tuncay ve zack
ikilemi
bir
barda oturuyorlardı. dünyanın kendi dehasına hamile kaldığını sanan
kahramanımız ve o’nun tanrısal bir güce sahip olduğunu zanneden güzel bir
hatun. bardaydılar evet, oturuyorlardı, ne kadar zamandır oturduklarını bilmiyorum,
oturuyorlardı, bardaydılar, ve hatun, herife, “mutlu musun peki şimdi?” diye
sordu, bu konuya nerden geldiklerini de bilemiyoruz, “mutlu musun şimdi?”
“mutlu
ya da mutsuz değilim, umursamıyorum” dedi herif. palavra sıkıyordu. büyük bir
sahtekardı ve ruhu birkaç yerden şişlenmişti. sadece sevişmek istiyordu o
hatunla, öyle demişti kendi kendisine, birkaç saat önceydi bu.
hatunla
buluştu, ilk kez görüyordu hatunu, ilk kez görüşüyorlardı, ve sırf et görüyordu
kahramanımız hatuna bakınca, duygu yok, acı yok, sadece seks. herifin adı
can’dı. hatunun adı elif. elif, can’ın ufak birkaç dergide yayınlanan
şiirlerini okumuş ve iletişim kurmuştu. “merhaba, ben büyük bir hayranınızım…”
ıvır zıvır. bu tarz birkaç mail alıyordu can, yayınladığı her şiirinden sonra,
o kadar da iyi yazıyor sayılmazdı aslında, sadece farklı yazıyordu hepsi bu.
bir
tarzı vardı, bir tarz edinmişti kendisine, ve diğer yazarların söylediği şeylerin
birebir aynısını söylese de, tarz farkı, ya da bir tarza sahip oluşu, onu
ayakta tutuyordu. ve sıkılmıştı. her türlü ilişkiden sıkılmıştı, iş
ilişkilerinden, aşk ilişkilerinden, aile ilişkilerinden… sonunda herkese rest
çekmiş, boktan bir işe girip, ufak bir ev kiralamıştı. samimi olarak ve uzun
süredir görüştüğü çok az insan vardı. arada bir de “seninle tanışmak istiyorum”
diyen hatunları evine götürüyordu. böyle sürüyordu hayatı. otuzuna gelmişti. ya
da otuz beş. o civarlarda bir yerde. yirmi bir yaşında bir dostu vardı can’ın.
adı mehmet. oda şair sayılabilirdi, ama henüz yolun başındaydı, fanzin basıp
eşe dosta okuttuğu birkaç zırva dışında yayınlanmayı başaramamıştı ve
hayatın “öğrenme” aşamasındaydı.
bir yazarın kalıcı bir tarz oluşturabilmesi
için birkaç safhadan geçmesi gerekiyordu, sonrasında yerleşen ve kalıplaşan
fikirlerle, keskin, sert ve düz bir tarz oluşturabilirdin. bu önemliydi. her
kitabında farklı bir şeyden söz edebilirsin, ama hemen hemen hepsinde yeşil,
yeşil olmalıydı, kırmızı ise kırmızı. kesin ve net doğrular. kişisel ve değişmeyen
bir bakış açısı. yerine oturmuş. sarsılmaz. saf ve katışıksız. ve doğal bir
süs. yalan aroma. kısaca, gerçeğin doğasına uygun ama yalan bir doğası olan.
gerçekçi kurgu. inanması kolay. bilimkurgu bile olsa yazdığın.
bunları anlatmıştı can, mehmet’e, ve devam
ediyordu ders vermeye, ders verir bir yanı yoktu aslında ama mehmet’i çok
etkiliyordu anlattıkları, kimi zaman söylediklerinin yanlış olduğunu düşünse
de.
“aşkı siktir et” diyordu can, “kadınları
siktir et, erkekleri siktir et, aileni siktir et, babanı öldür, kardeşlerini
öldür, iyi bir yazar olmak istiyorsan sadece kendin için yaşamalısın. bir çok
kitap okumak iyi bir yazar yapmaz seni, bir çok şey yaşarsan eğer, ki o zaman
bile, belki… büyük acılar besleyecektir yazını. ama eninde sonunda şunu
öğrenmen gerekiyor, acı sonsuzdur, dibi yoktur acının ve siktir ettiğin sürece
yaşarsın. başını ellerinin arasına alıp kara kara düşünmektense, sikini
ellerinin arasına alıp boşal. tercih senin. ama yaz evlat, düşünme. yazabildiğin
kadar yaz. sen de bu gücü görüyorum. ama henüz erken bir dönemdesin. kalıcı
acılar edinmedin henüz, o yüzden kesin yargıların da oluşmadı. her acıdan
sonra, iyileştirici merhemler arıyorsun, ve bir süre daha aramaya devam edeceksin.
ama bir gün, acıyı kabullenip sessizce ağlamaya başladığın zaman, ve hiçbir
kurtuluşa inanmadığında, dalından koparılmış olacaksın, henüz erken. iyi bir
tekme, yüksek bir kazık, aşk tuzağı, bir dostun hilesi, otoriteden yenilen bir
yumdruk. ölüm. red edilmeler. terk edilişler. edilgenlik. kendine zaman tanı.
ve unutma, kesin yargılar edinmelisin, sert ve tavizsiz. ”
“ama
hiçbir şeyin doğruluğundan emin olamıyorum”
“bundan
emin misin peki?”
“anlamadım
abi?”
“hiçbir
şeyden emin olamıyorum diyorsun, bundan eminsin ama değil mi?”
“evet,
eminim.”
“gördüğün
gibi. bunu yaz o zaman. ben de hiçbir şeyin doğruluğundan emin değilim, hiçbir
şeye inanmıyorum, sadece, doğru olan buymuş gibi yapıyorum, seçmek
zorundasındır. doğru diye bir şey yoktur. hangi yalanı daha ustaca söyleyebilirsen,
onu seç, ve oyununu oyna. tüm kadınlar üzerine atlayacaktır. kadınlar büyük
oyuncuları seçer, acısını göstermeyen oyuncuları. iyi örülmüş bir yalana
inanmak, çoğu zaman gerçek bir acıdan inlemeye yeğlenir. kendini kandır,
herkesi kandır. ve tuzaklara dikkat et.”.
“ama
kadınlar benim umurumda değil, ben sadece yazmak istiyorum.”
“geçen
gece o yüzden mi ağlayıp sızlıyordun?”
“aşıktım
ona”
“kadınlar
umurunda evlat. kadınlar için yazmıyor olabilirsin, ama kadınlar umurunda. bir
gün kadınlar umurunda olmadığında, sadece seks görmeye başlayacaksın, en ufak
bir aşk belirtisi olmayacak. o zaman kadınları umursamıyorum diyebilirsin. ”
“bu
konuda tartışmak istemiyorum seninle abi, ben duygusal bir ilişki istiyorum.”
“sen
sadece acı çekmek istiyorsun, ‘yeni acılar edinme limiti’ni doldurmadın henüz.
tahammül sınırını aştığında, kalıcı birkaç acı edinir, ve onlarla sızlanır
durursun sonsuza dek, aşık olmazsın, aşık olmuşsundur, ve acı çekiyorsundur,
yüz yıl acı çekeceksindir, iki yüz yıl, üç yüz yıl. yaşadığın sürece. ve yeni
acı yerine yeni delik edinirsin, hepsi bu. şu hatun fena parça değil öyle değil
mi?”
“gözleri
güzel.”
“sikmişim
gözlerini, göğüsleri güzel.”
böylece
sürüp gitti, bir saat kadar. daha sonra mehmet evine gitti. cem barda kaldı ve
içmeyi sürdürdü. pardon, cem değil, can’dı kahramanın adı. karıştırdım.
barda.
can içmeye devam ederken telefon çaldı. dün, e-posta gelmişti, “merhaba ben bir
okuyucunuzum, adım elif, sizinle tanışmak istiyordum, bende yazıyorum, size
gösterip tavsiyelerinizi dinlemek isterim.”
ve
can telefonunu verdi. elif aradı. ve bara geldi. konuştular bi süre. eski
aşklarını anlattı can. nasıl acı çektiğini. nasıl terk edildiğini. yeni bir
aşka tahammül edemeyeceğini, inancını yitirdiğini, ama yine de bir açık kapı
olduğunu, ama hiçbir hatun, yatak odasını es geçmediği için aşık olmadığını.
kadınlara düşkün değilim dedi, kadınlar bana düşkün, akış bu yönde. ben
istemiyorum. istediklerini yapıyorum.
tüm
bunları yataktaki münasebetlerinden sonra anlattı can, elif’e. barda içmişler,
sonrada eve geçmişlerdi. can’ın evine. yatakta birkaç falso. biraz alkol.
muhabbet. ölü aşk kuşu. gece. sabah. işe gitti can daha sonra, bir şirketin ambarında
çalışıyordu. oniki saat. koliler. yükleme boşaltma. canı çıkıyordu gerçekten.
ve sigortası yoktu. ve maaşı azdı. ama şikayet etmiyordu. yorgun argın eve
gelip, birkaç bira sonra sızıyor ve ertesi gün işine devam ediyordu. altı gün
ölüm - bir gün hayat. iyi yazıyordu ama beş para etmezdi şiirleri. iyiydi,
hepsi bu. beş para etmezdi belki ama beş bin hatun ediyordu ve o bunu önemsemiyordu. bu kadar. standart bir yaşam. düz. sakin.
keşfedilmeyecekti. hayatının sonuna kadar keşfedilmeyecekti. ve bunu bile
önemsemiyordu. anlaşılıp anlaşılmamak hikâyeydi. kendi dehasının farkındaydı
sadece, hepsi bu.. açıklama yapmak zorunda hissetmiyordu kendini hiçbir konuda,
yaşıyordu sadece, bildiği gibi yaşıyordu, kimsenin bir şey bilmediğini de
biliyordu.
akşam
elif aradı ve tekrar görüşmek istedi, “işim var” dedi ona, daha sonra belki, “yazılarımı
okudun mu” dedi hatun, “okuyacağım” dedi tuncay, pardon can. “daha sonra belki”,
okumucaktı, geçiştiriyordu, herkesi geçiştiriyordu, geçiştiriliyordu da aynı zamanda.
bir çok yayınevi, bir çok dergi, cevap yok. önemsemiyordu artık, teslim
olmuştu, arada sırada bazı arkadaşları alır ve onun adına gönderirdi dergilere,
yazdıklarının yüzde biri yayınlanmıştı sağda solda, geri kalanlar ölü, çöp
yığını, soba tutuşturmak için harcanmış, yırtılıp atılmış, orda burda
unutulmuş…
bu
şekilde sürdü, kaç yıl sürdüğünü bilmiyorum, devam edip etmediğini de. asıl
yazan o’ydu, biz kopyalarıydık sadece. ve sonra rotherdam’da, bir küvette,
bileklerini kesti. aynen filmlerdeki gibi. tik-tak. tamam. geriye kalan hiç bir
şey yok, birkaç kişinin zihninde duran film şeritleri dışında, hiç bir şey yok.
2003 yılında, otuz ikisinde, dünyadan kürtaj edilmiş bir dahiydi. daha
fazlasını bilmiyorum..
13.temmuz.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder