7 Eylül 2014

ceset

ceset

ne yapacağını bilmiyordu. ne yapması gerektiğini de. sabah uyandığında annesini ölü bulmuştu ve kafası karışıktı. hem annesinin ölümüne hem de sonrasında düşeceği duruma ağlıyordu zack. adı zack değildi elbettea, bu ismi kendi kendisine, o koymuştu. ve nihayet ortada kalmıştı işte. beklenen son, kaçınılmaz gerçeklik, her türlü farklı olasılığı sollayan o tek ihtimal ne yazık ki en nihayetinde vuku bulmuştu. ortada kalmıştı artık. işsiz, parasız ve evsiz kalmıştı.

ve, başta da dediğim gibi ne yapacağımı bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini de. annem ölmüş, beni ortada bırakmıştı. kardeşlerim vardı elbet, birkaç gün kalabileceğim kardeşlerim. istemiyordum ama. ne kimseye yük olmak ne de yük olacağım kişilerin özgürlüğümü kısıtlamasını istiyordum.

beklemeye başladı. saat sabahın sekizinde uyanmış ve anneme seslenmiştim. her sabah tok karnına içeceğim ilacı verecekti ona. yani bana. kendimi karıştırıyordum. şizofrenin belirtileri atmış, artık ilaç fayda etmemeye başlamıştı. seslendim. seslendim seslendim. annesine seslendi zack. kalkmıyordu. hareket belirtisi yoktu. bir kez daha seslendim, anne sabah oldu, kahvaltı yapalım.

normalde hemen hareketlenir ve onun için aceleyle kalkardı. ölmüştü ama. ilaca inanıyordu annem. ve muskalara. ben ise her şeye karşı inancımı yitirmiştim. geçmişe inanıyordum sadece. geçmişimin ve iyi zamanlarımın olduğu günlere.

aslında her şey kolumun kırıldığı gün başlamıştı. 2 buçuk aylık rapor, aklımı oynatmama neden olmuş. en sonunda istifa edip, ardından akıl hastanesine düşmüştüm. çıktığımda, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı bir zaman dilimine uyandım.  ama hikaye, gerçekte, çok daha gerilere uzanıyordu. en başa. 1984 yılında peşimden koşan köpeğe kadar.

iki yaşındaydım o zamanlar. peşimden koşan köpekten çok korkmuş, kendime eve zor atmış, ve bülbül gibi konuşan çocuk kekeme olmuştu. yani ben. o günden sonrasını uzun uzun içimden geçen her şeyin içimde kaldığı bir film şeriti takip etti. alaylar, gülmeler ve dalga geçmelerde ekstrası oldu bu işin.

en sonunda bir gün, tamam demiştim. alsancağa inip bir bira almış ve o bitince istediğim ikinci birada kekelememiştim. ilk kez olmuştu bu. o güne kadar isteyeceğim her şey için, bakkalları kekelemeliğimle oyalar, bunun karşılığında da ya sırıtışlara ya da azarlara denk gelirdim. ilk kez o gün, bir şişe biranın etkisi ile kekelememiş, ve daha sonra sürekli içmeye başlamıştım.

doktorlar bunu bilmiyor muydu? reçetesine hap yerine bira yazamazlar mıydı? olabilirdi öyle değil mi?  o güne kadar boşuna uğraştırmışlardı ailesini. o hoca senin bu hoca benim, o hastane senin bu hastane benim, dolaştırmışlardı onunla beraber ailesini. çözmüştü işte, en sonunda hastalığı yenmişti.

ardından bir psikoz geldi. yıl 2002 idi ve ilk defa olmuştu bu. çünkü öncesinde, tam iki sene boyunca, aralıklı olarak, kullanmadığı hap içmediği cigara türü kalmamıştı. amfetamin iyileştiriyordu onu, ve adını bile unuttuğu reçetesiz olarak eczaneden alınabilen bir dolu kafa yapan hap.

ikinci psikoz 2009’da ve sonucusu da annesi ölmeden üç ay önce gerçekleşmişti. ardından annesinin cesedini bırakıp, mutfağa yöneldi. önce kahvaltı yapıp hapını içecekti, akinetondu adı hapın. sonra verirdi komşulara ve akrabalara haber. mutfağa yöneldi. tam bu sırada arka bahçeye açılan kapıdan çıkıp gelmişti annesi. olağandı. ama sorun şu ki, artık iki annesi vardı. biri, hala koltukta yatan ceset, diğeri arka bahçeye asılan çamaşırlarla işi bitip mutfağa dönen anne. ikisinden birisi halüsinasyondu ve hangisi olduğunu bilmiyordu. kafası iyice karışmıştı ve o günden sonra, asla hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamadı. olamadım. yani ben. akıl hastanesine düşene kadar da, emin olduğum her şeyi çaldı haplar hafızamdan, akineton, seroqual ve rixper.


7 eylül 2014 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder