3 Aralık 2008

apron

çoğu zaman iyidir ama
bazen kendimi
kafese tıkılmış gibi hissederim
apronda
yüzlerce insanın arasında
tanıdık bir yüz görmek umuduyla
yolculara bakarken camın ardında
aşağıda
ve konuşup dururken insanlar
izledikleri diziler
becerdikleri kadınlar
ve ek iş yapma planları
ve hep aynı cümleler
aynı hayaller
aynı espriler
üzerine tek bir söz bile söylemeye
gerek duymayacağın kadar
ölü muhabbetler
döner durur çevrende
dönüp dururken uçaklar
“sen niye hiç konuşmuyorsun” derler
“a-a sen televizyon izlemiyor musun?”
“hosteslere neden bakmıyorsun?”
“neden tütün içiyorsun”
adam gibi sigara alsana”
senle aynı yaşta olup
kaliteli sigara içen adamlar
marka giyinen
kira ödemeyen
ailesinin yanında yaşayıp
evlenmeyi bekleyen
çeyiz düzen mesela
çocuk yapan sonra
sağlam bir işi olmadan daha
parası olmadan
ve düşünmeden bunları
boş zamanı önemsemeyen
bıraksalar yirmi dört saat çalışabilecek durumda
maaşı az bulsa da
halinden memnun
iktidardan memnun
ülkeden memnun
tek sorun terörmüş gibi sanki
tek ihtiyaçları kadınmış gibi
ve sonra yolcular
oradan oraya giderken
bagajları elli kilo gelen
ve check in’e geç gelen
ve hostesler, hostlar, kaptanlar
dünyanın bütün insanları
üzerine geliyormuşçasına
çaresiz ve bitkin bir halde
o uçaktan o uçağa koşarken
sürünürken hatta
tek bir sigara içemeden
yemek yiyemeden
güneşi görmeden
yitip giden günler
üstelik artan baş ağrısıyla
günden güne çürüyen iç organlarınla
ruhunu korumaya çalışırken
kaybederek biraz daha
biraz daha yaşlanırken
düşünmeden geleceği
kimseyle konuşmadan
saate bakmadan
takvime bakmadan
yirmiyediye yaklaşırken
seksenyedi gibi hisseden
çoktan ölmesi gerekirken
şans eseri hayatta kalmış gibi
yaşamak için çabalamadan
ölmek için çabalamadan
öylesine işte
gerçekten öylesine yaşaman
ve hiç biri senden üstün değilken
sen hiçbirinden üstün değilken
aynı işi yapıp
farklı hayatlar sürdürürken
ve anlatamazken farklı olduğunuzu
farklı hissettiğini
sadece farklı
bir amcık yerine
pall mall’ı tercih edebileceğini
yanında votka ile
kordonda bir gece
sessiz sakin
gerçekten konuşabileceğin
iki sıkı dost ile
haftada bir gün olsa bile
ve sadece bunun için belki de
atlatman gereken iki gece
iki gündüz
iki akşam
sonra tatil
sonra başa saran vardiya
başa saran kabus
sarpa saran hayat
karıncalar misali işçiler
ağustos böceği misali iş verenler
ve masaldaki gibi gitmeyen işler
güçlü ağustos böcekleri
aptal karıncalar
çalış dur sabahtan akşama
ne için olduğunu düşünme
işe git ve eve gel sadece
televizyon izle
gazete oku
çocuk yap
bir maske çıkarıp bir maske tak
aynen bukalemunlar gibi
renk değiştiren yüzler
renk değiştiren ruhlar
ve renk körü olan insanlar
renk körü bir bukalemun gibi hissederken ben
savunmaya geçemezken
nerde nasıl davranılır bilemezken
ve önemsemezken bunu
önemsemezken toplumu
adab-ı muaşereti mesela
ya da her boksa
içimden geldiği gibi giderken ayaklarım
mesai saatleri dışında
orada
haftanın altı günü
acayip insanlarla
bir arada olurken
atıp tutanları izlerken
tüm bu komediye gülmek isterken
ya da yüzlerine vurmak isterken
sahte unutkanlıklarını
kendimi kafese tıkılmış gibi hissederim
sadece kendimi değil
herkesin kafese tıkıldığını
ve bir anahtarın olmadığını
ya da ölüm dışında
bir çıkış kapısının
ama onlar parmaklıkları görmez
ve el izleri de yoktur onların
ya da dünü hatırlayabilecek kadar
samimi olmaz hafızaları
yoktur
ve yok olmak istesen de
var olmak istesen de
elinden
bu sıkıcı aptal dizeler dışında
hiç bir şey gelmediğini bilirsin
ve olan biteni anlatmakta
zaten hiç bir şeyi çözmez
bir günü daha atlattım dersin sadece
önünde binlercesi olsa bile..
ve sonra eve gelip
odanda
tek başına
kağıt uhu ve makasla
nefes almaya başlarsın


3.aralık.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder