geriye dönemeyişler
kumpanyası
her şey, izmir sevgi yoluna eski kitap tezgahı açmaya
gidişimle başladı. belki daha da öncedir, ama ben başlangıcı, 2000 yılı eylül
ayı olarak alacağım.. yolumuz uzun ve belki de, 14 yılın çetelesini
çıkartırken, 32 yılı da sığdırırım, flashbacklerle, geriye dönüşlerle.. dön
baba dönelim gibi ya da. her neyse..
her şey, izmir boğaziçinde, peşimden bir köpeğin koşmasıyla
başladı. eve zor atmıştım kendimi ve o vakitler tarihin amortisi dördü
gösteriyordu, seksendört, bindokuzyüz. 2 yaşındaydım ve napacağımı bilemeden
koşmaya başlamıştım. eve zor attım kendimi. sonrası kekemelik. sonrası uçurum.
atlayacak mısın? ama herkes güler dostum kekerlersen. susalım o halde.
içimizden konuşalım, içimizden koşalım. yo hayır, bu da olmadı. çekimi başa al.
çekim 2 sahne yedi.
o zamanlar bir yayınevi kurmaya ve dergi ve kitap çıkarmaya
çalışıyordum. yıl ikibin dokuz. istanbulda düzenlediğim toplantıya 33,
ankaradakine 5 kişi gelmişti. izmirdekini hatırlamıyorum, çok diyelim. sonrası,
peş peşe gerçekleşen ruhsal trafik kazaları sayesinde, zihnim gerçekliğin
dışına taştı kendini korumak adına benden habersiz. yo hayır, bunu da sevmedim.
şöyle yapalım: off, yapmayalım. bir romana nasıl başlanır ki lan? okuyup
okumamanız veya basılıp basılmaması umrumda bile değil moruk, sadece yazmak
istiyorum, kendime yazılmak, hepsi bu. ister inan ister inanma, yoksunuz hem
zaten, ben gerçeğim, gözlerini kaç paraya aldın aslı? ya benimkileri? yine her
şeyi birbirine karıştırdım. baştan alalım.
her şey ondokuz mayıs akşamı, O’nun kapıdan içeri girmesiyle
başladı. arkadaşımın arkadaşının, kapıdan içeri girmesiyle. ki yazmıştım ben
bunları, daha önce, neden tekrar zorluyorum ki kendimi, kendime anlatmak için?
biliyorum nedenini ve zorlamıyorum aslında. bu sadece, kendimi ve olan biteni
anlamak için kendime uyguladığım bir terapi sadece. yazmak terapi. kendi
kendimin psikoloğu olarak, ruh halini iyileştirip gülümsetemediğim kimse olmadı
bugüne kadar, O hariç. isteseydi olurdu ama.
“girdo çok matrak bi herifsin ha” demişti bana bi keresinde
bi hatun, eskiden yani, sevgilim değildi, olmak istiyordu, ama ben o zamanlar
kendimi her türlü can alıcı işveye kapamış ve yedi buçuk yıl boyunca kimseyle
sevişememiştim. aynı yatakta yatıp sarılmaktan bahsetmiyorum burada,
derinlemesine göz teması, sözünü ettiğim kıstas.
neden neden neden diye sorduğumu hatırlıyorum kendime, bir
nehrin içinden geçerken boğulmamaya çalışmadım ben yüzme bilmediğim halde. zor
soru ha? ne dersiniz.. zack, bu duruma, “sikimde bile değilsin moruk” derdi ve
girdo öldü zaten, cevap veremez. onun yerine mikrofonu esçûmento’ya uzatıyoruz
ve bize ispanyolca olduğunu zannettiğimiz bir türkü tutturuyor: la kolsa
manalida van turkiez sanaviya. ankara latincesi dedi bana, ardından. he tamam
dedim, öyledir. seçil geldi sonra, laptopomun üzerine elindeki şarabı döküp,
şalteri de bunun öncesinde indirip, evin şalterini benim değil, benim ki çoktan
indi zaten, yıllar yıllar öbce, neyse, geldi seçil, baktı bana ve hey adamım
dedi, yanlış yapıyorsun, baştan başla.. her şeye.. bununla o hayatı kast
ediyordu, ben yazmayı kast etmesini istiyordum. peki o halde.. devam edelim..
yazdığın hiçbir şeyi silemezsin, akış bunu gerekli kıldığı
için değil, yaşamın içersinde de bunu yapamazsın. yazmak ve yaşamak, her ne
kadar varoluşun iki ayrı boyutu da olsa, benim gibi biri için, birbirine
eşlenik düzeyde olmadığı sürece, bir anlam ifade etmezler. gerçek, gerçektir,
ve bunu değiştirmeye hiçbir dış kuvvetin gücü yetmez, sen kafayı yiyip
gerçeklik algını kaybetmediğin ve halüsinasyonlara bulanmadığın sürece,
gerçekte olan bitenler öyle kalır ve unutmamak için yazıyorum ben, kimisinin
derdi hatırlamaktır, kimisi de hatırlasınlar ister, kimisi de hatırlanmak,
benim derdim kendimle, kendi ruhsal gelgitlerimi dinginleştirmekten başka
amacım yok. hiç olmadı. dengemi kaybettim, terazinin dengesi bozuldu ve
düşüyorum. du bakalım.
adım artık tuncay. hoşgeldim.
09.temmuz.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder