kukuleta..
ardından bir sigara
yaktım. ardından, bir sigara daha. ve
hemen ardından. böylece devam etti. ne kadar bilmiyorum. sigara üstüne sigara.
hemen hemen aralıksız diyebileceğimiz bir hızda. peş peşe. ardından. yani,
sigaranın ardından sigara derken, aynı zamanda, ilk sigarada, bir şeyin
ardındandı.
ardından sigara
yaktım. belki de, verilmiş bir sözü bozmak, sözünde durmamış olmak, söylenilmiş
olan yalanlardan, inanılmış olan yalanlardan, inandırılmış olan yalanlardan,
intikam almak içindi.
ciğerlerine yazık
ediyorsun dedi, seçil. az önce dedi bunu. bikaç saat kadar önce. ben size
anlatmaya başlamadan önce, o günü ve o geceyi, ve onun öncesini, ve sonrasını,
anlatmaya, başlamadan, bi kaç saat önce. geldi. pencereyi çaldı. yerinden söktü
camı. alıp götürdü. geliyorum diyerek.. ve beş ya da oniki salise içinde,
tekrar belirdi. bu kez odanın içinde.
naptın sen dedim. bu
soruda zaman eksik diye verdi karşılığı. neyin zamanı anlamadım dedim. soruda
zaman eksik dedi, ben de anlamadım, ve daha bir kaç şey daha.. ne zaman naptım,
neyi naptım, belirsiz ifadelerden hazetmem bilirsin, biraz gerizekalıyımdır
ben.
böyle bir durumda,
genellikle, karşı tarafın sözü, estrafurullah olurdu, ama benim, hiçbir zaman,
nezaketen dahi olsa, uydurulmuş laflarla, işim olmadı galiba. boşver dedim,
hepimiz zaman zaman gerizekalı olmak zorundayız, başka türlü, kaldıramazdık,
onca yükü. camıma naptın?
senin cama ihtiyacın
yok dedi, dışardan gelen sesleri, zaten duyamayacak kadar sağırsın, ve
dışarıdan kimsenin de odana bakıyor olma ihtimalinden rahatsızlık duymayacak
kadar körsün, napıcaksın cam ve perdeyi..
peki ya soğuk dedim,
soğuk hava dalgasının oluşturduğu etkenler?
onu da geç diye
karşılık verdi, sen üşüyor olma halinden hoşlanırsın.
peki dedim, sen
bilirsin. neden burdasın?
bunu biliyorsun dedi,
zaman zaman çağırıyorsun bizi, özlem öldü, tuncay öldü, refik kayboldu, geriye
bıraka bıraka en işe yaramaz heteronym
kaldı. ben.
özlem ölmemiş dedim ona, abisi yalan söylemiş.
ha ha ha şeklinde
güldü, gülmedi, dalga geçerçesine yapmacık bir gülüş koydu ortaya, kendini
kandırma oğlum dedi, sen de en az benim kadar iyi biliyorsun ki, yaşadığın
gerçekliği ortadan kaldırabilmek için, oyun oynuyorsun kendi kafanın içinde,
siktiret özlem'i, başka bir isim de başka bir şey olur ya da, onu da siktiret,
beni de, herşeyi, gördüğün tüm yanılsamaları veya gözardı etmekten yorulduğun
gerçekliği, siktiret! açık ve net, kelime bu: sik.tir.et!
si ile başlayan bir
kelime duyunca sigara içme isteği duyuyorum dedim
yak o zaman bitane dedi
elimdeki yanıyor zaten
bitane daha yak, biri
bitmeden diğerini ateşle, on parmağında on sigara olsun, buna ne dersin? on
parmağında on marifet gibi ha?
sekiz parmak arası
boşluğunda sekiz zehir dedim, bu daha iyi değil mi?
neyi değiştirir?
bu soruda bi çok şey
eksik diye karşılık verdim, anlamadım.
bok anlamadın dedi,
domuz gibi biliyorsun neyden bahsettiğimi
onu ilk kez bu kadar
sert görüyordum, yo hayır, onu geçmişte bir çok kez, sert, öfkeli, kendinden
emin bir öfke halinde, yalın, dolaysız ve yalpalamadan konuşur şekillerde
görmüştüm, ama konuştuğu kişi, bu koşullarda, daima refikti, ve ilk kez, bana
karşı, bu kadar öfke dolu, ve acımasızlık içeren gözlerle bakıyordu. o gözler
bana aitti, ona değil. kendi gözlerimden kendime bakıyor, az önce bakkaldan
aldığım, yani az önce derken, yine bir kaç saat öncesi demek istiyorum, salise
diye geçtiğim zaman dilimi de, size göre saat olabilir, ve sadece gerçeklik
değil, zamansal anlamda da, algımı yitirdiğim için, günler ve haftaları, farklı
alanlarda değerlendiriyorum.. aynı zamanda, benim birkaç yıl önce dediğim şeye,
siz gayet pek tabii, iki saat sonra olacak birşeymiş ya da hiç olmamış veya
olmayacak birşeymiş gibi düşünebilirsiniz, anlatırken, anlamlandırırken, demek
istiyorum.
sürekli olarak, "yani,
demek istediğim" deme ihtiyacı hissediyorsanız, ve bununla bağlayarak
anlatmak istediğinizi tekrar açıklıyorsanız, ve tekrar, sonrasında,
"aslında şöyle dersek" diyerek, tekrar, siz anlaşılamamak noktasında,
derin bir kaygı içersindesinizdir, demektir bu. anlatabiliyor muyum?
ben, bunu çok sık
kullanırım bu arada, "anlatabiliyor muyum?", "anlıyorsun
ya?", "anlatabildim mi?". ve gelen cevap, hayır ise, ki
genellikle "hayırdır", es geçiyorum, "boşver" gibi,
"neyse siktiret" gibi. çünkü biliyorumki, zihnimdeki fotoğrafı, hangi
açıdan çekersem çekeyim, var olan akış, gayet net aksayacak, aksanıma. ilk
izleyişinde anlamadığın için, tekrar izleme ihtiyacı hissedeceğin, ve bu
şekilde farklı keşiflerle, zihnini doyurabileceğin, boktan bir film değil bu.
işte tam da bu yüzden moruk, eğer anlamıyorsan, kendini zorlama, zihnine kapalı
olabilir, içinde bulunduğun koridorumun, tüm odaları. göremezsin, görmek
istemediğin için değil, ben görmeni istemediğim için. devam edelim.
seçil geldi. pencereyi
çaldı, söktü. gitti. tekrar geldi. bana, bir konferans, ardından bir zılgıt
çekip, sonra koltuğa oturdu.
anlat..
ben de anlatmaya
başladım sonra. odada kendi kendine konuşan, ya da sarıldığı yastığa, uyuması
için, yastığın büründürüldüğü karakterin uyuması için, masal anlatan,
anlatırken uyuyakalan, bir adam düşünün. mesele gayet basit, öyle değil mi? do
you understand me?
ardından bir sigara
yaktım işte, senin ardından, hemen o gece, senin eve sabahın köründe geldiğin,
ve geldiğin evde benim olmadığım, hiç olmadığım, ve hiç bir zaman senin de
olmadığın kendi evimde, bir sigara yaktım. hayır işte değildim. hayır evde de
değildim. cehennemin dibindeydim. bu ne demek biliyor musun? cehennemin dibi?
bırak şimdi oğlum dedi
seçil, seni duymaz, duymuyor, duymayacak, benimle konuşur musun?
bu sırada ellerini
kollarını gözlerime, göz izama, baktığım kör noktaya, denk getirmek için çaba
sarferek sallarken, "heey sana diyorum" diyordu. bağırıyordu
gerçekten ve onu bi tek ben duyabiliyordum, anlayabiliyor musunuz? şöyle
anlatayım: ah! kendimle çelişkiye düştüm. anlatıyorum. evin içindeki hiç
kimsenin, kendisini öldürseniz, ve bu esnada imdat diye, avazının çıktığı kadar
ve sesi kısılana kadar, bağırmasına izin verecek olsanız dahi, sizin dışınızda
hiç kimsenin, çığlıklarını duyamayacak olması. çünkü, o andan, bir kaç an
öncesinde, ben, eczaneye gidip geldim. hepsi bu. kadın vardı bitane, orada,
tezgahın arkasında, ona bana içersinde iyi bir miktarda bir takım şeyler
bulunan, bazı ufak haplar satıp satamayacağını sordum. bu şekilde değil ama.
ona, hangi hastalığa iyi geldiğini bile söyleyebileceğim kadar, iyi bildiğim,
bir hapın, adını ve soyadını söyleyerek, bir kutu istedim. hepsi bu. reçetesiz.
aynı novalgin gibi, ya da panalgin. ya da aspirin. ya da başka sikriboktan bir
şey gibi. ve bence, yani bana kalırsa, bu arada hiçbirşey bana kalmaz, kalsaydı
kararsız kalıp size zaman kaybettirmez, hemen ne yapmanız gerektiğini
söylerdim, net olarak ve duraksamadan, ama karar anında daima görmezden
gelindiği halde tüm kararlardan en çok etkilenen bir karakter olarak,
genellikle hiçbirşey bana kalmaz. bana kalsa,
ne diyordum amına koyayım? diyeceğim şeyi unuttum. herneyse.. seçil?
anlat!
sert, tavizsiz, ve
aynen tipik bir sorgu memuru kıvamında, konuşuyordu. anlatmazsan ölüceksin der
gibiydi ama, bunu da "seni öldürürüm" şeklinde bir tehditle
yanıstmıyordu, bu, daha çok, nefes alıp vermekle ilgiliydi: nefes vermezsen
ölürsün, anlatmazsan ölürsün, aynı şey.
aşırı şekilde yemek
yiyip, sürekli olarak da kusan biri, kilo almaz. bunun gibi: anlat yoksa,
ruhuna karışıp seni zehirleyebilir. kus yoksa, sindirip kanına karıştırıcaksın
o maddeyi.
'susayım yoksa
ölürüm'e zorlarlar oysa bizi, daima. ve burada ki, "ölürüm" de, az
önceki "ölürsün"den tamamen tümleşik yapıda tersi bir anlama sahip.
anlamıyorsanız, anlamsız kalsın. herşeyi anlamlandırmak zorunda değiliz ve
aslına bakarsanız, "beni kimse anlamıyor" diyen insan, öznelde,
kendini anlamıyordur. anlatamıyor demiyorum, anlamıyordur. ve kendini
anlayamayan insanlardan, uzak durmaya çalıştığımı, anlatabilmek için, net
olmayan insanlardan, kuracağı bir cümle için otuz sefer düşünen insanlardan,
çekimser insanlardan, kararsız insanlardan, müşkülpesent insanlardan,
hazetmediğimi, edemediğimi, ve yeni biriyle tanıştırılmanın bana o kadar da ilgi
çekici gelmediğini, izah etmek için, kurduğum kırk farklı denklemde de,
'bilinilmek istemeyen' olarak anılan, x, gene karşıma çıkardı. y eşittir x
ise.. ve birbirlerine çarpılmalarının sonucu da, x ve y'ye eşit değerdeyse,
yani bir bütünlük varsa aralarında, bunları birbirinden çıkarıp sıfırlanmaya ya
da toplayarak ayrılık yaratmaya, zorlamanın, gereği yok diye düşünüyorum. ama
mutlaka, o x eşittir y denklemindeki, x'in iki yanında bulunan mutlak değer
çizgilerini, görmezden geliyorum. ve yıkılan duvarlar sonrasında, toplamlar da,
çıkarımlar da, çarpımlar da, çarpılmalar da, bölünmeler de, mutasyona
uğrayarak, beni irrasyonel anılara, geri
götürüyor..
birinin karışık
şekilde konuşuyor olması, kafasının karışık olduğu anlamına gelebilir mi dedi
seçil. hayır, bunu ona ben söylettim, ve ekledim ardından:
kafamın karışık olduğu
falan yok güzelim, ayrıca kafası karışık insanlardan da hazetmiyorum. birşey
yapıyorsan, yapmışsındır, yapmadan önce tasarlanan ve her türlü "neden
yaptım" sorusunu kapsayacak olan o kılıflar, yapılanı görmezden gelmemizi,
veya es geçmemizi sağlamaz. en azından benim için, bu böyledir. olası,
gerçekleşme ihtimali olan, her türlü hamleyi, gerçekleştirmeyi düşlediğin anda,
olay bitmiştir. sonrasında, buna engel olan, her türlü "ama" itkisi,
karşılıklı güveni zamanla zehirleyecek olan, maddeyi, solumanıza neden olur.
birinin sana güvenmesi için, senin kendine güvenmen gerekir. ve bu bile,
kendine güvenmeyen birinin, sana güvenmesi için, önkoşul olmaktan çıkabilir,
çünkü günün birinde, zayıf düşerek, teslim olarak, gerçekleştirebilme ihtimali
olduğunu bildiği her türlü hamleye karşılık, şimdilik kendisini frenleyebildiği
düşüncesi, ona, "günün birinde..." şüphesine bağıl şekilde bir
savunma mekanizması armağan eder. daha fazla devam edemicem buna. geçelim.
yumuşatalım.
bi sigara daha yaksana
dedi seçil, elindeki ölü.
tamam dedim, öyle
yaparım. sen napıyorsun?
görüyorsun naptığımı,
ister misin?
kaşığla çakmağı uzattı
bana, sanki başka bir çıkış kapısı kalmamış gibi bakıyordu yüzüme, "özlem
öldü, tuncay öldü, refik de kayıp, tamam mı? anladın mı? ve sen de tartarus'dan
kaçmaya bile yeltenmiyorsun..
ama biliyorsun dedim
ona, eurydice...
sikmişim eurydice'i
dedi. onlar başaramadı tamam mı.. onbin yıl önceydi o. bitti gitti.
gerçekliğinden bile insanların artık şüphe ettiği zamanlar üzerine,
kurgulanmış, binlerce olasılık.. şuan.biz.burdayız. ya bir tünel kaz, ya da tüm
kolanları havaya uçur, içerdeyken. kirişler onarılamayacak durumda zaten, bir
üst kata, yeni bir kat, çıkamazsın, taşımaz seni, aşağıda olup bitenler.
aynı fikirde olduğumu
söyledim ona.
aynı fikirde falan
değilsin dedi, amcık gibi konuşmayı bırak, sen burda oturmuş, sigara üstüne
sigara yakıyor, uyuşturucuya dönmenin eşiğinde, hergün alkol alıp,
bekliyorsun.. hala beklediğine inanamıyorum.. garip kuramlarını, kimsenin
anlamak için çaba sarfetmeyeği, saçma matematik argümanlarınla besliyorsun.
biri sana, "beni kimse anlamıyor" dediğinde, itici buluyorsun, ama
senin durumun daha vahim bana kalırsa, çünkü sen kendin dışında kimseyi
anlamıyorsun. ve kendini onaylıyor olman, onandığın anlamına gelmiyor, hatta
tam tersine, onaylamadığın herşey, çoktan onanmış, onere edilmiş, onarılmış,
paketlenmiş, ve kullanıma hazır formatta, servise sunulmuş, satılıyor herkese..
yalnız değilim dedim
ona, yanlıyım ben. yanılım. yalınım. bu kez ben de, sert bir ifadeye
bürünmüştüm. kendimden yanayım!
bana kalırsa yana
yatıyorsun artık, batmana az kaldı, hu huu, gemi devriliyor..
uyuz oluyordum
gerçekten, ama karşı koyamıyordum iğnelemelerine, haklılık payı da olabileceği
için değil, beni kurtarmaya çalışmadığı, aksine, tamamen dibe iticek şekilde,
karanlığı yaktığı için..
umrumda bile değil
dedim ona, burda bu şekilde ölmeye razıyım
ama ölmüyorsun canım
dedi, tatlı bir sırıtışla birlikte, yaşama ihtimalin de kalmadı, yaşam destek
cihazını fişten çekmemi ister misin?
bununla ne kast
ettiğini biliyordum. haklıydı, domuz gibi anlıyordum onu, ve kendimi bile
anlamazdan gelmekten başka, yapabileceğim bir şey kalmamıştı, bu odadan çıkmak
ya da zemini çökertmemek için. yere sağlam basmamak adına, özen gösteriyordum
adeta, çünkü aksi durumda, altımdaki boşluğun farkına varıcak ve yere
kapaklanıcaktım.
cambaz ipinde dengede
durmaya çalışıyorsun ama ben ip falan göremiyorum ortada, nabeeer? dedi.
üff hatırlatıp durma
şunu dedim, biliyorum ben kendimi.. bira alıp geleyim dolaptan, ister misin?
yedinci biran.
birşeyleri sayıp durma
olur mu? sigarayı, birayı, saati, günleri, yaşı, parayı, yolumdan geçen
karıncaları, sayıp durmaktan vazgeç..
ben hatırlatıyorum
sadece, unutma diye yani, şu ipi boynuna dolayalım mı?
tavan taşımaz beni.
yere çakılırsın, zemin
de çürük hem, biliyorsun. bir alt katta, aradığın. yukardakiler taşınmış..
en tepedekini sikeyim.
kim o? başbakan mı?
tanrı
başın belaya girebilir
tanrının görmezden
geldiği insanları, ona inananlar ciddiye almaz..
dürülülü.. mantık
hatası! onlar kendileri dışında hiçbirşeye inanmıyorlar yavrum..
onlar, bu hikayede,
bizi kabil, kendilerini de habil sanıyorlar. oysa onlar onan, bizde er'iz.
tanrı her iki gruptan da nefret ediyor dedim.
konuyu değiştirme
dedi, anlat, dinliyorum.
"ardından bir
sigara yaktım işte" dedim ona.
hepsi bu.
toprak'a noldu?
hiç doğmadı o. hayal
kurduk sadece.
hayal kurmakla hayat
kurmak arasında kalın bir çizgi vardır, çocuk değilsin
biliyorum dedim ona,
siktiret, uyuyalım mı artık?
bi sigara daha
içmiycekmisin?
bitti
yoksa uyumazdın.
uyumuyorum ben,
yatıyorum öyle, ölü gibi.
e öl o zaman işte,
uyanmazsın bir daha..
üstkattan birilerinin
düşmesini bekliyorum ben.
ben de, bir alt katı
denemelisin diyorum..
birinci kattayım yahu,
ne altı..
toprak?
yuh artık seçil, kendi
başına intihar edemiyorsun diye, yanına arkadaş arıyorsun resmen, uyuyalım mı?
ölelim! çantasından
bir paket sigara çıkardı, bunu söylerken. ve paketi açarken, gülümsüyordu,
kapalı paket, jeletini açtı, kutuyu açtı, ve "ta tam" dedi,
"süpriz".
içi boştu paketin.
"anladın mı" dedi, herşey bu noktada kitli, senin umrunda değil
mavran da böyle birşey işte, işine gelmeyince, uyucam ben deyip, susuyorsun.
ama tek yaptığın, karanlıkta, sırt üstü uzanıp, tavanı dikizlemek.
kes artık dedim ona,
oyun oynama benle, olur mu? birileri
takmış, "ben de emir kuluyum abi" lafına, herkes emir kulu anasını satayım,
herkes masum, herkes yapmak zorunda kaldığı şeyleri itiraf edip af dilenme
peşinde. biri de çıkıp, zorunluluk dediğiniz boklar, tercih edilebilir daha zor
bir şeye götünüz yemediği için, seçtiğiniz bir şık sadece, diyemiyor. ışık
görmüyorum ben, hiçbir şey de hiç bir şekilde; o yüzden sigarayı fener yaptım,
yolumu aydınlatsın diye değil üstelik, gözümü karartıyor sadece, ki gözüme
tuttuğunuz fenerin etkisini hiçe sayabileyim.
"büyük konuşma" dedi bana
sikmişim tevazuyu dedim. ben haklıyım tamam mı? daldan dala atlayan maymunların ağaçlarından biri olmayı ret etmeye de devam edeceğim, bir üst kata çıkmıyorum, bir alt kata itilmiyorum, hiç kimsenin de hiçbir yere itildiği, sürüklendiği, yol aldığı veya yapmak zorunda olduğu hiçbir şey yok.. kılıfların içine girip, çalacak zurnaya değil çalan kişiye göre, delikten çıkan yılanı oynamaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. önem verdiğimiz hiçbir şey yok, kendimiz dışında. ve bu yüzden iş yerinde, kullandığım vantilatörü, biri istedi ve isteyen kişi hatun diye, "oğlum hatuna yamanma" diyorlar, "ne veriyorsun salak mısın" diyorlar, ve ben hatuna onu verirken, birer saat dönüşümlü kullanak diyorum, çünkü o da sıcaktan bunalmış, ve hepimizin zorunda bırakıldığı tek şey çalışmak belkide çünkü toplu ve eşlenik düzeyde bir isyanı sürdürebilecek bağıl fonksiyonları mekanize edicek frekanslarımız sansürleniyor. ve bir vantilatörü bile paylaşmaktan uzak olan bencil kimyamız nedeniyle, kendi kazdığımız çukura gömülüp duruyoruz sürekli..
"hatuna noldu" dedi, söylediğim şeylerin hepsini heba edercesine
"bilmiyorum seçil" dedim, ardından bi' sigara yaktığımı söylemiştim
"sen her şeyin ardından bir sigara yakıyorsun zaten canım"
öncesinden de yakıyorum, kendimi sağlama alıyorum, sigara dumanından mütevellit sisim içinde kamufle ediyorum kendimi. anladın mı baağyan?
gülüyordu, gülüyordum.
alıngan değildik. hiçbir konuda hiçbir şekilde hiçbirşeye.. kimsenin bize
aldırış etmiyor oluşu, kendimize aldırmamıza yol açmıştı, ve seçil'in bana,
oniki sene önce, bir takı tezgahında söylediği, şey geldi aklıma, kendinden
vazgeçtiğin anda, sistemin olursun, ve dahası kendin dışında hiçbirşeyi
önemsemediğin zaman da sisteme uygun açıklar bulursun, ihanetlerini,
açıklayabilmek için, bir vicdan rahatlatması değildir bu, iyi görünme
çabasından öteye geçen hiçbirşey değildir. ve herkes yeterince iyi görünmeye,
iyileşmeye, birşeyleri de iyileştirmeye çabalar. oysa, birşeylerin, iyiye veya
kötüye gittiği yanılgısını, herşeyin yerinde saydığı ve bundan hoşnut oldukları
gerçeğini örtbas etmek için dizerler önümüze..
hatun noldu diye sordu
tekrar seçil..
bi sigara içelim dedim
ben de..
sigara bitti dedi..
küllahtan sigara
yapalım mı dedim
kukuleta yapalım dedi.
hala beni hayatta tutmaya çalıştığını biliyordum. hepsi bu.. sonra pencereyi
yerine takıp, sıkıcı kapadı.. gitti. gelir gene..
14.06.2012 – 01:35
x
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder