ceset
ne yapacağını bilmiyordu. ne
yapması gerektiğini de. sabah uyandığında annesini ölü bulmuştu ve kafası
karışıktı. hem annesinin ölümüne hem de sonrasında düşeceği duruma ağlıyordu
zack. adı zack değildi elbettea, bu ismi kendi kendisine, o koymuştu. ve
nihayet ortada kalmıştı işte. beklenen son, kaçınılmaz gerçeklik, her türlü
farklı olasılığı sollayan o tek ihtimal ne yazık ki en nihayetinde vuku
bulmuştu. ortada kalmıştı artık. işsiz, parasız ve evsiz kalmıştı.
ve, başta da dediğim gibi ne
yapacağımı bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini de. annem ölmüş, beni ortada
bırakmıştı. kardeşlerim vardı elbet, birkaç gün kalabileceğim kardeşlerim.
istemiyordum ama. ne kimseye yük olmak ne de yük olacağım kişilerin özgürlüğümü
kısıtlamasını istiyordum.
beklemeye başladı. saat sabahın
sekizinde uyanmış ve anneme seslenmiştim. her sabah tok karnına içeceğim ilacı
verecekti ona. yani bana. kendimi karıştırıyordum. şizofrenin belirtileri
atmış, artık ilaç fayda etmemeye başlamıştı. seslendim. seslendim seslendim.
annesine seslendi zack. kalkmıyordu. hareket belirtisi yoktu. bir kez daha
seslendim, anne sabah oldu, kahvaltı yapalım.
normalde hemen hareketlenir ve
onun için aceleyle kalkardı. ölmüştü ama. ilaca inanıyordu annem. ve muskalara.
ben ise her şeye karşı inancımı yitirmiştim. geçmişe inanıyordum sadece.
geçmişimin ve iyi zamanlarımın olduğu günlere.
aslında her şey kolumun kırıldığı
gün başlamıştı. 2 buçuk aylık rapor, aklımı oynatmama neden olmuş. en sonunda
istifa edip, ardından akıl hastanesine düşmüştüm. çıktığımda, hiçbir şeyin
eskisi gibi olamayacağı bir zaman dilimine uyandım. ama hikaye, gerçekte, çok daha gerilere
uzanıyordu. en başa. 1984 yılında peşimden koşan köpeğe kadar.
iki yaşındaydım o zamanlar.
peşimden koşan köpekten çok korkmuş, kendime eve zor atmış, ve bülbül gibi
konuşan çocuk kekeme olmuştu. yani ben. o günden sonrasını uzun uzun içimden
geçen her şeyin içimde kaldığı bir film şeriti takip etti. alaylar, gülmeler ve
dalga geçmelerde ekstrası oldu bu işin.
en sonunda bir gün, tamam
demiştim. alsancağa inip bir bira almış ve o bitince istediğim ikinci birada
kekelememiştim. ilk kez olmuştu bu. o güne kadar isteyeceğim her şey için,
bakkalları kekelemeliğimle oyalar, bunun karşılığında da ya sırıtışlara ya da
azarlara denk gelirdim. ilk kez o gün, bir şişe biranın etkisi ile kekelememiş,
ve daha sonra sürekli içmeye başlamıştım.
doktorlar bunu bilmiyor muydu?
reçetesine hap yerine bira yazamazlar mıydı? olabilirdi öyle değil mi? o güne kadar boşuna uğraştırmışlardı ailesini.
o hoca senin bu hoca benim, o hastane senin bu hastane benim, dolaştırmışlardı
onunla beraber ailesini. çözmüştü işte, en sonunda hastalığı yenmişti.
ardından bir psikoz geldi. yıl
2002 idi ve ilk defa olmuştu bu. çünkü öncesinde, tam iki sene boyunca,
aralıklı olarak, kullanmadığı hap içmediği cigara türü kalmamıştı. amfetamin
iyileştiriyordu onu, ve adını bile unuttuğu reçetesiz olarak eczaneden
alınabilen bir dolu kafa yapan hap.
ikinci psikoz 2009’da ve sonucusu
da annesi ölmeden üç ay önce gerçekleşmişti. ardından annesinin cesedini
bırakıp, mutfağa yöneldi. önce kahvaltı yapıp hapını içecekti, akinetondu adı
hapın. sonra verirdi komşulara ve akrabalara haber. mutfağa yöneldi. tam bu
sırada arka bahçeye açılan kapıdan çıkıp gelmişti annesi. olağandı. ama sorun
şu ki, artık iki annesi vardı. biri, hala koltukta yatan ceset, diğeri arka
bahçeye asılan çamaşırlarla işi bitip mutfağa dönen anne. ikisinden birisi halüsinasyondu
ve hangisi olduğunu bilmiyordu. kafası iyice karışmıştı ve o günden sonra, asla
hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamadı. olamadım. yani ben. akıl hastanesine
düşene kadar da, emin olduğum her şeyi çaldı haplar hafızamdan, akineton, seroqual
ve rixper.
7 eylül 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder