8 Kasım 2011

fare

Fare

çarşamba

işten eve geliyorum. saat oniki. gece. annem bir fare olduğunu söylüyor. bununla, kendisinin fare olduğunu değil, gerçek bir farenin eve girdiğini kast ediyor. "nerde?" diyorum kaygıyla. kaygı, korku ve endişeden kaynaklanıyor, çift taraflı bir korku ve endişe bu; hem kendim için hem fare için.

annem "yatak odasında" diyor, kapıyı kapatıp kapatmadıklarını soruyorum. "kapattık" diyor, "kapan koyduk. kocaman bir şey"

bilgisayara geçiyor ve postalarımı kontrol ederken müzik dinliyor, daha sonra Cesare Pavese'nin "yaşama uğraşı" adlı kitabını okuyorum, "neden hiçbir şey yazamıyordum" diyor Pavese, "ayın aydınlattığı bu kızıl kayalar üstüne. kendimden hiçbir şey yansıtmıyorlardı da ondan."

şimdi düşünüyorum, uzun zamandır hiçbir şey yazmıyor ve yazamıyor oluşum ve şu an yazıyor oluşum üzerine. bir fare, bana, kendimden bir şeyler yansıtıyor olabilir mi? kapana kısılmış olmak, -burada sözünü ettiğim kapan, bir oda- kaçmaya çabalamak, en sonunda bir çıkış yolunun kalmadığını anladığında ya da umudunu kaybettiğinde, kapanın içindeki daha küçük bir kapana -gerçek anlamıyla- kendini kapatmak.

pes etmek, iki şekilde gerçekleşir: güçsüz kaldığında ya da inancını kaybettiğinde. bu ikilemin neresinde olduğumu düşünüyorum - neden yazmıyordum onca zaman - ve neden şimdi birden kelime trenini yürütmeye başladım zihnimin otobanında?

uyuyor ve uyanıyorum, hâlâ çarşamba günündeyiz. işe gitmem gerekiyor, işe gitmem gerektiği için, öğlen uyanıyor, kahvaltımı ediyor, sigaramı yakıyor, ipodumu güncelliyor ve evden çıkıyorum. bilindik sendrom; evden geç çıkar, yolda elinden geldiğince hızlı yürümeye çalışır, servisi son anda yakalar ve beklemeye başlarsın; yolun bitmesini - 45 dakika...

kartımı basıyor, ve depoya, depodaki ofise gidiyorum. evet çalışıyorum, altı aydır çalışıyorum ve eğer ölüm diye bir şey var olmasaydı, ve devlet bize, ölüme çeyrek kala kıyak geçmek zorunda kalmasaydı, sonsuza dek çalışıcaktım - yaşamak için. pek azımız dışında - hepimiz çalışmak zorundayız. bu da bir tür, kapanın içindeki kapan. kafeslerle çevrelenmişiz, birinden çıkıp diğerine giriyoruz.

işyerindeki lavuk, ne okuduğumu soruyor, öncesinde "gene seks oyunları mı" diyor, kitabın adını kast ederek, aslında kast ettiği kitabın kast ettiği adı bu değil, adı "seks isyanları" ve rock müzikteki toplumsal cinsiyet kavramını derinlemesine işliyor. elbette bunu, söz konusu hıyara anlatmam bir hayli olanaksız, ama hıyarın reklamımı bu şekilde yapması hoşuma gitmiyor. diğerlerinin, hakkımda ne düşündüğünü delicesine umarsadığımdan değil, ama bir iş yerinde, hangi kademede olursanız olun, alay malzemesi haline dönüşmek kötü sonuçlar doğurabilir, üstelik bu sonuçlar, işi bırakmanıza neden olabilecek bir süreci bile başlatabilir. ve siz de kendinize yeni bir kafes bulmak zorunda kalabilirsiniz, ki söz konusu durum, konu ben olunca, içleracısı bir hâl alır, çünkü asıl niyetim - başkalarının kurduğu kafeslerde maymunluk etmek yerine kendime bir kafes inşa etmek - idi. yani eskiden öyleydi, ve hâlâ öyle olabilir.


perşembe
eve geliyorum. saat onikiyi geçiyor. perşembe oluyor. annem, "fare hâlâ yakalanmadı" diyor, "dışarı çıkamaz değil mi?" diyorum, merakım, ben uyurken farenin üzerimde gezinip gezinmeme olasılığı. korkum, ona zarar veremeyeceğimin bilincinde oluşumdan kaynaklanıyor, - zarar veremeyeceğimin bilincinde oluşum, ona zarar veremeyeceğimden değil vermek istemeyişimden kaynaklanıyor. yaşayan şey, bir fare de olsa, yaşamayı hak ediyordur benim gözümde - bana zarar vermediği sürece. bunu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın şeklinde almanızı istemiyorum - bu, daha çok, başkasının yaşam alanını ihlal etmediğin sürece, dilediğini yapmakta özgür olman gerektiği anlamında. düşünüyorum, o halde biz insanlar yaşamayı hak ediyor muyuz? farelerin ve daha bir çok canlının yaşama alanını ilk ihlal eden bizken, şimdi onlar evimize girince öldürüyoruz. bizden daha zeki ve kurnaz olmadıkları için, güçleri veya yetenekleri bir işe yaramıyor. insanlar arasında durum bu şekilde işlemiyor - bizden daha aptal ve yeteneksiz olan çoğunluğun bize fare muamelesi yapıyor olması

fare, kapatıldığı odada yaşamını sürdürüyor, kötü sona kadar onu düşünmüyorum. bir şeyler yiyor, birşeyler dinliyor, birşeyler okuyorum. günler böyle geçiyor. işten eve ve evden işe - bir asır.

Emily Dickinson'a başlıyorum. şiir sevmem, çünkü imgelem sevmem, çünkü bir şeyi yalın bir şekilde anlatmanın daha zor olduğunu düşünüyorum, imgelem ve herkesçe anlaşılmayan cümleler bana göre değil, kafam almıyor, sıkılıyorum, boğucu geliyor, içine giremiyorum, kelimeler yazıldığı hali ile kalıyor.

Bunları Emily için söylemedim - o ayrı - münezzeh. ama okuduğum çoğu şair - ve şiir - bana bir tür iç sıkıntısı verdi. sorunun ben de olduğunu biliyorum, kafam almıyor, bu kadar yalın ve net

uyuyor ve uyanıyorum. hâlâ perşembe günündeyiz. işe gitmem gerekiyor, işe gitmem gerektiği için, öğlen uyanıyor, kahvaltımı ediyor, sigaramı yakıyor, ipodumu güncelliyor ve evden çıkıyorum. - hep aynı şey - hergün aynı - işe git eve gel - insanlık geliştikçe kölelik biçim değiştirip evrenselleşiyor.

yine aynı lavuk aynı soruyu soruyor. onu öldürebilirim, yani gerçekten bunu yapacağımdan değil, yapmak istediğimi biliyorum sadece, hepsi bu. peki beni ne durduruyor? içimdeki ahlak yasası mı? o da ne ki? yasalar mı? yasaya aykırı bir çok şey yaptım ve yapıyorum. o halde beni bir insanı öldürmekten alıkoyan, buna rağmen içimdeki nefretin bir tür faşizm inşa etmesinin nedeni ne? nefretin nedenini biliyorum, büyük kahkalar ile gülen insanlardan hazetmiyorum, başkalarını aşağılayan insanlardan da, ve başkaları ile dalga geçenlerden de, ve hitler yahudiler yerine bu insan prototipi üzerinde çalışsaydı, neler olacağını merak ediyorum. sorun, sorun olmaktan çıktığı zaman, başka bir sorun peyda olur - tanrı, mükemmel bir dünya yaratmak isteseydi, bunu yapardı - cennet, bu dünya adil olmadığı için çekici bir etken. ölümden sonra bir cennete inanmayanlardır - devrimciler. buraya nerden geldik?

öldürmek yerine, bir duvar inşa ediyorum onlarla aramda, ve duvarı aşıp ruhumu tırmalama şansları olanlarının, bunu ustalıkla yaptıklarını söylebilirim: çünkü iştesinizdir ve dediğim gibi, kölelik köleliktir. para karşılığı satarız kendimizi, çünkü para karşılığı satılır yaşamak için gerekli minimum temel ihtiyaçlar - olmuşken daha fazlası olsun bare der - lükse borçlanırız - çıngıraklı kapan. eğlence ve emek, birbirini alıp satar.


cuma
geliyorum. oniki. cuma. annem "hala yakalanmadı" diyor, "kapıyı kemiriyor". kapının önünden geçerken sesleri duyuyorum. yapabileceğim hiçbir şey yok; kapıyı açarsam aile içi faciaya neden olurum. yakalandığı zaman, sokağa bırakalım dersem de, aynı şey. herkesin hayatınının sınırlarıdır diğerleri. ne yapıp neyi yapamayacağımızı biz belirlemeyiz, yapabileceklerimiz arasında seçim yapma hakkımız vardır sadece, ve bize bu özgürlüğü bahşedenlerdir kafesimizi inşa edenler.

fare hala odada ve kitaplarım da öyle. onları kemirip kemirmeyeceğini, daha kaç gün kapandaki peyniri yememek için direneceğini merak ediyorum. bir türlü girmiyor kapana. belki diyorum, gördü daha önce, bir türdeşini, o kapana kısılırken, ve şimdi kendisi de, ölmek istemiyor aynı şekilde, ya da biliyor insanların, ne kadar sahtekar ve ikiyüzlü olduğunu, bir parça peynirle kandırabileceklerini onu, bu yüzden açlıktan ölürüm daha iyi diye düşünüyor, ya da başka bir şey, sebep her ne ise, fare hala diğer odada yaşama savaşı vermekte, ben de diğer odada okuma savaşındayım - televizyonun sesleri kitabın seslerine karışıyor zihnimde - ayıklamaya çalışıyorum doğru olanı - işe gideceğim - biliyorum bunu - uyumam gerek - uyanmam gerek - allahın belası hergün bunu tekrar etmem - ve fareyi düşünmemem gerek

tırmalıyor kapıyı. yapabileceği hiçbir şey yok. mücadele ediyor. ben etmiyorum mücadele, kabullenmişim mağlubiyetimi - ayak uyduruyorum topluma. işe gidip eve geliyorum - yapabileceğim hiçbir şey yok bu konuda - kaçış için aşılması gereken duvarı göremiyorum - duvarlar yok - onlar insan sadece

uyuyor ve uyanıyorum. hâlâ cuma günündeyiz. işe gitmem gerekiyor, işe gitmem gerektiği için, öğlen uyanıyor, kahvaltımı ediyor, sigaramı yakıyor, ipodumu güncelliyor ve evden çıkıyorum. hergün farklı şeyler dinliyorum, test ediyorum grupları, serviste  yolu izlerken.

bugün aynı lavuk yok - rahat bir nefes alıyorum gerçekten. altıya kadar çalışıyor, sonra kitap okumaya başlıyorum. iş bu - yarısı aylaklık. duvarları kemirmeme engel oluyor bu rahatlık.

cumartesi
eve geliyorum. onikiyi geçiyor. cumartesi. ertesi gün tatil. annem diyor ki, fare hala odada. tamam diyorum ona, duymak istemiyorum artık bunu, yoruldum, idam yerine müebbet hapis. ve sabah oluyor, ve "yakalanmış" diyor annem. ve doğru bir tanımlama bu: "yakalanmış". hayır onu biz yakalamadık, biz kapanı koyduk sadece, tercih onundu, kendi kendine yakalanmış o, bizim bir suçumuz yok, onun da bir suçu yok, kimse suçlu değil, kurallar böyle, nefsi müdafaa – devletin elinden öldürülmek suç değildir - idam, cinayet olmadığı gibi, intihar edip hayatta kalırsanız polisler size bir kaç soru sorabilir - ve dahası tanrı bile, insanın kendi kendisini öldürmesine karşıdır, - annem polis babam cellattır, söz konusu olan eve giren bir fare ise. bu tabloda ben, üzerine kaynak su dökülürken bir canlının - adı her ne olursa olsun- odada tek başına, biraz gözyaşı döküp, sigarasını tüttüren etkisiz elamanım.


hayır onu görmedim, hayır onu görmek istemiyordum, ne kadar büyük olduğu umrumda değil, ne kadar iğrenç olduğunu bilmiyorum, ölmeyi hakedip etmediği umrumda değil, kendimi bir fare gibi hissediyorum sadece, herkes bunu hissedebilir, yıllarca duvarları kemirirsin, kapıyı tırmalarsın, kaçma şansın yoktur ya da yorulmuşsundur, ve diğerlerine bakar, nasıl yaptıklarını anlamadan onları taklit etmeye başlarsın, asla onlardan biri değilsindir, bu yüzden hiç konuşmazsın, kendini yalnız hissettiğinde arkadaşın olan sinekler, eskisi gibi sık uğramıyorlar artık monitörünün ışığına, kediler azaldı, insanlar azalıyor - bu yüzden, çoktan ölmüş olan yazarların seninle konuşmasına izin veriyorsun gün boyu, dinliyorsun onları, ve bir fare öldürüldü bugün, ceseti çöpe atıldı, kimse bilmeyecek onun yaşamak için, üç gün boyunca aç ve susuz, kapıyı kemirdiğini.. 
8 kasım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder