17 Temmuz 2008

think again

yazının başına oturdum. ama ne yazabileceğim konusunda en ufak bir ön- düşüncem yok. hiç olmadı zaten. birazdan işe gidicem. şu an sabahın beşi. muhtemelen yine size başıma gelen bir saçmalıktan bahsederim ve aslına bakarsanız, deliliğe yakın bir durum söz konusu burada. her başına gelen zırvayı yazıya dökmek yani. ve biraz da acınası bir durum olabilir. bilemiyorum.  yazıyorum sadece. yazarlık deliliğe yakındır zaten. pardon, özür dilerim, kendime yazar deme cüretini gösterdim. değilim. korkuyorum artık. kılıcını çekmiş onlarca adamın her yazımdan sonra karşıma dikilmesinden bıktım. durumu dengeliyor bu aslında,  kitapsız olarak yüzlerce okuyucu, yüzde onu kadarda eli baltalı eleştirmen. eleştirmen mi? aynısını siz yapsaydınız, yani siz başınıza gelen olayları yazsaydınız, okur muydum bilmiyorum, ya da hayranınız olur muydum? ama yüzünüze tükürmezdim en azından. sevmediğim her şeyi yok etmek gibi bir mizacım yok. ve sevmediğin her şeyi yok etmek, faşizmi çağrıştırıyor bana.

tektipleşelim hadi. kötü yazıyorsun, yazma. edebiyatın içine ediyorsun, yazma. bu bir şiir değil, yazma. sevmediğin her şeyi yok et. dünyayı güzel bir hale getirelim hadi. hitler de denedi bunu. şimdiler de bush’da deniyor. haklı olabilirler belki, kendilerine göre. güzel bir dünya. ama kime göre güzel? insanlığın bir kesişim kümesi olmak zorunda değil, oraya hapsedilmek zorunda da değiliz, “onun da bakış açısı bu” deyip geçiştirebiliriz. ama yapmıyoruz, sevmediğimiz her şeyi öldürmeye çalışıyoruz, sevdiğimiz şeyleri de öldürebiliyoruz hatta zaman zaman.

yazarlık demiştim, diyebilirim öyle değil mi? kızmıyorsunuzdur umarım, hak etmediğim sıfatlar üzerine atıp tutuyor olduğum için. ki kızıyorsanız da, umursandığınızı düşünmeyin hiç olmazsa. umarım bu sizi öfkelendirir, ve umarım hidrojen bombasına daha sıkı sarılırsınız. yazarlık diyorum, deliliğe yakın aslında, hele ki benim tarzımda, başına gelen şeyleri anlat, kendi kendine konuş, kafanın içinde diyaloglar üret, tekrar et, tekrarla, geçmişi yeniden tetikle, kendi kendine konuş. yok başka yapıcak bir şey. her neyse.

bana yararı olucağını sanmıyorum ama, bir kez daha özlem’den bahsetmek istiyorum size, belki hoşunuza gider. onunla nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum. o harikulade günlerden geriye de hiç bir şey kalmadı zaten.

şimdilerde yeni yeni tanıdığım bazı insanlar bana, “neden sürekli susuyorsun” diyorlar. “neden sürekli konuşuyorsunuz” demek istiyorum, ama çıt çıkmıyor. ölüden farkım yok. üstelik zombi gibi bile davranamıyorum, beynimi yediriyorum daha çok. çoktan ölmeliydim ben de belki, hala yaşıyor olmam, istemdışı çalışan kasların hareketi gibi. geçelim. 

özlem. onunla nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum pek. abisi ile beraber, abisinin sevgilisini, seçil’i, evine bırakmaya gitmiştik. özlem seçil’in bi alt katında yaşıyordu. karşıyaka. daha önce de anlattım. hatırlıyor olmalısınız. özlem tarot baktı bana. ve kahve falı. “ee ne görüyorsun” dediğimde o’na, abisi lafa karıştı, “o herkesin falına bakar ama kimseye bir şey söylemez, kafadan çatlak olur kendileri”. daha sonra özlem, “çok iyi yerlere geliceksin” dedi, “ama bu uzun zaman alıcak.”

‘iyi’ anlayışı neydi bilmiyorum, şu anki halim ‘iyi’ değildir ona göre herhalde, bence iyi oysa. uzun bir zaman ile, 7 yıldan fazlasını kast etmiş olmalı üstelik. ve ölüme bu kadar yakın olmayıp, bi kaç ay önce canına kast etmeseydi, hala beraber olurduk belki de. bilemiyorum.

bir anı hatırlıyorum. güzel bir anı. cock sparrer. bağıra çağıra. think again. bağıra çağıra bunu söylüyoruz. viski sarhoşu ruhlarımız. alsancakta. ve bağıra çağıra. elini belime atmıştı, bana tutunuyordu. ben de ona. ruhen ve bedenen. sahile çıktık o halde. herkes bize bakıyordu. şarkıyı değiştirdik, “don't say a word”e geçtik. yine cock sparrer. ve yine sarmaş dolaş. ve yine bağrış çağrış. şarap alıp çimlere geçtik, ve ona bir uçan balon aldım. o uçan balonu göğe bıraktı. hava karardı ve tüm yıldızlar umut satıyordu. o sabah hastaneden çıkarmıştım onu. üçüncü intiharıydı, benimle beraber olduğu süre içindeki üçüncü intiharı demek istiyorum. öncesini bilmiyorum. bir kadınla beraberken, öncesini önemsemezsiniz. ya da ben öyle yaparım. ama bu bir safsatadır. yeniden doğuş safsatası, yoktur öyle bir şey, bu, olsa olsa, yeniden ölüm olabilir, yeni bir aşk, yeni bir ölüm. kısmen geçmişle bulanık.

hastaneden çıkarmıştım onu, intihar etmişti yine, bu kez bileklerini kesmişti. bankada bir sürü parası vardı, babası her ay bir miktar gönderiyordu ama o çekmiyordu hiç. babasından nefret ediyordu. tüm erkeklerden nefret ediyordu. benden bile, zaman zaman. bardak, şişe, ütü, çatal, kumanda, çakmak, ne bulursa üzerime fırlatıyor, tüm hıncını benden alıyordu. ses çıkarmıyordum. tüm öfkesini sindirebilirdim. nedeni buydu belki de, giderken, “hayatını mahvediyorum” ile bunu kast etmişti, olabilir.

emin olmadığınız şeyler üzerinde çok fazla düşünmeyin, olasılıklar kafayı yedirtebilir insana. ben dönem dönem yedim. ve uyuşturucu, bir acıdan kaçış olarak alındığında pek iyi sonuçlar doğurmaz.. ve her neyse işte, hastaneden çıkardım onu, ve hesabı ödedik bir şekilde, baba parası. ve yine beş kuruşsuz olarak takı tezgahına yöneldik. bankada 12 milyar kalmıştı. cepte ise iki milyon. otobüs. finiş. aptal mıydık? muhtemelen. en azından çoğuna göre. ama sizi çöpe atan bir babanın, o çöpe milyarlar dökmesi içinizi ısıtmaz. şarap sadece. ya da ot. en keskin haplar. lsd belki. sonra eroin. sonrası yok. devam ediyorum. tezgahı açıp birkaç satış yaptık, ve her nasılsa, hiç iş yapmayan tezgahta o gün 200 kağıt topladık. sarılmış kolları belki nedeni, ya da üzgün yüzler. sol kolu baştan aşağı jilet izi ile kaplıydı özlem’in. öncesinde bu yüzden kimse bizden bir şey almıyor galiba diye düşünmüştük, şimdi emindik bundan, kollar sargı bezi ile örtününce, satışlar artmıştı bir nebze. garip insanlık seçimi. sadece güçlüler daha çok güç kazanır.

ve gidip viski aldık. ve sigara. ve içmeyi sürdürüp şarkılar mırıldandık. ve zaman aktı. hala akıyor. aradan yedi yıl geçmiş olmasına rağmen. biraz daha ürkek şimdi. biraz daha dikkatli. her geçen gün, biraz daha yalnızlaşarak, ve daha çok yabancı. uzak.

bir adam, iki gün önce, “bütün paran alkole ve sigaraya gidiyor olmalı” demişti, “ailemin faturalarının emdiğinden kalanı” demiştim. “eve sen mi bakıyorsun” dedi. “kısmen” dedim, “kira ve elektrik hariç, her gidere.”
“yine de alkolü kesmiyorsun ha?”
“para biriktirip ne yapacağım?”
“evlenirsin.”

haklı olabilirdi bir açıdan, 22 yıl çalışıp bir ev almıştı, çalışarak her şeyi satın alabilirdin, ama hep aynı yerde çalışman ve yükselmen gerekiyordu. bu adam yükselmişti. benim yaptığım iş ile başlamış, yükleme ve boşaltmadan ekip şefliğine, oradan vardiya amirliğine terfi etmişti, şimdi ne iş yaptığını bilmiyordum ama boş boş otururken görüyordum onu daima, şirketin gizli sahibi bile olabilirdi, böylelerinden her şey beklenir. ve kimbilir bir gün belki ben de onun gibi olucaktım. yazararak kazanamayacağımı biliyordum, ama çalışarak belki bir ev edinirdim. özlem çalışmadan bir ev ve bir araba edinebilirdi. milyarlarla dans eden bir baba. yapmadı ama. birkaç ay önce bir gece, aradı ve “kendimi yalnız hissediyorum” dedi, ağlıyordu, ve o gece intihar etmiş. bristolde. bristol ağlamaya müsayit bir kent gibi gelmişti bana. gri, gri uyuşturucu, gri kadın, mor değil gri. gizli mor belki. asla sezinleyemezsin acısını, ve ortalıkta bağırıp çağırmaz acıdan ölüyorum diye, ama ölür. gerçekten ölür. siz yine de, var olmayan kötü faktörler üzerine, hüzünlenebilirsiniz, ya da silahınızı çekip vurabilirsiniz beni. hareket etmeyeceğim. söz veriyorum.. buradayım. bekliyorum. bir sigara. ardından bir sigara daha. ölmüyorum ama. ben ölmüyorum. benim dışımda herkes ölüyor, ölmeyenlerse kapıyı kitliyor üzerime. kimin haklı olduğunu bilmiyorum, ben değilimdir muhtemelen, hiç haklı olmadım, haklandım daha çok, başkalarını aklarken üstelik. kelime oyunu yapmıyorum. ve acı tiyatrosu değil bu. acı çekmiyorum çünkü. yeterince çektim. aptalı oynuyorum sadece. ve yine de, bu kadar aptallığa rağmen, es keza bile ölmüyorum. kendimi görünmeyen gemimizin kaptanı gibi hissediyorum. ya da bir kara kutu. her şeyi aynen naklet.

özlemle abisi sayesinde tanıştım. hastaneden çıkarttım o gün onu. tuncay intihar etti. idil’in yeşil ojeleri vardı, yeliz’in bir müzik grubu. can ve tuncay aynı kişi. refik asker kaçağı. tüm karakterlerimi saymaya devam edebilirim, hep aynı kişilerden bahsediyor olmam… uçağıma binen insanların, sanki gizli bir filtreren geçiş yaparak, seçilerek gelmiş olmaları… benzer öğeler. benzer gizemler. benzer olaylar. ve adam intihar eder. uyuşturucu. bir kara kutu gibiyim evet. ve ölmeyeceğim. bu konuda üzgün olduğumu itiraf etmeliyim. ama benim seçimim değil. tanrının seçimi olduğunu da sanmıyorum. tanrı mı? eski bir özdeyiş vardır; “sırat köprüsünden geçene kadar ayıya dayı diyenler cennete giderler.” eski bir özdeyiş falan değil, ben uydurdum. ama ben uymuyorum. ve farkındayım o çok güzel edebiyatınıza bir sivrisinek gibi bulaştığımın. özür dilerim. ama beni kaale almadan da yaşayabilirsiniz, ve eminim böylesi, her iki taraf için de daha iyi olur.

özlem içinde daha iyi olurdu, eğer kollarındaki kesikler yüzünden hiçbir işe alınmamış olmasaydı. ya da babası tarafından türlü işkenceler. bu tip şeyler. hesabınıza her ay bir milyar yatsaydı, takı tezgahı açıp, para kazanmaya çalışır mıydınız? ya da intihar? bilemiyorum. o böyle yaptı. ve böyle yaptığı için de, cehenneme gitmiştir. bilirsiniz, cehennem, intihar, ıvır zıvır. biz böyleydik işte, dümdüz, ayılarla savaşıyor ve toprağa dönüşüyorduk. ateş et bana tanrım.

şimdi, izninizle, işe gideceğim. bu arada, bir daha asla, hiç kimseyle, bağıra çağıra “think again”i söyleyemeyeceğim, biliyorum, evet, ama önemi yok. birşeyler yaşandı, bir şeyler kaldı, bir şeyler kalmaya devam ediyor, ama hiç bir şey yaşanmıyor artık.

sahte, dolaysız, ve alaycı acılarla kapınız çalınırsa, evden kaçın, ben öyle yapıyorum.

ve “lütfen lütfen lüften” dedi adam, “benden uzak dur”, durmadılar ama. onun da ağzına sıçtılar. kim olduğunu boş verin ve devam edin, her ne yapıyorsanız. ben burada, harflerden resim yapmayı sürdüreceğim. okumak zorunda değilsiniz, sessiz olun yeter. ama önce işe gitmeliyim..

17.temmuz.2008


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder