30 Temmuz 2008

kağıttan uçak

kağıttan uçak

1.
11’de uyandım. gece. yani yirmiüç:sıfırsıfır. bir-dokuz çalışıcaktım. şu an şifreleri olan bir öykü yazıyorum, derin bir kehanet, ama gizli değil, anlaşılır, ki açıklıyorum, rakamları toplayın ve çıkan sonucu doğum tarihinize bölün, daha sonra. daha sonra yok. sıkıldığımı hissediyorum. kehanetler, komple teorileri, anılarını yazdıran bir ünlü, hayatı boyunca burnuna kar tanesi bile kaçmamış olan bir kokoinmanın (!) yazdığı uyuşturucu romanı. hata dolu, ve ihanet, en azından edebiyata ihanet, her ne kadar edebiyat benim sikimde olmasa da, ihanet kötü, her ne açıdan bakarsan bak kötü görünebilecek tek şeyi belkide bu hayatın, ve ikiyüzlülük dolu fiiller, içerden başka dışardan başka görünen seçimler, ve yine dağılan konu. neden bahsediyordum ben? hiçlik. hepsi bu. bütünüyle ve herhangi başka bir bütünden bağımsız şekilde, hiçlik. wirgina wolf’a benziyor tarzın diyor biri, hiç okumadım diyorum inanmıyor, çünkü alıştırılmışız herkesin herşeyi ecnebilerden çevirmiş olmasına, bir türk altkültüründen bahsedebilirmiyiz bilmiyorum, ama 40 yaşına kadar tamamen underground ruhtan arındırılmış olarak yaşayan mahluklar bi anda altkültürel hayatlara sarınabiliyorlar, ahkam kesebiliyor ve bu konuda otorite olarak gösterilebiliyorlar. ki sorun değil bu, kim ne bok yerse yesin ama benim bokuma sinmesin diyip kestirip atabilirim hemen.. ama söz konusu türk altkültürü ise, bu burjuvalardan değil gecekondulardan başlayabilir bir bakıma, alıntı olmayan öz altkültürümüzden bahsediceksek eğer, ama yapmıyoruz, bunun yerine londra tabanı ile eşleştiriyoruz underground ruhu. ama bir yanlışlık söz konusu olmalı. punk’ı işçi sınıfı çocukları yaratmış olmalı. en azından ben öyle biliyorum, ve açıkçası yanlış bilmediğimden eminim. o halde, söyleyin bana türk işçi sınıfı çocukları ne dinliyor? ve dışardan alıntı olan herhangi bir müzikal altkültürden etkilenen hayatı boyunca çalışmamış ve ileride üstsınıfın bir bireyi olan insanların görüntüsel kültürleri ne işe yarar. o halde en başa dönelim. hayır en başa değil, ortaya. birkaç satır yukarıya. yurtdışı ile eşleştirilmiş olan altkültürü, ülkede kim yaşıyor? ve kaçınılmaz son olarak, bu insanlar birkaç sene içinde neye dönüşüyor? akademisyen? mühendis? babasının yerine şirketin başına geçen insan? sınıfsal bir ayrım yapmıyorum, ve sınıfsal bir ayrım yapanların, benden uzak olmasını istiyorum. zengin bir aileden gelmiş olabilirsiniz, doğum anı hezayanları veya şanşları, bizim seçimimiz değil elbette, ama hayatı boyunca senle aynı yolda yürümemiş olan birinin, sana başın sıkışınca ne yapman gerektiği konusunda akıl vermesi gerçekten can sıkıcı.. evet, bir açıdan bakarsanız, çalıştığım işler, önceki ve şimdiki, her ikisi de, ve daha öncekileri de, tam bir ahmaklık. ahmaklık ötesi. enayilik ötesi. ama çıkış kapısı kapalı. ben kapatmış olabilirim. ve şikayetçi değilim. ki yine de, kabul ediyorum, enayilik olduğunu. ama herkesin kapitalizm tarafından düzülmek için bir deliği vardır. önemli olan, bu düzüş esnasında zevk çığlıkları atmaktansa, kurtulmaya çalışmaktır. toplu bir kurtuluş değil söz konusu olan. toplumsal kurtuluşa inanmıyorum. bireysel özgürlüğü de inanmıyorum. şanşa inanıyorum sadece. talihli olmaya. ve kimi zaman zekaya. yetenek. allah vergisi diyebilirsiniz buna, her ne kadar bir yapı bozuma giderek allah’a verilen verginin bize yol su elektrik olarak değil, kölelik olarak döneceğini söyleyecek olsam da. allah vergisi mi? bir de devlet vergisi var. ve birde, birde, birde, herkese bi tarafımızı verip, delik deşik edilmişken, kim devrimden söz edebilir. yazmak kolaydır, özellikle üst sınıftan geliyor ve rahat bir işte iyi bir maaşa çalışıyorsan, kolaydır işçileri savunman. bu yüzden beat edebiyatına da inanmam. tamamiyle fiyasko. gerçekten. bir çok devrimin fiyasko olması gibi. Belki de hepsi. değişmeyen tek şey görünmez stabilitedir.. aynen görünmez adam gibi bir şey bu. Görünmez stabilite. herşey içerde. üzerimize kitli tüm kapılar. ve karanlık. ve bir çocuk yapıp, onu kurtarmayı düşlersin en sonunda, kendi hayatını defedip başından. başkası için yaşamak kolaydır çünkü, kendin için isyan edebilirsin, ama başkası için asla. ve başkası için köleliği kabul edersin. er yada geç, hepimizin içine düştüğü, lanet son. bir aldatmaca olup olmadığını bilmiyorum, çünkü sistemin aşırı zekice işleyen, üstün bir güç olduğunu sanmıyorum. sistem biziz çünkü, ve fazla zeki olmadığımız için, her suçu görünmeyen unsurlara yıkıyoruz. tanrı, şeytan, sistem, politika, trafik canavarı, marslılar, ölmüş olan atalar. en başa dönecek olursam, ve üzerinden geçersem, tamamlayabilirim tüm kapısı açık cümlelerimi, ama yapmayacağım. böyle kalıcak, böyle kalıcak ve ben lanet bir iş günümü anlatacağım. imlamı düzeltmiyorum, cümlelerimi düzeltmiyorum, kurguma özen göstermiyor, ve anlatımlarımı yarım bırakıyorum. bakın bu hayata bakış açımı yansıtıyor tamam mı? o yüzden, dilediğiniz gibi haykırın, annem 27 yıldır “evi dağıttın yine” der, ve yine dağıtırım. sizde 270 yıl, yazımı düzeltmeye çalışın. sonuçsuz bir savaş bu. ve bu kadar ciddiye alınacağımı bilseydi tanrı, eminim beni yaratmazdı. çünkü o da beni yaratırken ciddiye almadı. ben bir anti teist’im. bir tanrı var ama çokta umrum da diyenlerden ya da. Ya da başka bir deyişle, tanrı kötü diyenlerden. ve tekrar başa dönmeye çalışıyorum. saat onbir demiştim öyle değil mi? gece onbir. böyle başlamıştı. daha sonra, bir zamanların modası olan kehanetlere, komple teorilerine, oradan edebiyata, oradan sikilmiş türk altkültür şeceresine, ve oradan da boşluğa sıçradım. düştüm. düştüğümü gören olmadı. bu iyi bir şey. düşerseniz gülerler çünkü. lise ikide, okula giderken kötü bir şekilde düştüğümde yolda, arkamdaki kız takımı gülmüştü. “düz yolda yürüyemiyor”. evet yürüyemiyordum. yalan yok. ama tüm kusurlarımı kapatıp, daha doğrusu gizleyip mükemmel olmak gibi sonuçsuz bir uğraş peşinde de koşmuyordum hiç olmazsa. ve bununla övünmüyorum, öyle görünmüş olsam da. Hiçbir şeyle övünmüyorum. çünkü marifet değil. gerçek bir işçi çocuğu olmam da marifet değil. ve gerçek bir işçi çocuğu olarak, ülkeye ithal edilen bir başka altkültürü sahiplenmiş olmam da. Ya da ülkedeki en harbi kendi altkültürünü yaşayan çingenelerle beraber büyümüş olmam da. hiç biri marifet değil aslında, çünkü tüm bunları yaparken, ya da çocukluğumda bir rastgelelilik ile  bazı mekanlarda bulunup bazı olaylar yaşarken, farkında değildim. ve tam tersi, uzanabildiği her şeyi ailesine satın aldırabilicek bir aileden gelen başka biri içinde, kötü değildi yaşadığı hayatı. Ya da altkültüre terso değildi. söz konusu sorun, birilerinin başka birilerine yol göstermek isteyişinden, ya da “en harbisi biziz” demek isteyişinden sonra başlıyordu. çünkü denyonun biri çıkıp fanzinler konusunda ahkam kesiyor, başka bir denyo uyuşturucu üzerine hata dolu bir kitap yazıyor, başka bir denyo gerçeğe zıt bir punk romanı yazıyordu. bu ne be diyebilirdiniz, ama kimse duymazdı. ve bahsettiğim söz konusu sorun üzerine bu kadar çok harf tüketmiş olmam, bu durumdan yana rahatsız olduğumu göstermiyor. sadece, kapımıza dayanan yeniçerilere, sizlerle savaşmıyoruz ama çok istiyorsanız bizi öldürebilirsiniz demek istedim. görüntü bu, ve böyle sürecek. dipten gelmiyorum ben. dipte doğdum ve dipte kalıyorum kendi isteğimle. çünkü memnunum burada olmaktan. el uzatıp yukarı çekmeye çalışmayın. hayır, öykümü kısaltıp yayınlama. hayır imlamı düzelterek dergide yazmama izin veremezsin, çünkü izin istemedim. ama istediğim bir şey var, iki ayrı şeritte, birbirine benzeyen iki ayrı otobüste, ilerliyoruz, bunu kanıksayın. hangisinin doğru otobüs olduğunu da bilmiyorum. gerçekten bilmiyorum. sadece arada bir fark var, ve bu doğumdan, ait olduğun sınıftan, aylık gelirinden, ne iş yaptığından, babanın kim olduğundan ya da ne yarak yazdığından gelmiyor. başka bir şey bu. ve ne olduğunu asla bilemeyeceğiz. sadece öyle hissediyoruz, ve bu yüzden bok yoluna giden otobüsümüzden inip, insanın uykusunu getiren başka bir otobüse binmeyeceğiz. hiç olmassa neye çarparak öleceğimizi görebilelim diye belki, bilemiyorum. gerçekten bilemiyorum. ama hoşnutum bu durumdan. durmaktan ya da. yerinde saymaktan. gerilemekten. ilkel görülmekten. basit ve sıradan. sıradan ve doğal. doğal ve yapmacık. hey bi saniye, karıştırdım, çelişkili bir ifade kullandım. hata. sadece hata dostlarım. bilinçli yapılmış bir hata ama. o yüzden özür dilemeyeceğim, çünkü özre inanmıyorum. ve farkında olmadan düşürülen bir vazo için de özür dilemeye gerek olduğunu düşünmüyorum. “Üzgünüm” diyebiliriz belki. ama özür aptalca o an. affedilmeyi beklemek de. tıpkı herhangi bir şeyden dolayı birini suçlamanın yanlış olduğu gibi. özgür olmak istiyorsak, özgür bırakmalıyız. hepimiz birer dişli çarkız zaten, ve ister istemez, ortak hareket etmek zorunda kalabiliyoruz, yaşam denen armutun çöpünü yemeye devam etmek için. saçmaladın girdap dedi biri şu an, içinden, duydum, duydum ve kesiyorum sosyoekonomik felsefemi. o ne ki? saat onbirdi, on bir. geriye dönüş. çekim iki, sahne bir. motor.


2.
11’de uyandım. gece. yani yirmiüç:sıfırsıfır. bir-dokuz çalışıcaktım. ender denk gelen sekiz saatlik mesai. uçakların yoğun olmadığı bir gün. bu arada, havaalanında çalışıyorum ben. işim; uçakların yüklemesini ve boşaltmasını yapmak. yani içine mucizevi bir şekilde tüm evinizi sığdırdığınız on tonluk valizlerinizi har vurup harman savurmak için çalışıyoruz. uçak ambarını yükle, uçak ambarını boşalt. Uçağı temizle. Yorulmak yasak. Falan filan. günlük mesai süresi 11 ila 13 saat arası değişen beş iş günü. iki izin. genelde izinli olduğun gün geceye döndüğün için, onlar da yalancı izin. şikayet yok. kötünün iyisi bu. o halde devam edelim. bir-dokuz çalışıcaktım ve uçakların pek fazla iniş-kalkış yapmadığı bir geceydi. bir havaalanı argosu oluşsaydı, böyle günlere “azgın olmayan günler” denilebilirdi belki de. neden olmasın. ama dişi ırkın-pardon düzeltiyorum, bir ırkçı değilim ben, ama seksist görünebilirim kimine göre, her ne kadar öyle de olmasam, bunu ortaya sürebilirler, sürdüler, bedenime uymayan bir çok sıfatı alıp çöpe attım ben de. önemli değildi, laf israfıydı sadece. “sağır bir adama, küfür ediyorsunuz” diye yazdım. ama onlar da kördü, okumadılar, ve ben onlara karşı hem sağır hem dilsiz hem de kör olmayı seçtim, ve bu durum ister istemez, küstah ve kendini beğenmiş olarak geri döndü bana. geri dönelim hadi yine. bir türlü giremedim konuya. zihinsel bulantılarım çok bugünlerde, o yüzden sürekli sağa sola sapıyor, bir türlü düz gidemiyorum. tekrar deneyelim, bu son olsun, yine düşersem, yazmayı kesicem bu konu hakkında. konu basit, güzel başlayan bir gecenin sabahında patlayan tokat. alın size anafikir. açılıma geçiyorum. gece bir dokuz çalışıcaktım ve onbirde kalktım. ve servise bindim. pardon pardon. onbirde kalktım ve birşeyler yiyip, bir sigara içip, biraz müzik dinledim. traş oldum. giyindim. yola çıktım. servis geldi. beni aldı. gaza bastı. gayet basit gidiyor öyle değil mi? ali gel topu tut gibi. bana yakışır bir üslup. basit ve kolay. sonra, ve daha sonra. Bir saniye, eksik bir cümlemi tamamlayacağım öncelikle, yoğun olmayan havayolu günlerine, azgın olmayan gün denilebilirdi demiştim, eğer argosu olsaydı bu işin. ama dişi ırkın-düzelti. Hatırladınız mı? evet, düzeltiyorum. ama hatunların yoğun olduğu bir iş yerinde, her iki cinsiyette, çok yakın olmadıkları iş arkadaşları haricinde, genelde bir oyun oynarlar. sıfır küfür, daha az cinsel konu, ve her şeye rağmen ve her zaman olduğu gibi yine de dibine kadar cinsel ayrım. bir hatun beş erkeğin arasına oturursa, biraz uzakta oturan diğer bir erkek grubu, hatun hakkında yorum yapar. kötü yorum. Ya da beş hatunun arasına bir erkek oturur ve onlarla muhabbet yaparsa, yine bu uzakta oturan diğer erkek grubu, bu tek erkekle ilgili yorum yapar. Belki de kıskanır. aynı şey, hatun grupları için de geçerlidir. cinsiyetler arasında bir fark yoktur aslında, sadece bir fark yaratılır ve çoğu zaman da rol yaparız. bu yüzden bu tip “azgın gün” türevi argolarda köşede kalır ya da ters köşe olur çoğu zaman. cinselliği ne kadar aza indirirseniz, o kadar tehlikeli olur. aynı sıkışan gazların patlaması gibi. Anlatabiliyor muyum? servise bindiğim ana geri dönelim. serviste çalan radyoda, müslüm gürses çalıyordu, ilk kez arabesk tınılar çalan bir istasyon açık kalmıştı ve böylesi bir mesai öncesi tesadüfü, pek denk gelmez diyordum kendime. evet, 80’li yılların arabeski katlanılırdı, haz verirdi insana, tesadüf güzeldi, çünkü daima son model pop melodileri ile işe gidip gelirdik. ve şimdi, seksenlerin gerçek ninnisi ile yol alıyorduk. pop’a tercih edebileceğin, ve en azından daha anlamlı, ve dahası 80’lilerdeki türevini düşününce daha isyankar olan bir müzikti çalan. ve birkaç şarkı üst üste geldi. iyiydi. isyan her zaman iyidir, sevgiliye, aşka, hayata, düşsel kadere, düşsel tanrıya olabilir bazen, yani beyhude isyan, ama yine de güzeldir. en azından tahammül edilirdir, ki kafa kıyaksa keyif bile verir. ve ve ve, sonra havaalanına girdik, ve mucize katlanarak devam etti, apron aracına binip merkeze çıkıcaktık, ama gelmedi apron aracı, yerine operation aracı geldi, radyolu idi bu araçta ve radyoda bob marley çalıyordu. gerçekten. “no woman no cry”. keyiflendim. gerçekten keyiflendim. iş yerinde bana daima girdap olarak değild e, devlet nezdindeki adımızla seslenildiği için, bazen unutabiliyordum kendimi. ki girdap, iş yerinde budanmak zorundaydı. herkes iş yerinde budanmak zorundadır. çünkü, kimin niye koyduğu belli olmayan kuralları uygulatıcı olan amirler, hayatlarında bir kez olsun pratik anlamda tecrübe etmedikleri işlerin başına getirilirler ve sizi işinizi yaparken gözetip, açık yakalamaya çalışırlar, hepsi böyle değildir, kabul ediyorum, ama sunexpress’in teknik elemanı mahmut aynen böyle bir insandır. bakın tam ismini verdim size, soyadını ve adresini öğrenince, onları da vericem. gidip öldürün lavuğu. faşizme karşı faşizm. ne dersiniz? ayrıma karşı ayrım? katı mı oldu? onlardan ne farkımız mı kalır? cahil işte deyip geçmelimiyiz?, aç gözlülük ve kurnazlık eşlenik bir yapıda ve cahillik maskesi altında üzerinize çullanınca, yapabileceğiniz tek şey silah çekmektir dostlarım. Yani ben olsam öyle yapardım.  bir yüzünü vurana diğerini çevir diyen hristiyanlık, yeni krallar ve köleler yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır. o yüzden, mahmut ile dışarda karşılaşıp, yere serebilirim. ama orada, şimdilik, buda kendini. Buda ki yaşama devam edebilesin. herkes bunu yapıyor. en üst düzeyden, en alta kadar herkes. suni bir güç edinenlere boyun eğen dahiler. suni bir güce diyorum, çünkü aslında, aslen sinik ve iş dışında her yerde ağzına sıçılmasına izin veren insanlar, iş yerinde konum ve makam itibari ile elde ettikleri suni güçleri ile üzerinize boşalmaktan başka bir şey düşünemiyorlar. ve kurtuluş yok. çünkü gerizekalı insanlık tarihi, “sistem” diye bir kelime bulmuş, ve doğaüstü olmayan her türlü kötü dünya gidişatını buna bağlıyor. ve sistem o kadar iyi işliyormuş ki, karşısında durulmazmış. Bu söylem bir yere kadar doğru. sistemin karşısında tek başına durursan, açlıktan ölürsün. ama söz konusu olan sistem adlı görünmez canavarı işleten şey, bir makine değil, biziz. biz kurduk, biz kuduruyoruz. memnun olanlar var. ama onlar kadar, isyan edenler de, bu aptal işkencesinin uzaması için katkıda bulunuyorlar. çünkü yaşamak için, başka şansımız kalmıyor. ve o yüzden bir hayal kurarak yaşamı erteliyoruz. ve o yüzden, ütopya anarşi. bir mucize. ufak gruplarca kurulan ufak yaşamlar dışında. tam bir mucize..  mucize demiştik öyle değil mi? servise binince çalan. ardından merkeze çıkarkan, bob amca. ve sonra giyindim. ve her şey bu kadarla kalsa yine iyi. aşağı inerken, yani apron adlı uçakların park ettiği alana inerken bindiğim araçta da, radyo açıktı, ve bu kez 2pac çalıyordu. oha dediğinizi duyar gibiyim, ama siz ohayı, benim akışkan ruhumdan dolayı dediniz, müslüm, bob, pac, nası hepsini dinler bu adam. gibi bir oha. ben bunu es geçiyor ve kendi “oha”ma dönüyorum, çünkü her zaman bu araçların radyolarında pop çalardı, ama bu kez “tuzaklara dikkat et zenci” diyordu pac şarkıda, ben bir zenciydim. evet. ama latin bir zenci. O da ne demek? bunu burada açıklamayacağım. es geçelim ve devam edelim. radyo. çalan şeyler. mucize. mucize. ve keyif. ve güzel başlayan. ve korku. Bir şeyler yolunda gidiyor gibiydi. keyifliydim. ve ne zaman keyifli olsam aynı zamanda da tedirgin oluyordum. Ya da bir şeyler yolunda gitse. çünkü yolunda giden hiç bir şey normal görünmüyordu gözüme. kafama gök taşı düşücek diye düşünüyordum resmen böylesi anlarda. ve sonra, radyoyu, çalan müzikleri, ve daha bir çok şeyi unutup, kendimi işe verdim. ilk uçak, airbus idi. modelini hatırlamıyorum. ama dev gibi. ve acele acele. hemen uçak kalkıyor sandık ve üstün körü bir temizliğe giriştik. üstün körü gerçekten. sadece büyük çöpler alındı tam olarak galiba. ben masaları siliyordum, şu uzun mesafe vasıtalarının koltuklarında bulunan sorunlu icatları. ben siliyordum, ve zaman az olduğundan, üç beş sekiz yapıyordum. üç beş sekiz demişti amirim. hah işte bu bir şifreydi. girişte şifreli bir öykü yazıyorum demiştim size, yalan söylemiyordum. söz konusu edebiyatsa, asla yalan söylemem. sikerim edebiyatı derken bile yalan söylemiyorum. ihanet etmem asla, eğer biri tarafından içine edilip köşeye atılıcaksa edebiyat, bunu yapan da ben olmalıyım. barışta ve savaşta, daima birlikte. masaları siliyordum. ve amirim “üç beş sekiz” dedi, bunun anlamı, masaları atlayarak silecek olmamdı, bazılarını çaktırmadan es geçicek, bazılarını silerken de gelişigüzel davranıcaktım, çünkü sanıyordukki yolcu binecek ve uçak uzak diyarlara gidicek. ve böylesi anlarda, eğer ikinci bir üst göz uçağa göz atmadan yolcu gelecekse, ve süre az ise, temizlik üstün körü yapılırdı, çünkü yolcular az biraz kirli olan bir masa için sizi elevermezlerdi. çünkü insanlar konuşmaya çekinirler, isyan etmeye, hakkını aramaya, temiz bir uçak elbette hepimizin hakkı, ama uçak insanlığın hakettiği bir buluş değil, aynı elektrik gibi, yada ateş, hiçbir gelişimi haketmiyor insanlık, çünkü tüm gelişim daha iyi savaşmak adına, tüm senaryonun merkezi bu. milliyet, ırk, cinsiyet ve ekonomik savaşlar. hiç birinin anlamı yok. ve hiçbir özgürlük için mücadele vermiyorum. çünkü, kaybedeceğim bir savaşa girmektense, savaşın erişemeyeceği bir bölgede yaşamak istiyorum. Evet evet, bencilim. ama yok öyle bir kurtarılmış bölge. o halde, buradayım, ve zihnen özgürüm her insan gibi. ve ölene dek, zihnimden geçen her şey, kağıt üstüne düşecek. bu nedenle bedenen tutsak edilme, taşlanma yada silinme riskine rağmen hem de. çünkü başka çarem yok. Hiçbirimizin başka çaresi yok. bedenen hizmetinizdeyiz paşam, ama zihnen yüzünüze küfür ediyorsak, bunu haykırmanın da mahsuru yok. ve çok klasik olduğunu biliyorum, “bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla” gibi olduğunu bunun. ama klasik olan her şeye özlem içinde artık insanlık. eski güzel günlere. ikinbinler doksanlara, doksanlar seksenlere özlem içinde. ve böylece dönüyor zaman geriye, ben ilkel olmak istiyorum. ilkel ve kaba. doğal hiç olmazsa, ki yine de imkansız. ve imkansız olan her şey gibi, anımızı ertelemekten başka bir işe yaramaz geçmişe duyulan özlem, geleceğe dair hayaller gibi yani. hayatı ertele. başka birinin hayatı için düş gör hatta zaman zaman, dua et, iyi bir yaşam sağla oğluna. cenneti iste tanrından. ama anı ertele. çünkü anı düşünmek, daima boka batmanızı sağlayan bir eylemdir. ve anı yaşamak, en doğrusu olsa da, çoğu zaman yapmaktan kaçındığımız bir şey. geçmişi düşün, geleceğini kurtar. bu öğretildi bize. bunu yapıyoruz. olmayan bir geleceğe doğru. son sürat.  radyo tesadüfleri. güzel gece. hızlıca temizlenen uçak. geri dönüş. birkaç ambara gir. bir uçağı araba yıkar gibi yıka. kime anlatsam gülerdi, araba gibi fırçayla yıkanan uçaklar, embesilce, ama uçağın kendi yıkama makinesine girip yıkanması pahalıya patlıyor. işçiler daha ucuz. yıkar onlar. ve yıkadıkça. ve sonra, sonra, sonra, kötü bir sabah. kötü diyorum, ama asla beklenmedik bir sabah değil. çünkü her güzel gecenin sonunda, bir tohum açmaktan vazgeçer. mahmut, masaları kontrol eder, sabahın köründe. çünkü o uçak, hemen yola çıkmıyordur aslında, acele etmenizin nedeni, hemen yıkanıcak olmasıdır. ne aptalca. hemen yıkarsın uçağı, hemen dediğim üç saat sürer. ve sonra başka abuk subuk işlerle meşgul olursunuz sabahın sekizine kadar. uçak orada bekler ve kimse de bu uçak sabahın sekizinde gidicek, şu temizliği bir daha yapın demez. diyemez, çünkü kimse birbirinden haberdar değildir. Herkes söylenileni yapar sadece. sistemin özü budur. söylentiler, korkular ve suni güçler. ve sabahın sekizinde, neden masalar silinmediği için, mahmut vardiya amirine, vardiya amiri de senin şefine fırça kayar. ortada bir düzensizlik vardır, çünkü “hemen bitirin temizliği” diyen mahmut aynı zamanda, “uçak yıkandıktan sonra ve boş vaktinizin birini çalarak size tekrar temizlettirim bu uçağı ben, yıkama alanına gidicek bu uçak” demez. haberiniz yoktur. ve sonra, sonra, şefiniz yanınıza gelir ve gülerek, “masaları silmemişsin moruk, senin yüzünden fırça yedim ya” der, sen durumu izah etmeye çalışmazsın, çünkü şefin de sen de biliyorsunuzdur ortada dönen sikişi. “abi biliyorsun” dersin sadece. derim yani, “abi biliyorsun” derim, “acele ettirdiler, üç beş sekiz yaptık biz de, yıkamaya gittik sora da, hemen yolcu binmicek miydi ya ona?”, “ne bileyim ya” der şefin, “sikilmiş götün davası olmaz, gel üstümüzü değişelim çıkarız birazdan”. “tamam abi” derim. birer sigara içeriz, ve giyinir, çıkarız. servisle eve gidene kadar müzik yoktur bu kez. Olsa da duymazsın zaten, elde ettiği suni gücünü senin üzerine enjekte etmeyen bir şefin vardır, ve sen bu yüzden her işi, kısıtlı imkanlarına rağmen tam olarak yapmaya çalışırsın, adama laf gelmesin diye, ki ona laf gelse de içine gömer, sana bir sigara verir, “biz ne ne zaman beraber içicez ya” diye sorar, ve eve gelirken yolda bunu yazmak gelir aklına. ve olayı aynen yaşandığı gibi, olayların gerçekleştiği zamansal dizime uygun bir düzende, tüm ayrıntıları özenle tasvir ederek yazabilirsin, yazabilirsin ama işine gelmez. en azından burada kuralları sen koyuyorsundur, ve sikinin keyfine göre öykü yazarsın. aynen bu şekilde olduğu gibi.. okurken keyif almıyorsanız, ya da batıyorsa size, afiyet olsun. keyif alıyorsanız, bende bu keyfi yazarken paylaşıyorum sizinle. eyvallah.. ne diyebilirim. bu kadar açık ve sade. hepimizin başına gelen şeylerden bir kesit. ayrıcalık değil bu, yaşananlar da, yazılanlar da. Hiç biri ayrıcalık ya da üstünlük değil, marifet de değil, anlatmıştım, o yüzden övünmenin anlamı yok ve o yüzden yazdıkları ile,  yaşam tarzı ile, ya da bulundukları konum itibari ile övünen, ve dahası “bu iş böyledir” diyen herkese karşı atan sigortam neticesinde, yoldan saptık. daima yoldan sapacağız zaten. zihni bulanan ve bu yüzden kusan biriyim sadece. daha ötesi yok. o yüzden, bana gelip, “abi sen punk’mısın” diye soran ve altkültür etiketi ile satış yapan yabancı cisimlere özenen o küçük arkadaşıma şunu söylemiştim, “punk olmak diye bir şey yok, malcolm mclaren adlı göt daha zengin oldu bu sayede, hepsi bu. bunun dışında, gerçekten sid masum ve johnny rotten bizi kandırmadı. malcolm onu kandırdı.”. ve uzun bir sohbet, 30’ların fanzinlerinden yetmişlerin punk’ına doğru uzanan. ama başka bir öykü bu. es geçelim. Her şeyi es geçelim, ve en başa dönelim. saat onbirdi.. ve şu an da saat onbir. Ama sabah. yani onbir:sıfırsıfır. tek tatilim. ve şimdi, peter’in sanal bebekleri eşliğinde, sigaramı içerken, onlara kulak vereceğim, otuzbirci bir papazdan bahsediyorlar bana. eğlenceli bir şarkı. radyo değil bu kez. ve bu yüzden korkmama gerek yok. ben yapıyorum bu güzelliği kendime. kontrolüm dışında, tesadüfen iyi giden ve sonunda patlayacak olan her güzelliği ise, görmezden geliyorum. aynen bu yazının, çapraşık gidişatını görmezden geldiğim gibi. serbest kalmış bir zihinle ancak bu kadar. ve aynı nedenden dolayı, kendi hayatımı da görmezden geldim. Siz de öyle yapın. beni görmediniz, duymadınız. ve aslında girdap, şeytandan farkı olmayan mitolojik bir tanrı. böyle düşündüm, buna inandım. amin.


30 temmuz 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder