orada öylece
duruyordu işte, en arka koltukta. birini beklediği açıktı. ama niye beklediğini
kestirmek güçtü. her dakika derin bir nefes alıyor ve iri göğüslerini daha da
şişiriyordu, sonra aldığı nefesi geri verip gözlerini kısa bir süreliğine
kapatıyordu. yorgundu, uyumak istiyordu, onu orada öylece bıraksam ve çıkıp
gitsem, sabah onu arka koltuğa kıvrılmış uyurken bulabilirdim, ama yapmadım
bunu, otobüsün şoför koltuğundan kalkıp, arkaya doğru yürüdüm ve “iyi geceler”
dedim, “burası son durak ve son seferimi yaptım, artık arabayı kapatıp gitmem
gerekiyor”
“üzgünüm” dedi,
“farkında değildim arabanın gitmediğinin, demek durdu ha?”
“sürekli
gidemeyeceği açık” dedim, “ama yürüyebiliriz, ne dersin?”
“olabilir” dedi, “peki
ama insan sürekli yürüyebilir mi? neyse, deneyelim”
ve ayağa kalkmaya çalıştı, bana tutunarak, ve yürüyorduk işte sonuçta, 5 dakikadır yürüyorduk -arada bir bok kokan denizin dibindeki çimenleri ezerek. başını omzuma dayamış ve elini belime atmıştı, onu taşıyor gibiydim, ama sorun yoktu, taşıyabildiğim kadar taşımaya razıydım, ya düşecek ya da pes edecek ve bir banka oturacaktık, ama bir karar alınması için ses çıkarmak gerekiyordu.
“oturalım mı şu banka” gibi, ya da “bu geceyi çimlerde geçirelim mi ne dersin” gibi, ama sesim çıkmıyordu, her dakika göğüsleri daha da büyüyor ve sonra tekrar iniyor, ve gözleri daha uzun süre kapalı kalıp, tekrar açılıyordu.
ve ayağa kalkmaya çalıştı, bana tutunarak, ve yürüyorduk işte sonuçta, 5 dakikadır yürüyorduk -arada bir bok kokan denizin dibindeki çimenleri ezerek. başını omzuma dayamış ve elini belime atmıştı, onu taşıyor gibiydim, ama sorun yoktu, taşıyabildiğim kadar taşımaya razıydım, ya düşecek ya da pes edecek ve bir banka oturacaktık, ama bir karar alınması için ses çıkarmak gerekiyordu.
“oturalım mı şu banka” gibi, ya da “bu geceyi çimlerde geçirelim mi ne dersin” gibi, ama sesim çıkmıyordu, her dakika göğüsleri daha da büyüyor ve sonra tekrar iniyor, ve gözleri daha uzun süre kapalı kalıp, tekrar açılıyordu.
“yoruldun mu” dedim,
“çok uzun süre önce
yorulmuştum” dedi, “tekrar yorulmak için dinlenmek şart” banklar fena fikir
değildi, ya da çimenler, ya da ev. ama sorunun ney olduğunu bilmiyor ve ses
çıkartamıyordum, gözlerini arada bir yumuyor, ve bir süre açmıyordu işte, eğer yürümüyor
olsaydık öldüğünü düşünürdüm, ama hayır, ölseydi yürüyemezdi ve belki de
yaşamıyordu da, sadece gidiyordu, nereye veya kime olduğunu bilmeden… ya da kaçıyordu, birinden, kaçmıştı ve kaçmaya devam ediyordu.
“şimdi yoruldun mu
peki” dedim,
“dinlenmeye ne
dersin” dedi gülerek ve elini belimden çekip, kafasını da omzumdan kaldırarak
benden ayrıldı, sanki etimden bir parça kopuyormuş gibi hissettim, bedeninin ruhuma
değen kısımları uzaklaşırken benden… ve gidip yanına oturdum.. saat gecenin
biriydi ve bugüne kadar, gecenin bu saatinde dünyanın bu noktasına kimse ayak
basmamıştı belki de…
ben yanına oturunca,
dizlerime yattı ve “uyumak istiyorum” dedi, “hepsi bu, sadece uyumak, sana
güvenebilir miyim?”
“evim var” dedim,
“bu iş için bir evim var, uyumak için, yanlış anlama, uyursun, hepsi bu, sadece uyuruz, günlerce
uyuruz, haftalarca uyuruz, aylarca, yıllarca… ölene dek uyuruz, ne dersin?”
“soba?”
“soba da var”
“peki ya halı,
yastık, yorgan, kanepe, duvar”
“normal bir ev işte”
dedim
“senden başka kimse
var mı evde” dedi
“çoğunlukla ben bile
olmuyorum” cevabını verdim ve o an bi' şey oldu, kendini bıraktı, nefes alış verişleri
normale döndü, zaten hep normaldi, sadece o her dakika derin bir nefes
alıyordu, sanki ciğerleri onu kandırıyormuş gibi, iç organlarına bile
güvenmiyordu, güvenebileceği hiçbir şey kalmamıştı. ve gözleri, evet, göz
kapaklarının arkasında uzun bir süre huzurlu bir şekilde saklandı onlar… ne her
dakika olan derin nefes alışverişi, ne de arada bir kapalı kalıp, sonrasında
korkuyla açılan göz kapakları… ölmüş olamazdı, sadece uyuyordu, hala ruhunu
hissedebiliyordum çünkü, onun içinde, içeride bir yerlerde, saklanıp kalmıştı,
ya da daha önce hiç kimse fark etmemişti bir ruh taşıdığını, ama taşıyordu işte,
ve sırf bu nedenle, yaşamak bu kadar zordu onun için… ve beklemek istedim, ta
ki denizdeki dalgaları görebilene dek beklemek istedim, gökyüzü siyahtan kırmızıya,
sonrasında da maviye dönüşene dek beklemek istedim - uyumadan. farkında mısınız? havanın aydınlanışı mucizevi bir şeydir, siyah, kırmızı, ve mavi.. ama tüm bu
dönüşüm esnasında, bir yerlerde bir mor saklanıyor gibi, bu renk karışımları
sanki O’nu vericekmiş gibi, ama vermedi, bir ara dalmıştım, ve gözlerimi
açtığımda, O’nun haklı olduğunu anladım, hiç kimse güvenilir değildi, ve o -her
nasılsa- bana güvenip, gözlerini kapatmış, ve kendini bırakmıştı… adını
bilmiyordum, ona çeşitli isimlerde seslendim, ve birkaç güzel sıfat, mucizevi,
esrarlı, ve harikulade. ama yine de, kaybetmiştim işte, orada öylece yatıyordu
ve bir daha gözlerini açmayacaktı. tuhaf olansa, rüzgarın sert oluşuna rağmen, gözlerinin
dışında eteklerinin de hiç açılmayışıydı –elbiseleri bile ölmüştü belkide. öylece bekledim, ta ki, tekrar hava kararana, ve O, o karanlıktan sağ çıkıncaya
kadar... kim nasıl ölürdü, nasıl fark etmedim, bilmiyorum. siyah.. kırmızı.. ve mavi.. arada, bir mor gözden kaçmıştı işte –belki
beş saniye belki de beş dakika uyuyakaldığım için. [ 01.11.2004 – 00:35 ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder