insanlara bakıyorum
çevremde dönüp duran
insanlara
dönüp duran
olaylarla
ve kafam almıyor
gerçekten
gerçekten kafam
almıyor
olan biten hiçbir
şeyi
olamayan her bir
şeyi
..ve sonra adamın
biri gelip yanıma oturdu. bir şarapçı. elinde bira var. “rahatsız etmiyorum
değil mi?” diyor. rahatsız ediyor aslında. fazlasıyla rahatsız ediyor her şey.
insanlar. rahatsız eden insanlar. rahatsız etmekten çekinmeyen ama özür
dilemeyi marifet sayan insanlar. bu tip bir özrün, bir bok parçası kadar değeri
yoktur oysa. en azından benim için yoktur. ve benim için önemi olmayan her ne
varsa, diğer herkes için hayati bir değer taşıyabilir. buradan başlayabilir,
kendini toplumun dışında hissetmek. ama sorulacak olursa, eğer, “sen bir toplum
dışı mısın?” diye, “ben niye toplum dışı olayım, toplum benim dışımda zaten”
diyebilirdim. arada bir fark yok gibi görünüyor, önem verdiğim her şeyin
varlığı ve yokluğu arasında da bir fark yokmuş gibi görüyorlar. ve sonra oturup
yazıyorsun. ve sonra, sırf yazdığın için, birileri tanışmak istiyor. yolda
görseler yüzüne bakmayacakları biri oysa girdap, dikkat çekmez, ve aldırmaz da
buna. birçok şeye aldırmaz. aldırdığı şeylere de, insanlar aldırmaz. burada bir
terslik var. var olan her şeyde bir terslik var ve baş aşağı yaşamaktan sıkıldım.
parçaları eksik bir yapbozum ben.. anlaşılması güç bir bütünü toparlamaya
çalışıyorum. sonra işin içinden çıkamayacağını anlayıp “tamam buraya kadar”
diyorsun. oysa sadece bir mola bu. asla işin içinden çıkamıyor ve yine de buraya
kadar diyemiyorsun. iş mesela. istifayı düşünmekle geçirilen günler. intiharı
düşünmekle geçirilen geceler. sonra ertesi gün. sonra daha ertesi. eve geliyorum.
tütün bitmiş. sigara saramıyorum. gecenin bir yarısı. ve o sigaraya ihtiyacım
varmış gibi hissediyorum kendimi. ve beş kuruş para yok evde.. kalmamış..
anlıyor musunuz? biten her şeye, ihtiyacım varmış gibi hissediyorum zaman
zaman. biten aşklar gibi. ya da ölen insanlar. bazı zamanlarda sırtımı sıvazlamalarına
gereksinim duyduğum halde, ölmeyi seçmiş olanlar. ve sonra, olmamalarını
yeğleyeceğim insanların bir çember oluşturması etrafımda. kendini baskı altında
hissetmek. bir sigaraya ihtiyacım var. evden çıkıyor ve alsancak’a iniyorum.
yürüyerek. epey sürüyor yol. varıyorum alsancak’a. sikik faizleri ile
birilerini zengin ettiğim kredi kartından bir onluk asılıyor ve gidip bira
alıyorum, nakit çekiyorum yani, yine faizleri götüme girecek biliyorum.. bira,
sigara, bir de ’zamanı biraz ileri alma tuşu’. çimlerde oturuyor ve içmeye
başlıyorum. yalnızım. hafiften yağan yağmur. adamın biri geliyor, “rahatsız
etmiyorum değil mi” diyerek, yine parayı kaptırdık amına koyayım” diye
düşünüyorum, içimden gülerek… başlıyor konuşmaya. bir üniversitede öğretim
görevlisiymiş. boşanmış. hapse girmiş. falan filan. şimdi sokaklardaymış. iyi
de bana ne bunlardan. belki ben de bir on yıl sonra senin gibi olacağım. ama
kaybeden olmak kolaydır. ve zoru seçip kazanmaya çalışıyor bile sayılmam.
sadece hayatta kalmaya çalışıyorum ben. öyle ya da böyle, burada bulunmak. bir
şekilde. iyi veya kötü. hiç bir önemi yok. akıp giden zamanın. saçmalıklar
ordusunun üzerime sümkürdüğü pasın. pas geçilen fırsatların. kaybın ya da
kazancın. ama onların yerinde olmak istemiyorum, onlar gibi sokaklarda yaşamak
istemiyorum. ama sizin gibi de yaşamak istemiyorum. … “serserilik yapmaya
herkesin maddi gücü yeter” diyor ambjörnsen ve kesinlikle haklı olmalı. ve
maddi gücümün yetmediği bir hayatı yaşamak zorundayım. ve sigaralar geliyor üst
üste. sonra lavuğun birinin, maddi sorun ve sigara üzerine verdiği vaaz geliyor
aklıma.
“madem” diyor bu
lavuk, “kazandıkları para yetmiyor, o halde niye sigara içiyorlar”
“evet” diyorum ona,
“haklısın, sadece senin gibiler hak ediyor hayatın tüm zevklerini tatmayı,
bizler sadece çalışmak için geldik buraya. küçük dişliler..”
sonra şarapçının
söyleyecekleri bitiyor ve asıl konuya dönüyor. (bu arada, şarapçı ile sigaraya
dair vaaz veren tip farklı.) “biraz paran var mı, ekmek alıcam” diyor şarapçı.
veriyorum ona biraz para ve uzaklaşıyor. ardından biri daha gelebilir. ama
önemli değil. öyle bir hayatı yaşayabilecek kadar düşüşteyse ruhları, biraz
bozukluğu hak ediyor olmalılar. “başkalarının sırtından yaşıyorlar” demişti
başka bir lavuk da, şarapçılar için. şişe topladıkları için demişti bunu.
“senin burada ve onun orada olması sadece şans eseri” dedim. “şans değil, azim”
dedi. diyebilir. herkes her şeyi diyebiliyorken, sen hiçbir şey demeden
susarsın. ve sonra onlar, dün küfür ettikleri insanların boynuna sarılırken, beklemeyi
sürdürmeye karar verirsin. orada burada sızarak, hep aynı şeyleri yazarak..
içmeyi sürdürdüm o
gün. ve sabah olduğunda, çimlerin üzerindeydim. sabahın altısıydı. üşüyordum.
sızmıştım orada. üşüyordum gerçekten. ve ayağa kalkıp üzerimi temizledim. bir
sigara yaktım ve ileriki bankta bir adamın bana el salladığını gördüm. dün gece
para verdiğim moruktu el sallayan. günaydın dedim. günaydın dedi. yanına
gittim. “iyi bir hayat değil bu evlat” dedi bana, “vazgeç bundan”
“her zaman yaptığım
bir şey değil moruk” dedim, “arada sırada benim de sokakta sabahlamaya ihtiyacım
var”
“evin var o halde?”
“bir işim de var,
acilen otobüse atlayıp gitmezsem geç kalacağım”
“ben buralardayım”
dedi, “deniz güzel değil mi?”
“güzel” dedim
“en azından denizim
var” dedi, “görüşürüz sonra, seni tutmayayım”
“görüşürüz” dedim
görüşürdük belki.
denk gelirsek. eve gidip, yüzümü işçi sıfatına getirdim. iş yerine varınca bir
alete basacağım kartı aldım yanıma ve evden çıktım, servis durağına doğru…
14.aralık.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder