karınca duası
bir halısı bile olmayan, bomboş bir evde, oturmuş
bekliyorum. bankanın tekinden çekmeyi başardığım yüksek meblağlı bir kredi
sonucu almıştım bu arsayı, 2 ayda bitti inşaat.. ardından da, on dört yıldır
çalıştığım işimden istifa ettim ve eve geldiğimde yaptığım ilk şey camları
tuzla buz etmek oldu. sonra kapılara giriştim. banyo ve tuvalet ardından.
sonra, tavan. ve tabii ki zemin. evin her yerini kırıp geçmek istiyordum ve beş
kuruş param yoktu ve yaşım otuz altıydı. ardından, sağ bıraktığım tek odanın
ahşap olan parkelerine baktım, çömelip. bir karınca, yürüyor, yürüyor,
yürüyordu. izledim onu. diğer odaya geçti. oradan mutfağa. duvara tırmandı.
pencereden çıkıp, ön balkona indi. oradan bahçeye. sonra sokağa. peşinden
gittim onun ve bu sırada birkaç araba ve birkaç insan tarafından ezilmesin diye
verdim mücadelemi. ne için yaşamıştım bunca zaman? öldürdüğüm onca insanın
ardından, bir karıncaya, evine ya da her nereye gidiyorsa, oraya kadar refakat
etmem, günahlarıma karşılık gelen bir iyilik sayılır mıydı? ama hayır.. sonra..
sonrasında, düşününce, karıncanın gidecek bir yerinin olmadığını fark ettim. evimde,
arkadaşları ile beraber yaşıyorlardı diye düşündüm. ben o arsayı satın alıp, keyfime
uygun bir şekilde tasarlattığım sırada, onları yurtlarından çıkarmıştım. istifa
ederek, öldürmeyi ve dahası, başka bir takım insanları yerinden ve yurdundan
etmeyi ret ettiğim gün, eve gelip, hayatımdaki hiçbir şeyi değiştiremediğimi
fark ettim. ve O’nun gözleri çok güzeldi.
o kadar çok ölü göz görmüştüm ki, ve o kadar çok feryat, acı
dolu haykırışlar, tahammül edemeyecek duruma gelmiştim artık. bir köye gidiyor
ve orayı yerle bir ediyorduk. evlerini yakıyor, köyün kadınlarından istifade
ediyor, ardından karakola dönüp, maskelerimizi çıkarıyor ve haberleri
izliyorduk. “terör örgütü, bir köye daha saldırdı.” dünyadaki tüm devletler,
kapsamlı ve son derece mekanize birer terör örgütüydü. bunu zaman içerisinde
fark ettim ve şimdi sizden af dilenecek de değilim. günah çıkarmıyorum. aksine,
son derece konformist bir şekilde yaşamaya devam etmeme de ramak kalmıştı. kapı
çaldı sonra, kargo şirketi. karıncayı avcuma alıp, eve gelmiştim. onu bir
etipuf kutusuna hapsetmiş, yanına da birkaç ekmek kırıntısı atmıştım ki, kapı
çaldı. bir ay önce siparişini verdiğim, özel yapım eşyalarım gelmişti. teslim
aldığıma dair belgeyi imzalayıp, taşıma şirketinin çalışanları ile beraber
eşyaları bahçeye indirdim. eskiden olsa, elimi bile sürmezdim, bırakırdım
taşısınlar. insan bazen, parayla satın aldığı hizmetler sonucu, kendisini, dar
bir çevrenin tanrısı ilan edebiliyor. O’nu unutabilir miyim acaba?
ardından, yakınlardaki bir benzin istasyona gidip, benzin
aldım. klişe ha? ne dersiniz. ne fark eder. bir konuda karar verirken, daha
önce ne kadar çok kişinin aynı şeyi tekrar ettiğini ve ne gibi sonuçlar elde
ettiklerini pek düşünmezsiniz, bunu ancak devletlerin ya da son derece
kurumsallaşmış şirketlerin, vicdanları kurum bağlamış olan üst düzey
çalışanları yapar. karar mekanizmaları, sadece kâr-zarar-kayıp-kazanç
ilişkisine odaklanmıştır. ve O’nu öldürdüğümde henüz on dört yaşındaydı.
sonra gece oldu işte. beklersin ve güneş batar. beklersin ve
güneş doğmak bilmez. gece yarısı, benzini, bahçedeki tüm eşyalarıma ve evin her
köşesine boca ettim. ve güneş doğana kadar bekledim ki, yangın yan evlere
sıçrarsa, birkaç kişinin daha, üstelik yanarak ölmesine sebebiyet vermeyeyim. ilk
kez birini öldürdüğümde, yaşım yirmi beşti. yolun yarısını çoktan aşmış, sona
yaklaştığımı hissetmiştim, birinin son duasını bile etmesine izin vermediğimde.
ama gerçekten, o küçük kız, gözlerime baktığında, bunun son cinayetim olduğunu
biliyordum. gerçekten bu hale gelmemek için yapmam gereken şey ise, ilk
intikalimizde, timimdeki herkesi öldürmek, ardından da, onların terörist değil
kendi askeriniz olduğunu, ifşa etmekti. imkansız artı imkansız olan şey yani. ve
O öldüğünde ise, elinde ne bir taş, ne de bana zarar verebileceği bir eşya
vardı.
doksanlarda, terör adını verdiğimiz şey, daha etikti oysa. şimdi
şartlar eşitlendi. her iki tarafta, aynı derecede kirliliğe erişince, özgürlük
adına verildiği söylenen mücadele, iktidar kavgasına dönüştü. ve iktidar, kanın
en saf haline enjekte edilen panzehirsiz bir virüstür, mülkiyet aşkının
ışıklarını yakan bir tutkudur ve otoritesiz hiçbir şekilde uzun ömürlü olmaz.
bunları yeni yeni anlıyor değilim. kendimi satmaktan vazgeçtiğim için, artık
böyle düşünüyorum. yani doğru olduğunu bildiğimiz şeyleri, bazen düşünmek
istemeyiz öyle değil mi, çıkarlarımızla örtüşmedikleri için olmalı bu. ve
inanın bana, o kız gibi binlercesi, dünyanın çeşitli yerlerinde, öldü ve
ölecek, her an, her saniye, duymuyor ve görmüyor olmanız, bu durumu
engellemiyor. güneş doğmak üzere. birazdan bu yazdıklarımı, telefonum
sayesinde, internette paylaşıp, ardından bahçemi yanan bir meşaleye
dönüştürücem. sonrası, sabah paramparça ettiğim evime girmek olucak. yan
babylon yan. bir sigara yakıcam. ve boom. çünkü akşamüstü bir tüp aldım ve
karıncamı bulduğum odada beni bekliyor O. umarım öbür taraf diye bir yer vardır
ve orada O’nunla karşılaşırım.
6.temmuz.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder