22 Kasım 2011

aynştayn

aynştayn ile tanıştığımda, orta bire gidiyordum. ancak onun aynştayn olabilmesi için, tanıştığımız günün üzerinden birkaç hafta geçmesi gerekti.

ortaokula ilk yazılan olabilmem için annem büyük bir çaba sarfediyordu, bu ne anlama gelecekti, bana ne kazandıracaktı bilmiyorum ama, ilkokulum, sekiz senelik zorunlu eğitime geçiş aşamasında aynı anda ortaokula da dönüşünce, yani aslında adı barbaros hayrettin ilkokulundan, ilköğretim okuluna devrilince, ben beşinci sınıfı henüz bitirmiştim ve o zamanlar, devletin beni adım adım takip ettiğini bilmiyordum. bundan, liseyi bitirdiğim sırada gerçekleşen, meslek liseli çıkışlıları meslek yüksekokuluna kapatma fikirleri açığa çıkınca şüphe ettim, ertesi sene sınava ikinci girişimde gerçekleşen sınav sorularının çalınması ve sınavın ertelenmesi skandalıyla emin oldum ki; birileri benim yaşamamı gözetliyor ve bir yöne doğru çekmeye çalışıyordu, o bir aylık gecikme, benim bir ay ders çalışmadan aylak aylak gezmeme ve dershanede iken aldığım puanların altında bir puan almama sebep oldu, oysa diyorlardaki dershanelerin yaptıkları sınavlar daha zordur, gerçek sınavda, eğer heycanını yenebilir ve bunun da bir deneme sınavı olduğunu farz edersen, daha yüksek bir not alırsın, herkes de öyle yaptı zaten, benim dışımda ve ben sonra üniversiteye girdiğim sırada da anladım ki, işin ucunda amerikalılar vardı çünkü benim okula girdiğim sene yaptıkları yardım sayesinde, okulumuzdan en başarılı sekiz öğrenciyi kendi ülkelerine kaçırıyorlardı, ve bu sebeple bölüm koordinatörümüz sürekli benimle uğraşıyor, sadece benimle uğraşıyor ve örneğin ben bir dersten cc ile geçmişsem, o dersi bana ertesi sene tekrar aldırtıyordu çünkü benim o dersten, dahası tüm derslerden aa ile geçmem gerekiyordu, böyle diyordu bana, ve ben okula gitmediğimde, beni arattıyordu kampüste, ve eğer o an okula girip derse girmediysem beni mutlaka buldurturdu.. çünkü ona tenbih etmişlerdi, ilk sekize sokmaları gerekiyorlardı beni, ve belki anneme de tembih etmişlerdi, ortaokula ilk yazılan çocuk olmalıydım, numaram 1 olmalıydı ve bilinçaltıma kazınan bu numara ile, her yerin 1 numarasına ulaşmak için çaba sarfetmeliydim.. ancak bilinçaltı mesajları ile her zaman herkes de aynı sonucu elde edemezsiniz, çok sayın illuminati elçileri.. ve bu sebeple, benim 1 ile ilgili tek takıntım, fanzinlerimin üzerine, bir lira, bir kayme, bir kağıt, bir demir gibi fiyatlar koymamla son buldu. ve tabi bir de, bir yan etki olarak, üniversite hayatım boyunca birinci sınıftan ileriye gidemedim, dört sene boyunca ve burada numorolojiye dalıp biraz kehanet ve komple teorileri ile haşir neşir olmak isteyenler için şunu söylememe izin verin; söz konusu kıyamet, 21.12.2012 de değil de, 12.01.2012 de kopacak efendiler, neden derseniz, o gün ben otuz yaşıma gireceğim ve dahası 12.0.12.0.12 şeklinde irdelediğimiz de bu hiç de kutsal olmayan otuzuncu doğum günümde, illümatik güçlerin otuzbin senedir aradığı gerçeği yakalayacağımızdan eminim, çünkü bir insan otuz yaşına girerken, rakamlar da otuzu ele veriyorsa, 2 artı 1'i deneyiniz bunun için, yanına sıfır, ve dahası toplumun başına açtığım cehalet sandığı olarak bilinen sokak edebiyatı da onikinci yılına giriyorsa, ve dahası tüm bu hengameden sıkılmayanlarımız için bugün burada aynştayn'ın hiçbir yerde duyamayacağınız gerçek hikayesini anlatacağını vaad ediyorsa size, illuminatinin tek 34. derece adamı, o zaman söyleyeceklerini de dikkate almaya başlamalısınız.. ne diyordum?

ortaokula yazılabilmem için annem büyük bir çaba sarfediyordu ve biz okula kayıt olmak için, sabahın köründe geldiğimizde, okulda yasemin adında bir kız vardı, annesi ile beraber bizden önce gelmişlerdi, ama şu işe bakın ki, annem kayıt esnasında hemen seri bir atak yapıp kimliğimi uzattı ve zaten başından beri kurulu olan düzenek işlemeye başladı ve benim o tüm hayatımı değiştireceğine ve zihnimi allak bullak edeceğine dair planlar yaptıkları numarayı bana verdiler: 1

ardından 253 öğrenciye, birer birer numara verdiler ve tek sayılar erkek, çift sayılar kızdı, ve sonlara doğru değişen denge nedeniyle çift numara alan erkeklerin gelecek yaşamlarında cinsiyet değiştirip değiştirmediklerini bilmiyorum ama okulda diğer çocuklar arasında o talihsiz çift numaralı erkeklerin uzun süre eğlence konusu olduğunu size söyleyebilirim ve her neyse dostlar, bu kadar uzun cümle kurmamam gerektiği üzerine aldığım eleştirelere aldırış etmiyor ve cümle ve anlam ve nokta ile zaman kaybetmeden her şeyi “ve” ile bağlayıp virgüller yardımı ile konuşmayı sürdürüyorum içimden.. çimden bir adamım ben, o nedenle yani..

ortaokula başladığım ilk gün, henüz okulumuz yeni başladığı için ortaokul yaşamına, öğretmen sayısı kısıtlıydı ve dersler ilk hafta başlamamıştı ancak ikinci gün sınıfa bir öğretmen girip (ilk gün kimse gelmedi bile boş boş oturduk arada bir müdür gelip ‘kesin sesinizi’ dedi), camı açtı, masa örtüsünü düzeltti sınıfa şöyle bir bakıp, gülümsedi ve gitti ve ben o gün anneme gelip bugün bir öğretmen geldi, fen bilgisi öğretmeni imiş ve sınıf öğretmenimiz imiş dedim ve annem de gülümseyip ‘ne güzel demişti sınıf öğretmeninin gözüne girmeye çalış’, o zamanlar ne demeye çalıştığını bilmiyordum ama üniversitede bunu anladım, çünkü bölüm koordinatörü benim gözüme girmeye çalışıyordu, başaramayınca da öfkelenip “hayatın boyunca sürüneceksin bu gidişle” diyordu ben de ona ‘yılanlar da sürünüyor ama derileri için avlanıyorlar’ demiştim, ‘üstelik o deriden yapılan şeyleri giyen sümkürükler de senenin belli dönemlerinde deri değiştirdikleri için, bu daha çok hayvan katliamına neden oluyor, bunu biliyor muydun? sizi neyin zehirlediğini asla bilemezsiniz efendim..’

sonra işte, ben anneme yalan söyledim ve annem benim yalan söyleyebildiğimi henüz bilmiyordu, ben de o zamanlar yalan söyleyemediğimi bilmiyordum ama zamanla annem beni ben de annemi öğrendim ve sonra bir daha ona yalan söylediğimde gözlerime bakıp ‘olur öyle’ demekle yetinmişti ‘bir daha olmasın..’ mesela ben okuldan erken çıkıp ‘anne ders erken bitti’ dediğim de bana diyordu ki: “olur öyle, öğretmenine söyle, bir daha erken bitirmesin, bunun için para alıyorlar onlar”. anlıyordum, okula gideyim diye para veriyorlardı bana ve ben de o parayla kitap filan alıp, ya da ateri salonuna gidip, okula da yayan gidiyordum çoğu zaman, ta ki bilet yerine kent kart icad edilene kadar.. ondan sonra hayatım zindan oldu çünkü annem veya babam önceden kartı doldurtuyordu çoğunlukla, ben de napacağını bilemez, bi otobüse binip, bilmediğim bir yere giderdim bazen.. ve işte, çocuklar, daha sonraki bir gün, o pencereyi açan ve anneme bir yalan söylememe sebep olan kadın, sınıfa girdi ve “ben fen bilgisi öğretmeninizim” dedi, “adım filiz, aynı zamanda da sınıf öğretmeninizim.” o gün şunu düşündüm: istediğim bir şeyin gerçekleşmesi için, o konu da yalan söylemem yeterli. bu yüzden tanrı yalan söylemeyi yasaklamış, çünkü insanlar o zaman her konuda yalan söylerek istedikleri her şeyin gerçek olmasını sağlayabilirler. yıllar geçince, bu konuda haklı olduğumu gördüm.. sonra?

sonra işte, hoca herkesi numara sırasına göre oturttu ve ben 2 numaralı yaseminin yanına düşüp kendimden nefret ettim, çünkü bu kızı sevmiyordum, ben derya'nın yanına oturmak istiyordum ama o da beni sevmiyordu, çünkü onun c sınıfından ilhan adında bir sevgilisi vardı arkadaşlar, ve üstelik derya'nın numarası da ondu, on, aradaki dokuz sayıyı ekarte edip ona ulaşamazdım, bu imkansızdı ve daha sonra kızlı erkekli oturma grupları son buldu, erkek erkeğe ve kız kıza oturtma kararı alındı ve ben de mustafa adında yine sevmediğim 3 numaralı bir herifin yanına düştüm.. oha diyordum, oha, sevmediğim herkes neden bana yakın konumda mevzileniyor, arka sırada iki ve dört numaralı kızlar, dört numarayı da sevmiyorum, aşırı çalışkan ve üstelik kibirli, sürekli her şeyi bildiğini sanıyor ve aslında sadece gösteriş yapıyor ve dahası sınıf başkanı seçildi bu, ve bana gıcık gidiyor..

sonra işte, sınıftaki kimsenin beni pek sevmediği gerçeği ile yüzleştim, aslında nefret de etmiyorlardı, ben orda değilmişim gibi davranıyorlardı, çünkü ben hiç konuşmuyordum, çünkü kekemeydim ve öğretmenler yoklama yapınca, benim adım okunuyor, ve herkes gülüyordu sınıfta, herkes, bazı öğretmenlerin bile güldüğünü görmüştüm, söyleyemiyordum işte, belki burda değildim, belki kekeme değil de burda değildim ben, olamazmıydı yani? olabilirdi öyle değil mi? yalan söylerek sınıfta var olmak istemiyordum, ben sınıfta değildim, ben o günlerde okuduğum kitapta anlatılan afrika nehirlerinde yüzüyordum, ve orada kimse kimsenin adını söyleyince, adı söylenen burda demezdi, kimse kimsenin adını söylemezdi bile, bir isme ihtiyaçları bile yoktu belki de, toplu olarak isimlendirmişlerdi kendilerini, aslan maymun yılan papağan, falan filan falan filan, olabilir öyle değil mi? ve hiç insan barınmayan bir çocuk romanında var olan tek çocuk olarak, satırlar arasında kayboluyordum, burda değildim, hiçbir yerde değildim, hatta afrika da bile değildim, o kitabın içinde kaybolmuştum, sonra biri beni bulmasın diye, başka bir kitaba saklanıyordum, burda olmamak için yapabileceğim başka bir şey bulamamıştım.. sonra ateri salonlarını keşfettim ve bu kez de okula gitmediğim zamanlar, henüz ortaokulda bile okula gitmiyordum ben ve okula gitmediğim zamanlar anneme yalan söylememek için ateri salonunda öğlene kadar bekliyordum, sonra annem bir şey sormuyordu ve ben ders yapmak için geçtiğim oturma odasındaki köşemde, odam yoktu, oturma odasında kendime bir köşe yapmıştım, ve köşeye geçip, kayboluyordum bir süre.. sonra işte, beklenen hiçbirşey olmadı.. beklenmedik bir şekilde gerçekleşen bir şey oldu ama: aynştayn hayatıma girdi..

bir gün yine, öğretmen yerlerimizi değiştirdi ve herkes istediği kişinin yanına oturabilir dedi ve ben yerimden kalkamadım, yanıma da kimse gelmedi, ve sonra benim gibi duran bir herifin yanına gittim, oturdum ve sonra edebiyat öğretmeni gelip ödevlerimizi sordu, ve ben de her hafta yaptığım gibi, defteri açıp, sınıfta geçen derste yazdırdığı şeyin üzerine sorular, altına cevaplar ve bazı satırlara da kırmızı kalemle bir iki üç yazarak, onu gösterdim, bunu evde hazırlıyordum, herif bakıyor, imza atıp geçiyordu, kolaydı, ama turgay, yani yanımdaki çocuk, dersini yapmamıştı ve benden daha zeki olsa da, kurnaz değil diye düşünüyordum, ve “hocam defterimi evde unutmuşum” dedi, yalan söylüyordu, öfkeyle baktı hoca ona ve, “git evine al gel” dedi, evi yakındı, 3 dakika uzaklıktaydı okula, turgay gitti, evden bir defter aldı geldi sınıfa oturdu, ve hoca gelmeden ona önümdeki onun edebiyat defterini uzattım, çantasından çıkarmıştım o eve gittiği sırada, bana gülümsedi, ödevi yapmamıştı ama defter yalanı da açığa çıkmamıştı, bir kulak çekilmesi ve birkaç hakaret sonrasında, -herif çok kötü hakaretler ediyordu bize- hareketi tamamladı ve bereket olarak da bize arkadaş olmak düştü. böyle başladık, iki sevilmeyen herif, bir anda, dost olmuştu..

ardından biz, hasan ve hüseyin ve gürkan ile de arkaş olduk ve sonra her tenefüste okulda maç yapmaya başladık, beş kişiydik o yüzden her tenefüs biri hakem olur, ve ikiye iki minyatür kale top oynar, her derse de geç kalırdık ve azar işitip yerimize otururduk. artık iyice sorun olmaya başladı bizim top işi, hocalar topumuzu alırdı, biz de diğer tenefüs sıkıntıdan patlar ama ertesi gün yeni bir topla gelirdik okula. ta ki bizim kale olarak kullandığımız basket potalarının iki ayağı, (bir potanın iki ayağı vardı, arası da bir metreden azdı), teke indirilene kadar, sırf bizim için müdür okulda bir tadilat yaptı, ve ben o gün yalan söylerek değil ama inat ederek her şeyi değiştirebileceğimi anladım.. ama yanlış anlamışım, inat etmek sadece kendimin değişmemesine sebep oldu yıllar boyunca, dünya hâlâ aynı dünya ve ben hâlâ aynı ufak çocuğum..

sonra ortaokul günleri yol aldı ve sınıf öğretmenimiz turgay'a dedi ki:  aynştayn. ona sürekli aynştayn dedi ve sonra biz de ona aynştayn demeye başladık ve sonra herif kendisini aynştayn diye tanıtmaya başladı: yani benim kendime girdap demeye başlamamla aynı hikaye.. sonra, çok saygıdeğer öğretmenlerim, zaman geçti, ve yaz tatilinde biz aynştayn ile satranç oynamaya başladık, başlarda hep o kazanıyordu, bana oyunu da o öğretmişti ama sonra giderek ustalaştım ve yine de masustan yenildiği ve bunu anladığım halde ses etmediğim zamanlar dışında hep o kazanıyordu ama olsun, böylece beni kaybetmeye mahkum bir insan olarak hayata hazırladığını düşünüyordu belki de, o aynştayn'dı, herşeyin doğrusunu bilirdi, bütün dersleri pek iyi idi, ben canım isterse pek iyi alırdım, istemezse sıfır. mesela resimden sıfır aldım.

hoca sene başında, 200 sayfalık bir resim defteri aldırttı bize, ben de ona hiçbir şey çizmedim, hoca sınıfa girer, konuyu verir ve masasına oturup kitap okurdu, bazen de tahtaya tebeşirle bir şeyler çizer, bize nasıl adam kuş baykuş veya helikopter yapıldığını gösterirdi: aah hayır, bunları değil elbette, çok iyi atatürk resmi yapardı kadın, ve yapabildiği başka şeyler var mı merak ettiğim halde sormaya çekiniyordum çünkü bir gün defterime büyük bir umutla bakarsa, hayal kırıklığına uğrardı, ve bir gün not vermek için herkesi tek tek çağırdı, en yakınındakinden başlayıp, ve herkese pek iyi verdi, herkese, ben hariç. bomboş bir defter, üzerine adımı bile yazmamışım, o derece boş.. ve ortabirde ilk kez zayıf getirip, anneme gösterdiğimde, bana dedi ki, “bunu nasıl başardın”, “bunu başarmak için bir çaba sarfedilmiyor anne” dedim, “hiçbirşey yapmadım ben bunun elde etmek için..” kızdı bana. çok kızdı ve ben de ertesi sene resimlerimi evde anneme ablama falan yaptırdım, geçip gitti zaman..

ve sonra bir gün, ortaokulun ikinci sınıfı da bitti, yaz tatilinde aynştayn bizim mahalleye geldi ve mahalledeki çocuklar “buraya yabancıları getirmemelisin dedi bana, size ne ya dedim, onlar da dövücez sizi dediler, aynştayn'ın yüzü sivilce doluydu, çocuğu ittiler, bi sivilcesi kanadı diye korktu bir tanesi, kaçalım yüzü kanıyor dedi, diğeri dövelim dedi, ben de ittim onu, sonra noldu hatırlamıyorum ama ben ne kadar çağırırsam çağırayım aynştayn bir daha bizim mahalleye gelmedi, senin başını belaya sokmak istemiyorum dedi bana, oysa benim başım zaten beladan kurtulmuyordu ki, çingene mahallesinde yaşıyordum ben, hergün bir sorun, her gün bir kavga olurdu mahallede, hatta bazen satırlar ve bıçaklar başlardı konuşmaya ve polisler bile giremezdi mahallemize, polisler bile.. sonra bir gün, mahalleyi de kontrol altına almayı başardılar, sabahın köründe baskın, birilerini götürdüler, sonra hep devriyeler başladı, oradaki evlerin bazılarını boşaltıp başka yere yerleştirdiler filan, sonra ortaokul bitti, ve sonra ben bir gün aynştayn ile karşılaştım yolda, tesadüfen. üniversiteyi kazanmıştı, bilgisayar mühendisliği, ben de kazanmıştım, aziz düzenbazlar sayesinde dünya bankasından yardım alan birkaç meslek yüksekokulundan birini, ve sonra ona napıyorsun dedim, çalışıyorum dedi, çok çalışıyorum, ama gözlerinden gördüğüm kadarıyla hâlâ ama hâlâ istenmeyen çocuktu o, yüzünde sivilce yaraları vardı, onu seven de yoktu tahminen okulda, çok azdı veya, ve o, otobüse binip giderken, ben orada öylece kalıp, düşündüm, size anlatmadığım bir olayı, bana o gün, nasıl yaptın dediği bir olayı düşündüm, sınıfta, matematik dersinde, hoca tahtaya çok zor bir problem yazmıştı, ve bunu bilene yüz vericem ama tahtaya gelip nasıl çözdüğünü anlatıcak demişti, kimse çözemedi onu, ben deftere çözüp aynştayn'a gösterdim ve şaşırdı, çıksana dedi, anlat, yapamam dedim, biliyorsun, onla konuşurken kekelemiyordum ve o da bana gülmüyordu ‘burda’ diyemediğim zamanlarda, ve o da yoktu aslında o sınıfta, çünkü evinde liseye ait fizik kimya soruları ile meşgul olan bir çocuktu o, boşuna aynştayn demedi ona sınıf öğretmenimiz, ama o soruyu çözemedi her nasılsa, benden daha az zeki olduğu için değil, aklına gelmedi sadece, hepsi bu, ve sonra hoca soruyu çözdü ve ben defterime baktım, her şey aynıydı, her şey, gidilen yol, rakamlar, method, ve sonra işte, ben hayatım boyunca tahtaya kalkıp, o soruyu çözmek istedim, hâlâ bunu istiyorum, ama biliyorum ki, dünyanın en zeki insanı da olsanız, bir işe yaramayacaktır, yüzünüz sivilceli ise mesela, ya da konuşurken kekeleliyorsanız, veya saçınızın bir tarafında beyaz bir leke varsa, ya da burnunuz normal burunlar gibi değilse, veya eliniz de bir parmak noksansa, anlatabiliyor muyum? elleriniz makastansa ya da.. ne yaparsanız yapın, derdinizi anlatamazsınız, ne yaparsanız yapın..

o yüzden, tüm çok saygıdeğer harlequin sendromlu bebekler için de, güzel bir gelecek düşü kurmamaları için, tavsiyelerde bulunun, çünkü güzel olan her  şeyin içine eder bu dünya, o yüzden sen, güzel hissetmediğin halde, kaçıp saklanmak istersin, ve kaçıp saklanacak, hiç bir yer olmadığı için, evden çıkmazsın mesela, mümkün oldukça çıkmazsın, ve iyi hissediyorum dediğin sürece sen, yani böyle iyiyim, şu an iyiyim, üzerine çullanır insanlar ordusu, ve kötü hissediyorum deseydin de, değişmezdi sonuç, yine çullanırlardı, çullanırlardı çünkü, sorun iyi veya kötü değil, herhangi birşey hissediyor olmanda yatardı.


22kasım2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder