16 Haziran 2008

1 hafta

1 hafta

ezan okunuyor, ve saatin kaç olduğunu bilmiyorum, ama havanın birazdan aydınlanacağı açık. pazar sabahı, hiç uyumadan girilmiş, ve tüm gün uyuyarak geçirilecek bir pazarın sabahı, balkondayım ve havanın aydınlanmasını bekliyorum, sigaramı içerken, ve biramı da tabii, ve komşularım tarafından tuhaf bir genç olarak göründüğümün farkındayım, üstelik mahalledeki evlerin yarısında üniversite öğrencilerinin yaşadığını hesaba katarsak.. kampüse yakın bir bölge, ve sol binanın ikinci katında üç kız öğrenci var, onların bir üstünde dört tane herif kalıyor ama kimin girip kimin çıktığı belli değil eve, karşımızdaki iki üç evde de dönüyor bir şeyler ama ilgilenmediğim için bilemiyorum, ve pazar sabahları genellikle uyur insanlar, benim için gün fark etmiyor, ya da saat, gündüz, gece, gece yarısı, ayın sonu, ayın başı, ve her neyse işte, balkondayım, birinci kat balkonu, ve her nedense havanın bir hayli aydınlandığı bir sırada, bir polis otosu geçiyor mahalleden, bana bakıyor polis arabasındaki iki hıyar da, ve ben de onlara, yavaş yavaş geçiyor, geçip gidiyorlar, onlara bira şişesi fırlatmak istiyor ama başımı gereksiz yere derde sokmaktan kaçınıyorum, ve daha sonra içeri geçiyor, ve bilgisayarı açıp yazmaya başlıyorum, ve buraya kadar geldim ama sonrasını nasıl sürdürebileceğim konusunda kararsızım, düşünüyorum, anlatabileceğim bir şeyler olmalı mutlaka, ya da uydurabileceğim, bir pazar sabahı, başka bir pazar sabahını anlatabilirim belki, buna ne dersiniz? pekala..

bir hatunla kalıyordum o sıralar, beraber yaşıyor sayılabilirdik, hemen hemen, ama bir hafta sürmüştü ilişkimiz, bir hafta sonra pılısını pırtısını toplamadan ailesinin yanına dönmüş, bir daha da geri gelmemişti, ve aşık değildim ama olabilirdim belki, zamanla, ya da nefret ederdim, ama iyi veya kötü, derinlemesine ve uçlarda duygular beslememe zaman olmadan çıkmıştı hayatımdan, ama o bir hafta, gerçekten iyi geçmişti, bir sevgilisi vardı onu ilk tanıdığımda ve ayrılıcam o adiden deyip duruyordu, ilk kez bir sınavda gördüm onu, ön sırada oturuyordu, kendi sınavında raporlu olduğu için sınava bizim bölümle ve bizim sınıfla beraber girmişti, tarihti ders yanılmıyorsam ya da onun gibi bişi, çoğu bölümün ortak bir dersiydi, ve onların hocası ile bizimkisi aynı olunca, kaçırdığı sınava bizimle girmiş, hemen ön sırama oturmuştu, pardon, ben onun hemen arkasına oturmuştum bilinçsizce, sınıfa girdiğimde o içerdeydi, ve daima geç kalırdım sınavlara, hatta girmezdim bile çoğu zaman, ama o gün nasıl olduysa gireceğim tutmuştu, kampüste birinden ödünç olarak bir kalem edinmiş ve sınıfın yolunu tutmuştum, bilmiyordum sınav olduğunu, kampüste olduğum bir zamana denk gelmişti işte, ve henüz devamsızlıktan kalmadığım için o dersten, gireyim bare demiştim, en azından kopya verirdim birilerine, iyiydi matematiğim, oldukça iyi, pardon size sınavın tarih olduğunu söylemiştim öyle değil mi, değildi tarih, matematikti, şimdi hatırladım, ve girdim, oturdum, önümdeki sırada o oturuyordu ve defterinin üzerinde beş yapraklı yoncanın resmi vardı, “ne bu biliyor musun” dedim,
“evet” dedi “biliyorum, ya sen?”
“ben de biliyorum”

böyle başladı muhabbetimiz, ilk gençlik yıllarının tecrübesizliği ve merakı ile, marihuana yaprağının ney olduğunu bilip bilmediğimiz üzerine birbirimizi sınayarak, ve daha sonra ona, onu daha önce hiç görmediğimi söylediğimde, başka bir bölümde ikinci öğretim olduğunu nakletti bana, ve yıllar önce bir zamanlar kısa bir bölümünü sizlere anlattığım bu olayı şimdi tekrar anlatacağım sayın okurlarım, hafif sarhoş ve biraz da uykulu halim ile…

ona sınavla ilgili bir şey bilip bilmediğini sordum, “bilmiyorum” dedi, ben de bilmediğimi söyledim, “boku yedik desene” dedi bana,
“sen kalksana önümden” dedim “kopya çekebileceğim biri otursun”,
“nedenmiş o” dedi,
“nedeni var mı” dedim, “bir şey bilmiyormuşsun”
“neyse” dedim “siktir et, ilk dönem AA idi benim”
“ney” dedi şaşırarak arkasını dönüp hızla, “nasıl yani, ciddi misin?”, elbette ciddiydim, ösys’de kırk beşte kırk bir yapmıştım üstelik, ama diğer ne varsa devamsızlıktan kalmıştım, ve ona defterindeki yaprağın ne yaprağı olduğunu bilip bilmediğini sorduğumda “dilersen sarmasını bildiğimi de gösteririm” diye cevap vermişti,  “evet biliyorum” dedikten sonra, anlaşmıştık, yanında vardı, ve sınav bitimi onun evinde takılacaktık, sevgilisi ile beraber kalıyordu ama sevgilisi bir günlüğüne şehir dışına, ailesinin yanına gitmişti, çok hızlı gelişmişti her şey, sınav öncesi on beş dakikada, ve sınav her ne kadar umurumda olmasa da hatuna kopya vermek için her soruyu yapmış, üzerine de onun benden bakması için çıkmayıp beklemiştim, böyle işte, ve kağıtları yirmişer dakika aralıklı olarak hocaya teslim etmiş, sonrasında onun evine gitmiştik, güzel bir ev, güzel dekore edilmiş bir ev, “sen içeri geç, ben gelicem” diyor ve mutfağa yöneliyor, eve gelirken aldığımız biraları dolaba koymak için, birer şişe de getiriyor yanında gelirken,
“ya kusura bakma” diyor, “beklettim seni, gelirken kafeye takılmak zorundaydım biraz, sevgilimin çok sevgili arkadaşları ile bir şeyler görüşmem gerekiyordu”,
“önemli değil” diyorum, bir saat beklemiştim onu, okula 25 dakika uzaklıkta olan bir durakta, “hemen geliyorum sen durakta bekle, beraber çıkmış görünmeyelim” diyerek gitmiş, ve bir saat sonra gelmişti, bir şekilde biliyordum ama geleceğini, nasıl bildiğimi bilmiyorum, ama biliyordum, bazen doğru bazen yanlış çıkan enayi umudu değildi kısacası olay, ve her neyse işte, sonuç olarak evdeydik, ve okuldan beraber çıkmamakla beraber, sevgilisi hakkında anlattığı diğer anekdotlara dayanarak ona, “salakça bir ilişki ama neyse, beni ilgilendirmez” demiştim,
“salakça olan ney” demişti,
"sana demiyorum..” demiştim, “insanları bir eşya gibi sahiplenmek falan.. aşıksan aşıksındır.. eğer aşık olduğun kişi hayalinde yarattığın ütopyaya benzesin diye ona şunu yap bun yapma, şöyle davran böyle davranma gibi sınırlar koyuyorsan bu aşk değildir.. ya da yarım aşktır.. birini seviyorsan seviyorsundur, onu sevebileceğin şekle sokuyorsan bu salakça demek istiyorum. aşk, kişilikten fedakarlık etmek demek değildir!"
"aşık olduğumu kim söyledi?" diyor, gülerek,
"saat geç olmadan takılalım şu şeyi" diyorum, cigarayı kast ederek,
“ne o” diyor, “bir yere mi yetişeceksin”, hayır bir yere yetişmeyeceğim ama burada kalmam doğru olmaz, sabahın köründe sevgilisi dönecek çünkü, ve her şeye rağmen, hatunun teki ile iki üçlü çevirip üç beş bira içtim diye lavuğun tekiyle yüz göz olmak istemiyorum, önemli olmadığını, orada kalabileceğimi, sabah sevgilisine ayrılmak istediğini, hatta ayrıldığını söyleyeceğini, ve sorun olmayacağını anlatıyor, yine de her şeye rağmen ben evden mümkün olduğunca erken çıkmalıymışım, görünmemeliymişim, falan filan falan filan, tamam diyorum, anlaştık, ve ne kadar içtiğimizi, ya da neler konuştuğumuzu o arada, tam olarak hatırlamasam da, 7 saat geçiyor, saat gecenin ikisi, biralar bitti.. şaraplar bitti.. ot bitmek üzere.. ve hatun yanımda uzanmış, ben aynı koltukta köşede oturmuş ayaklarımı sehpaya uzatmışım.. hatunsa ayaklarını benim üzerime doğru uzatmış, ellerim ayaklarında.. ama daha öteye geçebilmişiz değiliz.. bunu istemiyorum aslında.. onun isteyip istemediğini bilmiyorum.. ama ben şu an onunla birlikte olmak istemiyorum! seyretmek ve konuşmak daha cazip geliyor.. aslında çoğu zaman iyi bir muhabbet seksten daha iyidir....
hatun uzanmış.. gözleri kızarmış.. saçları dağınık.. ve bana
"sence" diyor.. "nereye gidiyoruz?"
"bilmiyorum.." diyorum "cehennem ise kötü olacak.. ama cennette senin gibiler yoksa canım sıkılacak!"
"bence cennete.." duruyor.. 6-7 saniyelik sessizlikten sonra, "çünkü" diyor, "tanrı bence iyi biri.." sarhoş.. sarhoş. sarhoş diyorum içimden, hem sen hem de tanrı.. sarhoş.. "neye dayanarak söyledin bunu?"
"kendime.. insanlar tanrılarını kendilerine göre değerlendirmeli bence.. bana göre tanrı iyi"
"ee buradan senin de iyi olduğunu ve seni cennetine sokacağı sonucunu mu çıkarıyoruz."
"bilmem.. senin gibiler yoksa benim de canım sıkılırdı. öldükten sonra bir hayat varsa yani"
“umarım yoktur” diyorum,
"ya aslında ben nereye gidiyoruz derken hayattan bahsediyordum?" diyor
"seni bilmiyorum.. ben düşmekteyim uzun bir süredir"
"düşmek?"
"düşmek.. bir boşlukta, zemini bulamadan sonsuza kadar düşmek"
"hah.. dibe bile vuramıyorsun.."
"dibe vurmak budur aslında.. sen nereye gidiyorsun"
"bilmiyorum.. salak heriflerle harcıyorum zamanımı.. şu anki gibi mesela.."
"neden"
"nedenini bilmiyorum.. aldatıyorum onları.. ayrılıyoruz.. sonra başka bir tane.. sonra başka bir tane daha.. ya aslında.. off.. bunu neden söyledim ki.. bir orospu olduğumu düşünüyor olmalısın"
"doğal olduğunu düşünüyorum.."
"bir keresinde 'orospusun kızım sen' dedi şimdiki sevgilim ve bitti işte her şey.. aşkı öldürdü!"
"siktir et bence.. "
"ya aslında ilk başlarda aşık oluyorum tamam mı… ama işte bir anda ölüyor her şey.. köle gibi görülmek çok koyuyor adama… aşk süresince katlanıyorsun.. ama buna katlanmak zaten aşkı öldüren.. sıktım sanırım seni?"
"yoo.. dinliyorum.." diyorum.. sarhoş birini dinlememekle kötü edersiniz.. harflerin en derinden geldiği anlar insanın sarhoş olduğu anlardır. "dinliyorum seni.."
"anlıyorsun değil mi?"
"bundan asla emin olamazsın.. ama anladığımı sanıyorum"
"sevindirici.. birinin anlaması yani.."
"kelimeler hiçbir şeydir.. kelimeler yokken, insanlar daha konuşamıyorken birbirlerini anlıyorlardı.. önemli olan eylemdir.. kelimeler aldatır.."
"eylem de altadır."
"aldatmaz.. yapmacık olan her şey bir gün patlar."
"peki." sihirli sözcüğü o da biliyor galiba.. "okulu bitirebilecek misin?"
"sanmıyorum"
"nolucak peki"
"bu sorudan nefret ediyorum"
"napıcaksın peki?" nedense tanıdığım her hatun, hem de hepsi! bu sikik soruyu soruyor bana.. evlenip yan gelip yatmak mı amaçları? hiç bilemedin, aynı anda çalışıp, bir boklar satın almak, kira ödemek, akraba ziyaretinde bulunmak, çocuk yapmak mı? evet bir mesleğim yok, evet bir işim yok, evet tek mülkiyetim bedenim.. ama seni seviyorum, aşk birlikte bir bok satın almak ve aynı evde yaşamak değildir ki!! sadece seviyorum işte diyorum.. hepsi bu.. yetmiyor bu onlara. yetseydi, sadece bununla yetinebilselerdi ilk etapta, daha fazlasını verebilirdim onlara, doktora bile yapardım anasını satayım, sonra ev sonra çocuk sonra torun hatta, torunu ben yapmayacağım, gelinimden çocuk yapacak kadar sapıtmadım henüz..
"bilmiyorum.." diyorum..
"hiç düşünmüyor musun?"
"bilmiyorum.." diyorum tekrar.. ”intiharı çok sık düşünürüm ben”
"salakça bence"
"intihar düşüncesi dinç tutar adamı. sürekli tavanı izleyip 'acaba kendimi vursam mı' diyorum.. tavanı delip bir üst katı aşağı çökertmek isterim.. ölmek ya da yaşamak pek de umurumda değil.. istediğim gibi yaşayamayacaksam ne için yaşayacağım?"
"saçmalıyorsun gibime geliyor"
"bulunduğun konserden hoşnut olmazsan, yarısında çıkarsın öyle değil mi? terk edersin yani?"
"evet.. sanırım.. zamanımı boşa harcamam.."
"bende bu hayattan hoşnut değilim.."

2 saat daha geçiyor.. saat gecenin dördü.. şarap aldım az önce.. ot bitti.. ve hatun bu kez dizime yatıp ayaklarını diğer tarafa uzatmış durumda, uyuyor.. bana, yazdığı bazı şeyler olduğunu söylemişti.. okur musun demişti.. çok sevindim.. ben herkesin evde bir şeyler yazdığını düşünüyorum.. söylemiyor olabilirler.. ama yazar herkes.. herkes 'yazar'. ve best seller zımbırtılarından daha değerli buluyorum o yazıları.. çünkü içerden geliyor onlar.. beğenilme kaygısı güdülmüyor.. binbir reklam yapılmıyor.. en önemlisi de ney biliyor musunuz? para kazanmak için yazılmış olmuyorlar.. ya da en basitinden, “kazanmak” için yazılmıyorlar.. ve hatun şöyle bir cümle kullanmış yazdığı bir yazıda; "hep soruyorsun 'beni neden seviyorsun?' diye.. bi ton neden sayabilirim aslında sana ama hepsinin farkında olduğunu biliyorum. gereksiz buluyorum bu yüzden. ama sevgimi de kanıtlayabilirim. bunu söyleyebiliyorum, çünkü bana inandığını biliyorum. inanmıyorsan boşa çırpınmam, sevmiyorum bunu ya.. yaşarım kendi içimde."

gözlerini açıp kafasını kaldırıyor ve bakıyor bana doğru.. aşk isteyen yeşil gözler.. ve dudaklar açınıp kapanıyor yine;

"pardon ya, uyumuşum." diyor
"sen uyuyacak mısın?" diyor
"olabilir” diyorum “yerde yatarım ben.. alışkınım.. bir kaç minder falan"
"koltukta yat, ben içerde yatıcam zaten.."
"peki"
sanırım sabah 6 gibi, sızmıştım.. saat 7:30'da karnımda bir yük ile gözlerimi açtım.. sırt üstü yatıyordum.. ve hatun beni uyandırmak için son çareyi karnıma ayağı ile iyice bastırmakta buldu anlaşılan.. çıplak ayak.. bedenimde çıplak.. ama ayak fetişisti değildim neyse ki.. umursamadım.. yan dönüp devam ettim uyumaya.. bu hareketim onu iyice sinirlendirmiş olacak ki, sırtıma geçirdi bir tane.. böbreklerim boğazımdan dışarı çıkacak gibi oldu ve korkuttu bu olasılık beni.. onlar benim tek servetim.. iyi para verirler! ama şimdilik karnımı doyurabilecek kadar kazanıyorum.. neyse, gözlerimi açıp yanımda ayakta duran hatunun yüzene baktım.. yerde yatıyordum;

"yanlış anlama, uyanman için vurdum.. 1 saattir sana sesleniyorum.. üzgünüm ama benim gitmem gerek, sınavım var.. normal olarak sen de gitmelisin.. akşam üzeri 'evin sahibi' gelecek izmir'e.. dün bahsetmiştim hani.." evin sahibi mi? sevgilim demedi.. ilginç..
"5 dakika daha.." arkamı dönmemle iteklenmem bir oluyor.
"gidicem dedim sana.. eğer tiple kavga etmek istiyorsan akşama kadar uyuyabilirsin.. tabi tip benden ayrılacağı için bana kalacak bir yer de bulmalısın". tip ha.. bu her şeyi kendi kafasında kararlaştırmış anlaşılan diye düşünüyorum.. eğiliyor ve dürtüyor bu kez eliyle omzumu.. 
"uff. hadi ya.. gidicem dedim sana.."
"tamam işte 5 dakika"
"1 saattir 5 dakika diyorsun"
"hatırlamıyorum.. gider misin başımdan?"
"tabii, giderim" diyor.. kapının şiddetle çarpıldığını duyuyorum.. uyumaya devam ediyorum..

uyandığımda saat öğlenin biriydi.. evde kimse yoktu.. etraf toplanmıştı.. bir not buldum; "kapıyı kitle, anahtarı bana getir, c blok 208 numarada dersim var akşam beşte.. iyi uykular sana!" iyi uykular kısmı koyu yazılmıştı..

ben de kendi dağınıklığımı toplayıp çıktım.. apartmanın merdivenlerinden inerken, bir tip yukarı doğru çıkıyordu.. bir kat altta biraz bekledim.. tip, az önce çıktığım eve girdi.. sonrasını yazmanın da bir önemi yok ha.. anlıyor olmalısınız yani..

böyle başlamıştı işte, biraz delice, ve aşırı samimiyet kokan bir ilişkinin başındaydık, sevgilisinden ayrılmış, evden taşınmıştı, bir ev tutmuştuk ona, ben genellikle onda kalıyordum, bir hafta, sadece bir hafta geçmişti sınavın üzerinden, bir pazar sabahı, onda kalmadığım bir gecenin sabahı, onu almak için eve gitmiştim, o gün istanbul’a, ailesinin yanına gidecek, bir hafta sonra da gelecekti, gelmedi ama, ailesi yurtta kalmadığını öğrenmiş ve göndermemişti gerisi geriye okula, öyle anlatmıştı aylar sonra aradığı zaman, ailem izin vermiyor, tamam demiştim, bunu aylar sonra söylemen arayıp söylemen tuhaf ama neyse dedim, napıyorsun, iyiyim, sen napıyorsun, bende iyiyim, bi daha da aramadı zaten, ben de aramadım açıkçası, ve şimdi, şimdiki pazar sabahı, ona tuttuğumuz evde başka öğrencilerin kaldığı bir mahallede, başka bir evde oturuyorum, balkondaydım, bir zamanlar bir hatunla bir haftalığına takılıp, dört gece kaldığım bir evin balkonunda başka insanları görünce, içeri girip bunları yazmak istedim, yazdım da galiba, daha önce de bir kısmını anlatmıştım zaten, şimdi buradayım, ve aradan yedi yıl geçti.. hepsi bu kadar… öyle değil mi? kızgınlık yok, kırgınlık yok, öfke yok, kaybedilmiş düşler sadece… hepsi bu.. çoğu zaman olanların kısa metraj bir tekrarı… bu kadar.. olan bu. öyküsü de bu. yerseniz..

16haziran 2008





  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder