu hareketim onu iyice
sinirlendirmiş olacak ki, sırtıma geçirdi bir tane.. böbreklerim boğazımdan
dışarı çıkacak gibi oldu ve korkuttu bu olasılık beni.. onlar benim tek
servetim.. iyi para verirler! ama şimdilik karnımı doyurabilecek kadar
kazanıyorum.. neyse, gözlerimi açıp yanımda ayakta duran hatunun yüzene
baktım.. yerde yatıyordum;
"yanlış anlama, uyanman için vurdum..
1 saattir sana sesleniyorum.. üzgünüm ama benim gitmem gerek, sınavım var..
normal olarak sen de gitmelisin.. akşam üzeri 'evin sahibi' gelecek izmir'e..
dün bahsetmiştim hani.." evin sahibi mi? sevgilim demedi.. ilginç..
"5 dakika daha.." arkamı dönmemle
iteklenmem bir oluyor.
"gidicem dedim sana.. eğer tiple kavga
etmek istiyorsan akşama kadar uyuyabilirsin.. tabi tip benden ayrılacağı için
bana kalacak bir yer de bulmalısın". tip ha.. bu her şeyi kendi kafasında
kararlaştırmış anlaşılan diye düşünüyorum.. eğiliyor ve dürtüyor bu kez eliyle
omzumu..
"uff. hadi ya.. gidicem dedim
sana.."
"tamam işte 5 dakika"
"1 saattir 5 dakika diyorsun"
"hatırlamıyorum.. gider misin
başımdan?"
"tabii, giderim" diyor.. kapının
şiddetle çarpıldığını duyuyorum.. uyumaya devam ediyorum..
uyandığımda saat öğlenin biriydi.. evde
kimse yoktu.. etraf toplanmıştı.. bir not buldum; "kapıyı kitle, anahtarı
bana getir, c blok 208 numarada dersim var akşam beşte.. iyi uykular sana!"
iyi uykular kısmı koyu yazılmıştı..
ben de kendi dağınıklığımı toplayıp
çıktım.. apartmanın merdivenlerinden inerken, bir tip yukarı doğru çıkıyordu..
bir kat altta biraz bekledim.. tip, az önce çıktığım eve girdi.. sonrasını
yazmanın da bir önemi yok ha.. anlıyor olmalısınız yani..
böyle başlamıştı işte, biraz delice, ve
aşırı samimiyet kokan bir ilişkinin başındaydık, sevgilisinden ayrılmış, evden
taşınmıştı, bir ev tutmuştuk ona, ben genellikle onda kalıyordum, bir hafta,
sadece bir hafta geçmişti sınavın üzerinden, bir pazar sabahı, onda kalmadığım
bir gecenin sabahı, onu almak için eve gitmiştim, o gün istanbul’a, ailesinin
yanına gidecek, bir hafta sonra da gelecekti, gelmedi ama, ailesi yurtta
kalmadığını öğrenmiş ve göndermemişti gerisi geriye okula, öyle anlatmıştı
aylar sonra aradığı zaman, ailem izin vermiyor, tamam demiştim, bunu aylar
sonra söylemen arayıp söylemen tuhaf ama neyse dedim, napıyorsun, iyiyim, sen
napıyorsun, bende iyiyim, bi daha da aramadı zaten, ben de aramadım açıkçası,
ve şimdi, şimdiki pazar sabahı, ona tuttuğumuz evde başka öğrencilerin kaldığı
bir mahallede, başka bir evde oturuyorum, balkondaydım, bir zamanlar bir
hatunla bir haftalığına takılıp, dört gece kaldığım bir evin balkonunda başka
insanları görünce, içeri girip bunları yazmak istedim, yazdım da galiba, daha
önce de bir kısmını anlatmıştım zaten, şimdi buradayım, ve aradan yedi yıl
geçti.. hepsi bu kadar… öyle değil mi? kızgınlık yok, kırgınlık yok, öfke yok,
kaybedilmiş düşler sadece… hepsi bu.. çoğu zaman olanların kısa metraj bir
tekrarı… bu kadar.. olan bu. öyküsü de bu. yerseniz..
16haziran 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder