14 Haziran 2012

kukuleta..

kukuleta..

ardından bir sigara yaktım. ardından, bir sigara daha.  ve hemen ardından. böylece devam etti. ne kadar bilmiyorum. sigara üstüne sigara. hemen hemen aralıksız diyebileceğimiz bir hızda. peş peşe. ardından. yani, sigaranın ardından sigara derken, aynı zamanda, ilk sigarada, bir şeyin ardındandı.

ardından sigara yaktım. belki de, verilmiş bir sözü bozmak, sözünde durmamış olmak, söylenilmiş olan yalanlardan, inanılmış olan yalanlardan, inandırılmış olan yalanlardan, intikam almak içindi.

ciğerlerine yazık ediyorsun dedi, seçil. az önce dedi bunu. bikaç saat kadar önce. ben size anlatmaya başlamadan önce, o günü ve o geceyi, ve onun öncesini, ve sonrasını, anlatmaya, başlamadan, bi kaç saat önce. geldi. pencereyi çaldı. yerinden söktü camı. alıp götürdü. geliyorum diyerek.. ve beş ya da oniki salise içinde, tekrar belirdi. bu kez odanın içinde.

naptın sen dedim. bu soruda zaman eksik diye verdi karşılığı. neyin zamanı anlamadım dedim. soruda zaman eksik dedi, ben de anlamadım, ve daha bir kaç şey daha.. ne zaman naptım, neyi naptım, belirsiz ifadelerden hazetmem bilirsin, biraz gerizekalıyımdır ben.

böyle bir durumda, genellikle, karşı tarafın sözü, estrafurullah olurdu, ama benim, hiçbir zaman, nezaketen dahi olsa, uydurulmuş laflarla, işim olmadı galiba. boşver dedim, hepimiz zaman zaman gerizekalı olmak zorundayız, başka türlü, kaldıramazdık, onca yükü. camıma naptın?

senin cama ihtiyacın yok dedi, dışardan gelen sesleri, zaten duyamayacak kadar sağırsın, ve dışarıdan kimsenin de odana bakıyor olma ihtimalinden rahatsızlık duymayacak kadar körsün, napıcaksın cam ve perdeyi..

peki ya soğuk dedim, soğuk hava dalgasının oluşturduğu etkenler?

onu da geç diye karşılık verdi, sen üşüyor olma halinden hoşlanırsın.

peki dedim, sen bilirsin. neden burdasın?

bunu biliyorsun dedi, zaman zaman çağırıyorsun bizi, özlem öldü, tuncay öldü, refik kayboldu, geriye bıraka bıraka en işe yaramaz  heteronym kaldı. ben.

özlem ölmemiş dedim ona, abisi yalan söylemiş.

ha ha ha şeklinde güldü, gülmedi, dalga geçerçesine yapmacık bir gülüş koydu ortaya, kendini kandırma oğlum dedi, sen de en az benim kadar iyi biliyorsun ki, yaşadığın gerçekliği ortadan kaldırabilmek için, oyun oynuyorsun kendi kafanın içinde, siktiret özlem'i, başka bir isim de başka bir şey olur ya da, onu da siktiret, beni de, herşeyi, gördüğün tüm yanılsamaları veya gözardı etmekten yorulduğun gerçekliği, siktiret! açık ve net, kelime bu: sik.tir.et!

si ile başlayan bir kelime duyunca sigara içme isteği duyuyorum dedim

yak o zaman bitane dedi

elimdeki yanıyor zaten

bitane daha yak, biri bitmeden diğerini ateşle, on parmağında on sigara olsun, buna ne dersin? on parmağında on marifet gibi ha?

sekiz parmak arası boşluğunda sekiz zehir dedim, bu daha iyi değil mi?

neyi değiştirir?

bu soruda bi çok şey eksik diye karşılık verdim, anlamadım.

bok anlamadın dedi, domuz gibi biliyorsun neyden bahsettiğimi

onu ilk kez bu kadar sert görüyordum, yo hayır, onu geçmişte bir çok kez, sert, öfkeli, kendinden emin bir öfke halinde, yalın, dolaysız ve yalpalamadan konuşur şekillerde görmüştüm, ama konuştuğu kişi, bu koşullarda, daima refikti, ve ilk kez, bana karşı, bu kadar öfke dolu, ve acımasızlık içeren gözlerle bakıyordu. o gözler bana aitti, ona değil. kendi gözlerimden kendime bakıyor, az önce bakkaldan aldığım, yani az önce derken, yine bir kaç saat öncesi demek istiyorum, salise diye geçtiğim zaman dilimi de, size göre saat olabilir, ve sadece gerçeklik değil, zamansal anlamda da, algımı yitirdiğim için, günler ve haftaları, farklı alanlarda değerlendiriyorum.. aynı zamanda, benim birkaç yıl önce dediğim şeye, siz gayet pek tabii, iki saat sonra olacak birşeymiş ya da hiç olmamış veya olmayacak birşeymiş gibi düşünebilirsiniz, anlatırken, anlamlandırırken, demek istiyorum.

sürekli olarak, "yani, demek istediğim" deme ihtiyacı hissediyorsanız, ve bununla bağlayarak anlatmak istediğinizi tekrar açıklıyorsanız, ve tekrar, sonrasında, "aslında şöyle dersek" diyerek, tekrar, siz anlaşılamamak noktasında, derin bir kaygı içersindesinizdir, demektir bu. anlatabiliyor muyum?

ben, bunu çok sık kullanırım bu arada, "anlatabiliyor muyum?", "anlıyorsun ya?", "anlatabildim mi?". ve gelen cevap, hayır ise, ki genellikle "hayırdır", es geçiyorum, "boşver" gibi, "neyse siktiret" gibi. çünkü biliyorumki, zihnimdeki fotoğrafı, hangi açıdan çekersem çekeyim, var olan akış, gayet net aksayacak, aksanıma. ilk izleyişinde anlamadığın için, tekrar izleme ihtiyacı hissedeceğin, ve bu şekilde farklı keşiflerle, zihnini doyurabileceğin, boktan bir film değil bu. işte tam da bu yüzden moruk, eğer anlamıyorsan, kendini zorlama, zihnine kapalı olabilir, içinde bulunduğun koridorumun, tüm odaları. göremezsin, görmek istemediğin için değil, ben görmeni istemediğim için. devam edelim.

seçil geldi. pencereyi çaldı, söktü. gitti. tekrar geldi. bana, bir konferans, ardından bir zılgıt çekip, sonra koltuğa oturdu.

anlat..

ben de anlatmaya başladım sonra. odada kendi kendine konuşan, ya da sarıldığı yastığa, uyuması için, yastığın büründürüldüğü karakterin uyuması için, masal anlatan, anlatırken uyuyakalan, bir adam düşünün. mesele gayet basit, öyle değil mi? do you understand me?


ardından bir sigara yaktım işte, senin ardından, hemen o gece, senin eve sabahın köründe geldiğin, ve geldiğin evde benim olmadığım, hiç olmadığım, ve hiç bir zaman senin de olmadığın kendi evimde, bir sigara yaktım. hayır işte değildim. hayır evde de değildim. cehennemin dibindeydim. bu ne demek biliyor musun? cehennemin dibi?

bırak şimdi oğlum dedi seçil, seni duymaz, duymuyor, duymayacak, benimle konuşur musun?

bu sırada ellerini kollarını gözlerime, göz izama, baktığım kör noktaya, denk getirmek için çaba sarferek sallarken, "heey sana diyorum" diyordu. bağırıyordu gerçekten ve onu bi tek ben duyabiliyordum, anlayabiliyor musunuz? şöyle anlatayım: ah! kendimle çelişkiye düştüm. anlatıyorum. evin içindeki hiç kimsenin, kendisini öldürseniz, ve bu esnada imdat diye, avazının çıktığı kadar ve sesi kısılana kadar, bağırmasına izin verecek olsanız dahi, sizin dışınızda hiç kimsenin, çığlıklarını duyamayacak olması. çünkü, o andan, bir kaç an öncesinde, ben, eczaneye gidip geldim. hepsi bu. kadın vardı bitane, orada, tezgahın arkasında, ona bana içersinde iyi bir miktarda bir takım şeyler bulunan, bazı ufak haplar satıp satamayacağını sordum. bu şekilde değil ama. ona, hangi hastalığa iyi geldiğini bile söyleyebileceğim kadar, iyi bildiğim, bir hapın, adını ve soyadını söyleyerek, bir kutu istedim. hepsi bu. reçetesiz. aynı novalgin gibi, ya da panalgin. ya da aspirin. ya da başka sikriboktan bir şey gibi. ve bence, yani bana kalırsa, bu arada hiçbirşey bana kalmaz, kalsaydı kararsız kalıp size zaman kaybettirmez, hemen ne yapmanız gerektiğini söylerdim, net olarak ve duraksamadan, ama karar anında daima görmezden gelindiği halde tüm kararlardan en çok etkilenen bir karakter olarak, genellikle hiçbirşey bana kalmaz. bana kalsa,  ne diyordum amına koyayım? diyeceğim şeyi unuttum. herneyse.. seçil?

anlat!

sert, tavizsiz, ve aynen tipik bir sorgu memuru kıvamında, konuşuyordu. anlatmazsan ölüceksin der gibiydi ama, bunu da "seni öldürürüm" şeklinde bir tehditle yanıstmıyordu, bu, daha çok, nefes alıp vermekle ilgiliydi: nefes vermezsen ölürsün, anlatmazsan ölürsün, aynı şey.

aşırı şekilde yemek yiyip, sürekli olarak da kusan biri, kilo almaz. bunun gibi: anlat yoksa, ruhuna karışıp seni zehirleyebilir. kus yoksa, sindirip kanına karıştırıcaksın o maddeyi.

'susayım yoksa ölürüm'e zorlarlar oysa bizi, daima. ve burada ki, "ölürüm" de, az önceki "ölürsün"den tamamen tümleşik yapıda tersi bir anlama sahip. anlamıyorsanız, anlamsız kalsın. herşeyi anlamlandırmak zorunda değiliz ve aslına bakarsanız, "beni kimse anlamıyor" diyen insan, öznelde, kendini anlamıyordur. anlatamıyor demiyorum, anlamıyordur. ve kendini anlayamayan insanlardan, uzak durmaya çalıştığımı, anlatabilmek için, net olmayan insanlardan, kuracağı bir cümle için otuz sefer düşünen insanlardan, çekimser insanlardan, kararsız insanlardan, müşkülpesent insanlardan, hazetmediğimi, edemediğimi, ve yeni biriyle tanıştırılmanın bana o kadar da ilgi çekici gelmediğini, izah etmek için, kurduğum kırk farklı denklemde de, 'bilinilmek istemeyen' olarak anılan, x, gene karşıma çıkardı. y eşittir x ise.. ve birbirlerine çarpılmalarının sonucu da, x ve y'ye eşit değerdeyse, yani bir bütünlük varsa aralarında, bunları birbirinden çıkarıp sıfırlanmaya ya da toplayarak ayrılık yaratmaya, zorlamanın, gereği yok diye düşünüyorum. ama mutlaka, o x eşittir y denklemindeki, x'in iki yanında bulunan mutlak değer çizgilerini, görmezden geliyorum. ve yıkılan duvarlar sonrasında, toplamlar da, çıkarımlar da, çarpımlar da, çarpılmalar da, bölünmeler de, mutasyona uğrayarak,  beni irrasyonel anılara, geri götürüyor..

birinin karışık şekilde konuşuyor olması, kafasının karışık olduğu anlamına gelebilir mi dedi seçil. hayır, bunu ona ben söylettim, ve ekledim ardından:

kafamın karışık olduğu falan yok güzelim, ayrıca kafası karışık insanlardan da hazetmiyorum. birşey yapıyorsan, yapmışsındır, yapmadan önce tasarlanan ve her türlü "neden yaptım" sorusunu kapsayacak olan o kılıflar, yapılanı görmezden gelmemizi, veya es geçmemizi sağlamaz. en azından benim için, bu böyledir. olası, gerçekleşme ihtimali olan, her türlü hamleyi, gerçekleştirmeyi düşlediğin anda, olay bitmiştir. sonrasında, buna engel olan, her türlü "ama" itkisi, karşılıklı güveni zamanla zehirleyecek olan, maddeyi, solumanıza neden olur. birinin sana güvenmesi için, senin kendine güvenmen gerekir. ve bu bile, kendine güvenmeyen birinin, sana güvenmesi için, önkoşul olmaktan çıkabilir, çünkü günün birinde, zayıf düşerek, teslim olarak, gerçekleştirebilme ihtimali olduğunu bildiği her türlü hamleye karşılık, şimdilik kendisini frenleyebildiği düşüncesi, ona, "günün birinde..." şüphesine bağıl şekilde bir savunma mekanizması armağan eder. daha fazla devam edemicem buna. geçelim. yumuşatalım.

bi sigara daha yaksana dedi seçil, elindeki ölü.

tamam dedim, öyle yaparım. sen napıyorsun?

görüyorsun naptığımı, ister misin?

kaşığla çakmağı uzattı bana, sanki başka bir çıkış kapısı kalmamış gibi bakıyordu yüzüme, "özlem öldü, tuncay öldü, refik de kayıp, tamam mı? anladın mı? ve sen de tartarus'dan kaçmaya bile yeltenmiyorsun..

ama biliyorsun dedim ona, eurydice...

sikmişim eurydice'i dedi. onlar başaramadı tamam mı.. onbin yıl önceydi o. bitti gitti. gerçekliğinden bile insanların artık şüphe ettiği zamanlar üzerine, kurgulanmış, binlerce olasılık.. şuan.biz.burdayız. ya bir tünel kaz, ya da tüm kolanları havaya uçur, içerdeyken. kirişler onarılamayacak durumda zaten, bir üst kata, yeni bir kat, çıkamazsın, taşımaz seni, aşağıda olup bitenler.

aynı fikirde olduğumu söyledim ona.

aynı fikirde falan değilsin dedi, amcık gibi konuşmayı bırak, sen burda oturmuş, sigara üstüne sigara yakıyor, uyuşturucuya dönmenin eşiğinde, hergün alkol alıp, bekliyorsun.. hala beklediğine inanamıyorum.. garip kuramlarını, kimsenin anlamak için çaba sarfetmeyeği, saçma matematik argümanlarınla besliyorsun. biri sana, "beni kimse anlamıyor" dediğinde, itici buluyorsun, ama senin durumun daha vahim bana kalırsa, çünkü sen kendin dışında kimseyi anlamıyorsun. ve kendini onaylıyor olman, onandığın anlamına gelmiyor, hatta tam tersine, onaylamadığın herşey, çoktan onanmış, onere edilmiş, onarılmış, paketlenmiş, ve kullanıma hazır formatta, servise sunulmuş, satılıyor herkese..

yalnız değilim dedim ona, yanlıyım ben. yanılım. yalınım. bu kez ben de, sert bir ifadeye bürünmüştüm. kendimden yanayım!

bana kalırsa yana yatıyorsun artık, batmana az kaldı, hu huu, gemi devriliyor..

uyuz oluyordum gerçekten, ama karşı koyamıyordum iğnelemelerine, haklılık payı da olabileceği için değil, beni kurtarmaya çalışmadığı, aksine, tamamen dibe iticek şekilde, karanlığı yaktığı için..

umrumda bile değil dedim ona, burda bu şekilde ölmeye razıyım

ama ölmüyorsun canım dedi, tatlı bir sırıtışla birlikte, yaşama ihtimalin de kalmadı, yaşam destek cihazını fişten çekmemi ister misin?

bununla ne kast ettiğini biliyordum. haklıydı, domuz gibi anlıyordum onu, ve kendimi bile anlamazdan gelmekten başka, yapabileceğim bir şey kalmamıştı, bu odadan çıkmak ya da zemini çökertmemek için. yere sağlam basmamak adına, özen gösteriyordum adeta, çünkü aksi durumda, altımdaki boşluğun farkına varıcak ve yere kapaklanıcaktım.

cambaz ipinde dengede durmaya çalışıyorsun ama ben ip falan göremiyorum ortada, nabeeer? dedi.

üff hatırlatıp durma şunu dedim, biliyorum ben kendimi.. bira alıp geleyim dolaptan, ister misin?

yedinci biran.

birşeyleri sayıp durma olur mu? sigarayı, birayı, saati, günleri, yaşı, parayı, yolumdan geçen karıncaları, sayıp durmaktan vazgeç..

ben hatırlatıyorum sadece, unutma diye yani, şu ipi boynuna dolayalım mı?

tavan taşımaz beni.

yere çakılırsın, zemin de çürük hem, biliyorsun. bir alt katta, aradığın. yukardakiler taşınmış..

en tepedekini sikeyim.

kim o? başbakan mı?

tanrı

başın belaya girebilir

tanrının görmezden geldiği insanları, ona inananlar ciddiye almaz..

dürülülü.. mantık hatası! onlar kendileri dışında hiçbirşeye inanmıyorlar yavrum..

onlar, bu hikayede, bizi kabil, kendilerini de habil sanıyorlar. oysa onlar onan, bizde er'iz. tanrı her iki gruptan da nefret ediyor dedim.

konuyu değiştirme dedi, anlat, dinliyorum.

"ardından bir sigara yaktım işte" dedim ona.  hepsi bu.

toprak'a noldu?

hiç doğmadı o. hayal kurduk sadece.

hayal kurmakla hayat kurmak arasında kalın bir çizgi vardır, çocuk değilsin

biliyorum dedim ona, siktiret, uyuyalım mı artık?

bi sigara daha içmiycekmisin?

bitti

yoksa uyumazdın.

uyumuyorum ben, yatıyorum öyle, ölü gibi.

e öl o zaman işte, uyanmazsın bir daha..

üstkattan birilerinin düşmesini bekliyorum ben.

ben de, bir alt katı denemelisin diyorum..

birinci kattayım yahu, ne altı..

toprak?

yuh artık seçil, kendi başına intihar edemiyorsun diye, yanına arkadaş arıyorsun resmen, uyuyalım mı?

ölelim! çantasından bir paket sigara çıkardı, bunu söylerken. ve paketi açarken, gülümsüyordu, kapalı paket, jeletini açtı, kutuyu açtı, ve "ta tam" dedi, "süpriz".

içi boştu paketin. "anladın mı" dedi, herşey bu noktada kitli, senin umrunda değil mavran da böyle birşey işte, işine gelmeyince, uyucam ben deyip, susuyorsun. ama tek yaptığın, karanlıkta, sırt üstü uzanıp, tavanı dikizlemek.

kes artık dedim ona, oyun oynama benle, olur mu?  birileri takmış, "ben de emir kuluyum abi" lafına, herkes emir kulu anasını satayım, herkes masum, herkes yapmak zorunda kaldığı şeyleri itiraf edip af dilenme peşinde. biri de çıkıp, zorunluluk dediğiniz boklar, tercih edilebilir daha zor bir şeye götünüz yemediği için, seçtiğiniz bir şık sadece, diyemiyor. ışık görmüyorum ben, hiçbir şey de hiç bir şekilde; o yüzden sigarayı fener yaptım, yolumu aydınlatsın diye değil üstelik, gözümü karartıyor sadece, ki gözüme tuttuğunuz fenerin etkisini hiçe sayabileyim.

"büyük konuşma" dedi bana

sikmişim tevazuyu dedim. ben haklıyım tamam mı? daldan dala atlayan maymunların ağaçlarından biri olmayı ret etmeye de devam edeceğim, bir üst kata çıkmıyorum, bir alt kata itilmiyorum, hiç kimsenin de hiçbir yere itildiği, sürüklendiği, yol aldığı veya yapmak zorunda olduğu hiçbir şey yok.. kılıfların içine girip, çalacak zurnaya değil çalan kişiye göre, delikten çıkan yılanı oynamaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. önem verdiğimiz hiçbir şey yok, kendimiz dışında. ve bu yüzden iş yerinde, kullandığım vantilatörü, biri istedi ve isteyen kişi hatun diye, "oğlum hatuna yamanma" diyorlar, "ne veriyorsun salak mısın" diyorlar, ve ben hatuna onu verirken, birer saat dönüşümlü kullanak diyorum, çünkü o da sıcaktan bunalmış, ve hepimizin zorunda bırakıldığı tek şey çalışmak belkide çünkü toplu ve eşlenik düzeyde bir isyanı sürdürebilecek bağıl fonksiyonları mekanize edicek frekanslarımız sansürleniyor. ve bir vantilatörü bile paylaşmaktan uzak olan bencil kimyamız nedeniyle, kendi kazdığımız çukura gömülüp duruyoruz sürekli..

"hatuna noldu" dedi, söylediğim şeylerin hepsini heba edercesine

"bilmiyorum seçil" dedim, ardından bi' sigara yaktığımı söylemiştim

"sen her şeyin ardından bir sigara yakıyorsun zaten canım"

öncesinden de yakıyorum, kendimi sağlama alıyorum, sigara dumanından mütevellit sisim içinde kamufle ediyorum kendimi. anladın mı baağyan?

gülüyordu, gülüyordum. alıngan değildik. hiçbir konuda hiçbir şekilde hiçbirşeye.. kimsenin bize aldırış etmiyor oluşu, kendimize aldırmamıza yol açmıştı, ve seçil'in bana, oniki sene önce, bir takı tezgahında söylediği, şey geldi aklıma, kendinden vazgeçtiğin anda, sistemin olursun, ve dahası kendin dışında hiçbirşeyi önemsemediğin zaman da sisteme uygun açıklar bulursun, ihanetlerini, açıklayabilmek için, bir vicdan rahatlatması değildir bu, iyi görünme çabasından öteye geçen hiçbirşey değildir. ve herkes yeterince iyi görünmeye, iyileşmeye, birşeyleri de iyileştirmeye çabalar. oysa, birşeylerin, iyiye veya kötüye gittiği yanılgısını, herşeyin yerinde saydığı ve bundan hoşnut oldukları gerçeğini örtbas etmek için dizerler önümüze..

hatun noldu diye sordu tekrar seçil..

bi sigara içelim dedim ben de..

sigara bitti dedi..

küllahtan sigara yapalım mı dedim

kukuleta yapalım dedi. hala beni hayatta tutmaya çalıştığını biliyordum. hepsi bu.. sonra pencereyi yerine takıp, sıkıcı kapadı.. gitti. gelir gene..


14.06.2012 – 01:35
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder