12 Kasım 2012

uaew3-kendimden feragat-giriş yazısı

önsez-i

bazen, bir şekilde, yolun sonuna geldiğini düşünürsün. bu, zaman zaman, her insanın içinde olabileceği, bir duygu durumudur. karamsarlıktan ya da, umutsuzluktan ziyade, ileriyi görmek istememekle ilgilidir daha çok. intiharla değil, durup beklemeyi istemekle ilgili belki, bi anlamda.. mola vermiş olmak da değil, konaklamak da. yerleşmek doğrudan, kenara. kenara çekilmek ya da çekmek de değil ama. kenarda beklemek. önünden geçip gidenlerin aptallığına gülerek kimi zaman.

sen de yapmışsındır oysa aynı aptallıkları, ve daha yapacaksındır da. herkes, zaman zaman, aptal olabilir. ama herkes aptalı oynayamaz kolay kolay. zor olanın, göze kolay göründüğü durumlarda, kafanın içinde dönüp duranları, net sanırsın. görüş açın sisli veya bulanık değilmiş gibi gelir sana. görüş mesafen, onyüzbin kilometreden, kimin geldiğini, ya da gittiğini, görebilecekmişsin gibi, güvende hissettirir, kendini, sana. ta ki, burnunun ucunu dahi göremeyeceğin derecede sarhoş olduğun günlerin, sabahına kadar.

ve öyle zamanlarda, bir baş ağrısı eşliğinde, boş duvarların üzerine masa örtüsü örtmeye çalışır gibi bir tuhaflıkla, saçma salak kelimeleri, birbiri ile hiç alakası olmayan cümleler bütünü haline dönüştürdüğün yazılara dizersin. peşi sıra, çat pat, pata küte. üzerinde tek saniye düşünmeden, ve noktanın veya virgülün, hangi anlamı heba etmiş olabileceğini iplemeden.

anlam yoktur ortada, başın ağrıyordur, miden bulanıyordur, ama kusamamışsındır, su içmişsindir, sigarayla başlamışsındır güne, ama uyanamamışsındır hala, ayılmış olabilirsin ama uyanmamışsındır, zihnin uyanmamıştır ve, bilincinde değil de, bilinçaltında olan bitenleri, bilinçdışı bir deneyimle itekliyorsundur tuşlara basan parmak uçlarına.

rüyadasın, sen değilsin o. hiçbir zaman olmadın. o yüzden yoruma açık olmadı, anlamlandırmak istemediğin, harala gürele yazıların.

buna rağmen, birileri gelip;
“bilinç akışı” dedi
“he” dedin, “bilin-çakışı türünde yazıyorum”

“wirginia wolf'a benziyor tarzın”
“harbi mi? hiç okumadım, adı nasıl yazılıyor?”

“bukowski çakmasısın”
“çakmağım buk’ta  mı kalmış gece?”

“senle röportaj yapalım”
“ama soruları ben sorarım”

“dergimizde yazmak ister misin?”
“bi kopya gönderin, boş yerlerini karalarım”

“bir yayınevine başvursana”,
“sana şimdi bi kafa atarım…”

böyle alakasız ve ucube, verilen cevaplar eşliğinde, geçen zaman içinde, görülen o ki, fanzin paklar bizi. temize çıkarmaz belki ama paklar. sonra? sonrasında bir şey olmaz yavru. sonrasında bir şey olmaz, çünkü; sonrasında bir şey olmasını veya bir şey olmayı planlarına dahil edenler içindir; harikulade sonlar, mutlu başlangıçlar.. düşsel kış mevsiminin akustik bahar senfonisi..

“yazımı okudun mu” der biri, “sen benimkini okudun mu olm” diye cevap vermek istersin, küçük erkek çocukların birbirine çükünü gösterme eylemi gibi düşleyip, sanatsal her aktivitenin, bazı sunuluş biçimlerini. ama “okumadım” dersin, “okuyamadım, iyi değilim bu aralar, okurum sonra.”

“noldu, neden iyi değilsin, yapabileceğim bir şey var mı?” bile demezler ve bu daha iyidir, çünkü, anlatamazsın, yapabilecekleri bir çok şey olsa da, söylemezsin onlara, zihnindeki terazinin yalpaladığını bu aralar. kelimeler boğazına düğümlenir, elin tutulur, nefesin sıkışır, gözlerin parıldarken gecenin ortasında.

ve okursun sonra, ve yorumlamazsın, çünkü yorumlarsan, cevap hakkı doğar. ve bu hakkı onlar, senin onlara yaptığın gibi, kısa ve net ve içten bir “eyvallah” ile kullanmaz. ya bok atarlar ya göğe çıkarırlar. arada kaldığını, arasında kaldığını, her şeyin, hayatın boyunca, bilmeden..

ve insanlarla aranda kalması gereken hiçbir şeyi, mobese kamerasının torunuymuşsun gibi nakletmeyeceğini bilmedikleri için, “abi bunlar gerçek mi” derler, “ben gerçek değilim ki onlar olsun oğlum” dersin, inanmazlar. sen de inanmazsın. tanrıya bile inanmazsın aslında, varlığına inanırsın, doğru söylediğine inanmazsın, doğruyu söylediğinde de, pis bir sırıtışla karşılaşırsın.

ve her şeyden önce ya da her şeyden sonra ya da her iki boşluğun da arasında, eve sarhoş gelir, sabah rüyada uyanırsın. baş ağrısı, sigara ve, altın vuruşa ortak bir kahve eşliğinde, tuşlara basarsın, üzerinde tek saniye düşünmeden.

ve bu bölümde, işte öyle, ulvi eserler mevcut, ulvi falan değiller gerçi, ama arada eserler bana, pelerinlerini noterde unutmuş emanetçiler. ya da daha doğru bir deyişle, orospu ilzam perileri. (evet ilzam bilader, yanlış yazarsam söylerim demiştim daha önce de mi?)

önemi yok, hemen hemen hiçbir şeyin, hemen hemen hiçbir yerde, ve hemen hemen de hiç olmadı.

şimdi, eğer okuyacaksanız, bu bölümdeki metinleri, cümle nerde bitti diye aramayın, cümle yok, sonu nasıl diye merak etmeyin, sonuca bağlanan bir olay yok, bütünlük aramayın, çünkü akış yok. geldiği gibi giden –gelişigüzel?- kelimelerin, bıraktığı izler, belki size, çıkış kapısını da gösterebilir. giriş kapısını ben tarif ederim: sağdaki ilk sayfadan bir arkaya dönülüyor. sonra bir yana ve bir arkaya şeklinde ilerleyerek, sizi leyleklerin getirdiğini ve kelebeklerin de belki bir gün yaşamayabileceklerini, öğrenirsiniz. belki.

her şeyin, ‘belki’ üzerine kurulduğu bir dünya da, şanslar ve tesadüfler, beklentilere teğet geçer. yoksa siz hala kontrolünüzü yükletmediniz mi? iyi şanslar. dördüncü bölümde görüşmek üzere.. eyvallah.

girdo

12kasım2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder