14 Aralık 2008

08

insanlara bakıyorum
çevremde dönüp duran insanlara
dönüp duran olaylarla
ve kafam almıyor gerçekten
gerçekten kafam almıyor
olan biten hiçbir şeyi
olamayan her bir şeyi

..ve sonra adamın biri gelip yanıma oturdu. bir şarapçı. elinde bira var. “rahatsız etmiyorum değil mi?” diyor. rahatsız ediyor aslında. fazlasıyla rahatsız ediyor her şey. insanlar. rahatsız eden insanlar. rahatsız etmekten çekinmeyen ama özür dilemeyi marifet sayan insanlar. bu tip bir özrün, bir bok parçası kadar değeri yoktur oysa. en azından benim için yoktur. ve benim için önemi olmayan her ne varsa, diğer herkes için hayati bir değer taşıyabilir. buradan başlayabilir, kendini toplumun dışında hissetmek. ama sorulacak olursa, eğer, “sen bir toplum dışı mısın?” diye, “ben niye toplum dışı olayım, toplum benim dışımda zaten” diyebilirdim. arada bir fark yok gibi görünüyor, önem verdiğim her şeyin varlığı ve yokluğu arasında da bir fark yokmuş gibi görüyorlar. ve sonra oturup yazıyorsun. ve sonra, sırf yazdığın için, birileri tanışmak istiyor. yolda görseler yüzüne bakmayacakları biri oysa girdap, dikkat çekmez, ve aldırmaz da buna. birçok şeye aldırmaz. aldırdığı şeylere de, insanlar aldırmaz. burada bir terslik var. var olan her şeyde bir terslik var ve baş aşağı yaşamaktan sıkıldım. parçaları eksik bir yapbozum ben.. anlaşılması güç bir bütünü toparlamaya çalışıyorum. sonra işin içinden çıkamayacağını anlayıp “tamam buraya kadar” diyorsun. oysa sadece bir mola bu. asla işin içinden çıkamıyor ve yine de buraya kadar diyemiyorsun. iş mesela. istifayı düşünmekle geçirilen günler. intiharı düşünmekle geçirilen geceler. sonra ertesi gün. sonra daha ertesi. eve geliyorum. tütün bitmiş. sigara saramıyorum. gecenin bir yarısı. ve o sigaraya ihtiyacım varmış gibi hissediyorum kendimi. ve beş kuruş para yok evde.. kalmamış.. anlıyor musunuz? biten her şeye, ihtiyacım varmış gibi hissediyorum zaman zaman. biten aşklar gibi. ya da ölen insanlar. bazı zamanlarda sırtımı sıvazlamalarına gereksinim duyduğum halde, ölmeyi seçmiş olanlar. ve sonra, olmamalarını yeğleyeceğim insanların bir çember oluşturması etrafımda. kendini baskı altında hissetmek. bir sigaraya ihtiyacım var. evden çıkıyor ve alsancak’a iniyorum. yürüyerek. epey sürüyor yol. varıyorum alsancak’a. sikik faizleri ile birilerini zengin ettiğim kredi kartından bir onluk asılıyor ve gidip bira alıyorum, nakit çekiyorum yani, yine faizleri götüme girecek biliyorum.. bira, sigara, bir de ’zamanı biraz ileri alma tuşu’. çimlerde oturuyor ve içmeye başlıyorum. yalnızım. hafiften yağan yağmur. adamın biri geliyor, “rahatsız etmiyorum değil mi” diyerek, yine parayı kaptırdık amına koyayım” diye düşünüyorum, içimden gülerek… başlıyor konuşmaya. bir üniversitede öğretim görevlisiymiş. boşanmış. hapse girmiş. falan filan. şimdi sokaklardaymış. iyi de bana ne bunlardan. belki ben de bir on yıl sonra senin gibi olacağım. ama kaybeden olmak kolaydır. ve zoru seçip kazanmaya çalışıyor bile sayılmam. sadece hayatta kalmaya çalışıyorum ben. öyle ya da böyle, burada bulunmak. bir şekilde. iyi veya kötü. hiç bir önemi yok. akıp giden zamanın. saçmalıklar ordusunun üzerime sümkürdüğü pasın. pas geçilen fırsatların. kaybın ya da kazancın. ama onların yerinde olmak istemiyorum, onlar gibi sokaklarda yaşamak istemiyorum. ama sizin gibi de yaşamak istemiyorum. … “serserilik yapmaya herkesin maddi gücü yeter” diyor ambjörnsen ve kesinlikle haklı olmalı. ve maddi gücümün yetmediği bir hayatı yaşamak zorundayım. ve sigaralar geliyor üst üste. sonra lavuğun birinin, maddi sorun ve sigara üzerine verdiği vaaz geliyor aklıma.

“madem” diyor bu lavuk, “kazandıkları para yetmiyor, o halde niye sigara içiyorlar”
“evet” diyorum ona, “haklısın, sadece senin gibiler hak ediyor hayatın tüm zevklerini tatmayı, bizler sadece çalışmak için geldik buraya. küçük dişliler..”

sonra şarapçının söyleyecekleri bitiyor ve asıl konuya dönüyor. (bu arada, şarapçı ile sigaraya dair vaaz veren tip farklı.) “biraz paran var mı, ekmek alıcam” diyor şarapçı. veriyorum ona biraz para ve uzaklaşıyor. ardından biri daha gelebilir. ama önemli değil. öyle bir hayatı yaşayabilecek kadar düşüşteyse ruhları, biraz bozukluğu hak ediyor olmalılar. “başkalarının sırtından yaşıyorlar” demişti başka bir lavuk da, şarapçılar için. şişe topladıkları için demişti bunu. “senin burada ve onun orada olması sadece şans eseri” dedim. “şans değil, azim” dedi. diyebilir. herkes her şeyi diyebiliyorken, sen hiçbir şey demeden susarsın. ve sonra onlar, dün küfür ettikleri insanların boynuna sarılırken, beklemeyi sürdürmeye karar verirsin. orada burada sızarak, hep aynı şeyleri yazarak..

içmeyi sürdürdüm o gün. ve sabah olduğunda, çimlerin üzerindeydim. sabahın altısıydı. üşüyordum. sızmıştım orada. üşüyordum gerçekten. ve ayağa kalkıp üzerimi temizledim. bir sigara yaktım ve ileriki bankta bir adamın bana el salladığını gördüm. dün gece para verdiğim moruktu el sallayan. günaydın dedim. günaydın dedi. yanına gittim. “iyi bir hayat değil bu evlat” dedi bana, “vazgeç bundan”
“her zaman yaptığım bir şey değil moruk” dedim, “arada sırada benim de sokakta sabahlamaya ihtiyacım var”
“evin var o halde?”
“bir işim de var, acilen otobüse atlayıp gitmezsem geç kalacağım”
“ben buralardayım” dedi, “deniz güzel değil mi?”
“güzel” dedim
“en azından denizim var” dedi, “görüşürüz sonra, seni tutmayayım”
“görüşürüz” dedim

görüşürdük belki. denk gelirsek. eve gidip, yüzümü işçi sıfatına getirdim. iş yerine varınca bir alete basacağım kartı aldım yanıma ve evden çıktım, servis durağına doğru…


 14.aralık.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder