22 Kasım 2004

isimsiz – 2

isimsiz – 2

orta okuldaydım. 3. sınıfta. kimseyle konuşmuyordum, çünkü konuşmaya çalıştığım zaman harfler boğazıma takılıp kalır, ne dediğim anlaşılmaz ve karşımdaki insan genellikle gülerdi buna, ya da sorduğu soruyu geri alırdı, bazılarının cümlelerimi tamamladığı da oluyordu, en nefret ettiğim şey de, “istersen yaz” denilmesiydi, “istersen yaz denilmesinden nefret ediyorum” demek isterdim ama çıkmazdı işte harfler. kekemeydim ve bu nedenle de susuyordum hep. o zamanlar çok düşünüyordum insanların benim hakkımda ne düşündüğünü, hatta davranışlarımı bile bunun belirlediğini söyleyebilirim – sadece o dönemler için. yok hayır, öfkelendiğim zaman başka, o zaman kelimeler ardı ardına dökülürdü ve bu da insanların beni inandırıcı bulmamasına yol açardı. sözlüye kaldırılmıyordum mesela, hem zaten böyle bir risk ile karşı karşıya olduğum zamanlar okulu ekiyordum. o zamanlar, bir icat çıkmıştı başıma, bir hoca, sanırım sosyal bilgisi dersiydi, hoca bizi beşerli gruplara böldü ve her hafta bir grup verilen konuya hazırlanıp geliyor, konuyu hoca yerine o grup sırayla anlatıyordu. benim grubumdaki en çalışkan olan tip bana bir konu verdi, ve ben, anlatma sırası bizim gruba geldiğinde dersi ektim, ilk devamsızlığımı da o gün yapmış oldum, ve sonrası da devam işte, hatta peşpeşe okulu ektiğim zamanlar oldu, lisede bazı zamanlar 1 hafta boyunca okula gitmediğim olurdu ve ertesi hafta tüm arkadaşlarıma ayrı ayrı cevap verirdim, “merak ettik seni” derlerdi, “hasta mıydın?”. Ortadan kaybolmak gibisi yoktu. hala bazı zamanlar ortadan kaybolurum… ve eğer gene intihar etmeyi başaramamışsam, aynı soruları duyarım, “merak ettik seni”. Neden merak edilirki bir insan. kimseye yaşadığımı ispatlamak ve nasıl olduğumu açıklamak zorunda değilim, bunu kafanıza sokun! telefon kapalı ise ve çalan zil sonucunda açılmıyorsa kapı, üstelik  perdeler örtük ve hatta ev telefonunun kablosu sökükse, sadece bekleyin, gürültü çıkarmadan, eğer hayatta isem, mutlaka geri döner ve size “merhaba” derim. ama çoğu zaman hayatta olmamayı yeğliyorum…

Orta okulun son senesinde, bir hatun, yan sınıftan biri ile çıkmaya başladı. bütün okul biliyordu bunu, müdüre kadar herkes derya ile ilhan’ın sevgili olduğunu öğrendi, 14 yaşındaydı derya, ilhan ise 13. ikisi de orta 3’te idi, ve teneffüste elele geziyorlar, hatta okul çıkışı birbirlerini bekliyorlardı. bir gün, veli toplantısından sonra annem eve geldi ve bana bunu anlattı, sınıf öğretmenimiz, toplantıda bunu söylemişti alenen, kızlarınıza dikkat edin diye de bitirmişti lafını, etek boylarına dikkat edin. henüz orta üçteydik ve meraklıydık diz altınıza bile! oysa yan sırada oturan canan dizinden yukarısını da gösteriyordu bize, bunu bilerek yaptığını sanmıyorum, ama sıra arkadaşım hasan dürtüyordu beni bazen, ve kafamı çevirince, merak ediyordum daha yukarlarını… herkes böyle zamanlardan sonra evde napıldığını bilir, utanılıcak bir şey değil bu… saklamayın artık.

Ben de 13 yaşındaydım o zamanlar ve henüz kimseye aşık olmamıştım, bu aniden gelişti. neyse, bir gün matematik dersinde, hoca bir soru sordu ve ekledi, “bilenin sözlü notu beş olucak”, bize anlatmadığı bir konudandı soru ve pekala mantığımı kullanarak çözebilirdim, çözdüm de zaten. ama bunu turgay dışında kimseye söylemedim, çünkü matematik hocası şöyle bir şey de eklemişti sorunun ardından, “sözlüden beş vermem için, tahtaya çıkıp, yaptığınız işlemi anlatıcaksınız”, anlatmak mı, ben mi? Bu halimle üstelik, ve üstüne üstlük 50 kişinin karşısında… hoca şöyle bir şey söyledi beş dakika sonra, “1 dakika daha size”, ve 1 dakika sonra kimseden ses çıkmayınca, işlemi tahtada yaptı kendi, defterime baktım, az önce karaladığım şey ile hocanın tahtada karaladığı şey aynıydı, sınıfta benden başka kaçık var mıydı bilmiyorum ama ben sözlüden beş almayı ıskalamış ve orta ile geçmiştim o dersten. bazen süküt altın değildir…

Arka sırada derya otuyordu, bazen konuşmaya çalışıyordu benimle ama ben hiç bir sorusunu cevaplayamıyordum, ve bir gün bütün okul çalkalandı, derya ile ilhan ayrılmıştı… herkes bunu konuşuyordu, gerçek miydi değil miydi? Artık teneffüslerde yanyana gelmiyorlar, okul çıkışı hemen eve gidiyorlardı tek başlarına. bu olaydan 2 hafta sonra, tenefüste, ben canan’ın bacaklarına bakarken, hasan geldi ve kulağıma şunu dedi, “derya seninle çıkmak istiyormuş, ne diyorsun?”, kızlardan korkuyordum, bunu net olarak itiraf ediyorum işte, nedenini bilmiyordum, ama korkuyordum, bu korku bir vampirin yada kurtadamın verdiği korkuya benzemiyordu, beni korkutan şey kekeme oluşum, yani konuşamıyor olmamdı… ve hasan’a tek kelime söyledim, “bilmiyorum” ve bunu o kadar hızlı söyledim ki, hastalığım gafil avlandı ve hiç takılmadım. hasan arkaya giderek, derya ile konuşmaya başladı. bende ön sıradaki muhabbeti dinlemeye başladım, dün gece ki maçı tartışıyordu iki tip, ofsayt mıydı değil miydi? Ya da gerçekten ofsayttın ne demek olduğunu biliyorlar mıydı… her gün top alırdım, 4 kişi ile paramı birleştirip. ve hergün de patlardı top ve her teneffüs derse geç kalırdık, minyatür kale maç yapıyorduk, ve o gün, “bilmiyorum” cevabımdan sonra hasan tekrar geldi yanıma, “derya kesin bir cevap söylemeni istiyor” dedi, ve ben net olarak “hayır” dedim, oysa o gün, gerçekten evet demek istediğimi biliyordum, hatta şarkı söylemek istiyordum bazen, müzik dersine kaçık bir adam giriyor ve sırayla herkese şarkı söyletiyordu, 40 dakikada, en az 10 kişi şarkı söylüyordu, solo olarak… ve ben bu solo bokunu hiç deneyemedim, sıra bana gelince, hasan kalktı ve, “hocam, arkadaş konuşurken…” diye girdi söze, durumumu anlattı, ve hoca tamam dedi, ön sıradan devam etti olay. ve bir gün, beden dersinden sonra sınıfa girerken, canan beni kenara çekti ve dedi ki, “bence sen rol yapıyorsun, kekeme falan değilsin sen, sözlü olmamak için rol kesiyorsun”, o an, arkamdaki bina üzerime yıkıldı, donup kaldım öylece, tek bir harf çıkmadı cevap olarak, ağlamak istedim, bunu bile beceremedim! kaçıp saklanmalıydım hemen. ama gidebileceğim bir yer yoktu, tüm okul tanıyordu beni, okulun futbol takımında sağ bek oynuyordum ben, tüm okul biliyordu beni, maç yaparken kekelemiyordum, “pas ver”, “sola kaç”, “orta yap”, “adama bas”, hepsi takır takır çıkıyordu ağzımdan, hem de onca seyirciye rağmen… rol kesmiyordum, bunu defalarca söylemek istedim ona, “tamam bacaklarına bakıyorum ama herkes 13 yaşında bacaklara bakar, ama rol kesmiyorum!”, oysa tüm sınıf çoktan binaya girmiş ve beden hocası, ve aynı zamanda okul takımına beni alan tip seslendi, “sınıfta yoklama alıp serbest bırakıcam” dedi bana ve gene yoklama da benim adımı söylemedi, beni tanıyan hocalar zaten yoklama esnasında adımı okumazlardı, listede sıra bana gelince kafalarını kaldırıp sınıfta mıyım diye bakıyorlardı. ‘burda’ bile diyemiyordum çünkü!

Derya’ya, o ilhanla çıkarken, ondan öncesinde de, onu ret ettiğim dönemde de aşıktım. yani o yaşlarda aşk nasıl bişi ise, öyleydi bu his. ve bazen de şunu düşünüyordum, acaba sadece ilhanı kıskandırmak için mi bana çıkma teklif etti, ya da bu da hasan’ın bir şakası mıydı, ya da gerçekten derya da beni….” Hasan benimle dalga geçerdi bazen, şaka olarak, ve beni öfkelendirdiği zamanlarda olmuyor değildi, ama ilk o iletişim kurmuştu benimle, ve bana adımı sorduğunda ve ben bunu söyleyemediğimde, en ufak bir sırıtış bile yoktu yüzünde. içi dışı birdi, ve bu nedenle bazen bana kızardı, “ne biçim adamsın oğlum sen” derdi, “içinden ne geliyorsa onu söyle, bunu söylemen 10 dakika bile sürse, bırak karşındaki ne düşünürse düşünsün”. Oysa, lise 2’e kadar bunu başaramadım, ta ki, kafasındaki her şeyi tüm dünyaya haykıran, üstüne de, “fuck the world” adında bir şarkı yapan adamı duyana kadar. ve tabi daha sonra “Fuck All Y'all” da dedi.


Sınıf öğretmenimiz olan kadın, beşli grup anlatımından sonra yeni bir icat daha geliştirdi, yıl başında herkes bir kura çekicekti ve öncelikle herkesin adı küçük kağıtlara yazılmalıydı, yazıldı da ve kurayı çektim, bana kimin çıktığını kimseye söylememeliydim, bu önemli değil, ama sorun şu ki, sıran gelince tahtaya çıkıp sana kimin çıktığını söylemeli, sonrada hediyeni vermeliydin. kuraların üzerinden iki hafta geçti, ve yıl başından 2 gün önce, rehberlik dersine herkes hediyeleri ile geldi, derya tahtaya çıktı ve adımı söyledi, şok olmuştum, ve üstelik millet birbirine hediye verirken dikkatimi çeken şey de şuydu, erkekler erkeklere hediye verirken, ya da kızlar kızlara, yanaklarından öpüyorlardı birbirlerini, oysa bir kız bir erkeğe, ya da bir erkek bir kız hediye verirken sadece tokalaşıyorlardı. bana ferat çıkmıştı ve ben bunu ona söylemiştim daha önce, kuralı bozmuştum ama buna mecburdum, sınıftaki herkesin gözü üzerimdeyken tahtaya çıkıp da, “bana”, ferat”, “çıktı” evet bu üç kelime, söylemesi o kadar zor ki. ya o gün okulu ekicek, ya da önceden ferata durumu izah edip, bana sıra gelince hemen tahtaya çıkmasını sağlayacaktım, öyle de oldu ve bunun için her ikimiz de hocadan azar işittik. en çokta ben, sonuçta hata bendeydi. aslına bakarsanız, bir çok kişi zaten kime kimin çıktığını öğrenmişti bile, çünkü çocuklar sır saklamasını pek beceremezler, oysa hasan ve derya şu sırrı uzun bir süre sakladı. hasan’a ben çıkmıştım ve onlar değişmişlerdi kuralarını, derya tahtaya çıktı ve adımı söyledi, ve hediyesini verdi, üstelikte beni yanaklarımdan öptü. tüm sınıf alkışladı bunu, bizim dışımızda diğer tüm birbirine çıkan kız ve erkekler tokalaşmakla yetindi. cesur bi kızdı zaten o, ama bana göre değildi, bunu daha sonra fark edebildim. genelde, eğer yüzeysel bir aşk yaşıyorsanız, kendinizi budarsınız, karşınızdakini de. ve sonuçta her iki tarafta, aşık oldukları yüze, istedikleri ruhu giydirip öyle evlenirler.  bu nedenle, kısa bir süre öncesine kadar, son dönemde bir hayli yaygın olan sanal aşklara, ve onların evlilikle bitmesine olumlu bakıyordum. oysa bir gün maillerime bakmak için nete girdim, ve sikik yahoo açılana kadar yan masadaki elemanı kestim… inbox’unda, tam 5 adet farklı hatundan, (en azından farklı hatun isimlerinden) mail olduğunu gördüm. izledim onu, ben herkesi izlerim, çünkü yazar olmaya çalışıyorum, bazıları yazar oldular bile ve şimdi daha çok zengin olmak için kapandıkları köşklerinde hiç bi sik yazamıyorlar… tip, yani yan masada ki, maillerini cevaplıyordu, bir tek yahoo açıktı ekranında, ve size yemin edebilirim, 3 saat sürdü beş adet maili cevaplaması. şöyle oldu, ben yarım saat nete girdim, kendi maillerimi cevapladım ve çıktım, bu esnada tip ilk maili cevaplamakla meşguldü, uzun yazmıyordu, alt tarafı yaptığı şey şuydu, hatun demiştiki, “merhaba, naber? Okuyup okumadığımı sormuşsun, ben adana da okuyorum, haftaya açılıyor okul, yarın ankaradan adanaya gitmek için yola çıkıcam, umarım iyisindir, kendine iyi bak”, ve tip bunun karşılığında, “meraba, ben adanaya da gelebilirim aslında” diye başlayan ve 2 cümle sonrasında, “görüşmek üzere” ile biten bir mail yazıyordu, toplam 3 cümle. abartmıyorum, gerçekten 3 saat. yarım saat sonra, tip hala ilk mailine çeki düzen vermekle meşgulken, netten çıkıp, 2 saat sonra bana gelen 2 çağrı nedeni ile tekrar nete girdim, ve aynı masaya gittim, tip hala ordaydı ve 4. maile kısa bir cevap yazmakla meşguldü, yazıyor, siliyor, tekrar yazıyor, tekrar siliyor ve bir türlü emin olamıyordu hangi kelimelerin karşı tarafı etkileyebileceğinden. ince eleyip sık dokumak bana göre değil, işte orta 3teki ben ile üniversiteden şutlanmış ben arasındaki en belirgin fark. bu arada, üniversitedeki ilk yılımda, hocaya karşılık verdiğim için, sanırım 4 kez dersten atılmıştım… artık her zaman her yerde, eğer konuşmak istiyorsam, konuşurum. bir diğer farkta, evet canan’ın bacakları güzeldi, ama artık çırılçıplak da gelseniz üzerime, etkileyebileceğinizi sanmıyorum… bu nedenle, lütfen başka bir yol dene! (İşte bazen böyle tek bir kişiye ithafen kurduğum bir cümle ile de bitirebiliyorum öyküyü, çok tuhaf, ama üstüne alınan birileri olmalı) [ 22.10.2004 – 02:15 ]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder