9 Temmuz 2014

geriye dönemeyişler kumpanyası

geriye dönemeyişler kumpanyası

her şey, izmir sevgi yoluna eski kitap tezgahı açmaya gidişimle başladı. belki daha da öncedir, ama ben başlangıcı, 2000 yılı eylül ayı olarak alacağım.. yolumuz uzun ve belki de, 14 yılın çetelesini çıkartırken, 32 yılı da sığdırırım, flashbacklerle, geriye dönüşlerle.. dön baba dönelim gibi ya da. her neyse..

her şey, izmir boğaziçinde, peşimden bir köpeğin koşmasıyla başladı. eve zor atmıştım kendimi ve o vakitler tarihin amortisi dördü gösteriyordu, seksendört, bindokuzyüz. 2 yaşındaydım ve napacağımı bilemeden koşmaya başlamıştım. eve zor attım kendimi. sonrası kekemelik. sonrası uçurum. atlayacak mısın? ama herkes güler dostum kekerlersen. susalım o halde. içimizden konuşalım, içimizden koşalım. yo hayır, bu da olmadı. çekimi başa al. çekim 2 sahne yedi.

o zamanlar bir yayınevi kurmaya ve dergi ve kitap çıkarmaya çalışıyordum. yıl ikibin dokuz. istanbulda düzenlediğim toplantıya 33, ankaradakine 5 kişi gelmişti. izmirdekini hatırlamıyorum, çok diyelim. sonrası, peş peşe gerçekleşen ruhsal trafik kazaları sayesinde, zihnim gerçekliğin dışına taştı kendini korumak adına benden habersiz. yo hayır, bunu da sevmedim. şöyle yapalım: off, yapmayalım. bir romana nasıl başlanır ki lan? okuyup okumamanız veya basılıp basılmaması umrumda bile değil moruk, sadece yazmak istiyorum, kendime yazılmak, hepsi bu. ister inan ister inanma, yoksunuz hem zaten, ben gerçeğim, gözlerini kaç paraya aldın aslı? ya benimkileri? yine her şeyi birbirine karıştırdım. baştan alalım.

her şey ondokuz mayıs akşamı, O’nun kapıdan içeri girmesiyle başladı. arkadaşımın arkadaşının, kapıdan içeri girmesiyle. ki yazmıştım ben bunları, daha önce, neden tekrar zorluyorum ki kendimi, kendime anlatmak için? biliyorum nedenini ve zorlamıyorum aslında. bu sadece, kendimi ve olan biteni anlamak için kendime uyguladığım bir terapi sadece. yazmak terapi. kendi kendimin psikoloğu olarak, ruh halini iyileştirip gülümsetemediğim kimse olmadı bugüne kadar, O hariç. isteseydi olurdu ama.

“girdo çok matrak bi herifsin ha” demişti bana bi keresinde bi hatun, eskiden yani, sevgilim değildi, olmak istiyordu, ama ben o zamanlar kendimi her türlü can alıcı işveye kapamış ve yedi buçuk yıl boyunca kimseyle sevişememiştim. aynı yatakta yatıp sarılmaktan bahsetmiyorum burada, derinlemesine göz teması, sözünü ettiğim kıstas.

neden neden neden diye sorduğumu hatırlıyorum kendime, bir nehrin içinden geçerken boğulmamaya çalışmadım ben yüzme bilmediğim halde. zor soru ha? ne dersiniz.. zack, bu duruma, “sikimde bile değilsin moruk” derdi ve girdo öldü zaten, cevap veremez. onun yerine mikrofonu esçûmento’ya uzatıyoruz ve bize ispanyolca olduğunu zannettiğimiz bir türkü tutturuyor: la kolsa manalida van turkiez sanaviya. ankara latincesi dedi bana, ardından. he tamam dedim, öyledir. seçil geldi sonra, laptopomun üzerine elindeki şarabı döküp, şalteri de bunun öncesinde indirip, evin şalterini benim değil, benim ki çoktan indi zaten, yıllar yıllar öbce, neyse, geldi seçil, baktı bana ve hey adamım dedi, yanlış yapıyorsun, baştan başla.. her şeye.. bununla o hayatı kast ediyordu, ben yazmayı kast etmesini istiyordum. peki o halde.. devam edelim..

yazdığın hiçbir şeyi silemezsin, akış bunu gerekli kıldığı için değil, yaşamın içersinde de bunu yapamazsın. yazmak ve yaşamak, her ne kadar varoluşun iki ayrı boyutu da olsa, benim gibi biri için, birbirine eşlenik düzeyde olmadığı sürece, bir anlam ifade etmezler. gerçek, gerçektir, ve bunu değiştirmeye hiçbir dış kuvvetin gücü yetmez, sen kafayı yiyip gerçeklik algını kaybetmediğin ve halüsinasyonlara bulanmadığın sürece, gerçekte olan bitenler öyle kalır ve unutmamak için yazıyorum ben, kimisinin derdi hatırlamaktır, kimisi de hatırlasınlar ister, kimisi de hatırlanmak, benim derdim kendimle, kendi ruhsal gelgitlerimi dinginleştirmekten başka amacım yok. hiç olmadı. dengemi kaybettim, terazinin dengesi bozuldu ve düşüyorum. du bakalım.

adım artık tuncay. hoşgeldim.


09.temmuz.14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder